| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Arnavutluk Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 13 |
| Tarih: | 25.10.2017 |
CHP GRUBU ADINA LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 480 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlarım.
Evet, bir uluslararası anlaşma görüşüyoruz. Anlaşmaların yükümlülükleri var. Her anlaşmanın yükümlülüğü var ama bir de ona uymak gibi hepimize düşen bir görev var.
Anayasalar da bir toplum sözleşmesi. Anayasalar hepimizi bağlayan, toplumun bütün fertlerini ortak paydada birleştiren bir toplumsal mutabakat metni. Aslolan, ülke içinde geçerli olan anayasalara uymak. Elbette, diğer devletlerle yaptığımız anlaşmalara uyacağız ama kendi içimizde yaptığımız anlaşmalara, toplumsal mutabakata uymazsak ne olacak? Bu sorunun cevabı çok önemli. Türkiye böyle bir problemli süreçten geçiyor değerli arkadaşlarım.
Bakın, Anayasa'mız "Hiçbir kimseye, sınıfa, aileye, zümreye imtiyaz tanınamaz." der, "Kanun önünde herkes eşittir." der. E, ama öyle mi? Türkiye böyle bir ülke mi?
Türkiye 15 Temmuzda yaşadığımız bir darbe girişimiyle, bir gerçekle yüzleştiğinde, baktık ki, Anayasa'ya aykırı bir şekilde, bir cemaat grubu, Hükûmetin, iktidarın verdiği desteklerle büyütülen, palazlandırılan bir örgüt Türkiye'nin başına çöktü, bu Meclisin üstüne bombalar yağdırdı. Ee, hani Anayasa'da deniyordu ki "Hiç kimseye imtiyaz tanınamaz." Sonra "Yanıldık." denildi, bir de kızgınlıkla sitem edildi onlara "Ya, biz size ne istediniz de vermedik?" denildi; garip gurebaya bir şey verilmedi, çiftçiye bir şey verilmedi, esnafa bir şey verilmedi, yoksul kesimlere bir şey verilmedi, cemaate bir şeyler verildi ve sitem edildi "Ne istediniz de vermedik?" diye; sanki kesesinden veriliyor, devletin olanakları, bütçesi, kamu kaynakları, devletin arsaları hem iktidar tarafından hem de belediye başkanlıkları tarafından peşkeş çekildi, bu, yetkili ağızlar tarafından da ifade edildi "Parsel parsel satıldı." diye. Şimdi, onlara parsel parsel ver, fakire, garip gurebaya bir şey verme. Bu, Anayasa'ya uydu mu? Uymadı. Uymayınca ne oldu? Çeteler türedi. Çetelerle, böyle örgütlerle palazlandırılan bir sürece girildi ve başımıza bombalar yağdı. "Yanıldık." denildi, bir kenara çekilinmeye başlandı.
Değerli arkadaşlarım, orada yanıldın, Oslo görüşmelerinde görüşmelere başladınız, "Görüşme yapan şerefsizdir." dediniz, daha sonra "O görüşmeleri ben başlattım, sıkıntısı olan bana gelsin." dediniz ama Türkiye yangın yerine dönmüş durumda her konuda; terör konusunda öyle, ekonomi konusunda öyle, tarım çökmüş durumda, esnaf kan ağlıyor, ticaret durma noktasında, dış itibarımız yerlerde sürünüyor ve biz kendi Anayasa'mıza uymayan bir tarzda yönetilmeye çalışıyoruz.
Bakın, değerli arkadaşlarım, 15 Temmuz gecesi çok sorgulanmaya muhtaç hâle gelmeye başladı. Bu konuyla hepimiz çok ciddi yüzleşmek durumundayız.
Şimdi, geçtiğimiz günlerde Sayın Abdulkadir Selvi eski Hava Kuvvetleri Komutanıyla bir söyleşi yayınladı. Bilmiyorum bu söyleşiyi izlediniz mi, dinlediniz mi?
SAMİ DEDEOĞLU (Kayseri) - İzledik.
LEVENT GÖK (Devamla) - Estağfurullah, konuşmaya devam edebilirsiniz, ben anlatabiliyorum gene de.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Dinliyoruz, dinliyoruz.
ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Kulağımız sende.
