GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı'yla ülke genelinde ilan edilen ve 17/7/2017 tarihli ve 1154 sayılı Karar'ı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin, 19/10/2017 Perşembe Günü Saat 01.00'den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1199) münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:9
Tarih:17.10.2017

AK PARTİ GRUBU ADINA HAMZA DAĞ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresiyle ilgili olarak AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Konuşmamın başında dün şehit olan Furkan Aydın, İlhan Sezer, Seçkin Arıkan, Adem Gezer kardeşlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.

Yine, Somali'de bir patlamayla şehit olan 300'den fazla kardeşimize Allah'tan rahmet diliyorum.

Milletvekillerimiz Deniz Baykal'a acil şifalar, Orhan Miroğlu'na da geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bugün olağanüstü hâlin 5'inci kez uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresini konuşuyoruz. Olağanüstü hâl niye ilan edildi, nereden gerek oldu, aslında bunun sebebini ortaya koymadan bugünkü oturumun niye yapıldığını belki de dile getirmek çok da imkân dâhilinde olmayacak.

15 Temmuz gecesini hepimiz yaşadık, buradaki milletvekili arkadaşlarımızın tamamı o geceyi yaşadı. Bir kısmımız Genel Kurul salonunda bunu yaşadı, bazılarımız meydanlarda o geceyi yaşadı. Tarihten bir kesitten bahsetmiyoruz 15 Temmuzdan bahsederken, 1500'lü yıllar, 1600'lü yıllar veya on yıl, on beş yıl öncesinin bir mevzusundan bahsetmiyoruz. Belki de o yıllarda dahi, insanlık tarihinin var olduğu sürece dahi böyle bir olay, böyle bir vaka insanlık tarihinde vuku bulmuş bir olay değil, bunu hepimiz kabul ediyoruz. Çünkü, kendi silahı ve bu ülkenin vergileriyle alınmış uçaklarla, helikopterlerle bu ülkenin insanlarına silah sıkan, bomba atan bir güruhtan, bu kadar kendi aklını, beynini bırakmış bir güruhtan bahsediyoruz.

O gece, 15 Temmuz gecesinden, -saat dokuzdan itibaren sabaha kadar süren bir süreçti- Allah'a hamdolsun, 16 temmuz sabahı bir aydınlığa uyandık. 15 Temmuz gecesinde milletimiz, halk, bütün unsurlarıyla; Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ı, Çerkez'i, Abaza'sı, Roman'ı, herkes meydanlara aktı, Meclisi korumaya geldi. 16 Temmuzda Meclisin önünü insanlar akın akın, hiç uyumadan, 15 Temmuzdan sonra hiç uyumadığı hâlde, yanında kardeşi vefat ettiği hâlde şu Meclisin bahçesini tıka basa doldurdu ve o gecenin neticesinde, aslında o güne kadar süren süreçte bir şeye karar vermek, artık bu hâle gelmiş bu örgütü, devletin içine sızmış bu örgütü ortadan kaldırmak gerekiyordu.

O gece, bu millet âdeta Malazgirt'i tekrar yaşadı; âdeta İstanbul'un fethini, denize askerini süren Fatih'in torunları olduğunu, Çanakkale'yi tekrar yaşadı. Bunu bütün genleriyle ortaya koydu. Tabii, bunu ortaya koyarken aslında bu millet hem tarihten gelen misyonunun farkındaydı hem de ona dedesi, atası, babası bir şey anlatmıştı. 1960 ihtilalinde darağacına giderken "Yine milletim iyi olsun, güzel olsun." diyen Adnan Menderes'in yaşamış olduğu hadiseyi dedesinden, babasından defalarca dinlemişti. Ben dedemden dinlemiştim mesela. Radyodan o gün o elim olayı duyduğunda gözyaşı döktüğünü, hiçbir şey yapamadıklarını söylediğini de ben dedemden dinlemiştim. Ve işte bu millet babasından, atasından dinlemiş olduğu bu hadiseyi, o gece "Size bu gece Recep Tayyip Erdoğan'ı yedirmeyeceğiz." dedi. Tabii, lider de, milletin tamamının lideri olarak Recep Tayyip Erdoğan da o gece "Eğer lider taşın arkasına saklanırsa millet dağın arkasına saklanır ve kaybolur." diyerek bütün insanları alanlara, meydanlara davet etti. Davet etmesi ötesinde, kendisi de Marmaris'ten yola çıkarak meydana doğru gitti, başka bir yere gitmedi. Belki daha güvenli bir ortama gidebilirdi kendi açısından ama bunu denemedi; milletinin yanına, milletinin içine döndü.

