GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:117
Tarih:24.07.2017

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Usul tartışmasının da gösterdiği gibi, aslında iktidarın amacı, Meclisi muhalefetin etkisiz olduğu bir devlet kurumuna dönüştürmektir. İç Tüzük Değişiklik Teklifi'nin de temel hedefi budur değerli arkadaşlar.

Evet, büyük bir hızla Komisyona getirildi, alt komisyonda bir günde on iki saat çalışıldı, ardından ana Komisyonda da olabilecek en hızlı şekilde geçmesi için sabahlara kadar görüşmeler yürütüldü.

İç Tüzük Teklifi'ne baktığımızda, teklif sahiplerinin gerekçe olarak Meclisin daha hızlı ve verimli çalışması gereğini vurguladıkları görülüyor yani "Bu değişiklikle güdülen amaç, Meclisi daha hızlı ve daha verimli çalıştırmaktır." diyorlar.

Komisyonda uzun uzun anlatmaya çalıştık, daha önceki yıllarda kurulmuş İç Tüzük uzlaşma komisyonları var, bu İç Tüzük uzlaşma komisyonlarının yaptıkları önemli çalışmalar var. O çalışmaların birinde, 2013 yılının ilk yarısında çalışan Komisyonun vardığı sonuçlar arasında önemli bir tanesini, bu gerekçeyi değerlendirmek üzere dikkatinize sunarım. O raporda deniyor ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi, çağdaş parlamentolar arasında en fazla yasa çıkaran Parlamentodur." Yani iktidarların yasa çıkarma konusunda bir sıkıntısı yoktur, istendiği zaman Meclisi sabahlara kadar çalıştırabildiklerini de biliyoruz. Dolayısıyla hızda da -tırnak içinde- verimde de bir sorun görünmüyor. Niye şimdi bu İç Tüzük Değişiklik Teklifi'ni getirdiler diye haklı olarak bizler de günlerdir, haftalardır soruyoruz, sorguluyoruz.

Eğer yasa yapma konusunda bir sıkıntısı yoksa iktidarın, istediği kanunu istediği hızda geçirebiliyorsa niye böyle bir İç Tüzük Değişiklik Teklifi'ni önümüze getirdi? Bunun iki tane temel nedeni var değerli milletvekilleri. Birincisi: Parlamentoda muhalefeti iyice etkisiz kılmak yani muhalefetsiz bir Parlamento yaratmak. İkincisi: Tek sesli bir Parlamento ve tek sesli bir toplum yaratmak. Nereden çıkarıyoruz bunları? Teklifi, İç Tüzük Değişiklik Teklifi'ni iki bölüm hâlinde tartışıyoruz, tartışmak istiyoruz.

Birinci bölümde, sürelerin kısaltılması ve muhalefetin inisiyatif alma imkânlarının iyice ortadan kaldırılması var. Bir grup önerisi uygulaması söz konusu, yıllardır devam eden bir uygulama ve bu uygulamada, muhalefet partileri ülke gündeminin önemli meselelerini Meclise taşıma imkânı buluyorlardı, gruplar adına onar dakika konuşma yapılabiliyordu; şimdi, bunu kısmak istiyorlar. Böylece, muhalefetin aslında bağımsız gündem yaratma konusundaki tek imkânını da iyice etkisiz ve anlamsız bir hâle sokuyorlar. Bunun dışında, sürelerin kısaltıldığı başka düzenlemeler de var. Muhalefetin burada sözünü duyurma imkânlarını ortadan kaldırma amacına yönelik bu değişiklikler İç Tüzük'ün çeşitli maddelerine serpiştirilmiş durumda.

Öte yandan, yoklama isteme gibi, aslında iktidar partisini veya partilerini Mecliste daha yoğun bulunmaya ve Meclis çalışmalarını ciddiye almaya yöneltmek amacı taşıyan düzenlemelerde de değişiklik yapıyorlar. Burada da amaç, muhalefetin iktidarı zorlayabileceği araçları iyice etkisiz hâle getirmektir.

Bu teklifte, çok daha vahim, bunun kadar vahim, hatta ilk defa, bu Meclis tarihinde ilk defa gündeme gelen değişiklik teklifleri de var, önerileri de var. Bu öneriler, 14'üncü, 15'inci ve 16'ncı maddelerde yer alıyor. Bu maddelere biraz sonra ayrıntılı olarak değineceğim, o konudaki görüşlerimizi paylaşacağım ama muhalefetsiz bir Parlamento yaratmanın ne anlama geldiğini de birkaç cümleyle açıklamak gerekiyor, birkaç cümle daha kurmak gerekiyor bu konuda da. Eğer çoğulcu demokratik bir parlamenter sistem istiyorsanız Parlamentoda muhalefetin mutlaka etkili ve eşit bir konumda bulunmasını sağlamak zorundasınız.

