GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı Adına Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ile İspanya Krallığı Savunma Bakanlığı Adına İspanya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Arasında Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi (LHD) Projesi İşbirliği Faaliyetlerine İlişkin Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:7
Tarih:12.10.2017

CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, az önceki durumda, ben, grupların yapmış olduğu anlaşmaya riayet ederek süremi belli bir noktada tuttum. Zaten, bu son konuşmaydı, o konuşmanın üzerine devam etme gibi bir niyetimiz yoktu fakat ortaya şöyle tatsız bir durum çıktı. Sayın Grup Başkan Vekili çıkıp... Yani benim derdim, niyetim sataşma değildi.

AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Sayın Vekilim, siz konuyu anlatın.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Efendim?

AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Siz konuyu anlatın.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Konuyu anlatıyorum zaten Sayın Bakan.

AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Nereye gitti yani?

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Konuyu anlatıyorum zaten. Evet, konuyu anlatıyorum ben de.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Devam et, devam et.

AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Konuyu anlatın, anlaşmayla ilgili fikirlerinizi bekliyoruz.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sayın Bakan, ben anlaşmayla ilgili fikirlerimi sabaha kadar anlatırım, siz de bilmediğiniz birçok şeyi öğrenmiş olursunuz ama mesele o değil.

AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Buyur, biz de sabaha kadar dinleriz.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Az önce bir tatsızlık oldu, sonuçta, akşamın bir saatinde hep beraber buradayız. Ben dersimi iyi çalıştım geldim yani sabaha kadar konuşurum, sorun yok.

Az önceki meselede Sayın Grup Başkan Vekilinin çıkıp bazı şeyleri ifade etmiş olması aslında yakışık almadı. Şöyle yakışık almadı: Herkesin bildiği bazı şeyleri ben ifade ettim, yani herkesin bildiği derken Adalet ve Kalkınma Partisinin içinde de bilinen, Adalet ve Kalkınma Partisine yakın gazetelerde ya da köşelerde de yazılan, hatta eleştirilen, bazen de taraftar bulan konular üzerine ben bir cümle söyledim. O bir cümlenin dışında kalan on dört buçuk dakikayı Millî Savunma Komisyonu, Dışişleri Komisyonu ve işte bu anlaşma üzerine geçirmiş olduk. Bu anlaşmayla ilgili önemli şeyler söylediğimi düşünüyorum ama Sayın Grup Başkan Vekili onlarla ilgili herhangi bir şey söylemek yerine dönüp meseleyi genel başkan, işte kaset vesaire filan gibi bir yere getirdi. Ki...

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Yalan mı? Yalan mı? Ya, yalansa yalan, söyle.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sayın Grup Başkan Vekili, bu tarz benim sevdiğim bir tarz değil.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Ya, kaset doğruymuş demek ki.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Doğru, kendileri yolladılar kaseti ya.

BAŞKAN - Lütfen, müdahale etmeyelim sayın milletvekilleri.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Yok yok, şöyle: Siz gördüğüm kadarıyla... Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidar partisi, bizim de önemsediğimiz bir parti...

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Biz de konuşmaları önemsedik ama yanlış önemsedik.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - ...on beş yıldan beri de Türkiye'yi yöneten bir parti. Adalet ve Kalkınma Partisi eğer size grup başkan vekilliği görevi verdiyse sizi önemsediği anlamına gelir. Biz de sizi önemseriz, eğer Cumhuriyet Halk Partisinde olsaydınız biz de sizi önemserdik.

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) - Bizim için tabii ki çok önemli grup başkan vekillerimizin hepsi.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Belki aynı görevi verirdik ama sadece 23 Nisanda bir saatliğine verirdik biz o görevi. Onun için meseleyi bu hâle getirmenin çok bir anlamı yok.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Başbakanlık koltuğuna Genel Başkanınızı oturttuğunuz gibi 23 Nisanda!

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Yani bu derinleştikçe derinleşebilir bir mevzu, onun için bu konulara hiç girmenin bir âlemi yok. Şu çok açık: Türkiye bir badire atlattı. Atlattığı badire neydi? Sayın Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilimiz de burada, onların 11 tane arkadaşının başına geldi o zaman. Ortada bir kumpas ve komplo olduğu, bu sıralarda yani bu son bir iki hafta içinde ortaya çıkan soruşturmalarda açık, net bir şekilde görüldü, evlere kimler girdi...

