| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İspanya Krallığı Arasında Savunma Sanayi Konusunda Gizlilik Dereceli Bilginin Korunması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 7 |
| Tarih: | 12.10.2017 |
CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, az önce Sayın Genel Başkan Yardımcımız Öztürk Yılmaz konuşurken trollerin saldırısından ve yandaş medyanın yaratmış olduğu vahim durumdan bahsetti. Ama tabii, siz bunu gayet iyi biliyorsunuz. Şöyle biliyorsunuz: Sayın Arınç troliçelerden bahsetmişti hatırlarsınız. Sizden daha iyi bilen birilerinin olmaması çok anlaşılır bu Mecliste.
Bir diğeri, Pelikan Dosyası vasıtasıyla bir başbakanı, bir genel başkanı tasfiye etmiş bir partisiniz.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Kasetle gönderdiniz ya, kasetle gönderdiniz. Aynaya bakın önce. Kaset, kaset... Sayın Salıcı, kasetle gitti sizinki. Girmeyin bu sulara.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Onun için size Sayın Öztürk Yılmaz'ın söylemiş olduğu sözlerdeki haklılığı görmekle birlikte ben de kendi başımdan geçen bir anıyı paylaşayım sizinle.
Şöyle bir ortamda, arkamızda Türk Bayrağı var, biz de Sayın Öztürk Yılmaz'la beraber New York'ta bir üniversitenin toplantı salonundayız; orada aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olan kişilerle bir toplantıdayız. Amerika'dan döndükten sonra, trollerin arkadaki Türk Bayrağı'nı Amerikan bayrağıyla değiştirdiğini ve "Amerikan bayrağı önünde konuştular." diye de uzun uzun sosyal medyada propaganda yaptığını, bunun da iki yılda bir sahipleri değişen, sizin vermiş olduğunuz ihalelerle sahipleri oluşan havuz medyası tarafından da gazetelere haber olarak yapıldığını gördük. Şimdi, bunlara biz alışkınız, bunlarda bir şey görmüyoruz, günlük hayatın bir rutinine dönüştü ama problem şu: İş Amerika'yla ilişkilere geldiğinde, havuz medyası böyle yayın yaptığında Türkiye'nin ne itibarını bırakıyor, yalan dolan haberle başka ülkelerle aramızdaki ilişkileri zedeler bir noktaya geliyor. Benzer bir şeyi Almanya'yla da yaşadık, başka ülkelerle de yaşadık. Biz bu ülkenin vatandaşıyız, biz iç siyasetteki bazı şeyleri kaldırırız ama Türkiye'nin dış politikasını etkileyecek yanlış işlerin içine girilmeye başlandığı zaman o artık bir muhalefet partisi milletvekilini etkilemek olmaktan çıkar, 80 milyon yurttaşın vize yasağıyla, yaptırımla cezalandırılmasına kadar gider.
Şimdi, değerli arkadaşlar, uluslararası sözleşmeyle ilgili söz alan diğer arkadaşlarımız daha çok genel dış politikadan bahsetmeyi tercih ettiler. Ben, müsaade ederseniz, bu anlaşmaya şerh yazmış olan bir arkadaşınız olarak bu anlaşmadan bahsetmek istiyorum. Şimdi, bu anlaşmaya neden şerh yazdığımızla ilgili, Sayın Bakanın sağında ve solunda oturan değerli iktidar partisi milletvekilleri de o toplantıda varlardı, onlar da muhtemelen konuya hâkimler. Sayın Bakan, her ne kadar şu anda sizin sorumluluğunuzda olmasa da siz eski bir Millî Savunma Bakanı olarak konuya hâkimsinizdir. Şöyle bir durumla karşılaştık: Ya, burası Dışişleri Bakanlığı Komisyonu, Komisyonda siyasilere bazı sorular yöneltiyoruz, önemli bir konu. Ne var? Türkiye'nin ilk defa kendisine ait olacak bir uçak gemisinin yapılmasıyla ilgili bir meseleyi konuşuyoruz, bir anlaşmayı konuşuyoruz. Hatta daha teknik adıyla çok maksatlı amfibi hücum gemisi, "LPD" diye geçiyor uluslararası literatürde. Şimdi, bu çok önemli bir mesele. Bu konuyla ilgili sorularımız oluyor, ne bürokrat arkadaşlardan bir cevap var ne değerli Komisyon üyesi milletvekillerinden bir cevap var.
Şimdi, böyle sessiz sedasız, Türkiye'nin çok önemli bir meselesini Komisyonda bile konuşamayacak bir hâle gelirsek, sorduğumuz, cevap alamadığımız soruları şerhe taşırız.
