GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:117
Tarih:24.07.2017

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, sevgili çalışan arkadaşlar, yazman arkadaşlar ve basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bence ilginç bir tartışma ortaya çıktı hem önerge lehine, önergesini savunan arkadaşlarımızın hem de onun aleyhine konuşan milletvekili arkadaşımızın açıklamalarında. Kendileri bu önergenin sadece dokunulmazlıkları hedef aldığını ifade ettiler. Ben tekrar bilginize sunmak istiyorum, şöyle diyorlar: "Yasama fonksiyonu temelinde yasama etkinliklerinin sınırlandırılmasına ilişkin müdahaleler ve bu müdahalelerden kaynaklı sorunları saptamak amacıyla bu araştırma önergesini, Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz." Şimdi, bunun içinde elbette ki dokunulmazlık problemi var. Dokunulmazlıkların kaldırılmış olmasına ilişkin süreç her zaman tartışılmaya değer, hangi nedenle, dokunulmazlık konusunun milletvekilini hangi noktada koruduğu sorunundan kaynaklanarak ya da neyi ifade ettiği sorunundan kaynaklanarak.

Sevgili arkadaşlar, 22 Nisan 2016'da bir yazım yayınlanmış, tam dokunulmazlıkların kaldırılması tartışmalarının olduğu süreçte. Şöyle bir başlık koymuşum o yazıya, demişim ki: "Dokunsak da mı saklasak, dokunmasak da mı saklasak, pardon haklasak." Aslında buradaki "haklama" sözcüğü, benim kolayca gündelik dilim içinde var olan bir sözcük değil ama asıl yapılmak istenen, dokunulmazlık sürecinde başlatılan adım, Türkiye Büyük Millet Meclisi milletvekillerinin konuşamaz, yazamaz, söyleyemez hâle getirilmeleri çabasıdır.

Şimdi hemen size Mehmet Emin Yurdakul'un daha önce de belli dizelerini okuduğum bir şiirini öncelikle okumak istiyorum. Biraz önce Tur Yıldız arkadaşımızın haykırmalarına da, onun haykırışlarına da karşılık olacak geçmişten bazı dizeler.

Diyor ki ozan:

"Bırak beni haykırayım,

Şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir,

Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir."

Devam eder şiir -o dizeleri okumuyorum- der ki:

"Bu zavallı sürü için ne merhamet ne hukuk,

Yalnız sert bakışlı bir göz, yalnız ağır bir yumruk!"

Şimdi, tam da İç Tüzük değişikliği konusunu geçtiğimiz hafta boyunca tartıştığımız ve bu haftaya da damgasını vuracak olan çalışma da gündemdeyken arkadaşlarımızın aslında böyle bir araştırma önergesi vermiş olmaları galiba bir açılış hareketi, bir hazırlık hareketi, geçmişi anımsatma hareketi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu araştırma önergesinde farklı bir şey daha var, ben biraz ona değinmek istiyorum. Zamanımız çok az, on dakika bile konuşmak için yeterli değilken bu dakikalardan dahi vazgeçeceğimiz bir İç Tüzük değişikliğini tartışacağız. Şimdi, burada, arkadaşlarımızın önerge metinlerinin gerekçesinde şöyle bir şey var, diyor ki... Daha önce grup sözcüsü olan Sayın Çağlar Demirel'le ilgili mahkeme kararını almışlar ve oradan bir tartışma açıyorlar. Bunun bir müdahale olduğunu, yargının yasamaya müdahalesi olduğunu söylüyorlar. Bence asıl üzerinde durmamız gereken nokta bu. Diyor ki kararda: "Tutuklama kararı verildikten sonra geçen süre göz önünde bulundurulduğunda, adil yargılanma hakkının ihlal edilmesinin yahut uzun tutukluluk durumunun söz konusu olmaması, bu nedenle sanığın Meclis çalışmalarından uzun süre mahrum bırakılması suretiyle yasama faaliyetinden alıkonulmamış olması sebebiyle tahliye etmiyorum." Burada en önemli nokta... Bir yargı kararını hukuki biçimde burada tartışmak istiyorum. Söylediği şu, diyor ki: "Yasama faaliyetinden alıkonulmamış olması." Oysa, değerli mahkeme heyetini bağlayacak olan bir Anayasa Mahkemesi kararımız var. Anayasa Mahkemesi kararı o kadar net ve açık bir biçimde, esas olarak, seçilmiş olmanın, sadece seçilmiş olmak olmadığını, aynı zamanda seçilme faaliyetine başından sonuna kadar katılmak olduğunu gayet ayrıntılı bir biçimde ifade ediyor.

