GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/114, 365, 378, 494, 702, 884, 1423, 1431, 1442, 1449, 1597, 1787, 1808, 1949, 1955, 1970, 2056, 2092, 2094, 2095, 2096, 2097, 2098, 2099) No.lu Uyuşturucu Madde Bağımlılığı ve Yeni Bağımlılık Türlerinin Araştırılarak Bağımlılığın Nedenlerinin ve Alınacak Tedbirlerin Tespit Edilmesi Maksadıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:17
Tarih:02.11.2017

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mecliste grubu bulunan 4 partinin uyuşturucuyla mücadele konusunda birlikte hareket etmeleri sevindiricidir. Bu konuyla ilgili bir araştırma komisyonunun kurulması üzerinde mutabakata varılması gerçekten arzulanan, olumlu bir gelişmedir.

Uyuşturucuyla mücadele konusunda kurulacak komisyona zaten grubumuz destek veriyor, ayrıca komisyon çalışmalarına katkıda bulunmak üzere de grubumuzdan üye verilecektir.

Uyuşturucuyla mücadele konusunda birkaç noktaya şimdiden işaret etmeyi gerekli görüyorum. Uyuşturucu gibi, karanlık çevrelerin ve karanlıkta işlenen faaliyetlerin arttığı dönemler, toplumda denetimin, yargı bağımsızlığının, demokrasinin zayıfladığı zamanlardır. Güvenlikçi politikaların, toplum içi çatışmalarda gerilimin yükseldiği dönemlerde devlet de bu faaliyet ağının çok önemli bir yerine oturmaktadır. Yakın tarihimiz bunun çok çarpıcı bir örneğine tanıklık etmiştir. Tam yirmi bir yıl önce, 3 Kasım 1996'da şu meşhur Susurluk kazası meydana geldi. Susurluk kazasının ardından devlet-siyaset-mafya ilişkilerine dair dehşet verici bilgiler ortalığa saçıldı. Meclis bu konuda çalışmalar yürüttü, kamuoyunda bununla ilgili çok boyutlu tartışmalar da yapıldı ama dönüp samimiyetle bakalım ve şu soruya samimiyetle cevap verelim: O dönemde ortaya saçılan ilişkilerin ne kadarının derinlerine inilebildi? O ilişkiler ağını yaratan çatışmaların veya dinamiklerin ne kadarıyla hesaplaşıldı, ne kadarıyla yüzleşildi? Bir suç imparatorluğu oluşmuştu ve suç imparatorluğunun beslendiği yer güvenlikçi politikalardı. Kürt sorunundaki bütün kuralları, hukuk kurallarını, her türlü devlet geleneğini yani hukuk devleti geleneğini bir kenara bırakan bir konsept devreye sokulmuştu. Her şey mübahtı, uyuşturucu çeteleriyle, mafya örgütleriyle, eski suçlularla, katliamlardan yargılananlarla bile ilişki kurmayı pekâlâ da geçerli bir yol olarak görmüştü.

Size bir başka ülkeden örnek vereyim: Kolombiya. Kolombiya'da özellikle Medellin Karteli'yle anılan o çok büyük suç ve uyuşturucu ağının gelişmesinin temelinde Kolombiya devletinin oradaki iç çatışmaya, güvenlikçi ve şiddet içeren yöntemlerle yaklaşması geliyordu. Ne zamanki Kolombiya'da o çatışma müzakereyle, diyalogla ve demokratik yollarla çözülmeye başlandı, öyle bir süreç başlatıldı, uyuşturucuyla mücadele konusunda da hızla çok önemli adımlar atıldı, önemli başarılar elde edildi.

Bu bağlamda, bizim uyuşturucuyla mücadeleyi devletin ilişkileri, devletin karanlık ve gölgede bırakılan ilişkileri, tercih ettiği yöntemler -mesela, Kürt sorununda güvenlikçi politikalar- ışığında ele almadığımız takdirde bu eksik kalacaktır, hatta daha fazlasını söyleyeyim: Eğer bu politikalar devam ederse, ki pek çok işareti vardır, mafyavari örgütlerin, karanlık çevrelerin bu politikalardan cesaret alarak palazlanmaya çalıştıkları ve hatta, bunu önemli ölçüde başardıkları yönünde önemli işaretler vardır. Eğer, o politika sürdürülürse sadece küçük satıcılarla, torbacı tabir edilen kişilerle mücadele ya da onlara yönelik polisiye tedbirler alarak uyuşturucu sorununa çözüm bulunamaz. Yani, suçla, suçun kaynağıyla, kötülüğün kaynağıyla, kötülüğü doğuran kaynaklarla mücadele etmeniz gerekiyor. Hani "Yoksullukta aslolan yoksulluğun sebepleriyle yüzleşmektir." denir, yoksa bunu yapmazsanız yoksullarla mücadele etmek zorunda kalırsınız. Oysa yoksullar, yoksulluğun sebebi değildir, ürünüdür.

