| Konu: | Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 10 |
| Tarih: | 18.10.2017 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, kadınlar buraya geldiler ve dediler ki: "Sayın Milletvekili, eşit ve özgür bir hayat istiyoruz." Bunun için de neden karşı çıktıklarını izah ettiler, Meclisteki bütün milletvekillerine bu mektubu gönderdiler. Onların mücadelesini bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Şırnak'ta maden göçüğünde hayatını kaybeden yurttaşlarımızın ailelerine de bir kez daha başsağlığı dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Evet, önümüzde İçişleri Komisyonundan jet hızıyla -neredeyse bütünüyle erkeklerden oluşan- alt komisyona, oradan tekrar İçişleri Komisyonuna, oradan da Meclise gelen bir torba kanun var. Bu torba kanunla yapılması öngörülen değişiklik müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verilmesi. Kadınlar haftalardır bu tasarıya karşı sokakta, bugün hem sosyal medyada hem meydanlarda hem de Mecliste bu yasanın sakıncalarını, az önce de söylediğim gibi, sizlere birer birer anlattılar. Ama sanıyorum AK PARTİ'li bütün milletvekilleri bu yasaya vâkıflar. Dolayısıyla, Sayın Naci Bostancı'dan ve birkaç arkadaştan başka galiba kimse bunu dinleme gereğini duymuyor. Yani bu ülkenin yarıdan fazlasını neredeyse ilgilendiren bir yasadan söz ediyoruz ama her seferinde bu manzarayla karşılaşıyoruz. Hakikaten bunu bu Meclis adına ben esefle kınıyorum ve kabul edilmez buluyorum.
Hatırlarsınız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan Kaya "Müftü kıysın nikâhı, imam niye kıysın." demişti. Buna rağmen, tasarı, müftülerin yetkisini imam ve vaizlere devredebilmelerine izin verecek şekilde genişletildi. Bu küçük bir ayrıntı değil; burada, tasarıdaki "müftüler" ifadesi "müftülükler" olarak değiştirildi yani imam ve vaizler de aslında nikâh kıyabilecekler. Korkarız ki bu ifadeye dayanarak "Köyde, küçük beldelerde yaşayıp müftü nikâhı isteyenlerin taleplerinin tümünü karşılayamıyoruz." denilecek. Müftünün sorumluluk sahasındaki geniş il sınırları, ulaşımı bahane edilecek ve imamlara da nikâh kıydırmanın önü açılacak. Yani tasarı "müftülük yasası" diye anılsa da imamlara, vaizlere, müftülere nikâh kıyma yetkisi veriyor. Ya Fatma Betül Sayan Kaya gerçekten halkı bilerek yanlış bilgilendiriyor ya da ne acıdır ki kadınların hayatını bu kadar derinden etkileyen bir tasarıyla ilgili kendisinin de tasarrufu yok. Kimin tasarrufu var? Recep Tayyip Erdoğan, cuma günü "İsteseniz de istemeseniz de bu yasa Meclisten geçecek." demişti. Yine maalesef, anlaşılıyor ki bu yasa da yukarıdan bir talimatla gelmiş. Bu yasayla hedeflenen, 4+4+4'ten beri uygulamaya sokulmaya çalışılan, dinin yaşamın her alanına egemen olduğu bir sistem yaratmak, muhafazakâr bir tek tip hayat dayatması.
Bu sistemi tesis etmek için neler yapıldı ve nasıl zararlar yarattı, bir bakalım. Çocuklar, henüz 3 yaşında, ağır bir dinî eğitime tabi tutuldukları sübyan okullarına mahkûm edildi. Ensar Vakfı gibi vakıflara dindar ve kindar bir nesil yetiştirme görevi verildi. Tüm bunlar o kadar hoyratça, o kadar hızla yapılmaya çalışıldı ki denetimsiz kurumlarda çocuklar istismara uğradı. Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanlığının adı değiştirilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapıldı. Kadın-erkek eşitliğini güçlendirmek konusunda politikalar üretmekle görevli tek resmî mekanizma olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Bakanlık altında etkisiz ve yetkisiz bir birim hâline getirildi. Kadına yönelik şiddetin temel nedeni, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitsizliktir. Türkiye'nin imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi'nde bunun altı kalın harflerle çizilmiş olmasına rağmen, kadın-erkek eşitliği fikri bilerek tahrip edildi ve soyut bir aile mefhumu her kadına dayatıldı. Kadınların yaşadıkları sorunlara dinî yanıtlar arandı. Diyanetle yapılan protokoller aracılığıyla aile eğitimi, aile danışmanlığı adı altında kadına yönelik şiddeti görmezden gelen eğitimler verildi. Kadınların hayattaki isteklerinin ne olduğu gözetilmeden üç beş çocuk istendi kendilerinden. Hayatları boyunca bilime teşvik edilme şansına erişememiş eğitimli genç nesiller erken evliliğe teşvik edildi. Kürtaj yasağı getirilmeye çalışıldı. Pek çok yargı kararında erkek şiddeti meşru görüldüğünden ve kanunlar uygulanmadığından kadın cinayetleri arttı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesinin yüzde 95'ini ayırdığı sosyal yardımlarla, Diyanetle iş birliğiyle o kadar meşguldü ki kadınlar savcılığa başvurdukları hâlde öldürülmeye devam ettiler.
Bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler, eylül ayında en az 28 kadın öldürdü, 7 kadına tecavüz etti, 29 kadını taciz etti, 22 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu ve 28 kadını yaraladı.
Değerli arkadaşlar, ne yazık ki bu yasayla kadın-erkek eşitliğine açıkça inanmadığını ifade eden, kadınlara sürekli boşanmamaları gerektiğini telkin eden bir kuruma çok ciddi bir yetki verilecek. Bu yetki genişlemesinin doğurabileceği sonuçlar üzerineyse hiç mi hiç düşünülmemiş.
İmamlara nikâh kıydırmak medeni hukukun dışına çıkmak anlamına geliyor ve korkarız ki çoklu hukuka geçmenin de bir ön adımı atılıyor. Bu gerçekleşirse bir sonraki adımda İslam hukuku öne sürülerek yanlış yorumlamalarla kadınların kazandıkları medeni haklar da tehlikeye düşebilecek. Belki de bir sonraki adımda hukukun bazı alanlarının İslam hukukuna devredilmesini tartışacağız. Bu nedenle, kadınların medeni hukukla edindikleri mal paylaşımı, boşanma gibi pek çok haklarının tehlike altında olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu yüzden, çok iyi biliyoruz ki her cenahtan kadın bu tasarıya karşı; hatta, bazı muhafazakâr kadın yazarlar da bunu açıkça dile getirdiler. AKP içindeki muhafazakâr kadınlar bile direniyor müftü nikâhına çünkü yasanın getireceği sakıncaların farkındalar. Çünkü kadınlar, Müslüman kadınların da mal paylaşımı, boşanma gibi konularda ta Osmanlı döneminde başlattıkları mücadeleyi biliyorlar.
Bildiğiniz gibi, kadınlara sürekli bazı hakların yukarıdan verildiği söylenerek onların mücadelesi yani mücadelemiz hasıraltına itilmeye çalışılır. Aslında, bu, tarih okumamaktan ya da fazlaca resmî tarih okumaktan kaynaklıdır. Henüz Osmanlı döneminde hem Müslüman hem Ermeni kadınlar, kadınların sorunlarıyla ilgili dergiler çıkarıyor, eğitim hakkı, çoklu evliliğin önlenmesi, cemaatleri içinde daha çok söz sahibi olmak için mücadele veriyorlardı. Hayganuş Mark, Nezihe Muhiddin gibi o dönem kadın hareketinde aktif mücadele yürüten pek çok kadın vardı. Zira, 20'nci yüzyılın başında Osmanlı'da meşrutiyetle gelen özgürlük ve eşitlik ortamının da katkısıyla kadınlar kısmi de olsa medeni haklar elde ettiler. Evlilik için minimum yaş tayin edildi. Çoklu evliliğe itiraz hakkı ve boşanma hakkı elde ettiler. Daha sonra bu medeni yasa tekrar rafa kalktı ama cumhuriyetle birlikte, 1926'da revize edilerek yürürlüğe girdi. Kadınlar mücadelelerinin sonucunda medeni haklar elde ettiler bu güçle. Bu tarihi bilen Müslüman olsun, Hristiyan olsun hiçbir kadın dinî gerekçelerle bu yasaya onay vermeyecektir.
Kadınların hak mücadelesi Medeni Kanun'un kabulüyle de bitmedi çünkü hâlen Medeni Kanun'da erkek egemen maddeler mevcuttu. Uzun bir mücadele sonunda 1990'da kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan yasa maddesini iptal ettirdik. Daha sonra, 2002 yılında Medeni Kanun değişiklikleriyle "ailenin reisi" kalktı. Velayette kadının hakkı olmamasına rağmen, ondan sonra yapılan değişikliklerle artık velayetin eşit olarak paylaşılması söz konusu oldu ve daha burada sayamayacağım -sürem yetmeyeceği için- pek çok şey, mal paylaşımı kadın-erkek arasında, evlilikte tecavüz mesela. 2005'te cinsel suçlarla ilgili maddeler değişti ve 2005 yılında Türk Ceza Kanunu'ndaki maddelerin değişmesiyle de çok önemli kazanımlar oldu ve orada önemli bir madde, başlık da vardı "genel ahlak ve adaba aykırı cürümler" deniyordu kadınlara cinsel saldırıya yönelik suçlarda, biz de diyorduk ki: "Hayır, bu genel ahlakı, adabı ilgilendiren bir şey değildir; bu, kadınlara yöneliktir ya da tecavüze uğrayan kimse o bireye yöneliktir, çocuk olsun, erkek olsun fark etmez." Daha sonrasında bu tanımlar değişti, "cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar" tanımı geldi. Şimdi, bu kadar mücadeleden sonra eğer gözü başka çıkar ve iktidar ilişkileri içinde kapanmadıysa, Osmanlı'dan genç cumhuriyete ve günümüze kadınların uğruna mücadele ettikleri bu haklardan kim vazgeçebilir? Hiçbirimiz bunlardan vazgeçmek istemiyoruz.
