GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Suçluların İadesi Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:13
Tarih:25.10.2017

CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bundan yaklaşık on gün önce biz burada yeni bir uluslararası anlaşmayı konuşuyorduk, tartışıyorduk; bizim de üzerine şerh yazdığımız bir anlaşmaydı, hatırlarsınız belki, birazcık da gerginlik olmuştu. "TCG Anadolu", İspanyollarla yapılan bir anlaşmadan bahsediyorduk. Orada ben uzun uzun, on beş dakika boyunca bizim bu anlaşmaya neden şerh yazdığımızı anlattım, hatta işin ihale sürecinin sıkıntılı olduğunu anlattım. İhale sürecini yürüten dönemdeki Sayın Millî Savunma Bakanı da o gün rastlantı sonucu, görev gereği buradaydı, hatta kendisine de "Buyurun, çıkın, söz alın, cevap verin." dedik; Sayın Bakan cevap vermedi, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan da cevap veren başka bir arkadaşımız olmadı. Gelin görün ki bunu ben niye söylüyorum? Bu konuşmadan dört gün sonra sizin çok sevdiğiniz o medyada haber çıktı arkadaşlar. Haber şu: "CHP'liler uçak gemisine de karşı." Alt başlığı okuyayım: "Niyetleri bağımlı Türkiye" filan.

Şimdi, biz bu meseleleri çok konuştuk, şöyle konuştuk: Bu iş zarar veriyor yani bu iş, bu yandaş medya meselesi, bu bağımlı medya meselesi zarar veriyor. Size zarar vermiyor ya da Cumhuriyet Halk Partisine zarar vermiyor ya da herhangi bir partiye zarar vermiyor; Türkiye'nin siyasetine zarar verir bir hâle geldi. Yine, ben son konuşmacıydım, onun için, Meclis grubu da böyle doluydu oy verme işlemi olacağı için, orada da birçok arkadaşımız benim yaptığım konuşmayı gayet rahat dinledi. Girip internetten de görebilirsiniz, on iki dakikanın tamamını oraya bağladık. Önemli iddialarda bulunduk, bu iddiaların hiçbirine bir cevap gelmedi ama üzerine böyle bir haber geldi. Hani, yanlış, yönlendirilmiş filan bir şey olmanın ötesinde artık yalan haber; çok açık, çok aşikâr, bunu bilginize sunuyorum.

İkincisi: Değerli arkadaşlar, Osman Kavala bizim çoğu zaman görüşleriyle örtüşmediğimiz bir kişi. Kendisi sivil toplum örgütlerinde aktivist olarak ya da organizatör olarak çalışmış bir kişi, bir iş adamı. Yeri yurdu belli, kim olduğu belli fakat bir süreden beri öyle bir yıpratma kampanyası vardı ki sonuç, göz altına alınmasıyla sonuçlandı. Daha iddianame ortada yok ama bu süreçte öyle iddianameler çıkıyor ki gerçekten içi boş. İşte, bugün görülen davada olduğu gibi, insan hakları aktivistlerinin davasıyla ilgili 17 sayfalık bir iddianame var, Rasim Ozan Kütahyalı bile "Bu iddianame olmamış." dedi, yazdı. Şimdi, bu işte bir terslik var.

Üçüncüsü: Az önce başka hatipler de bahsettiler, onun için ben o konuya çok fazla girmeyeceğim ama mesele Soros olduğunda, tabii, fotoğrafları ortaya koyuyorsunuz. 2003 yılında, 2005 yılında yapılmış, söylenmiş işler var. Buradaki çelişkiyi de dikkatinize sunmak istiyorum. Çelişkiyi söylememdeki neden şu: İktidarınızın ilk yıllarındaki yapmış olduğunuz ve söylemiş olduğunuz şeyler ile bugün yaptığınız ve söylediğiniz şeyler arasında taban tabana zıt bir durum var. Partinizi kurduğunuz zaman ortaya koymuş olduğunuz program ile bugün söylediğiniz şeyler arasında taban tabana zıt bir durum var. İlk başlarda müttefik olduğunuz, iyi görüş alışverişinde bulunduğunuz, sizi destekleyen kesimler ile bugün yanınızda duran kesimler arasında taban tabana zıt bir durum var, bunu ortaya koymak açısından söylüyorum.

