GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kamu ihaleleriyle ilgili kanuni sorumluluğunu yerine getirmediği ve kamunun zarara uğratılmasına sebebiyet verdiği iddiasıyla Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/17) ön görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:8
Tarih:16.10.2017

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, biraz önce Çukurca'dan 2 askerimizin şehit olduğuna dair acı bir haber aldık. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize baş sağlığı diliyorum.

Yine, bu sabah bir sağlık sorunu yaşayan önceki dönem Genel Başkanımız ve Antalya Milletvekilimiz Sayın Deniz Baykal'a acil şifalar diliyorum. Kendisini en kısa sürede aramızda görmeyi umut ediyoruz.

Sayın Milletvekilleri, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Sayın Ahmet Arslan hakkında verdiğimiz gensoru önergesi üzerinde grubumuzun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu ve bizleri izleyebilen kıymetli vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, devlet yönetmeyi koyun gütmekten veya kabile yönetmekten ayıran, hukukun üstünlüğüne gösterilen saygıdır. Devlet yönetmek ciddi bir iştir, ciddi insanlarla yapılır. Yönetimler, hukuka saygı gösterdikleri ölçüde meşrudur, içeride ve dışarıda ciddiye alınmanın koşulu da budur. Hukuku hiçe sayan, vatandaşlarının hukukuna, hak ve özgürlüklerine saygı göstermeyen, yurttaşlarına yaptıklarının hesabını vermeyen yönetimler devletlerini başarısız devletler ligine düşürür, kabile devletine dönüştürürler. Hukuk devletinde yönetimler her icraatlarında olduğu gibi, vatandaşlarından vergi toplarken de, topladığını harcarken de meclislerinin çıkardığı kurallara uymak ve meclislerine hesap vermek zorundadırlar. Bu, Magna Carta Libertatum yani Büyük Özgürlük Fermanı'nı izleyen 802 yıldır geçerli, olmazsa olmaz, evrensel bir kuraldır.

Değerli milletvekilleri, bizim ülkemizde de milletin Meclisinin çıkardığı kanunlar, kurallar var. Bu düzenlemelerin pek çoğu da dünya standartlarında. Yani, kural koyma konusunda ülkemizin esasen pek bir sıkıntısı yok ancak Türkiye'yi yönetenlerin, zaman zaman, milletin Meclisinin koyduğu kurallara uymakta sıkıntıları olduğunu görüyoruz. Bu sıkıntı Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin söylemlerine sık sık yansıyor. Başbakan geçen yıl valiler toplantısında yaptığı konuşmada "İş mi yapacağız, mevzuat mı kollayacağız?" diyerek iktidarın iş tutma biçimini pek güzel özetlemişti. Sayın Başbakan geçen hafta valilerle yaptığı bir başka toplantıda da bu mesajını tekrarladı. Demek ki Başbakan bunları sehven söylemiyor. Başbakan bu sözleri sıradan bir toplantıda da sarf etmiyor. Bu sözlerin muhatapları bulundukları illerin en büyük mülki amirleri, illerde devleti ve Hükûmeti temsil eden makam sahipleri. Valisine "Hukuku takma, benim söylediğimi yap." diyenlerin yönettiği bir devlete nasıl hukuk devleti diyeceğiz? Türkiye'nin uluslararası arenada en haklı olduğu konularda bile bugün karşı karşıya kaldığı muamelelerin sebeplerini işte arkadaşlar biraz da burada aramak gerekiyor. Hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan son günlerde ağızlarını her açtıklarında "Kabile devleti değiliz." diyorlar. Bu sözün bu kadar sıklıkla kullanılması aslında bir sıkıntı olduğunu gösteriyor.

Değerli milletvekilleri, hiç şüphesiz, Türkiye Cumhuriyeti'nin mayası sağlamdır ve bir kabile devleti değildir, kim ne yaparsa yapsın olmayacaktır da. Bizim cumhuriyetimizin mayasında Misakımillî vardır, Amasya Tamimi vardır, Erzurum ve Sivas kongreleri vardır. Cumhuriyetimizin kurucu önderleri savaşmadan önce savaşın hukukunu oluşturmuşlardır. Bu nedenle, emperyalizmi dize getiren Kurtuluş Savaşı dünyanın en meşru, en haklı savaşıdır.