Değerli arkadaşlar, laik devletlerde devlet, yurttaşların dinî özgürlüğüne karışmaz fakat aynı zamanda hiçbir dini desteklemek için kamu kaynakları da kullanılamaz; din, devlet eliyle yönetilemez, devletin diniyse asla olmaz, olmamalıdır. Laik bir ülkede kamu kaynaklarının herhangi bir eğitim kurumunda dinî eğitim için kullanılması skandallara yol açar ve mahkemeler derhâl bu uygulamayı mahkûm eder oysa Türkiye'de tek bir inanç ortaya çıkarılıyor, öne çıkarılıyor. Diyanetin yıllık bütçesi 6,8 milyar lira. Bu da yetmiyor, Hükûmetten ek bütçe istiyor. Yetmiyor, çeşitli bakanlıklarla protokoller imzalayarak etki alanını genişletiyor. Yani din, Türkiye'de "Orada da dinî nikâh var." diye örnek gösterilen Batı ülkelerinin aksine devletten ayrılmamış, devlet dini hâline gelmiş durumda.
Erdoğan'ın "Batı'da bu işi kilise yapıyor." iddiasına da yanıt vermek isterim. ABD'de hemen hemen her eyalette ve çoğu Avrupa ülkesinde bir resmî belgesini kiliseye ibraz etmeden kilisede evlilik töreni gerçekleşemiyor. Kilisede sembolik olarak kişiler evlenebiliyorlar.
Müftülüklere nikâh yetkisi vermenin sakıncaları sadece bunlarla sınırlı değil ve bu ayrıştırmalarla tabii. Türkiye gibi çocuk yaşta evliliklerin yani çocuk istismarının yaygın olduğu bir ülkede imamlara, müftülere nikâh kıydırmak bırakın, Bakanın önerdiği gibi küçük yaşta yapılan imam nikâhlı evlilikler ile ikinci eş olaylarını sona erdirmeyi, korkarız ki çocuk yaşta evliliklerin artmasına neden olacak. Bu yasa tasarısına karşı kadınların milletvekillerine gönderdikleri mektupta da ifade ediliyor. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsünün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı destekli 2014 yılı araştırmasına göre 18 yaş altı çocukların evlendirildiği imam nikâhlarının çoğunu resmî imamlar kıyıyor biliyor musunuz arkadaşlar? Yani devlet görevlisi imamlar hâlihazırda suça ortak oluyorlar. Bu çok açık bir veri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptırdığı araştırmanın sonuçları bunlar. Şimdi, kendisi bu araştırmayı okumamış mı ya da sonuçlarının farkında mı? Eğer öyleyse neden toplumdaki bu yakıcı sorunu çözmek yerine imamlara daha fazla yetki tanınarak daha fazla çocuğun hayatı karartılıyor, daha fazla çocuğun hayatı tehlikeye atılıyor.
Değerli arkadaşlar, nikâhın din görevlileri tarafından düzenlenmesi, özellikle küçük yerlerde din adamlarının -kadınlar yok tabii- gereğinden fazla onların inisiyatif almasına neden olacak ve onların bu kadar inisiyatif alması neyle sonuçlanacak? Demin o araştırmada da söylediğim gibi, 18 yaş altı kız çocuklarını mevcut durumda evlendiren pek çok resmî imam varsa, ne yazık ki imamlara bu yetkinin verilmesi tacizcinin, tecavüzcünün korunması, gerekirse imam nikâhı yapılarak olayın üstünün kapatılmasıyla sonuçlanacak. Üstelik, bu yetki verilirse yeni bir düzenleme, yönetmelik düzenlemesi yapmak gerekecek. Biz bu yönetmeliğin nasıl düzenleneceğini de bilmiyoruz şu anda, bu yönetmelikte neler getirilecek bunu da bilmiyoruz ve bu ciddi bir denetimsizliğe yol açacak maalesef.