ŞAHİN TİN (Denizli) - Yani, o konuyu siz konuşun diye çıkıyorsunuz, şimdi aynı konuyu konuşuyorsunuz. Bence konuya gelseniz...

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - ...kimler ne tür şeyler koydu, ondan sonra bunun devamında ne tür çilingirler çağırıldı, vesaire; bunların hepsi ortaya çıktı.

Şimdi, bu tür konuları dönüp dolaşıp tekrardan böyle önemli bir mevzuyu konuşurken açmanın çok bir âlemi yok; bunu açık söyleyeyim yani bizim derdimiz bunları oturup sabahlara kadar konuşmak değil, buradan bir şey çıkmaz. Buradan ne çıkar? Sayın grup başkan vekili laf atar, ben cevap veririm, ben laf atarım sayın grup başkan vekili cevap verir, sabaha kadar böyle karşılıklı pinpon topu gibi gider; buradan bir şey çıkmaz.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Konuya gelin Sayın Salıcı, on altı dakikanız kaldı; dinlemek istiyoruz sizi.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Onun için, bence yapılması gereken şey, değerli vaktimizi, Meclisin değerli vaktini daha doğru işlerle değerlendirmek. Ha, şunu da hatırlatayım yani "Bir havuz medyası yok." E, var arkadaşlar yani Allah'ın bildiğini kuldan saklamanın bir âlemi yok. Yani, ben size bir iki isim hatırlatayım, siz onların devamını... Yani Sayın Mehmet Cengiz'i hatırlattırtmayın işte yani bu konu söz konusu olunca geçiyor ismi. Sayın Ethem Sancak'ı hatırlattırtmayın. Şimdi, var böyle bir gerçek, bu gerçek üzerinden de... Siz bunu beğeniyor olabilirsiniz, o sizin takdiriniz; biz bunun yanlış olduğunu düşünüyoruz.

ŞAHİN TİN (Denizli) - Sizin de var havuz medyası canım.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Bu sıralarda özellikle Türkiye'nin dış politikasına ağır bir hasar verdiğini düşünüyoruz.

Bakın, değerli arkadaşlar -bir yurt dışı gezisinde- belki hatırlarsınız bundan bir buçuk yıl önce falan Vezneciler'de bir terör saldırısı oldu. Bizim polislerimizi taşıyan bir servis aracı yoldan geçerken sabah saatlerinde, sekiz buçuk, dokuz civarında bir bomba patlatıldı ve şehitlerimiz oldu. Ertesi gün bir gazete, benim az önce tabir ettiğim o yandaş basından bir gazete hangi başlıkla çıktı biliyor musunuz? O terör saldırısını manşetine taşıdı ve "Alman işi" dedi; arar buluruz. Sonra, terör saldırısını TAK üstlendi.

Şimdi, arkadaşlar, bu tür şeyler, bu tür gazeteler ya da bu tür yayınlar izlenmiyor, takip edilmiyor, kimse bunları okumuyor diye düşünmeyin; bunlar takip ediliyor, izleniyor, konsolosluklar tarafından da bakılıyor, yurt dışından da okunabiliyor, internetten girdiğiniz zaman her şeye bakabiliyorsunuz. Bu yanlışa dikkat çekmek için bunu ifade ettim, örnek de tam yerine oturdu. Yani bu, bizi bir yere götürmez, onu söyleyeyim, onun dışındaki meseleler bizi bir yere götürmez.

Şimdi, değerli arkadaşlar... Yani o sayın grup başkan vekilinin söylemiş olduğu konulara uzun uzun girecek değilim. Gerçekten gecenin bu saatinde hiçbir şey...

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sözleşmeden ne söyleyeceğinizi bekliyorum hâlâ. Sözleşmeye gelin, on dört dakikanız kaldı, bekliyorum.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sayın Grup Başkan Vekili...

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Yahu, sana ne kardeşim! Ne konuşursa konuşur adam ya! Allah, Allah!

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sakin olun Sayın Altay.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, bir dakika... Öyle olmaz! İç Tüzük'e uygun konuşmak zorunda.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Ne demek ya! Bir grup başkan vekili hatibi taciz etmez.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Hayır, İç Tüzük'e uygun konuşmak zorunda.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Ayıp ya!

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sakin ol Sayın Altay, sakin ol.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Orada, orada yapamazsın. İç Tüzük'e uygun konuşmak zorunda, istediği olmaz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Konuşma! Sana ne oluyor!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim konuşmacıya.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - İç Tüzük ne diyorsa onu yapacak.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Ne demek!