Gazi Meclis kurtuluş mücadelesi verirken dahi içinden çıkardığı hükûmeti en sert şekilde denetlemiştir. Cumhuriyetimizi kuran Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk dâhil hiç kimse kendini hukukun üstünde görmemiştir, görememiştir. Türkiye Cumhuriyeti işte bu nedenle bir kabile devleti değildir, tüm dünyada işte bu nedenle itibar görmüştür.

Ancak AKP döneminde yönetimde keyfîlik, hukuku ayak bağı olarak görme ve gösterme yaklaşımı giderek artmaktadır. AKP'nin kökü dışarıda bir cemaatle yaptığı koalisyon ve 2010 Anayasa referandumunun ardından tüm yargının bu cemaate teslim edilmesi hukuk devletine ilk büyük darbeyi vurmuştur.

AKP'nin yargıyı ve devleti teslim ettiği bu terör örgütünün hain darbe girişimi bu defa da iktidar tarafından siyasi bir fırsata çevrilmiştir. Olağanüstü hâl rejimi ve bunun altında yapılan adaletsiz, mühürsüz, şaibeli bir referandumla iktidar sahiplerinin keyfî yönetim anlayışına bir ucube Anayasa elbisesi dikilmeye çalışılmıştır. Böylece hukuk devletine ikinci büyük darbe de burada vurulmuştur.

Ama ne yapılırsa yapılsın bu elbise bu büyük millete, bu büyük devlete dar gelecek ve yırtılıp atılacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu iktidarın hukukla, kurallarla arasının iyi olmadığı konusunda hiçbir tereddüt yoktur. Ayrıca, Adalet ve Kalkınma Partisinin kamu ihale mevzuatıyla da özel olarak ciddi bir sıkıntısı vardır. Bu iktidar kamu ihale mevzuatını hiç sevmedi, bu mevzuatın kendine biçtiği oyun alanından hiç hoşlanmadı, ihaleleri keyfine göre dağıtmak için ilk günden bu yana çok ciddi bir çaba gösterdi. Nitekim, iktidar 2003'ten bu yana 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nu tam 42 kez değiştirdi. Adalet ve Kalkınma Partisi her dört ayda bir İhale Kanunu'nu değiştirerek kanuna uymak yerine kanunu kendisine uydurdu. Şimdi sormak gerekir: Her dört ayda bir değişen bir kanun kamu ihalelerinde beklenen etkinliği, rekabet ortamını ve tasarrufu sağlayabilir mi? Elbette sağlamaz değerli arkadaşlar. Oysa 4 Ocak 2002 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen bu yasa dünya standartlarında bir düzenlemeydi. 2001 krizinden ders alan dönemin iktidarı tüyü bitmedik yetimin kör kuruşu sağa sola peşkeş çekilmesin, kamu kaynakları artık çarçur edilmesin, devletin borcu azalsın diyerek bu yasayı çıkardı. Ben de o günlerde Hazine Müsteşarı olarak bu kanunun hazırlanmasında ve yasalaşmasında dönemin milletvekilleriyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisinde gece gündüz çalıştım. Bu İhale Kanunu'nun ardından artık Türkiye'de kamu kaynaklarını bir virüs gibi bitirip tüketen ihale yolsuzluklarının sonunun geldiğini düşünüyordum. Gazetelere "Geriye dönüş yok, gemileri yaktık." diye beyanatlar verdim. Ama öyle olmadı, rantı belli kişilere dağıtarak yandaş yaratmaya dayanan sığ siyaset güdüsü yeniden hortladı. Ancak AKP iktidarına Kamu İhale Kanunu'nu on dört yılda 42 kez değiştirmek de yetmedi değerli arkadaşlar. Ekonomi bozuldukça iktidar yandaşlarına rant dağıtmakta zorlanır hâle geldi. Böylece adrese teslim ihaleler devreye sokuldu. Bunu yapabilmek için de AKP iktidarı, Kamu İhale Kanunu'nun istisnai hükümlerini istismar ederek istisnayı usul hâline getirmeye başladı.