Değerli arkadaşlar, 15 Temmuza gelirken çok önemli süreçler yaşadık. Aslında 15 Temmuz 2016'yı Gezi olaylarından ve Gezi olaylarından sonra yaşanan süreçten ayrı tutmak mümkün değil. O süreci, biz, bugün de aynı bağlamda, beraber düşünmek zorundayız. Yarın bir gün tarih bunu yazdığında, tarih bununla ilgili elli yıl, yüz yıl sonra bir şey yazdığında Gezi'yle de, 17-25'le de ve ondan sonraki süreçle de bunun bağlamını kuracak çünkü 2013'ün Mayıs ayında bir dostane eylem gibi gözüken o Gezi olaylarından sonra, 81 ilin tamamında, neredeyse Vandallığa varan, sokakların tahrip edildiği; Hükûmeti, meşru Hükûmeti, seçilmiş Hükûmeti zor durumda bırakmak için eyleme dönüşen bir hadiseyi hep beraber yaşadık. O hadiseler yaşandığı zaman, bir anda sosyal medyadan ve diğer alanlardan tahrik edilenlerle birlikte sokakların savaş alanına döndürülmesi, açıkçası, yine seçilmiş Hükûmeti bir şekilde ortadan kaldırmak, o Hükûmetin istifasını sağlamak için yapılan bir eylemdi. Allah'a hamdolsun, Fas-Tunus-Cezayir'den dönen Cumhurbaşkanımızı havaalanında yüz binler karşıladı ve bu hareket akim kalmış oldu. Yine 15 Temmuz 2016'ya gelirken 17-25 Aralık seçim endeksli darbe girişiminden ayrı düşünmemiz de mümkün değil. 15 Temmuz 2016'da milletin vergileriyle verilen toplarla, silahlarla, uçakla, helikopterle o işlemi gerçekleştirenler, yine bu milletin verdiği yetkiyle 17-25 Aralıkta seçim endeksli bir şekilde darbe teşebbüsünde bulundular. Burada defalarca bunu söyledik, "17-25 Aralık bir darbe girişimidir." dedik. Hatta bir keresinde latife olsun diye "Madem Türkçe anlaşılmıyor, Arapça ve İngilizce söyleyelim." diye de burada ben bir konuşma yaptığımı anımsıyorum. Şimdi, 30 Martla beraber bu da kenara gitti. MİT tırlarının durdurulması...

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; MİT tırlarının durdurulduğu günü bu Mecliste ben de yaşadım. 19 Ocakta bu Meclis çalışıyordu, 2014'te ve o gün birileri ısrarlı bir şekilde "AK PARTİ iktidarı, Recep Tayyip Erdoğan terör örgütlerine destek veriyor ve Türkiye'de yargılanmazsa bile Lahey'de yargılanacak." sözlerini söylediler. Aslında bu da 15 Temmuz 2016'dan bağımsız düşünülecek bir süreç değildi. Sonra 2014'te 6-7-8 Ekim olaylarını yaşadık. 7 Hazirandan sonra, özellikle o hükûmetin kurulamadığı, koalisyonun oluşturulamadığı dönemde bir yerlerde çukurlar kurulduğunu, bir yerlerde öz yönetimler ilan edildiğini ve hükûmetin oluşamamasından yola çıkarak başka bir taşeron örgütün yola girdiğini, başka bir taşeron örgütün birileri tarafından kullanıldığını hep beraber müşahede ettik.

Şimdi, bugün bu tezkereyi konuşurken bir konuşmada o gün yakıp yıkılan yerlerin imar ve inşasının, Nusaybin'in, Cizre'nin, Şırnak'ın imar ve inşasının OHAL'e bağlanıyor olması, açıkçası OHAL'i anlamamak, OHAL'i bilmemek demektir. Bir kere biz ülkeyi on beş yıldır imar ve inşa ediyoruz ve on beş yıldır OHAL yok. On beş yıldır Cizre'sinden Edirne'sine, İzmir'ine, İstanbul'una ülkenin her yerini imar ve inşa ettik.