LEVENT GÖK (Devamla) - Şimdi, Abdulkadir Selvi önemli bilgiler veriyor değerli arkadaşlarım, acaba dikkatinizi çekti mi bu? Bunları dikkatinize sunmak istiyorum. Bence sorular giderek artıyor. Yani 15 Temmuzda burada hep beraber bir darbe girişimini hayatımız pahasına göğüslerken bizi acaba hangi süreç o noktaya götürdü, karanlık noktalar neler? Bunların ortaya çıkması gerekiyor değerli arkadaşlarım. 250 yurttaşımız bedavadan ölmedi, 2.500'e yakın yaralımız, gazimiz bedavadan yaralanmadı, biz o gün burada ölümü bedavadan göze almadık; "demokrasi adına" dedik, "hukukun üstünlüğü" dedik, "Anayasa" dedik, "millî egemenlik" dedik, onun için buradaydık, kucaklaştık o gün. Ama bakın, değerli arkadaşlarım, eski Hava Kuvvetleri Komutanı -kendisinin o geceyle ilgili kamera görüntüsü çıkınca- diyor ki Abdulkadir Selvi'ye verdiği demeçte: "İlginç olan, benim olduğum yerde kamera vardı ama nedense Akıncı Üssü Komutanının odasının olduğu ve Genelkurmay Başkanının olduğu yerde kamera görüntüleri yok." Bakın, şimdi, değerli arkadaşlarım, Akıncı Üssü Komutanının olduğu yerde de Genelkurmay Başkanının olduğu yerde de kamera görüntüleri yok. Şu cümleyi söylüyor: "Darbecilerle müzakere orada yapıldı." Nerede yapıldı? Akıncı Üssü Komutanının olduğu odada, Genelkurmay Başkanının olduğu odada. Bu, sizler için sorgulanmayacak bir şey mi değerli arkadaşlarım? Hemen geçiştirebilir miyiz bu konuyu? Ciddiye almayacak mıyız bu sözleri? Önemli bir söz. "Burada darbecilerle pazarlık yapıldı." diyor, "Müzakere yapıldı." diyor, "O görüntülerin ortaya çıkması lazım." diyor. Evet, bu görüntüler niçin çıkarılmıyor değerli arkadaşlarım? Bunu söyleyen, o gece derdest edilen bir eski Kuvvet Komutanı. Hangi odada pazarlık yapılmış? Akıncı Üssü Komutanının olduğu ve Genelkurmay Başkanının olduğu odada. Bunu -sıradan- geçiştirebilir misiniz şimdi, bu sözü? Bununla yüzleşmeden biz 15 Temmuz gerçeğini, gecesini anlayabilir miyiz? Ve devam ediyor Abidin Ünal... Biliyorsunuz, Akın Öztürk meselesi Türkiye'nin gündeminde. Genelkurmay Başkanlığı bu darbe olduktan sonra bir bildiri yayınladı. O bildiriyi de büyük ölçüde Abidin Ünal'ın, eski Hava Kuvvetleri Komutanının yazdığı belli, yaptığı açıklamadan. Genelkurmay Başkanlığının resmî sitesinde yapılan açıklamada Akın Öztürk'ün o darbeyle ilgisi olmadığına dair bir cümle vardı değerli arkadaşlarım, hepiniz sanırım çok net hatırlıyorsunuz bunu. Şimdi, Abidin Ünal, o bildiriye atfen "Ben hiçbir zaman Akın Öztürk'ün darbeyle ilişkisi olmadığı iddiasında bulunmadım." diyor, bildiriyi yazan Abidin Ünal. "Her kimse, benden sonra eklenmiş o cümle." Yani "Akın Öztürk'ün darbeyle ilişkili olmadığı cümlesi benim yazdığım bildiriden sonra eklenmiş." diyor. Değerli arkadaşlarım, vahim bir tablo. Yani bu tablonun üzerine gitmeyecek miyiz? Yani diyor ki: "Birisi benim yayınlanmak üzere gönderdiğim bildirinin üstüne bir cümle yazdı ve 'Akın Öztürk'ün darbeyle ilgisi yoktur.' diye bir ibare bildiride geçti Genelkurmay Başkanlığının resmî sitesinde." Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunları sorgulamayacak mıyız? Ve devam ediyor diyor ki: "Mecliste 15 Temmuz Komisyonu beni çağırmadı. Çağırsaydı gelir her şeyi anlatırdım." Şimdi, değerli arkadaşlarım, ciddi olalım. Türkiye önemli bir süreçten geçti. Bakın, bu darbe gecesi bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmadığı müddetçe bu ve buna benzer sorularla, cevap verilemeyecek bir noktaya gelinebilir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir kez daha haykırıyoruz, biz millî egemenliği savunan bir partiyiz, darbecilerin, Türkiye'nin başına musallat olan, başta Meclisimiz olmak üzere her yeri bombalayıp insanlarımızın şehit edilmesine neden olanların her birinin yakasına yapışmalı, onlara mutlaka yargı önünde en ciddi cezalar verilmeli ama bu soruların da cevapları mutlaka Türkiye kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bu paylaşılmadığı, üzeri örtüldüğü zaman, değerli arkadaşlarım, Türkiye bundan sonraki süreçlerde de benzer durumlarla karşılaşabilir ve bütün çabamıza rağmen önleyemeyeceğimiz başka süreçler yaşayabiliriz. Önceden tedbirimizi alalım. Bunların nedenlerini, sonuçlarını, etkilerini ve olayda gerçekten konuşması gerekenlerin, ama Darbe Komisyonuna ifade vermeyenlerin konuşması gereken günlerdir. Hele bu soruların ortaya atıldığı bir zaman dilimi içerisinde bunlar kaçınılmaz olmuştur değerli arkadaşlarım.
Biz Anayasa'mızı nasıl koruyacağız? Gerçekçi, şeffaf olmak kaydıyla, yüzleşerek, üzerine giderek. Nereye giderse gitsin, ucu nereye dokunursa dokunsun, hangi partiye dokunursa dokunsun, hangi siyasiye dokunursa dokunsun, hangi askere dokunursa dokunsun üzerine gitmek durumundayız. Bir taraftan örterek, bir taraftan yapıyormuş gibi bu gerçekle yüzleşilemeyeceği ortaya çıkmıştır.
Ben bu iddiaları önemsiyorum. Bu iddiaları önemsiyorum, bu sözleri önemsiyorum ve bunların da gereğinin yapılması gerektiğini sizlerle paylaşıyorum değerli arkadaşlarım. Kafamızı kuma gömerek gerçeklerden kaçamayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günlerdir, AK PARTİ'den seçilmiş belediye başkanlarının istifa süreçlerini tartışıyoruz. Bu sürecin pek çok boyutu var. Bu süreçte işte Anayasa'mız var değerli arkadaşlarım, Anayasa'mız elimizde. Şimdi Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişi aynı zamanda AK PARTİ Genel Başkanı. Belediye başkanları da AK PARTİ'li ama artık belediye başkanları değerli arkadaşlarım seçildikten sonra parti rozetini çıkartırlar, onlar bir kamu görevlisidir, İçişleri Bakanlığının denetimine tabi kamu görevlisidir. 2019'da Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine -sizin deyiminizle- geçeceğiz seçimlerden sonra ama şu andaki Anayasa'mıza göre bir Cumhurbaşkanı var ve Cumhurbaşkanı siyaseten sorumsuz, Cumhurbaşkanı siyaseten sorumsuz. Siyaseten sorumsuz bir Cumhurbaşkanı belediye başkanlarının istifasını istiyor, belediye başkanları saraya çıkıyor, saraydan çıktıktan sonra açıklamalarda bulunuyorlar... Ama değerli arkadaşlarım, şu andaki Anayasa'mıza göre, yürürlükteki Anayasa'mıza göre bu ülkenin bir Başbakanı var ve İçişleri Bakanı var. Siyaseten sorumsuz Cumhurbaşkanı istifa talep ediyor, Başbakanda tık yok, İçişleri Bakanında tık yok.
Değerli arkadaşlarım, şimdiki anayasal sistemimize göre belediye başkanları hakkında İçişleri Bakanlığı, işte Başbakanlık bir işlem yürütecekse yürütecek diğer belediyelerde olduğu gibi.
Şimdi diyeceksiniz ki "O aynı zamanda AK PARTİ Genel Başkanı." Hayır, belediye başkanı seçildiği andan itibaren bir kamu görevlisidir, AK PARTİ'li olabilir ama onun hakkında tasarrufta bulunacak makam Başbakan ve İçişleri Bakanıdır.