Bu şerhe baktığınız zaman, aslında sorulan soruların çok da böyle zor, dersini çalışmasını gerektiren sorular olmadığını görürsünüz. Bunlar, aslında, birazcık Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini takip eden insanlar tarafından, bürokratlar tarafından kolay bir şekilde cevaplanabilecek sorular fakat problem şurada: Bürokrata bir soru soruyorsunuz, bürokrat Komisyon Başkanının gözünün içine bakıyor. Yani cevap vermekten imtina ediyor. Belki biliyor ama cevap veremiyor. Niye? Tutanaklara geçecek. Siyasi bir soru soruyorsunuz, o da bir üstündeki hiyerarşide bulunan siyasinin gözlerinin içine bakıyor. Şimdi, böyle bir devlet yönetimi olmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı dedi ki: "Biz kabile değiliz, kabile devleti de değiliz." İyi ki değiliz, olsak ne olacaktı? Merak ediyorum. Burası binlerce yıllık devlet geleneği olan bir ülke, öyle kolayla da kurulmuş bir ülke değil. Siyasi deneyimi de var, ekonomik olarak da güçlü bir ülke, siyasi olarak da güçlü bir ülke, ordusu açısından da güçlü bir ülke. Bu ülke bu şekilde yönetilmeyi hak etmiyor açıkçası.
Ben geleyim şimdi konuya. Değerli arkadaşlar, bu TCG Anadolu, Türkiye'nin ilk uçak gemisi olmaya aday bir gemi ve şu anda da İspanyol Hükûmetinin doğrudan sahibi olduğu Navantia Tersanesi ile Sedef Tersanesinin yapmış olduğu ortaklıkla üretiliyor. Şimdi, bunlar sizin Millî Savunma Bakanı olduğunuz dönemde yapılmış işler.
Şimdi, Navantia Tersanesi, bu ihale onaylandığı zaman altmış yıllık bir tersane ve tarihinin en az işçisini çalıştırıyor, borç batağına batmış, doğrudan da İspanya Ekonomi ve Hazine Bakanlığına bağlı bir devlet kuruluşu, bir kamu kuruluşu. Sedef Tersanesi, Adalet ve Kalkınma Partisine yakın bir beyefendinin tersanesi. 3 firma teklif veriyor bu uçak gemisinin yapımıyla ilgili.
Şimdi, bunları niye anlatıyorum? Hani, çok fazla "yerli ve millî" diyoruz ya -sizin de çok sevdiğiniz bir kavram- bunun nasıl yerli ve millî olmadan halledildiğini size anlatmak için bunları söylüyorum. 3 firma teklif veriyor. Bunlardan bir tanesi "RMK Marine" diye bir firma, bir diğeri DESAN, sizin eski milletvekiliniz Cengiz Kaptanoğlu'nun firması, bir diğeri de az önce bahsetmiş olduğum Sedef Tersanesi. Sedef Tersanesi 3'üncü sıraya geliyor, 1'inci sırayı RMK Marine alıyor ve tabii, ortada bir ihale bedeli var. İşin ilginç tarafı şu: RMK Marine yerli bir dizayn ortaya koyuyor yani MİLGEM projesinde çalışmış, Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetlerinden emekli olan mühendislerin çalışmasıyla ortaya konmuş bir mühendislik projesi ortaya koyuyor ki bilenler bilir, bu tür teknik projelerde mühendislik projesi önemlidir ve aynı zamanda da ciddi bir yekûn tutar, ihale içinde ciddi bir yekûn tutar. Sedef Tersanesinin yapmış olduğu teklif İspanya'da 2010 yılında ilk kez denize indirilen Juan Carlos 1 adlı geminin tıpkısı yani bunun üretiminde de İspanyol mühendisler çalışacak, her türlü çalışma da İspanyollarla beraber yürütülecek. Zaten şu anda konuştuğumuz anlaşmanın detaylarına bakarsanız içinde İspanya'nın nelere müdahil olacağını, Türkiye'nin de bu konuda ne konulara destek istediğini bulursunuz, anlaşma burada. Üçüncü firma da Çinlilerle iş birliği yapıyor, DESAN da "Ben teknik hizmetleri Çin'den alacağım." diyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, o kadar çok "millî ve yerli" diyorsunuz ki bana şu soruyu sorma hakkı doğuyor: Ortada yerli ve millî bir dizayn var, en düşük fiyatı vermiş. Ortada Çin'le iş birliği yapan, İspanya'yla iş birliği yapan iki ayrı firma var, daha yüksek fiyat teklifleri vermişler. Şimdi ihalenin kime gitmesi gerekir?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Oğuz Bey, doğru değil.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - RMK'ya gitmesi gerekir, değil mi?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Bak, kayda giriyor, doğru değil.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sayın Bakanım...