Değerli milletvekilleri, Kamu İhale Kanunu, ihalelerde uygulanabilecek yöntemleri ve bunların hangi şartlarda uygulanacağını belirlemiş.

Kanunun 18'inci maddesine göre üç tane ihale yöntemi var: Açık ihale usulü, belli istekliler arasında ihale usulü, pazarlık usulü.

Kanunun 5'inci maddesinde, kamunun yapacağı ihalelerde uygulanması gereken temel yöntemlerin açık ihale ve belli istekliler arasında ihale olduğu açıkça belirtiliyor.

Kanun koyucu bunu neden istiyor? Kamu kaynağını kullanan idare, milletin vergilerini harcayan idare, ihaleleri mümkün olduğunca herkese açık yapsın, rekabet koşullarını sağlasın, tüyü bitmedik yetimin kör kuruşu heba olmasın, kamu kaynakları etkin ve verimli kullanılsın diyerek bu iki yöntemi zorluyor. Pazarlık usulü ise ancak kanunda belirtilen özel hâllerde uygulanabiliyor.

Pazarlık usulüyle ihale şartlarını belirleyen 21'inci madde, bu yöntemin temel usullerle açılan ihalelere yeterli teklif gelmemesi, ülkede vatandaşın can veya mal kaybına neden olacak çok özel, istisnai bir durum olması veya ülkenin savunma ve güvenlik hizmetlerini hızla karşılama ihtiyacı gibi özel durumlarda uygulanabileceğini açıkça belirtiyor. Kanuna göre, bu durumlarda idarenin herhangi bir ilana çıkma zorunluluğu da yok. İdare, en az üç firmayı davet ederek bu firmalardan fiyat teklifi alabiliyor ve işi, istediği firmaya, istediği gibi verebiliyor.

Kanun koyucunun vatandaşın can ve mal güvenliğini düşünerek verdiği bu özel iznin, özellikle, son dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı tarafından çok sık kullanılarak suistimal edildiği görülüyor. Son dönemde pazarlık usulüyle verilen işlerin tutarında olağanüstü bir artış var. Devletin bu yöntemle yaptığı ihalelerin tutarı 2016'da bir yıl önceye göre yüzde 86 artmış ve 21,7 milyar Türk lirasına ulaşmış. Sadece bu yılın ilk altı ayında pazarlık usulüyle yapılan ihalelerin tutarı da geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 175 artarak 16,8 milyar Türk lirasına sıçramış. Geçen yılki eğilimin bu yılın geri kalanında aynen tekrar edeceğini varsayarsak 2017'de pazarlık usulüyle yapılacak ihalelerin toplam tutarının 59,6 milyar Türk lirasına ulaşacağı anlaşılıyor.

Değerli milletvekilleri, bu olağanüstü bir rakam. 21'inci maddenin (b) fıkrası ülkede doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılması zorunluluğunun olması hâllerinde bu yöntemin kullanılabileceğine hükmediyor. Yılın ilk altı ayında pazarlık usulüyle yapılan ihalelerin yüzde 81'i kanunun 21'inci maddesinin sözünü ettiğim bu fıkrasına dayanılarak yapılmış.

Peki, değerli arkadaşlar, ben şimdi soruyorum: Türkiye'de bu yılın ilk altı ayında büyük bir doğal afet mi oldu? Salgın bir hastalık mı yaşandı? Ani ve beklenmeyen bir olay nedeniyle vatandaşın canını, malını kaybetme tehlikesi mi ortaya çıktı? Benim bildiğim kadarıyla böyle bir şey yok. O zaman ne var? Kanuna karşı hile var, kanunun istismarı var, ihale ilanına çıkma zorunluluğuna takılmadan sen, ben, bizim oğlan, üç firmadan teklif alıp dilediğine ihaleyi verebilmenin yollarını kullanmak var.