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - "Sana ne!" diyemezsin.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Derim.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Onu Başkan uyarır.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Başkan uyarsın o zaman.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Onu Başkan uyarır, sen yapamazsın o işi.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Başkan uyarsın. Allah Allah!

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sayın Başkan, uyarır mısınız? Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen istirham ediyorum.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Konuya davet edin Başkanım, konuya.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Kim konusunu konuştu bu kürsüde?

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Dedikodu yeri mi burası ya! Konuyla ilgili konuşun, konuşabiliyorsanız.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Ayıp, ayıp.

Şimdi, ben size, millî dış politikadan bahsediyorsunuz ya, millî dış politikanın olması gereken unsurlarını söyleyeyim. Yani bu, bu şekilde olursa Türkiye daha iyi bir noktaya gider. Biz geçmişte şöyle bir devlet geleneğine sahiptik: Merkez sağda bir parti vardı, iktidar olan, muhalefete düşen bir parti vardı, Adalet Partisi, Demokrat Parti, DYP geleneği, yıllarca sürdü; merkez solda bir parti vardı, sonraki yıllarda millî görüş çizgisi ortaya çıktı ve milliyetçi hareket çizgisi ortaya çıktı yani milliyetçi cepheler kuruldu vesaire. Şimdi, arkadaşlar, Türkiye önemli meselelerde iktidar ve muhalefetin oturduğu, konuştuğu, bazı konularda mutabakata vardığı, mutabakata varamıyorsa bile devlet adamı terbiyesiyle birbirine eleştirilerini ortaya koyduğu bir siyaset izlerdi. Örnek, Kıbrıs meselesi, 1974'te Kıbrıs'a çıkıldığında çatlak ses çıkmadı bu ülkede. Ondan önce 1969'da Demirel yapmak isteyip de imkânlar el vermediğinde de çatlak ses çıkmadı, ki o dönem bu dönem gibi değil, çok daha sert siyasi tartışmaların olduğu bir dönemdi. Hatırlayın, Avrupa Birliği meselesi, 1959'da rahmetli Adnan Menderes başlattı, 1963'te İsmet İnönü'ye nasip oldu bunu imzalamak.

Şimdi, dış politikayı bizim günlük hayatımızın içinde bir mesele hâline getirirsek biz bu işten zarar görürüz. Bir süredir yürütülen dış politika maalesef böyle. Bunu kabul etmemiz lazım. Onun için şuna ihtiyaç var: Millî dış politika nasıl olur? Oturursunuz, konuşursunuz, ana muhalefetten de olur başka muhalefet partilerinden de olur, bir mutabakat ararsınız. Mutabakat oluşur, oluşmaz ama bu mutabakat arayışı devam eder. Örnek; Suriye meselesinde bizim böyle bir mutabakat arayışımız olmadı yani iktidarın böyle bir mutabakat arayışı olmadı. Yedi yıllık yürüyen dış politikanın başarılı olduğunu söyleyebilecek bir milletvekili de yok. Sürekli değişen bir politikayla karşı karşıyayız.

İkincisi, bizim şu anda yaşamış olduğumuz krizde, Avrupa Birliğiyle yaşamış olduğumuz krizde, sadece Avrupa Birliğiyle yaşamıyoruz, Avrupa Birliğiyle genel olarak yaşıyoruz, Avrupa Birliğine üye ülkelerin birçoğuyla tek tek yaşıyoruz. Şimdi böyle bir durumda bunun Türkiye'nin çıkarına hizmet eden hiçbir tarafı yok. Bizim sağduyulu ve soğukkanlı bir şekilde bakmamız lazım meseleye ama eğer millî bir dış politika izlenmesini istiyorsak mutabakatı aramak durumundayız. Hangi partinin gücü, oyu ne kadardır, nedir, ne değildir meselesine çok da bakmadan mutabakat aramak durumundayız ki Türkiye'nin yurt dışındaki gücü, Türkiye'nin dış politikadaki sözünün ağırlığı yerli yerine otursun.