Şimdi, ne yapmaya çalışıyoruz? 2019'da yürürlüğe girmesi beklenen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini iki yıl öne çekerek Anayasa'yı çiğniyoruz değerli arkadaşlar. Yapılan Türkiye'de budur. Türkiye'de Anayasa çiğnenmektedir.
Şimdi, bu belediye başkanlarının her biri kentlerine karşı suç işlediler değerli arkadaşlarım. Ankara'yı ele alalım. Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek tam yirmi üç yıldır Ankara'da Belediye Başkanı. Ondan kısa bir süre önce milletvekilliği yaptı, beş yıl da Keçiören'de belediye başkanlığı yaptı. Tam yirmi sekiz yıldır Ankara'nın kaderiyle oynuyor.
Değerli arkadaşlarım, Ankara cumhuriyetin başkenti. Ankara aydınlanmanın başkenti. Ankara kültürümüzün başkenti. Ankara'yı herkes zanneder ki Ankara bir bozkır kasabası. Öyledir, bozkır kasabası ama siz bilir misiniz ki Ankara'da çokça sayıda dere vardır, ırmak vardır ve bunların üzerileri kapatılmak suretiyle çevreye karşı bir katliam yapılmıştır.
Şöyle, oturduğunuz yerden, Ankara'nın semt isimlerini bir hatırlayın sayın milletvekilleri, bana hak vereceksiniz hemen. Ankara'nın semt isimlerine baktığınızda karşınıza ne çıkar biliyor musunuz, hemen yakınınızdaki semtlerden bahsedelim; Kavaklıdere, Hoşdere, Dikmen Deresi, Çayyolu, Bentderesi, İncesu Deresi, Bayındır Deresi yani Ankara'nın pek çok semtinin ismi dereyle, bir su ile özdeşleşmiştir ama Ankara'da yapılan ve çevreye karşı verilen tahribatla Ankara'nın ırmakları, nehirleri ya yer altına itilmiştir ya da kurutulmuştur. Büyük bir çevre katliamı yapılmıştır, kent suçu işlenmiştir Ankara'da. Ankara, üzüm bağlarıyla meşhur bir kentken işte şimdi tam anlamıyla bir bozkır kenti olmuştur, yoksa Ankara'nın geçmişi öyle değildir. Ankara'nın adlarından bir tanesi de "Engürü"dür, Farsça "üzüm" anlamına gelir. O Ankara kayboldu. Eskiden, çok değil elli altmış yıl önce Bentderesi'nde sallarla gezildiğini düşünün değerli arkadaşlarım. Ankara bu kentken bu hâle geldi. Ve bu dereleri kapatan -şu anda Ankara Çayı'nın geçtiği yer üzerinde ANKAPARK- işgal eden Melih Gökçek'ten başkası değildir. Çok devasa bütçe harcanan ANKAPARK bir su üzerine kurulmuştur, bunu Danıştay durdurmuştur yumuşak bir zemin olduğu için ama hâlen orada inşaat devam ettirilmiştir. Ankaralıların elinden hayvanat bahçesi alınmıştır. Hayvanat bahçesi beş yıl önce kapatıldı, hayvanlarımızın nerede olduğunu bilmiyoruz.
Doğal gaz... Türkiye'nin en büyük doğal gaz dağıtıcılarından olan BAŞKENTGAZ özelleştirildi, dört yıl önce özelleştirdiler ve sizler oy verdiniz buna. Melih Gökçek hepinizi ikna etti, dedi ki: "Biz doğal gazı özelleştirirsek, ben, özelleştirmeden elde edeceğim parayla metroyu yapacağım." Ben burada çırpındım, anlattım, "Yazıktır, doğal gaz gibi yakıtta tekel olan bir konuyu bir özel şirkete vermeyin. Belediye AK PARTİ'li de olsa kamunun menfaatini düşünür, zam yapmaz." dedim, dinlemediniz. Sizler de suçlusunuz. Özelleştirme kanununa oy verdiniz, BAŞKENTGAZ özelleştirildi metro yapılıyor gerekçesiyle ama Melih Gökçek ilk olarak da size ihanet etti ve ne yaptı? O doğal gazdan elde edeceği parayla, özelleştirmeden elde edeceği parayla metro yapacakken Ulaştırma Bakanlığına devretti metroların yapımını. Hem kamunun kaynakları Ankara Büyükşehire haksız yere aktarıldı hem de doğal gazın özelleştirilmesiyle elde edilen gelir Büyükşehir tarafından buharlaştırıldı. Ne oldu şimdi? Siz de suçlusunuz.
