| Konu: | Başbakanlığın, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Hükûmet tarafından verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/8/2016 tarihli ve 1119 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 2/8/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1166) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 112 |
| Tarih: | 17.07.2017 |
CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mali ve Orta Afrika'ya asker gönderilmesiyle ilgili konu hakkında grubum adına söz almış bulunuyorum.
Ama tabii, bugün bu tezkerelerden önce biliyorsunuz uzun uzun olağanüstü hâl konuşuldu. Olağanüstü hâlle ilgili de birkaç cümle etmek isterim. Bunlardan bir tanesi, bir AKP'li milletvekili bugün bir gazetede bir köşe yazısı yazdı. O köşe yazısında, 15 Temmuz anmasının protokolünde yanında oturan bir eski bakanı açıkça ihbar etti. Ön sıralarda oturan bazı kişilerin de aslında FETÖ'cü olduğunu ya da FETÖ muhipi olduğunu -biz en son İngiliz Muhipler Cemiyetini biliyorduk ama FETÖ muhipleri de kurulmuş anlaşılan- bizzat sizin milletvekiliniz söylüyor. Dolayısıyla, bu milletvekilinin yazmış olduğu yazıyı umarım parti yönetimi ve yargı dikkate alır ve o FETÖ'cüler kimlerse onlarla ilgili gerekli işlemleri yapar.
Şimdi, değerli arkadaşlar, elimizde bir tezkere var. Tabii, tezkere bizim orada askerimizin yapması gereken işlerle ilgili Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde ne yapılması gerektiğini söylüyor. Yalnız, tabii, Parlamentoya gönderilen tezkerede geçen bazı cümleler var, isterseniz ondan birkaç başlık okuyayım. Tezkerenin amaçları şöyle tarif ediliyor: "İnsan haklarının güvence altına alınması ve teşviki, insani yardım faaliyetleri ile kültürel varlıkların korunmasına destek verilmesi ana görevlerdir." Şimdi, 2002 yılından beri bir iktidar var, tek başına yönetiyor Türkiye'yi, bu iktidarın insan hakları karnesi kırık. Dolayısıyla, diyor ki: "Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde biz Mali'ye ve Orta Afrika'ya insan haklarını tesis ve teşvik için asker göndereceğiz." Şimdi, Sayın Savunma Bakanı da burada, ben şunu sorayım: Bizim oraya gidecek olan Mehmetçik'imiz, güzide askerlerimiz 2002 yılından beri sizin Hükûmetinizin insan hakları konusunda yaptığı şeyleri mi yapmaya gidecek yoksa gerçekten, insan haklarını teşvik ve insan haklarının orada yerleşmesi için samimi bir çaba mı gösterecek? Önlerinde 2002'den beri gelen on beş yıllık bir deneyim var, eğer buna uygun davranacaklarsa vay Malililerin hâline, Orta Afrikalıların hâline.
İkincisi: Kültürel varlıkların korunmasından bahsediliyor. Arkadaşlar, ben İstanbul Milletvekiliyim, en son, Marmaray kazıları sırasında İstanbul'un bilinen tarihi sekiz bin beş yüz yıl önceye gitti, orada bulunan tarihî eserlerden dolayı. Ama siyasi iktidar, dönemin Başbakanı, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, Marmaray çalışmaları dört sene uzadı diye şunu söyledi, dedi ki: "Üç beş tane çanak çömlek için biz Marmaray yatırımını dört sene geciktirdik." Şimdi, bizim oraya gidecek askerlerimiz üç beş çanak çömlek mantığıyla mı görev yapacak yoksa orada kültürel varlık neyse, o ülkelerin, o coğrafyanın kültürel varlığı, ona uygun bir şekilde mi davranacak olması gerektiği gibi.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bugün tezkereyle ilgili, tabii, Adalet ve Kalkınma Partisinin genel dış politikasıyla ilgili bir değerlendirmede bulanacağız. Bunlardan bir tanesi Adalet ve Kalkınma Partisinin şöyle bir problemi var ve bunu Türkiye'ye yaratmış oldu; Biz iç politikadaki her türlü değerlendirmeyi aslında dış politikanın bir malzemesi hâline getiriyoruz ya da dış politikada ortaya çıkan her problemi iç politikanın malzemesi hâline getiriyoruz. Hatırlarsınız bir referandum süreci geçirdik, o referandum sürecinde muhalefet partilerine ya da "hayır" diyen partilere denmeyen şey kalmadı. Bunlardan bir tanesi de Hollanda'yla aramızda yaşanan bir krizdi, -o krizin detaylarına girmek istemiyorum ama- Hollanda'daki kriz ya da Almanya'yla Türkiye'nin arasında yaşamış olduğu mesele bizim referandum gündemimizin ana konusu oldu. Şimdi, böyle bir dış politika Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmaz. "..."(x) olayında da benzer bir şey oldu. Bazı arkadaşlarımız diyorlar ki: "Dış politikayla iç politika organiktir, birbiriyle bağımlıdır." Doğru, evet ama eğer siz dış politikada yaşamış olduğunuz bir meseleyi iç politikadaki muhaliflerinizi bastırmak için kullanıyorsanız dış politikada yaşanmış olan bir sıkıntıyı doğrudan kendi üzerinize alıp bunu bir millî mesele olarak görmeyip iç politikada muhaliflerinizin sesini kısmak için kullanıyorsanız o zaman bunun, dış politikayla iç politikanın bir arada yürüyor olmasının çok da büyük bir anlamı yok. Diplomatlar görüşür, siyasetçiler görüşür, belli yerlerde anlaşır, belirli yerlerde anlaşamaz ama eğer insanları, ulusları, halkları birbirine düşman ederseniz onların toparlanması, o insanların tekrardan normal bir kardeşlik çizgisine gelmesi uzun zaman alır, bununla ilgili ciddi sıkıntılar yaşarız.