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - En düşük fiyatı vermedi. Çünkü girerse... Ondan diyorum. En düşük fiyatı vermedi. O kadar.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sayın Bakanım, yani siz cevap verebilirsiniz.
BAŞKAN - Tamamlasın Sayın Bakanım.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Zaten sürede de pazarlık yapıldı, düşürüldü.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Salıcı.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Onun için biraz hızlandıralım gecenin bu saatinde.
Şimdi, ortaya şöyle bir durum çıkıyor: Biz ihaleyi yerli ve millî tasarıma değil, full İspanyollarla iş birliği yapacak olan firmaya veriyoruz. Peki, bunu yaparken, bunu yaptıktan sonra önümüzdeki yıllarda buradan doğacak, Türkiye'de savunma sanayisinin yerlileştirilmesi oranları üzerinden giden Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde de -burada hakkını teslim etmek lazım- önemli bir atılım gerçekleşti. Geçen günlerde Fikri Işık, önceki Savunma Bakanı bilgi vermişti. "Şu anda var olan yatırımlar biterse millî savunma sanayisinde yüzde 65 civarında bir yerlilik oranına ulaşılacak." Şimdi, ben sizi bu konuda eleştiririm. Nasıl eleştiririm? Niye yüzde 75 olmuyor, yüzde 80 olmuyor diye eleştiririm, yüzde 65'i daha yukarıya taşımak için eleştiririm ama yüzde 65'i küçümsemem. Burada da isteğimiz o. Yapılması mümkün. Türk mühendislerinin işin içinde olduğu bir proje varken siz ihaleyi, Türkiye'nin ilk uçak gemisinin ihalesini sırf bazı ilişkilerden dolayı başka bir firmaya verirseniz, sonra da ihale verildikten sonra ihalenin rakamını yükseltirseniz, bu yapılan görüşmeler o meşhur "tape"lere yansırsa, o "tape"lere yansıdıktan sonra yani Metin Kalkavan'la o dönemin Başbakanı, şu andaki Cumhurbaşkanının arasındaki görüşmelere yansırsa, sonra bugünkü Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp da "Evet, o 'tape'lerdeki görüşmeler doğrudur." diyerek bunu kabul ederse benim de bunları size sorma hakkım oluşuyor arkadaşlar. Bu "tape"ler reddedilmedi çünkü. Onun dışında bir sürü başka "tape" vardı. Onlarla ilgili montaj iddiasında bulunuldu. Onları dile getirmiyorum ama bu konu Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi. İstiyorsanız basında kendisinin de yapmış olduğu açıklamalar var. Mesele şu: Sayın Metin Kalkavan "Ya, biz MİLGEM Projesi'nde geride kaldık." diyor. 3 milyar dolarlık bir proje. Bu projeyi gündeme getiriyor yani LPD projesini gündeme getiriyor. Sayın Cumhurbaşkanı da -o zamanki Başbakan- kendisine akıl veriyor, diyor ki: "Dilekçe yaz. Biz zaten bunu revize edeceğiz. Önümüzde bir proje var ama biz ihaleyi oraya vermeyeceğiz." diyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, normal şartlar altında, ciddi bir devlette bu işler nasıl yürür? Bakın, Savunma Sanayii Müsteşarlığının -az önce Milliyetçi Hareket Partisinin değerli milletvekili belki kızacak ama- vizyonu böyle geçiyor kanunda: "Ülkemizin stratejik savunma ve güvenlik ihtiyaçlarına teknolojik gelişmeler doğrultusunda özgün yurt içi çözümler sunan, uluslararası pazara entegre, rekabetçi bir savunma sanayisine yön veren uzman tedarik kurumu olmaktır." diyor. Benim ona itirazım yok. Güzel kaleme alınmış bir şey ama şu konuşmuş olduğumuz çerçeveye baktığınız zaman, burada aslında iki tane tersanenin kurtarıldığını görüyorsunuz. Çünkü basına baktığımız zaman, basın "Bu vermiş olduğunuz Sedef Tersanesi dört beş aydan beri maaşlarını ödeyemiyor. 400 milyon euro civarında borcu var piyasaya." diyor. Denizcilik sektöründekiler de bunu teyit ediyorlar arkadaşlar. 200 milyon euro bu ihaleye girmek için teminat bedeli verilmesi gerekiyor, 200 milyon euro teminat bedelini verecek kaynağı olmadığı ayan beyan tartışılıyor.