2001 yılında İç Tüzük değişiklikleri yapılmıştı. Orada da amaç, yine muhalefetin etkisini ve konuşma sürelerini kısmaktı. O dönemde, bu değişikliğin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia eden milletvekilleri vardı. O milletvekilleri -117 milletvekili- Refah Partisi ve Doğru Yol Partisinden milletvekilleri, ayrıca AK PARTİ'den de milletvekilleri bir iptal davası açtılar Anayasa Mahkemesine 2001 yılında. Bu iptal davası dilekçesinin altında Sayın Ahmet İyimaya'nın, Sayın Mehmet Ali Şahin'in imzaları vardı. Oradaki argümanlara bakarsanız AKP'nin nereden nereye geldiğini çok net, çok açık görürsünüz. O dilekçenin girişinde şöyle bir ayrım yapıyor imza sahipleri, diyorlar ki: "İki yöntem vardır İç Tüzük yapma konusunda; biri dayatmacı yani çoğunlukçu yöntem, diğeri uzlaşmacı yani çoğulcu yöntem." O günkü İç Tüzük değişikliğini o zamanın muhalefet milletvekilleri çoğunlukçu ve dayatmacı bir değişiklik olarak niteliyorlar, Anayasa Mahkemesine götürüyorlar. Anayasa Mahkemesi de aynen o dilekçedeki gerekçelere uygun bir karar veriyor ve gerekçeler içinde şu cümleleri öne çıkaran bir değerlendirme yapıyor, diyor ki: "Çoğunluğa karşı azınlığın, iktidara karşı muhalefetin haklarının korunmadığı bir rejim demokratik sayılamaz. Dolayısıyla, eğer Parlamentoda muhalefetin sesini kısmaya yönelik, etkisini iyice azaltmaya, giderek ortadan kaldırmaya yönelik değişiklikler yapılıyorsa o Parlamento artık demokratik bir parlamento olmaktan çıkar."

Bakın, parlamentolar sadece demokratik sistemlerde yok, başka ülkelerde, otoriter sistemlerde de parlamentolar var. O parlamentoların işlevi, iktidarın bir tür onay makamı olmalarıdır. Hatta, parlamentolar orada iktidarın istediği yasaları çıkarmak için ayarlanırlar, öyle düzenlenirler ve böyle bir parlamentonun artık demokratik olmasından söz etmenin de bir imkânı yoktur değerli milletvekilleri. Eğer bu İç Tüzük Değişiklik Teklifi buradan aynen geçerse bu Parlamento da artık bir bürokratik devlet aygıtı hâline gelecektir, bir makamın sadece istediği şeyleri yapan, istemediklerini hiçbir şekilde gündemine almayan bir kuruma dönüşecektir, artık onun adı parlamento olmayacaktır.

Parlamentonun doğuş tarihine bakarsanız asıl amacının tartışma olduğunu da görürsünüz. "Parlamento" kelimesi "parlare"den geliyor değerli arkadaşlar -bunu değişik vesilelerle burada, bu kürsüde dile getirdim- yani konuşacaksınız, tartışacaksınız, tartışma için gerekli imkânları yaratacaksınız ve bu tartışmaların sonunda da ortak noktalar bulmaya gayret edeceksiniz. Bir tür kolektif aklın işlediği ortamlar olarak düşünülmüştür parlamentolar.

Parlamentoların ortaya çıkış sebeplerinden bir diğer önemlisi, iktidarı, yürütmeyi sınırlamaktır. Yürütmeyi sınırlamak tabii ki aynı zamanda denetlemektir. Şimdi, iktidar, bu Parlamentoyu, bu değişiklik teklifiyle, sadece yasa yapan bir otomata dönüştürmek istiyor, tartışan değil, denetleyen değil, sadece yasa yapan bir makine hâline getirmek istemektedir. Böyle bir değişim, böyle bir dönüşüm zaten devam etmekte olan sürece de uygun düşüyor. 16 Nisandaki şaibeli referandumla kabul edilen Anayasa değişikliklerinin amacı da buydu zaten, tek tip toplum ve muhalefetsiz bir Parlamento yaratmaktı. Şimdi İç Tüzük değişiklikleriyle bu konuda bir adım, önemli bir adım daha atılmaktadır. Hatırlatmama bile gerek yok, iç tüzükler "sessiz anayasa" olarak nitelenirler yani en az anayasa kadar etkili metinlerdir. Bu değişikliklerle -dediğimiz gibi- bir tek adam rejimi, tek sesli toplum kurma yönünde zaten başlatılmış olan süreç devam ettirilmektedir; yeni rejime yeni bir Parlamento, bu yeni rejimin bir ayağı muhalefetsiz Meclis ise diğer ayağı da tek sesli toplumdur.