Değerli milletvekilleri, son dönemde bu istismarı en çok yapan kurum ve kuruluşların Sayın Ahmet Arslan'ın Bakanlığının görev ve sorumluluk alanındakiler olduğu dikkati çekiyor. Bu yılın ilk dokuz ayında sadece Karayollarının pazarlık usulüyle gerçekleştirdiği yapım ihalelerinin tutarı kuruşu kuruşuna 13 milyar 577 milyon 486 bin 731 lira 83 kuruş yani eski parayla yaklaşık 14 katrilyon lira. Karayollarının pazarlık usulüyle açtığı 63 ihalenin 56'sı doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi istisnasına dayanarak gerçekleştirilmiş. Bu ihalelerin tutarı 12 milyar 599 milyon 319 bin 428 lira 77 kuruş olmuş. Bir diğer ifadeyle, pazarlık usulüyle yapılan ihale tutarının yüzde 93'ü 21'inci maddenin (b) fıkrası kapsamında gerçekleşmiş.

MUSTAFA ILICALI (Erzurum) - İşin özelliği ve önceliği yok mu Sayın Vekilim?

FAİK ÖZTRAK (Devamla) - O başka fıkralarda, bu (b) fıkrası.

Sayın Bakana soralım, yoksa bu yıl ABD'yi harap eden Harvey ve Irma kasırgaları bizim sahillere uğradı da biz mi bilmiyoruz?

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakana bağlı kurumların açtığı bu ihaleleri kimlerin aldığına baktığımızda ise iktidar partisine yakınlığıyla bilinen müteahhitlerin ön sıralarda olduğunu görüyoruz. Karayolları Genel Müdürlüğünün yıl içerisinde pazarlık usulüyle verdiği 13,6 milyar liralık ihalenin yüzde 61'i yani en az 8,3 milyar Türk liralık kısmı kamuoyunda Hükûmete yakın veya "havuz müteahhitleri" olarak bilinen firmalara dağıtılmış.

Örneğin, milletimizin iffetli analarına ettiği edepten yoksun lafla meşhur bir iş adamına sadece bu yıl Karayollarının pazarlık usulüyle verdiği iş miktarı 1,1 milyar Türk lirası yani eski parayla 1,1 katrilyon Türk lirası. Yine Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları bu iş adamına yıl içerisinde pazarlık usulüyle 1,7 milyar Türk lirası tutarında iş vermiş. Sadece bu yıl söz konusu iş adamına bahsettiğim iki kurumun pazarlık usulüyle verdiği ihale tutarı toplam 2,8 milyar Türk lirasını buluyor, 2,8 katrilyon eski Türk lirasıyla. Bu iş adamının 2017 yılı içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından aldığı ihalelerin toplam tutarı ise 7,9 milyar Türk lirası. Yani iktidara yakın bu müteahhidin 2017 yılı içerisinde aldığı her 100 liralık ihalenin neredeyse 36 lirası İhale Kanunu istismar edilerek adrese teslim edilen türden. Bunlar bizim tek tek tarayarak bulduğumuz ihaleler. Belki gözümüzden kaçanlar da var. Bu nedenle bu tutarların asgari olduğunu da belirtmekte yarar var. Gerekli rekabet şartları sağlanmadan yapılan adrese teslim bu harcamalar nedeniyle devletin çok ciddi zarara uğratıldığını düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, gerek vatandaş gerekse de milletvekili olarak bu ihalelerle ilgili bilgi edinme hakkımı kullanmaya çalıştım. Karayolları Genel Müdürlüğüne ve Başbakanlık İletişim Merkezine ayrı ayrı başvurdum. Karayolları Genel Müdürlüğü 15 Haziran 2017 tarihinde verdiği tek sayfalık cevapta istediğim bilgileri vermek yerine, ihale bültenlerinden bu bilgileri tek tek çıkarmamı tavsiye etti. Başbakanlığa yazdığım dilekçeye ise cevap bile alamadım. Vatandaş olarak alamadığım bilgiyi milletvekili olarak almak için, 15 Haziran 2017 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine, Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanının cevaplaması talebiyle bir soru önergesi verdim. Şu ana kadar bu soru önergesine de bir yanıt alamadım. İktidar ağzını her açtığında "Seçilmiş atanmıştan daha üstündür." diyor ama iş seçilmişin atanmıştan bilgi istemesine gelince bilgiyi milletvekillerinden saklıyor.