Çoklu evliliği önlemek için hiçbir etkisi yok bu değişikliğin. Erkekler ya kız çocuklarıyla evlenebilmek için ya da birden çok kez evlenebilmek için imam nikâhını tercih ediyorlar. Dolayısıyla, resmî nikâhı ister müftü, ister imam kıysın kıymasın, bu konuda gerçek tedbirler alınmadığı müddetçe yine bunu yapan erkekler yine resmî nikâh değil, yine imam nikâhını yapmaya devam edecekler. 2015'teki Anayasa Mahkemesi kararıyla da, bildiğiniz gibi, resmî nikâh olmadan dinî nikâh kıyılması da suç olmaktan çıkarıldığı için, aslında yargı yoluyla da bir şekilde bu tür evliliklerin önü açılmış oldu maalesef.
Evet, bu kanun tasarısı ayrıca, korkarız ki toplumda hâlihazırda var olan kutuplaşmanın daha da büyümesine hizmet edecek. Tıpkı, gönderecek okul bulamadığı için çocuklarını imam-hatip liselerine, okullarına ya da sübyan mekteplerine gönderen aileler gibi, kadınlar da, imamlara resmî nikâh kıydırmak norm hâline geleceği ve olağanlaşacağı için artık nikâhlarını onlara kıydırmak durumunda kalacaklar. Mahalle baskısı nedeniyle birçok kadın istese de istemese de dinin hayatına daha fazla hâkim olduğunu hissedecek. Ayrıca toplumda "belediyenin kıydığı nikâh", "müftünün kıydığı nikâh" gibi yeni kutuplaşmalar doğacak.
Evet, bu konuda Birleşmiş Milletler Türkiye ülke ekibinin de Nüfus Hizmetleri Kanunu'yla ilgili bazı görüşleri var. Bu, özellikle sözlü bildirimle ilgili yani tehlikeli, önemli maddelerden bir tanesi bu. Birleşmiş Milletler Türkiye ülke ekibi, özellikle bu tasarının doğumdan sonra sözlü bildirimde bulunulması bölümüyle ilgili şöyle bir görüş beyan ediyor. Şimdi, burada düzenleme şöyle, yeni düzenlemede aslında, eski düzenlemede de hâlihazırda sözlü bildirim söz konusu yani dünyada bu kadar savaşlar, göçler yaşanırken tabii ki doğumların sadece yazılı bildirimle olması söz konusu olmayabilir, sözlü bildirim yapılabilir. Ama, bu sözlü bildirim şu anda bir iyileştirme olarak aslında öne sürülerek şöyle ifade ediliyor: "Mülki amirin talimatıyla aile hekimleri tarafından araştırılır." Şimdi, bu bir iyileştirme değil arkadaşlar. Mülki amirin talimatına gerek yok bunun için. Sözlü bildirim zaten hâlihazırda riskli bir şeydir çünkü bu aslında küçük yaşta, mesela, doğum yapmış ve bunun gizlenmesi istenen bir durumda hele de çoklu evlilik varsa, başka bir kadının üstüne çok rahatlıkla o çocuğun kaydettirilmesini sağlar ve mülki amirin bundan haberi olmaz, aile hekiminin bundan haberi olmaz. O nedenle, sözlü bildirimin olduğu her yerde denetim zayıftır, bu nedenle hiçbir şekilde aslında talimata, vesaireye gerek kalmadan bunun araştırılması gerekir. Aynı şekilde, Birleşmiş Milletler raporu da öyle söylüyor, "Araştırmanın yapılmaması özellikle ensest ilişki sonucunda gebelikler, doğum, kumalık, çoklu evlilik sonucu gebelikler ve tecavüz sonucu oluşan gebelikler konusunda nüfusa kayıt işlemini mümkün kılabilme riski taşımaktadır." diyor.
Evet, son bir durum da dediğim gibi, mültecilerin evlenmesiyle ilgili genel ahlak kriterinin getirilmesi... Bu erkeklerin ahlakıdır arkadaşlar. Genel ahlak kriteri sadece kadınlara getirilen bir kriterdir. Bunun kalkması için biz yıllarca mücadele ettik. Tamamıyla sübjektif, hiçbir ölçüsü olmayan bir kavramdır bu.
Evet son olarak söylemek isterim ki, Mirabal Kardeşler gibi öldürülseler de, gerçekten Nezihe Muhiddin gibi akıl hastanesine konulsalar da kadınlar mücadeleden vazgeçmek istemiyorlar. Herhangi bir siyasi iktidarın onların medeni haklarını ellerinden almasına izin vermeyecekler. Ben umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bugün bu yasa geçse de mücadelemiz devam edecek ve daha sonra da biz bunun iptali için uğraşacağız.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)