Tek sesli toplum amacına ulaşmak için Parlamentoda muhalefet milletvekillerinin düşünce özgürlüğünü kısıtlayacak düzenlemeler getiriliyor değerli arkadaşlar bu teklifte. Şimdi, bu teklifin 14, 15 ve 16'ncı maddeleri buna ayrılmış. 15'inci maddeyi okuyacağım, 14'üncü maddeye zaman kalırsa döneceğim. 15'inci maddede Anayasa'ya apaçık bir aykırılık söz konusu, o kadar net ki tartışmaya bile gerek yok çünkü burada milletvekillerine "disiplin cezası" adı altında düşünce özgürlüğü tehdidi, düşüncelerine yönelik bir şantaj ve tehdit düzenlemesi getirilmektedir. Ne diyor 15'inci madde, yeni eklenen kısmı okuyorum: "Görüşmeler sırasında... Türk Milletinin tarihine ve ortak geçmişine, Anayasanın ilk dört maddesinde çerçevesi çizilen Anayasal düzene hakaret etmek ve sövmek, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasında Anayasada düzenlenen idari yapısına aykırı tanımlamalar yapmak." Ne demek bu diye sordum Komisyon çalışmaları boyunca, doğru dürüst cevap veremedi teklif sahipleri, sürekli çeşitli kelime oyunlarıyla bu tartışmayı geçiştirmeye çalıştılar. Esasen, teklif sahiplerinin buna dönük sorulara ana Komisyonda cevap verdiklerini de söylemek mümkün değil. Soruyoruz değerli arkadaşlar: Neyi kastediyorsunuz bununla? Yani Türk milletinin tarihine ve ortak geçmişine hakaret etmek ve sövmek ne demektir, bununla ne kastediyorsunuz? Tek tip bir tarih yorumu mu dayatmak amacınız? Mesela, Türkiye tarihinin hangi dönemlerini, hangi yorumla bizler kabul edeceğiz, hangi sözcüklerle konuşacağız, bunu iktidar partisi mi ya da iktidar bloğu içindeki partiler mi belirleyecek? Mesela, Ermeni meselesinde "soykırım" demek burada bir ceza nedeni olacak mı; Meclisten geçici çıkarma, artı, yolluk ve ödeneklerin üçte 2'sinin para cezası olarak kesilmesi? Mesela, istiklal mahkemeleriyle ilgili farklı görüşler var, hangisini esas alacağız? Yine, mesela, Osmanlı döneminin çeşitli gelenekleri ve orada kullanılan çeşitli terminolojiler var. "Kürdistan" kelimesi Osmanlı döneminde zaten fermanlara da geçmiş bir kelime. Bugünün Sayın Cumhurbaşkanı, dünün Başbakanı da "'Kürdistan', 'Lazistan' kelimelerinden niye korkuyoruz? Eyalet sistemi güçlü Türkiye için korkulacak bir şey değildir." demişti. "Şimdi bunların hepsi suç mu olacak?" diye soruyoruz, cevap vermiyorlar ama biz anlıyoruz ki özellikle bu yeni eklenen cümlenin son kısmında getirilen düzenleme Kürt kültürüne ilişkin ve Kürt coğrafyasına ilişkin tanımlamaları yasaklama niyetiyle getirilmiştir. Yani, anladığımız, bu kürsüden "Kürdistan" diyene geçici çıkarma cezası vermek istiyorlar ve üstüne bir de yolluk ve ödeneklerin üçte 2'sini kesecekler. Peki, soruyoruz "Bu, 83'üncü maddeyi ilga etmek değil midir? İlga ediyorsunuz 83'üncü maddeyi." diyoruz, "Yok." diyorlar, "İlga etsek de biz getireceğiz." diyorlar. Bir dertleri var değerli arkadaşlar. Eğer dertleri gerçekten disiplin olsaydı zaten 163'üncü maddenin üçüncü fıkrasında bunu karşılayacak bir düzenleme vardı. Onu yeterli görmüyorlar, bunun yerine Kürt kültürüne ve coğrafyasına ait terimleri yasaklamak istiyorlar. Bu, çok övündükleri inkârcılığı ortadan kaldırma iddiasını da çökertiyor. Bu İç Tüzük değişikliği inkârcılığı Parlamento düzeyinde canlandırıyor. Bu İç Tüzük değişikliği asimilasyoncu politikalara yeni bir boyut katıyor. Oysa AKP bunları kaldırmakla övündü yıllarca, şimdi yaptığı şey bunları çok daha etkili araçlarla daha güçlü bir şekilde yürütmektir.