Yine izninizle okumak istiyorum çünkü bu, benim sözlerim değil, doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesinin kararının 111'inci paragrafı, diyor ki: "Seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil, aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak Parlamentoda bulunma hakkını da ihtiva eder. Bu da hiç kuşkusuz, kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda, seçilmiş milletvekilinin yasama etkinliğine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil eder."

Arkadaşlar, bizim temsil ettiğimiz hak, birçok konuşmamda ifade ettiğim gibi, bizim hakkımız değildir sadece. Bir yurttaş olarak elbette bizim söz söyleme, düşüncemizi açıklama özgürlüğümüz vardır ama seçildiğimiz zaman, bizi seçen binleri de temsilen konuşma hakkımız vardır. Tutuklama ya da herhangi bir şekilde milletvekilliğinin düşürülmesi ya da herhangi bir biçimde söz hakkımızın dakikalarla sınırlandırılması, esas olarak bizim seçmenlerimiz adına faaliyet yapamıyor oluşumuz anlamına gelir. Ama sevgili arkadaşlar, hepinize anımsatmak isterim ki burada yasamanın haklarını korumakla görevli olan, yasama içinden yürütme organına gitmiş bir milletvekili bakan sıfatıyla, İçişleri Bakanı sıfatıyla, haklarında herhangi bir kesin hüküm olmayan, açlıklarını işlerini edinmek için bir araç olarak kullanan, bedenlerini kullanan insanlara karşı bir kitap hazırlar, hazırladığı kitapta onların birer terör örgütü üyesi olduklarını iddia ederse yani kesin hükümde bulunursa o yargı yetkisini kullanmış olur. Yargı yetkisini kullanmak değildir; bu, ihlaldir; yargı haklarını ihlal etmiş olur. İçişleri Bakanının bireylerin haklarını ihlal ettiği bir yerde bizim artık şurada 30 kişiyle, 40 kişiyle konuşuyor gibi görünüyor olmamızın çok da fazla bir değeri kalmamıştır.

Şimdi, arkadaşlar, sadece 67'nci madde değil, sadece dokunulmazlıkla ilgili madde değil; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 1 No.lu Protokol'ün 3'üncü maddesi de seçilmenin ya da milletvekilinin, kendinden öte milletin temsilcisi olduğunun altını çizmekte olan bir kurallar bütünüdür. Biz bunlara karşı, bunlara rağmen hareket ettiğimiz zaman artık halkın sesinin buralarda duyulabilme, halkın taleplerinin buralardan ya yasa biçiminde ya denetleme faaliyetleri yoluyla düzeltme noktasında herhangi bir erişkinliğe kavuşma ihtimalini ortadan kaldırmış olacağız.

Bugün gerçekten ilginç bir gün. Arkadaşlarımız birer dakikalık konuşmalarına sığdırarak ifade etmeye çalıştılar; bir yandan sansürün yasaklanmasının yıl dönümü, bir yandan Lozan Anlaşması'nın yıl dönümü. Yani ülkelerin bağımsızlığını, insanların bağımsız bir ülkede demokratik ve özgürce temel hak ve özgürlüklerinden yararlanabilme haklarını güvence altına alan tarihî geçmişlerin -Erzurum Kongresi'ni de anarak söylüyorum- bize daha ileriye doğru yol alma, daha doğru eylem ve işlemler için, daha doğru yasal düzenlemeler için bir arada bulunma hakkı vereceği yerde, kısıtlayalım, kısıtlayalım, kısıtlayalım ve sonuçta Türkiye Büyük Millet Meclisi bir çiçek bahçesi olsun; rengi, ruhu, kokusu olmayan, saksılarda duran, üretemeyen bir çiçek bahçesi olsun. Çiçeği tırnak içine alarak söylemeye çalışıyorum.

Bu kısıtlamalar, bu, ağzımızın, gözümüzün ve kulağımızın bağlanması, unutmayınız ki bizi Kurtuluş Savaşı öncesindeki sürece götürebilir çünkü halkını görmeyen bir yönetim kendi geleceğini de göremez ve ülkesini karanlığa mahkûm eder.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.