Değerli arkadaşlar, bizim, iktidarın dış politikasıyla ilgili yapmış olduğumuz eleştiriler biliniyor ama son dönemlerde şöyle bir refleks gelişti bu eleştirilere karşı: "Hayır, bu eleştiriler doğru değildir, siz yanlış eleştirilerde bulunuyorsunuz." denmiyor, şu söyleniyor: "Biz çok zor bir coğrafyadayız." deniyor ya da -bugün de telaffuz edildi- "Bu bölgede emperyal hayalet dolaşıyor. Dolayısıyla, bunların yaratmış olduğu bir sıkıntı var, bundan dolayı." deniyor ya da "Türkiye'nin çok fazla düşmanı var, Türkiye'nin büyümesini çekemiyorlar. Dolayısıyla, Türkiye'yi aşağı çekmeye çalışıyorlar." gibi bahaneler üretiliyor. Neden bahane? Değerli arkadaşlar, siz Türkiye'yi on beş yıldır yönetiyorsunuz ama Türkiye bu coğrafyaya 2002 yılında göç etmedi ki. Bin yıldan uzun bir zamandır bizler bu coğrafyadayız, bu coğrafyada yaşıyoruz, devlet kurduk, o devlet yıkıldı, yerine cumhuriyeti kurduk. Böyle bir durumda "Türkiye zor bir coğrafyada." demenin ne coğrafyayla ne tarihle ne de gerçeklerle bağdaşır bir tarafı yok.

Emperyal hayaletler bölümüne gelince: Doğrudur, emperyal hayaletler bu bölgede dolaşıyor, dolaşıyor ama emperyal hayaletler 1990'larda da dolaşıyordu arkadaşlar. Irak'a müdahale 1991 yılında oldu, "Nükleer silah bulacağız." diye gittiler, su tabancası bile bulamadılar. Bu oldu, ondan önce de oldu. Yani hatırlayın, doksan yıl önce devlet kurulduğunda yedi düvele karşı savaştık. Bu savaşmış olduğumuz yedi düvelin hiçbirisi emperyal değil miydi? Hepsi emperyaldi. Dolayısıyla, bizim yapmamız gereken şey şu: Muhalefetin eleştirilerinin bir kısmı hoşunuza gitmeyebilir ama bunların arasında şu anda bulunduğumuz durumu değiştirecek, şu anda bulunduğumuz duruma uygun olanlarını alıp bunlar üzerinden politika konusunda revize etmek Dışişleri Bakanlığının görevidir, Adalet ve Kalkınma Partisinde dış politikaya yön veren arkadaşların görevidir. Bu tür bahanelerin arkasına sığınmak bizlere bir şey kazandırmaz, Türkiye'nin dış politikasına da hiçbir şey kazandırmaz. Örneğin, bu emperyal meselesi çok konuşuluyor. Mesela, bir cümle söyleyeceğim, sizin tanıdığınız bir cümle, bunu da lütfen bu emperyal kontekstinde değerlendirin: "Şam'da Emevi Camisi'nde namaz kılacağız." sözünü bu kontekstte bir değerlendirin arkadaşlar ve Allah aşkına, aranızdan birisi çıksın, bu sözün doğru olduğunu bugün burada savunsun. Bu sözü savunamıyorsunuz, o gün de savunamıyordunuz, bugün de savunamıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Öyle bir dış politika izliyoruz ki bir noktadan öbür noktaya savruluyoruz.