Bizim bir süredir şöyle bir sıkıntımız var. Diyoruz ki biz: "Kırmızı çizgilerimiz var." O kırmızı çizgilerimizin hiçbirine bir süreden beri kimse uymuyor, biz de o kırmızı çizgilerimizi caydırıcı bir politika izleyerek oluşturabilecek durumda değiliz. Çizginin adı odur, budur, onun detayını tartışmıyorum ama ortada iktidar mensupları tarafından, yetkili kişiler tarafından, Dışişleri Bakanı, Hükûmet başkanı, devlet başkanı tarafından açıklanan kırmızı çizgiler var ve bu kırmızı çizgilerin hiçbirine de uyulduğu görülmedi. Şimdi millî dış politikanın esas unsurlarından bir tanesi bu. Eğer bunu yaparsak kendi iç sosyolojimizle de uyumlu bir dış politikayı kurmuş oluruz.

Şimdi, ben size isterseniz birkaç tane ülkeyi sayayım. En son buraya Sayın Başbakan gelip de 65'inci Hükûmet Programı'nı okurken şundan bahsetti, dedi ki: "Dostlarımızı arttıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız." Bu, bizim çok olumlu bulduğumuz bir şey. Bu ülkenin dostlarının artmasından kimse gocunmaz ama bakın, süreç öyle olmadı. Süreç nasıl oldu? Ben size okuyayım. Şu okuyacağım ülkelerin tamamıyla o günden sonra ilişkilerimiz bozuldu. Amerika Birleşik Devletleri -daha yeni tartışıyoruz zaten- Almanya, Yunanistan, Belçika, İsveç, Danimarka, Hollanda, Avusturya, Avrupa Birliğinin de geneli -yani ülkelerin bir kısmı Avrupa Birliği ülkesi- Kuzey Irak -bildiğimiz nedenlerden dolayı- Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri.

ŞAHİN TİN (Denizli) - O zaman siz de millî politikaya sahip çıkın.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, siz en doğru şeyi savunuyor olabilirsiniz ama eğer savunduğunuz şeyde yalnız kalıyorsanız, uluslararası camiada sizinle beraber durabilecek hiç kimse yoksa, o zaman sizin söylediğiniz sözlerin bir karşılığı olmaz, yaptırım değeri de olmaz, yalnızlaşırsınız.

Ne deniyor? Değerli yalnızlık. "Değerli yalnızlık" kavramını biz üretmedik arkadaşlar. Bunu üreten arkadaş şu anda Cumhurbaşkanlığı sözcüsü. Bunu kendisi ifade etti, Sayın İbrahim Kalın, dedi ki: "Değerli yalnızlık içindeyiz." Bunu söylerken de çok büyük bir başarı elde ettik manasında söylemedi. Biz doğru değerleri savunuyoruz, bu da bizi yalnızlaştırıyor anlamında söyledi. Bunu da çıktı açıkladı.

Şimdi, ülkelerin dış politikasında ulvi değerleri savunma ya da ulvi değerlere karşı çıkma diye bir şey olmaz yani bunu bütün sosyal bilimler derslerinde giriş bölümünde okuturlar, çıkarlar vardır.

ŞAHİN TİN (Denizli) - Değerlerini mi satacaksın, ne yapacaksın?

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Çıkarlar da değişir, daimî değildir. Dostluklar ve düşmanlıklar da kalıcı olmaz, konjonktürel olarak değişebilir, ülkelerin çıkarlarına göre değişebilir.

Söylemeye çalıştığım şey şu: Siz bazı ülkelerle sorun yaşayabilirsiniz ama başka bazı ülkelerle de ilişkilerinizi düzeltmeniz lazım ki dünya dengesinde bir yere oturabilsin sizin yürütmüş olduğunuz politika, yalnız kalmayasınız. Yalnız kaldığınız zaman bunun hiçbir karşılığını görmezsiniz. Mesele bu. Yani çok da böyle bilinmedik bir gerçekten bahsediyor değilim, aslında çok bilinen bir şeyden bahsediyorum. Sayın Çavuşoğlu da bunu her gün söyler, Sayın Binali Yıldırım da bunu her gün söyler. Diğer Dışişleri bakanlarımız da bunu geçmişte söylediler. Burada bir anlaşılmayacak mesele yok. Bizim uygulamış olduğumuz politikaların sonucunda yalnızlaşmamızı engelliyor olmamız lazım. Yalnız kalırsak, bizimle beraber hareket edebilecek ülkeler olmazsa biz amaçlarımıza ulaşamayız. Mesele bu kadar basit. Vurgulamaya çalıştığımız nokta bu.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Önerin ne, önerin?