O gün çukur kazanlara, o gün o barikatları kuranlara ve orada o milletin hayatını zindana çevirenlere bir kelam etmeyeceksiniz, bugün orada imar ve inşa yapılırken söz söyleyeceksiniz ve bunu da OHAL'e bağlayacaksınız. Açıkçası bu şu demektir: "OHAL'e söyleyecek çok fazla sözümüz yok, biz lafı eveleyip geveleyelim." Bu, OHAL'le ilgili burada konuşurken de, genel politikaları, dış politikayı, ekonomiyi, işsizliği konuşurken de açıkçası OHAL'e söyleyecek çok fazla bir söz olmadığını gösterir çünkü 15 Temmuzdan sonra bu yapıdan kurtulmak için yapılabilecek çok fazla bir şey kalmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. 17-25'ten sonra bu yapıdan, devletin içine sızmış, askerinde, polisinde, adliyesinde, eğitim alanında, sivil toplumda, her yerde olmuş bu yapıdan kurtulmak için ne yapacaktık, ne yapmamız gerekiyordu?

Bakın, 17-25'ten sonra bu mücadele çok ciddi bir şekilde başladı, bunu hepimiz biliyoruz. O operasyon yapan hâkimler, savcılar, o dönemdeki emniyetçiler, hepsi yasal olmayan bir süreci başlatmışlardı. 17-25'te hiç alakası olmayan bir ihbar mektubuyla başlayan süreç yasal olmayan şekilde devam ettirilmişti ve o yasal olmayan şekilde yürütülen süreçte açıkçası bunları ihraç etmeniz, bunları devlet dışına, o sistem dışına çıkarmanız imkân dâhilinde değildi o mevzuata göre ve 657 sayılı mevzuata göre bunu yapmanız imkân dâhilinde olmayınca, bu yapının Hükûmete ve devlete karşı yapacağı eylemlerle ilgili ancak yer değiştirmeler yapmak zorunda kalıyordunuz.

Ne yazık ki o dönemden bu döneme, ta dershaneler sürecinden bugüne kadar, açıkçası bu konudaki mücadelede yalnız kaldığımızı çok açık, net bir şekilde söyleyebilirim ve birçok, söylem birliği noktasında birçok sözler var dershaneler sürecinden bugüne kadar.

Zaman gazetesine kayyum atandığında ya da Bank Asyaya kayyum atandığında Bank Asyanın önüne direkt gidenler o yapıya cesaret vermediler mi? Defalarca cesaret verdiler. Bunların hepsi tarihte yerini aldı, şu anda burada teker teker bunlara girecek değilim.

Değerli milletvekilleri, açıkçası, burada 15 Temmuza gelirken ve 15 Temmuzdan sonra OHAL'in artık, bir Hükûmet olarak, ülke yöneten bir iktidar olarak, ilanından başka hiçbir hâl olmadığını çok net bir şekilde söyleyebiliriz. Bugün iktidarda AK PARTİ var, o gün AK PARTİ vardı, AK PARTİ değil de bu Meclisteki başka bir siyasi parti olmuş olsaydı bu OHAL ilanından başka verebileceği bir husus yoktu. İçimizde birçok hukukçu var, eğer OHAL ilanı olmasaydı devletin içine girmiş bu yapıdan bu devleti kurtarmak imkân dâhilinde miydi?

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bugünkü koşullarda yok, o günkü koşullar bitmiş, bugünkü koşulları konuşun.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, 1961 Anayasası'nda da 1982 Anayasası'nda da bir kere, olağanüstü hâl anayasal bir kurumdur ve olağanüstü hâl Anayasa'da güvence altına alınmıştır. 15 Temmuz gibi bir hadisede olağanüstü hâl ilan edilmeyecek de ne zaman edilecek? Açıkçası, olağanüstü hâl tamam, bir yetkidir ama aynı zamanda da bir görevdir. Eğer böyle bir görevi AK PARTİ iktidarı yerine getirmemiş olsaydı açıkçası hem bizden sonra gelenler hem bu Meclisteki heyet bu konuda AK PARTİ'yi ve AK PARTİ iktidarını eleştirmek durumunda kalabilirdi.

OHAL'le ilgili, açıkçası, tabii ki hafızalarımızda olumsuz birtakım hususlar söz konusu olabilir. 1990'lı yıllar 1987'den başlayarak olağanüstü hâl dönemiyle geçti ve o olağanüstü döneminde birtakım hadiseleri hâlen şu anda yaşıyoruz ama yaklaşık on beş aydır olağanüstü hâl süreçlerine baktığımızda, açıkçası bu olağanüstü hâl süreçlerinin sosyal hayatı etkileyen, ekonomik hayatı etkileyen, insanın bireysel hayatını etkileyen bir süreci olduğunu hiç kimse iddia edemez ve bunu hepimiz bir arada görüyoruz. Devletin içinde bulunan, devletin içine sızmış FETÖ yapılanmasını ortadan kaldırmak ve onları ihraç etmek, sistem dışına çıkarmak ve yargısal olarak da yargılanması için yapılan bir süreçtir. Yoksa, Kızılay'da da, Konak Meydanı'nda da ve başkaca yerlerde insanların hayatını etkileyecek ve bu anlamda insanın bireysel hayatını etkileyecek bir süreç olmadığını çok net bir şekilde söyleyebiliriz.

