GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:11
Tarih:19.10.2017

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 497 sayılı Torba Kanun'un 26'ncı maddesine bağlı geçici 9'uncu madde üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçici 9'uncu madde, göçmenlerin vatandaşlığa kabulü hâlinde evraklarındaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla düzenlenmiş bir madde ve yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl içerisinde, doğum tarihlerindeki yanlışlık veya doğum yerlerine ilişkin yanlışlıkların düzeltilmesini düzenleyen teknik bir madde. Bunun üzerinde çok da durmayacağım. Ama elimde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası var. Bu Anayasa'nın 2'nci maddesi: "Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir." Şimdi, demokratik bir devlet olup olmadığını, laik olup olmadığını ve sosyal bir devlet olup olmadığını halkın takdirine bırakıyorum ancak hukuk devleti midir gerçekten? Hukukun üstünlüğü cari midir şu anda ülkede ve gerçekten mevcut olan hukuk sistemi bütün yurttaşlara eşit uygulanıyor mu? Bunu bir dakika olsa bile, bir saniye olsa bile düşünmek lazım. Bakın, bugün basına da yansıdı, bu Parlamentonun üçüncü büyük partisi, Halkların Demokratik Partisi eş genel başkanları ve milletvekilleri cezaevinde, bir yıla yakın bir süredir hâlâ Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş henüz mahkeme huzuruna dahi çıkarılmamıştır. Peki, hukuk gerçekten herkes için böyle mi işliyor? Tek tek örnekleri bir tarafa bırakın, bugün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının vermiş olduğu bir karar ortada. Hepinizin hatırlayacağı üzere, Cumhurbaşkanı Avrupa'dan dönüşte sayın eş genel başkanımıza hakaret eden ve aynı zamanda yargıyı etkileyen bir açıklama yaptı, "O bir teröristtir." dedi, "Teröristlerle ilgili karar da mahkemeleri ilgilendiriyor." dedi. Bunun üzerine eş genel başkanımız ve partimiz suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu dilekçesi işleme dahi alınmadı ve cumhuriyet başsavcısının gerekçesi şu: Anayasa'nın Cumhurbaşkanının yetkisini ve sorumsuzluğunu düzenleyen 105'inci maddesine dayandırdı. 105'inci maddede "Cumhurbaşkanının görevlerinden kaynaklı yargılanamayacağı, kişisel olarak, tek başına imza attığı kararlar dışındaki kararlardan dolayı sorumluluğun Başbakan ve ilgili bakanda olduğu ama tek başına imzaya yetkili olduğu kararlardan dolayı da hakkında soruşturma, kovuşturma yani cezai işlem olmayacağı" belirtiliyor ama bu Anayasa Cumhurbaşkanına birilerine hakaret etmesini, Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmiş suçlardan herhangi birini, örneğin, bu Parlamentoda bir parlamenteri tokatlaması ya da sokakta bir vatandaşı dövmesi, darbetmesi ya da yüz kızartıcı bir suçtan dolayı bir sorumluluk yüklemiyor. İşte, yargı üzerinde yaratılan vesayet yani tek adam rejiminin, sadece yürütme üzerinde değil, bu Meclis üzerinde ama aynı zamanda yargı üzerinde dolaşan gölgesi, dolaşan vesayeti böyle bir kararı aldırtır. Yani mevcut yargı, Cumhurbaşkanının sorumsuzluğunu adli suçlara dahi, yüz kızartıcı suçlara, darp, hakaret, cebir, hatta cinayete kadar genişleterek bir sorumsuzluk veriyor ve böyle yorumluyor ve daha da vahimi, dilekçeyi işleme dahi almıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, 2007'den 2013'e kadar, FETÖ'yle olan el ele, kol kola yürüyüşte Türkiye'de FETÖ hukuku uygulandı. O dönemin hukukunun ismi FETÖ hukukuydu. 2013'ten bugüne ve özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden bu tarafa artık Türkiye'de uygulanan, AKP hukukudur ve AKP hukuku keyfî bir hukuktur ve sadece muhaliflere uygulanan bir hukuktur. Bu hukukta maalesef hukukçuların hiçbir güvencesi yok, hepsinin zihniyetinde "Vereceğim karar AKP'ye ne kadar dokunur ve dokunursam nerelere sürülürüm, görevden alınırım." şeklinde bir sonuç doğurmuştur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)