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu son özellikle vize krizinde şöyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız:

Bakın, ben, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra darbe girişimini anlatmak için Amerika'ya giden, Almanya'ya giden ve İngiltere'ye giden heyetin içindeydim. Şöyle doğru bir iş yapıldı: Muhalefet partileri ile iktidar partisi beraberce bir heyet oluşturdu, o heyet yurt dışına bu hain darbe girişimini anlatmak üzere gitti. Gittiğimiz her yerde de şununla karşılaştık, bize şunu söylediler, dediler ki: "Sizin ağzınızdan çıkacak şeylerden daha kıymetli olanı sizlerin farklı partilerden darbeye karşı çıkmış insanlar olarak aynı masa etrafında oturmuş olmanızdır." dediler. Yani "Vermiş olduğunuz, ortaya konmuş olan kompozisyonun vermiş olduğu mesaj sizin ağzınızdan çıkacaklardan belki de daha kıymetlidir." dediler.

Şimdi, gittiğimiz zaman şunu gördük: Bu ülkelerin büyük bir kısmında sizin iktidarınız zamanında FETÖ'ye yol açılmış, ön açılmış. Bunlar bilerek yapılmış, bilmeden yapılmış ama yapılmış. Sonuçta içinde bulunduğumuz durum vahim, şöyle vahim: Amerika'da 100 Senato üyesi var. Bu 100 Senato üyesinin 94'ü Türkiye'nin tezlerine karşı FETÖ'nün iddialarını destekleyen bir metne imza atarsa oturup düşünmemiz lazım. Sen ne kadar ulvi gerçekleri savunursan savun, 94 Amerikalı senatörün attığı imza Amerikan devletini bağlıyor.

Bu, sizin bakanlarınızdan birisinin veciz sözüdür, der ki: "Amerikalılar 94 Amerikalı bakanı Amerika'nın çıkarlarıyla ilgili bir konuda dahi bir araya getiremezken -yani Amerikan devleti bir araya getiremezken- bu konuda bir araya gelmişler." der. Bu, bizim dış politika zaferimiz değildir, bu, bizim dış politikada zafiyetimizdir.

Bu vize meselesinde ortada bir yaptırım var. Bu yaptırım ağır bir yaptırım. Tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ilgilendiren bir yaptırım. Bu yaptırımın bir an önce ortadan kaldırılması gerekiyor. Diplomatik görüşmelerin başlatılmış olması da çok kıymetlidir. Bu iş hamasetle olmaz ama birilerinin de, sizin içinizden birilerinin çıkıp bu işin Ankara Büyükelçisinin yapmış olduğu bir açıklama ya da bir tasarrufla olmayacağını Sayın Cumhurbaşkanına izah etmesi lazım. Bütün bu kriz başladığından beri yapılan açıklamaların üstüne bir de bugün çıkıp tekrar "Bu büyükelçi böyle bir şey yapamaz." açıklamaları yapılmaya devam ediliyor. Bunun bir karşılığı yok, bir gerçekliği de yok. Diplomasi süreci yürüyor, umarım bu konuda başarılı olacak, burada bir mesafe alınacak ama öbür tarafından bakalım: Biz burada bir mesafe almaya çalışırken ülke içinde de yürüyen bir durum var, nedir o? "Amerika'yla bütün ilişkilerimizi keselim." diyenler var, "İncirlik'i kapatalım." diyenler var, "Amerika da kimmiş kardeşim, biz kendi işimize bakalım." diyenler var. Bunların büyük bir kısmı da az önce benim söylediğim, sizin de hoşunuza gitmeyen yandaş basında yazıyor arkadaşlar. Yani aklıselim insanlar bunu daha makul bir şekilde yazıyor. Örnek: Etyen Mahçupyan'ı okumanızı öneririm, gayet sağduyulu yazmış. Fehmi Koru'yu okumanızı öneririm, o da gayet sağduyulu yazmış. Akif Beki, tanıdığınız bir arkadaş, onu da okumanızı tavsiye ederim. Ben okuyorum yararlanıyorum, siz de okuyun, bence siz de yararlanacaksınız. Önemli olan burada sağduyulu ve soğukkanlı gitmek.

Biz Amerika'yla ilişkilerimizi FETÖ'nün rehin almasına izin veremeyiz arkadaşlar, veremeyiz. Eğer FETÖ'nün rehin almasına izin verirsek, bir çuval inciri bir bozuk incirden dolayı berbat etmiş oluruz. Onun için, soğukkanlı, sağduyulu bir şekilde Türkiye'nin Amerika'yla ilişkilerini... Bu ilişkiler bozulursa bunun yarın öbür gün Avrupa Birliğine sirayet etme ihtimalini görerek ve sağduyu içinde bu sorunu atlatmamız lazım.