Daha kötüsü, az önce söyledim, İspanya'daki firmanın da o tarihlerde batak bir firma olduğu İspanyol basınında yazılıyor, Hükûmet bunu o kadar ciddiye alıyor ki, denizcilik sektöründe genel bir krizden bahsederek vergileri yüzde 15 düşürüyor. Bu konu Avrupalı diğer ülkeler tarafından, sektörde rekabet bozulduğu gerekçesiyle Avrupa Komisyonuna götürülüyor. Avrupa Komisyonunun 13 Temmuz 2013 tarihindeki kararıyla bu vergi muafiyeti yani yüzde 15'lik düşüş devreye giriyor. Yani mesele sadece muhalefet partisi milletvekilinin bu meseleyi eleştirmesiyle sınırlı değil. İşin içinde birbirini tetikleyen, İspanya'daki firmayı da işin içine alan, Türkiye'deki firmayı da işin içine alan ve yerli ve millî bir tasarımı ortadan kaldıran, daha doğrusu var olan bir firmaya ihale verilmesi mümkünken, böyle bir imkân varken, en azından teknik olarak bu mümkünken başka bir yola sapılmasını gösteren bir şeyle karşı karşıyayız.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunları sorduğumuz zaman sizin yandaş basın -ben bunları sordum, ilk defa söylemiyorum- dönüyor ne diyor biliyor musunuz? "CHP Türkiye'nin ilk uçak gemisine karşı çıktı." diyor. Alın size bir örnek daha. Bakarsanız o gazetelere, benim ismimle beraber "uçak gemisi" yazarsanız hepsini görürsünüz ama meselenin özü budur, eleştirdiğimiz nokta budur. Eleştirdiğimiz nokta Türkiye'nin bir uçak gemisi sahibi olması değildir. Biz Türkiye'nin modern silah sistemleri sahibi olmasıyla gurur duyarız, uçak gemisi sahibi olmasıyla da gurur duyarız. Biz Türkiye'de silah sistemlerinin yerleştirilmesi oranının yükselmesi gerektiği.. Milliyetçi Hareket Partili milletvekili arkadaşımız önceki uluslararası anlaşma için söyledi, AR-GE faaliyetlerinin desteklenmesi, teknolojik atılımın yapılması, bu tür konularla ilgili hiç problemimiz yok ama bunları da ifade etmekten kaçınmayız doğru düzgün bir iş yapılmasını istediğimiz için.
Sayın Bakan siz de madem buradasınız, güncel bir konu, vaktimiz de çok az kaldı, onunla da ilgili birkaç şey söyleyeyim. Şimdi, bu S-400 meselesiyle ilgili konu bir yılan hikâyesine döndü. Biz meseleyi daha çok Rus basınından öğreniyoruz. Öyle bir hâle geldi ki Rusça ders almaya başladık neredeyse. Bizim gazetelerde bir şey yok, Dışişleri Bakanlığımız hiçbir şey söylemiyor, bizim Millî Savunma Bakanlığımızın söylediği bir tek şey var: "Ortak üretim, teknoloji transferi ve fiyat uygunsa biz S-400'ü alırız. Onun dışında yapmış olduğumuz görüşmelerin hiçbirisinde biz bunu yakalayamadık." diyor. Bakın karşımda oturuyor, geçen hafta Sayın Öztürk Yılmaz Amerika'dan döndü, basına da yansıyan demeçleri var. Birkaç hafta önce Patriot'lar için Amerikalılarla görüşmeye başlanmış. Buna bir açıklık getirilmesi lazım. Daha önce bize şunu söylediniz, dediniz ki: "Patriot'lar rekabetçi değil fiyat açısından, teknoloji transferi istemiyorlar, ortak üretime yanaşmıyorlar." Bunun bir açıklığa kavuşturulması lazım.
İki: Fransa ve İtalya'yla ortak hava savunma sistemi üretimi konusunda görüşmeler olduğu söyleniyor -Sayın Fikri Işık'ın sözleridir- buna da bir açıklık getirilmesi lazım.
Üç: Bu sıralar Rus basını ısrarla diyor ki: "Türklere biz S-400'ü satacağız ama teknoloji transferi yok, ortak üretim yok." Eğer teknoloji transferi ve ortak üretim olmayacaksa -bu, Rusların iddiası- bizim S-400'lerle ne işimiz var bir NATO ülkesi olarak diye sizlerin takdirine sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.