Bir diğeri, Adalet ve Kalkınma Partisinin yazılı metinleri var. Yazılı metinlerinde hep şunlardan bahseder: "Avrupa Birliği iyidir, hukukun üstünlüğü iyidir, insan hakları gereklidir, Türkiye -az önce Sayın Bakan, bir önceki tezkereyle ilgili konuşurken de ifade etti- refah, güvenlik kuşağı, barış ortamı..." Sayın Bakan, bu kürsüde bu Hükûmet kurulurken Sayın Başbakan çıktı -o zamanlar daha taze Başbakan- ve dedi ki: "Biz dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız." En son Katar meselesi burada konuşulurken de çıktık dedik ki: Bu politikaya uygun davranmıyorsunuz. Bakın, sırf Katar krizinden sonra üç dört tane daha güzide düşmanımız oldu; Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri -daha sayarım- Suudi Arabistan. Peki, ne oldu? Amerika Birleşik Devletleri, Katar'a karşı ambargo uygulayan ülkeleri teşvik etti. O teşvik etti. O teşvikin sonucunda dünyanın farklı yerlerinde, uzak coğrafyalarda da sekiz dokuz ülke Katar'la ilişkilerini kesme noktasına getirdi. Döndü dolaştı Amerika Birleşik Devletleri, gitti Katar'la 16 milyar dolarlık uçak anlaşması imzaladı. Bu 16 milyar dolarlık uçak anlaşmasını bizim Sayın Dışişleri Bakanımız Katar'a gittiğinde öğrendi. Aynı Amerika Birleşik Devletleri, ondan önce de Suudi Arabistan'la 110 milyar doları askerî olmak üzere toplam 280 milyar dolarlık anlaşma imzalamıştı. Şimdi Katar'a asker gönderen biziz, kendi askerimizin canını tehlikeye atan biziz. "Bunu neyin karşılığında yapıyoruz?" sorusunu soruyoruz, iktidardan cevap yok. Biz bunu Komisyonda da sorduk, Mecliste de soruyoruz. "Katar'ın dünya üzerinde Türkiye'nin dış politikasını etkileyen stratejik çıkarı, Türkiye'nin bu işten stratejik çıkarı nedir?" diye soruyoruz. Bunun bir cevabı yok ama on üç tane madde ortaya konuyor bu ambargonun ortadan kaldırılması için. Bu on üç tane maddenin arasında bir tanesi Türkiye'nin oradaki askerî üssünün kapatılması. Zaten askerî üs daha kurulmadı. Askerî üs inşa aşamasında. Orada toplasanız Türkiye'nin 200 civarında askeri var. Peki, bu neden birinci gündem maddesi oluyor. Yani Mısır'la zaten diyalogumuz iyi değil. Bunun üzerine Suudi Arabistan'ı, Bahreyn'i, Birleşik Arap Emirlikleri'ni, Yemen'i, başka ülkeleri katmanın ne gibi mantığı var? Bir.
İkincisi: Sayın Binali Yıldırım Başbakan olduktan sonra Türkiye'nin hangi ülkelerle dostluğu artmıştır? Ben buradan soruyorum. Ben düşmanlarımı sayarım. O çok kolay. Sağa çevirseniz düşman, sola çevirseniz düşman. Maalesef böyle bir dış politika hâline geldi. Peki "Kimlerle dostluğu artmıştır?" sorusunu bir değerli Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili ya da bakan gelip buradan açıklarsa biz büyük bir memnuniyet duyarız.
CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Katar, Katar.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Katar krizinin temel noktalarından bir tanesi neydi? Katar krizinin temel noktalarından bir tanesi, ambargo uygulayan ülkeler Katar'a "Terör örgütleriyle ilişkini kes." diyorlardı. "Terör örgütleriyle ilişkini kes." derken kastettikleri sadece IŞİD, El Kaide ya da PKK ya da başka isimler filan değil, esas olarak kastettikleri isim İhvan. Şimdi, gelelim, biraz İhvan'ın üzerinde konuşalım.
İhvan kim arkadaşlar? Türkçesiyle Müslüman Kardeşler. İhvan şu anda nerede makbul bir örgüt olarak görülüyor? Bizzat, kendisi, bir parçası olan Hamas İhvan'la arasına mesafe koyduğunu dünyaya deklare etti. Şimdi de o deklarasyonun ne kadar samimi olduğunu anlatmaya çalışıyor. İhvan'ın ana unsurlarından bir tanesi olan Gannuşi, Ennahda İhvan'la arasına mesafe koydu, "Bizim yolumuz artık aynı yol değildir." diyor. Katar kriz başladıktan hemen sonra, birkaç gün içinde İhvan'ın önde gelenlerinden birkaç tanesini rica ederek ülke dışına çıkardı. Arkadaşlar, kim kaldı? Türkiye var. Türkiye'den başka İhvan'ı sahiplenen, onu bir siyasi örgüt, meşru, demokratik bir siyasi örgüt olarak kabul eden hiç kimse yok.
Şimdi, İhvan ne ister, ona bakalım. İhvan tam demokrasi mi istiyor? İhvan herkes barış içinde yaşasın mı istiyor? İhvan hukukun üstünlüğü için mi mücadele ediyor? İhvan ne için mücadele ediyor? Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerlerine uyan ne için mücadele ediyor İhvan? Adalet ve Kalkınma Partisinin programında yazan neye denk geliyor bu? Birisi çıksın, anlatsın bunu arkadaşlar. Dış politikamızın ana eksenini getirdik, İhvan'ı yerleştirdik. Mısır'la kavga etmemizin nedenlerinden bir tanesi İhvan, onun dışında Körfez ülkelerinde taraf olmamızın nedenlerinden bir tanesi İhvan, eğer doğal gaz ve onun dışında gelen paralar değilse, görünen nedeni söylüyorum.
Peki, arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin kurucularının da, kendilerinin de İhvan'la bir ideolojik kardeşliği olduğunu biliyoruz ama öbür taraftan dönüp bakıyorsunuz, Adalet ve Kalkınma Partili yöneticiler hep millîlikten ve yerlilikten bahsediyor. İhvan'ın neresi millî arkadaşlar, İhvan'ın neresi yerli? İhvan merkezli bir dış politika izlemenin neresinin Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarıyla bir ilgisi var? Allah aşkına, birisi bunu gelip anlatsın. Bu dış politikaya destek olan, kendisini "milliyetçi" olarak tanımlayan partilere de soruyorum: Bu dış politikaya destek olmanın neresi millî?
Bir başka şey: Sayın Bakanımız bilir, geçen günlerde Dışişleri Komisyonuna İspanya'yla yapılan bir anlaşma geldi, "Türkiye'nin ilk uçak gemisi" olarak da adlandırabileceğimiz bir uçak gemisinin -yani onun askerî adı biraz farklı ama "uçak gemisi" diyelim- Türkiye'de inşası, İspanya'nın buna destek vermesiyle ilgili bir anlaşma. Şimdi, anlaşmanın ilginç bir tarafı var. Birincisi, Türkiye için önemli. Neden? Türkiye ilk defa üzerine F35 uçaklarının inip kalkabileceği bir uçak gemisine sahip oluyor. Uçağın menzili Hint Okyanusu, Atlas Okyanusu. Bu konuda askerî gereklilikler olduğu konusunda, Komisyonda Millî Savunma Bakanlığından gelen komutanlar bilgi vermeye çalıştılar, çok başarılı olamadılar ama biz öğrendik meselenin aslını.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ihaleyi yapmışsınız, ihaleye üç tane firma girmiş. Bunlardan bir tanesi diyor ki: "Ben Çin'le iş birliği yaparak bu uçak gemisini yapacağım." Bir başkası diyor ki: "Ben, İspanya'da 'Juan Carlos-I' diye bir gemi var, onun tıpkısını yapacağım, adı 'Anadolu' olacak." Bir diğeri diyor ki: "Yüzde 100 Türk dizaynıyla bir gemi yapacağız." Şimdi, bütün işi gücü, bütün siyaseti millîlik ve yerlilik üzerine kurulu bir dış politika izleyen Hükûmet sizce ne yapar, ihaleyi kime verir?