Bir gece buraya bir yasa geldi, Çayyolu'nun çok önemli bir bölümünü Yenimahalle'den kopardınız Çankaya'ya bağladınız. İki belediye de bizde ama zannettiniz ki "Yenimahalle'den o bölümü alırsak Yenimahalle Belediyesini alırız." diye düşündünüz ama çok başarılı bir belediye başkanımızın olduğu yerde onu da gerçekleştiremediniz.
Değerli arkadaşlarım, Atatürk Orman Çiftliği kaderine terk edildi. İçinden geçen yollarla, yapılan binalarla, ranta peşkeş çekilen konularla Atatürk Orman Çiftliği yok edildi.
Ankara'da bir kent kimliği yoktur. Ankara'nın meydanları yoktur. Ankara'da yurt dışına gidip baktığınız zaman gördüğünüz devasa meydanların yanında bana meydan diyeceğiniz bir alan var mıdır değerli arkadaşlarım? Kızılay meydan mıdır, Tandoğan meydan mıdır? Kavşakların geçtiği bir yol güzergâhından ibaret.
Alt-üst geçitlerle Ankara trafiği altüst edilmiştir. Metro yapımında başarılı olunamamıştır, çökmüştür ve Ankara trafiği bugün işin içinden çıkılmaz bir hâle gelmiştir. Hele hoyratça saldırılan ODTÜ arazileri. Yıkılan ağaçlar, kaldırılan yeşillikler... Melih Gökçek bunların hesabını vermeyecek mi? Şimdi, siz diyorsunuz ki Melih Gökçek'e ve diğer belediye başkanlarına: "İstifa et." İstifa ederse aklanacaklar mı sizce? Bu kent suçunun hesabı sorulmayacak mı? Sayın Bülent Arınç'ın "Parsel parsel dağıttın." dediği arsanın hesabını siz sormayacak mısınız? Ankara'nın FETÖ örgütünün mali kaynak yönünden en güçlü olduğu il olduğunu biliyor musunuz? Bu kaynakların büyük ölçüde Ankara Büyükşehir tarafından sağlandığını biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? Bunlarla yüzleşmeye hazır mısınız? İstifa ederse alkışlayacak mısınız? Hesabını sormayacak mısınız? Yargıya göndermeyecek misiniz ya da Sayın Hayati Yazıcı'nın dediği gibi "İstifa etmezsen kayyum atanır." diye tehdit mi edeceksiniz?
Bunların her biri bir anayasal konudur. Ankara birçok bakanlıktan daha fazla bütçe kullanan bir belediyedir. Bu yılki bütçesi ASKİ ve EGO'yu kattığın zaman 9 milyar liradır değerli arkadaşlarım, 9 katrilyon lira. Dışişleri Bakanlığının bütçesinin eski parayla 4 katrilyon olduğunu düşünün; Kültür Bakanlığının bütçesinin 2,8 milyar, eski parayla 2,8 katrilyon olduğunu düşündüğünüzde, Ankara Belediyesininki tam 4 bakanlığının bütçesinden fazladır, İstanbul'unki 10 bakanlığın bütçesinden fazladır. Yani şimdi, 10 tane bakanlığı istifa ettirmiş gibisiniz; burada, Ankara'da 5 tane bakanlığı istifa ettirmiş gibisiniz. E, bunların bir sorumlusu olmayacak mı? Bunlar ne yaptılarsa tek başlarına mı yaptılar? Erdoğan Bayraktar'ın dediği gibi, yapılandan hiç Recep Tayyip Erdoğan'ın haberi yok muydu, talimatları yok muydu? "Metal yorgunluğu" deyip geçileceğini mi zannediyorsunuz?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kentimize karşı işlenen ve "metal yorgunluğu" diye halkımıza yutturulmaya çalışılan bu uygulamalar karşısında sessiz kalmayacağımızı; Türkiye'de yaşayan bütün yurttaşlarımızın gelirini harcayan bu belediye başkanlarından da yargıda sonuna kadar hesap soracağımızı herkesin bilmesini ister, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gök.