Dünyada birçok olağanüstü hâl örnekleri var, bunlar şu anda da uygulanıyor. Yani Fransa'da... Hep Batı'yı örnek verirler, hep Batı'yı söylerler; açıkçası, Fransa'da bir DAİŞ saldırısından sonra, 130 kişinin vefat ettiği saldırıdan sonra OHAL ilan edildi ve 6'ncı kez bu OHAL uzatıldı.

SELİNA DOĞAN (İstanbul) - Cezaevlerinde kaç gazeteci var Fransa'da? Akademisyen var mı?

HAMZA DAĞ (Devamla) - Uygulamalara baktığınızda, Fransa'daki OHAL kararına göre güvenlik güçleri mahkeme kararı olmaksızın insanları tutuklayabiliyor, insanların evlerini arayabiliyor. Fransa'da medya kuruluşlarının terör saldırılarını aktarmak kullanacağı görsel, işitsel materyaller denetlenebiliyor. Bu yasanın, çok sayıda TV kanalının Nice saldırısında bir parmağı gösterdiği için uygulandığını herkes biliyor. Hükûmet, soruşturma kapsamında zanlıların bilgisayarlarındaki ve telefonlarındaki verileri kopyalayabiliyor. Herhangi bir mahkeme kararına ihtiyaç olmaksızın tüm vatandaşlar dört saat gözaltında tutulabiliyor ki Fransa'da yapılan 2016 Avrupa Kupası'nda da bunu çok net bir şekilde uyguladılar, fazla fazla uyguladılar. Yine, Fransa'yı ziyarete gittiğinizde dışarıda, sokakta askerin, polisin elinde uzun namlulu silahlarla gezdiğini görürsünüz. Bunların hiçbirini bizim ülkemizde görmeniz imkân dahilinde değil. Olağanüstü hâl bizim ülkemizde, Allah'a hamdolsun, sosyal hayata, birebir hayata ve insanların günlük hayatına etki etmeden devamını sağlıyor. "Niye o zaman olağanüstü hâli istiyorsunuz?" diyecek olursanız, açıkçası, bu yapıdan olağanüstü hâlin vermiş olduğu imkânlar dışında kurtulmanız imkân dahilinde değil. Bu ülke için ve bu ülkenin geleceği, selameti için bu olağanüstü hâle bu anlamda ihtiyaç var. Sadece ve sadece FETÖ yapılanması için değil, aynı zamanda ülkemizin uzun zamandır DAEŞ'le de, PKK'yla da, DHKP-C'yle de mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz. Daha geçen senelerde birçok yerde bu anlamda bombaların patladığını biliyoruz ve 2010'dan bu yana bu coğrafyada birtakım güçlerin dizayn çalışması içinde olduğunu, Suriye'de, Irak'ta bunların yaşandığını ve bunlar devam ederken de bu ülkenin, o istikrar adası hâlinde olan bu ülkenin devamını sağlamak açısından böyle bir yönetim sistemine ihtiyacımız olduğunu, hâlen ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.

Peki, olağanüstü hâl döneminde ekonomik veriler -benden önceki konuşmacılar da bunları söylediler- ne âlemde? Geriye mi gitti ekonomik veriler, ileriye mi gitti? 2017'de G20 ülkeleri içinde en hızlı büyüyen 3'üncü ülke Türkiye Cumhuriyeti ve bu dönemde yabancı yatırımcının geldiği, gelmek için mücadele ettiği bir ülke. En son Enerji Bakanlığının yaptığı YEKA Projesi'ni hep beraber takip ettik. Borsa 110 binlerin üzerine çıkıp üst üste rekorlar kırdı. Tabii ki ekonomide sıkıntılar olabilir, işsizlik olabilir ama OHAL'le bunu ilişkilendirmek, OHAL'le bunu bir arada tutmak, değerlendirmek ya bu OHAL'e iyi hazırlanmamaktır ya da aymazlıktır. Açıkçası bunlar her dönemde olabilen, çözülmesi gereken, hep birlikte çözmemiz gereken şeyler. Ama OHAL'in ekonomiyi olumsuz etkilediği şeklinde bir yorum yapmak şu an itibarıyla imkân dâhilinde değildir. AK PARTİ iktidarları OHAL'i istemedi bugüne kadar ve iktidara gelir gelmez OHAL'i kaldırdı.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Kaldırmadınız, kaldırmadınız.