Güncel konu, bugün Haydar El İbadi Ankara'da önemli görüşmeler yaptı. Haydar El İbadi, bir sene önce, ağır sözlerle Cumhurbaşkanının, partinizin Genel Başkanının çok ağır sözlerle yüklendiği "Kalitemde değilsin, karatımda değilsin." gibi ağır sözlerle yani dış politik nezaketin çok ötesinde sözlerle yüklendiği bir kişiydi, bugün yakın dostunuz. Barzani, üç ay önce çok yakın dostunuzdu, 25 Eylülden sonra aramızda ciddi bir husumet ortaya çıktı. Bunu şunun için söylüyorum: Devletlerin ilişkileri bozulur ya da düzelir ama bu kadar kısa sürede bu kadar çok zikzak yaşanırsa o devletlerin arasındaki ilişkilerin bozulmasının ya da düzelmesinin ötesinde bir hasar bırakır bu ülkenin dış politikasına. Benzer bir durumu Rusya için de söyleyebiliriz, Amerika için de söyleyebiliriz. Hatırlayın, biz heyet olarak Amerika'ya gitmiştik, orada o sırada Clinton'la Trump'ın yarışı söz konusuydu. Dış politikayı yöneten arkadaşlar sürekli şunu söylüyorlardı: "Clinton FETÖ'cü, FETÖ'den para yardımı alıyor, dolayısıyla Trump seçilirse Türkiye'nin çıkarları açısından daha doğru olur." İtirazım yok, bir bakış açısı ama Trump seçildi, dendi ki. "Trump güçlü bir lider, bizim Cumhurbaşkanımız da güçlü lider, iki güçlü lider kendi arasında oturup konuşursa bu sorunları halleder." Arkadaşlar, "Konuşma yirmi üç dakika sürdü." diye, "Girdisi çıktısı yirmi üç dakika sürdü." diye ağzından yanlışlıkla kaçıran bir televizyon habercisi işinden oldu. Evet, yirmi üç dakika sürdü, görüşüldü de, başka görüşmeler de yapıldı ama sonucunda Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında bile bu ülkenin başına gelmeyen ağır bir yaptırımla karşı karşıya kaldık. Bir vize yasağı kondu, bir tür ambargo. Üzerine gidildi. Cumhurbaşkanı korumalarının bir kısmıyla ilgili dava açıldı. Bunlar ağır şeyler, bu ülkenin onuru için, bu ülkenin geleceği için ve bu ülkenin duruşu için ağır şeyler. Bunlar yapıldı, silah ambargosu kondu. Bunlar kabul edilebilir, doğru bulunabilir şeyler değil. Türkiye Cumhuriyeti'nde iktidarlar değişir, yeni gelen iktidarlara da böyle bir şey yapılsa o zaman da doğru değildir. Siz bugün iktidardasınız. Siz yarın öbür gün muhalefette olduğunuz zaman da, eminim, bunların doğru olmadığını bir muhalefet partisi milletvekili olarak çıkar buradan da söylersiniz ama problem şurada: Bizi böyle şeylerle muhatap ediyorsunuz arkadaşlar, bizi bu tür sıkıntılı durumlarla muhatap ediyorsunuz.

Gündem biraz yoğun, onun için tamamına değinmeyeceğim ama geçen günlerde Sayın Cumhurbaşkanı bir söz söyledi, benim de hoşuma giden bir söz oldu, dedi ki: "Türkiye bir kabile değil -yani biz bir kabile değiliz- Türkiye de bir kabile devleti değil." Doğru. Ben de ne yaptım? Girdim literatüre. Dedim ki: Acaba kabile devletleri nasıl oluyor da biz öyle değiliz? Sürem çok fazla kalmadı, onun için, iki sayfalık bir şey var... Maalesef çok ciddi benzerlikler var. Bunu üzülerek söylüyorum ama size bir iki maddeyi okuyayım müsaade ederseniz. Örnek: "Basın özgürlüğü yoktur, hükûmetin eleştirilere karşı tahammül eşiği düşük, hatta hiç yoktur." Maddelerden bir tanesi söyleyeyim, seçerek söylemiyorum: "Para ve iktidar sahibi olanların, halkı kafasının estiği gibi yönetmeye kalktığı zulüm düzeni hâkimdir. Toplumsal ilişkilerde karşılıklı bağımlılık ve kişisel çıkar ilişkisi egemendir. Bu devletlerin karakteristik özelliklerinden birisi yasayı söyleyenin de uygulayanın da aynı organ olmasıdır. Bu sebepten yargının bağımsızlığından söz edebilmek mümkün değildir." Maddeler çoğaltılıyor.

Üzülerek söylüyorum, maalesef benzerlikler var. Bu benzerliklerin Türkiye'nin ali menfaatleri için, "millî ve yerli dış politika" iddiasındasınız ya o politikanın de gerçekten başarılı olabilmesi için, gerçekten millî ve yerli bir dış politikanın da kurulabilmesi için ortadan kaldırılması gerekiyor çünkü ülkenin içinde bir bütünlük, birlik ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - ...adalet duygusu olmazsa dış politika da olmaz.

Hepinize teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Salıcı.