Değerli milletvekilleri, Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığının, her nedense, açtığı ihalelere devlet sırrı muamelesi yapma gibi bir alışkanlığı var. Geçmiş yıllarda da dönemin Ulaştırma Bakanı olan Sayın Binali Yıldırım'a Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyol Projesi için birtakım sorular sormuştum, ne soru önergeme ne de Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde sorduğum sorulara cevap alabilmiştim. O dönem konuyu Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna kadar taşıdım ancak çabalarım bir sonuca ulaşmadı.

Hükûmet şunu bilmeli ki biz bu soruları kendimiz için değil, millet için soruyoruz. Milletin parasını kullanan iktidar bunun hesabını vermeyecek de neyin hesabını verecek arkadaşlar? Karın ağrısı yoksa, hukuksuz bir iş yoksa idarenin çok kolaylıkla paylaşabileceği bu bilgiler neden milletle paylaşılmaz? Sorduğumuz soruları cevaplamayarak hesap vermekten kaçıyorsunuz, sonra da "Gensorudan bıktık." deyip mühürsüz gayrimeşru referandumla gensoruyu Anayasa'dan çıkarıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, iktidar, halk oylamasından meşru olmayan bir "evet" çıkarmak için bu yıl bütçe dengelerini dağıttı, bütçe dikiş tutmuyor. Borçlanma limitleri daha yılın ilk dokuz ayında 15 milyar Türk lirası aşıldı. Meclise getirdiğiniz torba kanunla "İlave 37 milyar liralık borçlanma yapacağım." diyorsunuz. Yetmedi, milletten alacağınız vergileri acımasızca artırıp gayrimeşru referandumun faturasını milletin sırtına yıkmaya kalkıyorsunuz. Vatandaş tepki gösterince de Cumhurbaşkanı sorumluluğu bakan arkadaşlarına atıyor.

Sayın bakanlar, siz bu vergileri Genel Başkanınıza sormadan mı artırmaya kalktınız? Komik olmayın. Vatandaşa ölümü gösterip sıtmaya razı etme oyunu oynuyorsunuz. Millete vergileri reva görürken tasarrufa "iktidarın itibar kaybı" diyor, yandaş iş adamlarına kanunların etrafından dolanarak ihale dağıtıyorsunuz. Kimse şunu unutmasın: Millî iradenin temsilcisi olan Meclisimiz, milletin kör kuruşu heba olmasın, tüyü bitmedik yetimin hakkı yenmesin diye bu kanunları çıkarıyor, icradan hesap soruyor. Eğer birileri Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkardığı bir kanuna uymuyorsa, kanuna karşı hile yapıyorsa bunu yapanların da hesap vermesi lazım. Yönetim keyfîlik kaldırmaz, keyfî yönetimlere saygı duyulmaz. Eğer iktidar "OHAL rejimi uyguluyorum, kimseye hesap vermem, kanun dinlemem, istediğim gibi davranırım." diye düşünüyorsa, kusura bakmasın, o zaman biz de OHAL FETÖ'yle mücadele için değil yandaşı abat etmek için çıkarıldı deriz. Meclisimizin çıkardığı 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 10'uncu maddesinde "Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludurlar." deniyor.

Bu nedenle, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Sayın Ahmet Arslan hakkında CHP Grubu olarak vermiş olduğumuz gensorunun gündeme alınmasına milletvekillerinin desteklerini bekliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Sözlerimi sonlandırırken Genel Kurulu ve bizleri takip eden kıymetli vatandaşlarımızı bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)