HAMZA DAĞ (Devamla) - 2002'de AK PARTİ iktidara gelir gelmez ilk yaptığı iş olağanüstü hâli kaldırmak oldu ve bugüne kadar demokratik açılımlar noktasında...

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kaldırmadı, süre bitti, süre, kaldırmadı.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Siz hiç konuşmayın Sayın Tanal.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kaldırmadı, kaldırmadı.

HAMZA DAĞ (Devamla) - ByLock'ta hakkınızda neler yazıldığını hep beraber okuduk.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kaldırmadı, kaldırmadı.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Sizin konuşmaya hiç hakkınız yok!

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kaldırmadı, kaldırmadı.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Sizin FETÖ yapılanmasıyla nasıl bir ilişki içinde olduğunuzu artık cümle âlem duydu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kaldırmadı, kaldırmadı.

ALİ ÖZCAN (İstanbul) - Allah'tan kork, Allah'tan kork!

HAMZA DAĞ (Devamla) - İktidara gelir gelmez OHAL'i kaldıran bir partidir AK PARTİ.

ALİ ÖZCAN (İstanbul) - Allah'tan kork, Allah'tan kork!

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Açıklasanıza, şu byLock listelerini bir kere açıklayın ya, bir açıklayın.

ALİ ÖZCAN (İstanbul) - Sayın konuşmacı, Allah'tan kork, Allah'tan kork, FETÖ'nün tam göbeğindesiniz.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Bugüne kadar hayata geçirilen demokratik açılımları ve demokratik süreçleri açıkçası saysak burada zamanın yetmesi mümkün değil.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - "ByLock listelerini niye açıklamıyorsunuz?" dedim, bir açıklasanıza.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Sadece birkaç tanesini söyleyecek olursak, asker vesayeti bu ülkede tarihin çöplüğüne atılmış vaziyette.

ALİ ÖZCAN (İstanbul) - "Fetullah Hoca Efendi" diye yalvar yakardınız.

HAMZA DAĞ (Devamla) - On yılda yapılan darbeler artık Allah'a hamdolsun, inşallah 15 Temmuzda gerekli cevabı alarak tamamen ortadan kalkmış oldu.

ALİ ÖZCAN (İstanbul) - Demek ki byLock'çusun sen.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Çözüm Süreci gibi bir süreci, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi bir süreci "Baldıran zehri içtik." diyerek hayata geçirdik. Keşke birileri bu süreci istismar etmemiş olsaydı. Cumhurbaşkanının bizzat halk tarafından seçilmesi sağlandı. Başörtüsü yasağını tamamen ortadan kaldırdık.

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Nasıl kaldırdın ortadan?

HAMZA DAĞ (Devamla) - Katsayı adaletsizliğini ortadan kaldırdık. Kamu Denetçiliği Kurumu kuruldu ve bu sayede Batı'da uygulanan sistem ülkemizde de uygulanır noktaya geldi. Askerî mahkemeler tamamen kaldırıldı. Devlet güvenlik mahkemeleri kaldırıldı, özel mahkemeler kaldırıldı.

NURHAYAT ALTACA KAYIŞOĞLU (Bursa) - Ceza mahkemelerinin onlardan bir farkı yok, adı değişti sadece, adı.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Yani demokratik anlamda, özgürlük anlamında AK PARTİ iktidarları hep yukarıya doğru giden süreçleri yaşamıştır. 2002-2010 yılları arası, "Kopenhag kriterlerini İstanbul kriterleri yapacağız." dedik, bunlar hayata geçirildi.

Açıkçası, bugün OHAL'in 5'inci kez uzatılmasını konuşuyoruz. Ve diyoruz ki: "OHAL'in ihtiyacı kalmadığı zaman, tabii ki, bu ülkede olağanüstü hâl bir daha uzatılmayacaktır."

MÜSLÜM DOĞAN (İzmir) - Ne zaman?

HAMZA DAĞ (Devamla) - Ve -bunun için- Türkiye'nin olağanüstü tedbirlerle karşı karşıya bulunduğunu bugün kim inkar edebilir? Olağanüstü tehditler, olağanüstü tedbirleri gerektirir. Terörle mücadeleye yönelik ihtiyaçlar kalktığında elbette OHAL de sona erecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAMZA DAĞ (Devamla) - Terörle mücadelemizi kararlılıkla sonuna kadar sürdürmek için olağanüstü hâlin bir kere daha uzatılması noktasında AK PARTİ Grubu olarak lehte oy kullanacağımızı ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.