Öyle bir hâle geldik ki Türkiye her gün yeni bir krizle karşı karşıya geliyor, bu süreci aşmamız lazım. "Bu süreci siz iktidarsınız, siz aşın." demiyoruz, muhalefetin de üzerine düşen şeyler var, muhalefet de buna destek vermek zorunda. Neden? Bu, sadece Adalet ve Kalkınma Partilileri, MHP'lileri, HDP'lileri ya da CHP'lileri ayrı ayrı ilgilendiren bir şey değil; hepimizi beraber ilgilendiren bir şey. Onun için, dikkat ediyorsanız, bu konuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisinden kim söz alırsa -diğer partiler için de geçerli bu- gayet soğukkanlı, gayet itidal içinde konuşuyor; meseleyi büyütmeye çalışan, meseleyi daha da alevlendirmeye çalışan bir üslup kullanmıyor. Bu mesele hepimizin meselesi arkadaşlar. Çocuklar okumaya gidecekler, hastalar belki tedaviye gidecekler. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamına uygulanan böyle bir yaptırım, bizim Amerika'yla ilişkilerimizde görmüş olduğumuz bir boyut değil, bu kötü bir şey.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Bunu nasıl aşacağız? Önerini söyle, önerini.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Yani bunu hep beraber aşmaya çalışmamız lazım.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Tamam, söyle önerini.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Değerli arkadaşımın bir tanesi, benim sol tarafımda duran, ısrarla söz atıp insicamımı bozmaya çalışıyor "Sizin çözüm öneriniz nedir?" diyor. Değerli Arkadaşım, muhalefet gördüğü eksikleri yapıcı bir şekilde ifade eder. On beş yıldan beri siz yönetiyorsunuz. Bu krizlerin hiçbirisi daha ortada yokken siz iktidardaydınız. Sizden şu anda var olan Dışişleri Bakanına da ondan önceki bakanlara da sorarsınız, Sayın Başbakana da ondan önceki Başbakana da sorarsınız, bu işin nasıl yürümesi gerektiğiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisinden de bir görüş rica edersiniz; Meclis kürsüsüne laf atarak olmaz, Sayın Genel Başkan Yardımcısı budur, size bir öneri taslağı hazırlar, Dışişleri Bakanlığıyla devlet ciddiyeti çerçevesinde görüşür, siz de bundan faydalanırsınız, bu da Türkiye'nin çıkarına olur, biz de bundan memnun oluruz. Eğer mesele hepimizin meselesiyse bunu aşmanın yolu budur. Bunu sadece Cumhuriyet Halk Partisiyle yapmak zorunda değilsiniz, diğer partilerle de yapabilirsiniz ama maalesef şu ana kadar muhalefetin söylediği konularla ilgili kulak kabarttığınızı, bu konuda ciddiye aldığınızı gösteren çok bir emare olmadı. Şimdi bunu da kabul etmek lazım. Yani üç yıldır yönetilmiyor, beş yıldır yönetilmiyor, on beş yıldır yönetiliyor arkadaşlar. Bu konularda, bazı konularda "Ortak hareket etmek lazım." diyene bile laf atacak bir duruma geldiyse vaziyet gerçekten vahim bir hâldeyiz zaten; bunu açıklıkla görmek lazım.

Hülasa, sözün sonu şunu söyleyeyim, şunu ifade edeyim: Biz ciddi ve önemli bir meseleyi konuşmak için kürsüye çıktık. Bir sürü iddia ortaya koyduk, bir sürü iddia ifade ettik. Muhtemelen, belki bunların bir kısmıyla ilgili Sayın Bakan bir açıklama yapar, yapmaz onu bilmiyorum ama bizim ortaya koymuş olduğumuz iddialarla ilgili değil de söz geçişi sırasında attığımız bir sözle ilgili şu anda konuşuyor durumdayız. Bu, bence bu Meclisin ne Oğuz Kaan Salıcı'yla ne başka birisiyle, hiçbir milletvekiliyle ya da hiçbir Meclis grubuyla ilgili yapması gereken bir şey değil, boşa vakit harcıyoruz, havanda su dövüyoruz, meseleyi tekrar tekrar geçmişe döndürerek aslında ileriye dönük bir adım atmaktan imtina etmiş oluyoruz.

Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)