"Peki, niye yapıyorsunuz?" diye sorduğumuzda "Başka ülkelerde var." dediler. Sorduk "Hangi ülkelerde bu kadar ağır para cezası düşünce açıklaması için getiriliyor?" diye, dediler ki: "Almanya'da var." Almanya'da böyle bir düzenlemenin, bu amaçla ve bu çerçevede bir düzenlemenin olmadığını anlattık kendilerine ama dinlemediler. İngiltere ve Fransa örneklerini verdiler, onların da böyle olmadığını söyledik, yine dinlemediler.

Ben size bir örnek aktarayım. Böyle bir örnek var değerli arkadaşlarım, o da İsrail'dir. İsrail'de 2016 yılının 20 Temmuzunda mevcut sağcı, ırkçı blok bir kanun değişikliği yaptı ve orada, İsrail devletine karşı ırkçı tahrikler yapan milletvekillerinin, ayrıca İsrail devletine karşı yürütülen silahlı mücadeleye destek veren milletvekillerinin milletvekilliğinden meclis çoğunluğu kararıyla çıkarılması yani vekilliklerinin düşürülmesi kabul edildi. O dönem yani geçen sene İsrail Cumhurbaşkanı bunun ırkçı bir düzenleme olduğunu söyledi ve kabul edilemez olduğunu belirtti. Aynı şekilde, sol partiler de buna karşı çıktılar. "Hedef, İsrail'deki Arap azınlığın Meclisten tasfiyesidir." dediler, bunu özellikle belirttiler. Evet, şimdi yönetimde bulunan sağcı, ırkçı blok sizin getirdiğiniz düzenlemenin mantığını aynen taşıyan bir düzenleme getirdi. Bu ırkçı, sağcı blok karşısında İsrail toplumunun vicdanlı, aydın kesimleri ortak tepki gösterdiler ama sizler, bugün, İsrail'in ırkçı, sağcı blokuyla aynı zihniyete dayanan düzenlemeleri dayatıyorsunuz. Oysa, İsrail'de demokratlar da var, biliyoruz ve güçlüler, tıpkı Mescid-i Aksa'daki bu yasaklara karşı namazla protesto yapan Müslümanların yanında durdukları gibi o zaman buna da karşı çıktılar.

Değerli arkadaşlar, kısacası, eğer gerçekten bir benzerlik, bir örnek arıyorsanız örnek aldığınız zihniyetin İsrail'in ırkçı, sağcı blokunun zihniyeti olduğunu görmek zorundasınız. Elbette "Kürdistan" kelimesini buradan yasaklamakla bu gerçekliği yok edemezsiniz. Kürt kültürüne buradan yasaklar getirmekle bu kültürü ortadan kaldıramazsınız. Yüz yıl denendi bunlar, hepsi fiyaskoyla sonuçlandı, bu topluma ağır bedeller ödetti bu politikalar. Şimdi, yeniden deniyorsunuz, yeniden aynı bedelleri bu ülkenin gündemine getiriyorsunuz.

Bakın, İsrail'deki sağcı, ırkçı blokun bu zihniyeti hangi araçlarla devam ediyor? Savaş politikaları, inkâr politikaları, baskı ve yasaklar. Aynı zihniyeti hangi ülkede, hangi iktidar takip ederse etsin bu saydığım şeytan döngüsünün dışına çıkamaz değerli arkadaşlar.

O nedenle, bu düzenlemeyi geçirirseniz büyük bir vebal altında kalırsınız, tarihî açıdan büyük bir vebal, siyasi açıdan büyük bir sorumluluk, ahlaki açıdan da ağır bir ihlalle malul olursunuz. Bunları hatırlatmak bizim görevimiz değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Bir dakika daha rica etsem...

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen bir dakikada, açıyorum.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Evet, böyle bir düzenlemenin İsrail'de savunulması adına -yapılanları uzun uzun anlatmayacağım- bugün ileri sürdüğünüz gerekçelerin hepsini ırkçı, sağcı partiler ileri sürdüler. Tek tek burada şimdi sıralayamam ama maddeler üzerinde konuşacağımız vakit onları sıralayacağım. Ayrıca bu çelişki nasıl açıklanabilir? Şu an "Kürdistan" kelimesini kullanmak ceza hukuku anlamında suç değil. Şu an tarihteki belli olaylarla ilgili belli nitelemeler suç değil. Milletvekillerinin ifade özgürlüğünü dışarıdaki herhangi bir vatandaştan daha fazla kısmanın tek adı var değerli arkadaşlar: Faşizmdir. Faşizmin de kendi yarattığı çukurlar içinde boğulacağını tarih sayısız örnekle göstermiştir. Vazgeçin bu yoldan, vazgeçin bu ihtirastan.

Saygılarımla efendim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.