Evet, böyle bir yola girebilmek için ise yapılması gereken bellidir: Kürt sorununda demokratik siyaseti merkeze alan, diyalog ve müzakereye dayanan bir süreç başlatmaktır. Bunu elbette sadece Hükûmetten beklemiyoruz, bu Mecliste temsil edilen ve edilmeyen bütün siyasi aktörlerin bu konuda bir mutabakata varmalarına ihtiyaç vardır. Eğer böyle geniş bir mutabakat oluşursa, evet, o zaman da uyuşturucu dâhil pek çok meseleyle daha kolay mücadele edilecektir ama bunun yerine yapılan şey maalesef, demokratik siyasetin tasfiyesidir; bugün de onun yıl dönümünü yaşıyoruz, 4 Kasımda başlayan siyasi darbenin yıl dönümündeyiz. Bu politikaların bu ülkeye her alanda çok büyük zararlar verdiğini görmek için daha fazla beklemek gerekmiyor.

Değerli milletvekilleri, şu an bu operasyonun kurbanları ya da mağdurları olarak cezaevinde tutulan ama onurla direnen arkadaşlarımızın mesajları var. Ben de bunlardan birini burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Çok sevgili kardeşim Abdullah Zeydan, Hakkâri Milletvekilimiz, sizlere, hepimize, kamuoyuna, halklarımıza bir mektup kaleme aldı, onu okumak isterim:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 88, 1 Kasım 2015 seçimlerinde yüzde 85 oyla Hakkâri'den halkımızın özgür iradesiyle milletvekili seçildim. Bu konuşmayı sizler gibi halkın özgür iradesiyle seçilen bir milletvekili olarak şu anda karşınızda Genel Kurul salonunda yapmam gerekiyordu. 4 Kasım siyasi darbe operasyonuyla rehin alındığımdan dolayı cezaevi duvarları arasında dokunulmazlığı devam eden bir milletvekili olarak seslenmek zorunda kalıyorum. Bu, Türkiye demokrasisi açısından utanç duyulacak bir durumdur.

4 Kasım siyasi darbesiyle AKP iktidarı TBMM kapılarını Hakkâri halkına kapatmıştır. Hakkâri'de seçilen üç milletvekiliyle beraber bütün belediye eş başkanları rehin alınmış, Hakkâri'ye ve Hakkâri halkına 'Siz bu ülkeye ait değilsiniz.' mesajı verilmek istenmiştir.

Bütün rehin alınan arkadaşlarım gibi benim de yargılandığım bütün fezlekeler siyasi parti faaliyeti ve konuşmalarından ibarettir. Özellikle Şengal ve Rojava'da halkımızı hunharca katleden ve ülkemizde 7 Haziran seçimleri öncesi Diyarbakır'da, 20 Temmuzda Suruç'ta, 10 Ekimde Ankara'da ve birçok parti binamıza saldırı düzenleyen IŞİD ve bu saldırılara göz yuman iş birlikçileri kastederek yaptığım bir konuşmanın bir cümlesi alınarak Meclis Başkanı ve bazı AKP'li milletvekilleri tarafından sanki Türkiye halklarına karşı gerçekleştirilmiş bir konuşmaymış gibi aksettirilmeye çalışılmaktadır. Oradaki yokluğumdan yararlanarak âdeta kendilerini mahkemelerin yerine koyup gıybet eden başta Meclis Başkanı ve bahsettiğim milletvekillerini kınıyorum.

Tekrar ifade etmek isterim ki 80 milyon yurttaşımızın onuru ve haysiyeti benim onurum ve haysiyetimdir. Tüm siyasi çabalarımız tüm yurttaşlarımıza, barış ve demokrasi içerisinde mutlu, huzurlu bir yaşam sunabilmektir.

Halkın gücünün üstünde hiçbir güç yoktur, tarih de bize göstermiş ki zulmedenler hep kaybetmiştir, mazlum halklar kazanmıştır. Nerede olursak olalım ülkemizdeki tüm halklar için barış, kardeşlik, demokrasi, özgürlük ve demokratik cumhuriyetle birlikte yaşam mücadelemizi, haklarımızın onuruna yakışır bir şekilde sürdürmeye devam edeceğiz.

En kısa zamanında ülkemizdeki bu akan kardeşkanının durmasını temenni eder, sizleri saygıyla selamlarım." (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sancar.