MUSA ÇAM (İzmir) - Yüzde 100 yerli olana.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Değil mi?
MUSA ÇAM (İzmir) - Evet ama Fikri Bey yapmaz onu.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - İspanyollara gitti. İspanyollar... Türkiye'deki şirketin de şaibeleri var, İspanya'daki şirketin de şaibeleri var...
Bakın değerli arkadaşlar, biz size "Türkiye'nin deniz filosu genişlemesin." demiyoruz ama diyoruz ki: "Şu işi doğru düzgün yapın." Eskiden de derlerdi ki: "Ya, biz uluslararası işler yapıyoruz, büyük yatırımlar yapıyoruz." Ama birilerinin adı "bay yüzde 10"a çıkmıştı. Yani iyi işler yapıyorsunuz ama arada yüzde 10 olmadan bu işi yapmak mümkün değil mi arkadaşlar? Yani Türkiye'ye bir deniz filosu kazandırmak için başka türlü ilişkilere girmeden bu işleri yapmak mümkün değil mi? Mümkün. Bunu söylediğimiz zaman ne oluyor? "Muhalefet Türkiye'nin askerî olarak güçlenmesini istemiyor, uçak gemisi istemiyor." Değerli arkadaşlar, biz size "Köprü yapamazsınız." demedik. Köprüyü yaptınız, 2 tane yaptınız hem de. Bugün itibarıyla kaç para zarar ettiğini birisi söylesin bana. Biz size "Zarar etmeyen doğru düzgün bir köprü yapın." dedik. Maalesef, siz bunu başaramadınız. Benzer bir şeyi dış politikada biz yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Katar krizinde ara buluculuk girişimi niyeti, "Bu işi bayrama kadar bitirelim." En üst düzeyde telaffuz edilen cümleler havada asılı kaldı. Neden havada asılı kaldı? Çünkü Türkiye'nin iki tarafın arasında güvenilir bir partner, güvenilir bir ortak olması lazım ki ara buluculuk konusunda iki taraf da güven beslesin. Şimdi, biz ülkelerin belli bir kısmını karşımıza aldığımız zaman onların bize karşı bir itimadı kalmıyor. Türkiye uzun zamandan beri hiçbir uluslararası krizde ara buluculuk yapmıyor arkadaşlar. Niye? Uluslararası politikada birçok ülke Türkiye'yi artık -müttefik olan birçok ülke dahi- güvenilmez ortak olarak görüyor. "Türkiye'yle belli bir iş yapılır ama nereye kadar yapılır, bunu tartışalım." deniyor.
Şimdi, Sayın Bakanın da hâkim olduğu, hatta neredeyse bu konuyla ilgili sadece Sayın Bakanın konuştuğu bir konuyu gündeme getirmek istiyorum, o da S-400 füzeleri. Şimdi, S-400 füzeleri bizim hava savunma sistemimizle alakalı. Bizim şu anda kendimize ait bir hava savunma sistemimiz yok. Bu hava savunma sisteminde, bir süreden beri Rusya'yla bir pazarlık yürütülüyor. S-400 hava savunma sisteminin Türkiye'ye alınması, teknoloji transferi yapılması, Türkiye'de üretilmesi, bu konuların da içinde olduğu bir görüşmeler silsilesi yürüyor. Sayın Bakanın ısrarla üzerinde durduğu konulardan bir tanesi Türkiye'de yatırım ve "know-how" transferi. Doğru mu Sayın Bakanım? En son, Çin'le yapılan hava savunma sistemi pazarlıklarında da buna benzer şeyler söyleniyordu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, meseleye şöyle bir bakalım: Türkiye bir NATO ülkesi. Beğeniriz ya da beğenmeyiz, Türkiye şu anda yazılı anlaşmalar gereği NATO ülkesi. Bizim komutanlarımız NATO'da gidip eğitim alıyorlar. Soru bir: Bir NATO ülkesi S-400 füze savunma sistemini aldığında, kendi ülkesine konuşlandırdığında... Fiyatı ne olursa olsun, yatırım ya da diğer konuları yani Sayın Bakanın ön plana çıkarmış olduğu konuları bir kenara koyarak söylüyorum. Siyaseten bakalım meseleye. S-400'leri aldığı zaman bunları kullanıyor olması ya da bunları Türkiye'ye yerleştiriyor olması Türkiye'yle NATO arasında zaten parlak olmayan ilişkilerin daha da kötüleşmesine neden olur mu, olmaz mı? Bu bir. Bizim zaten yeterince problemimiz var Avrupa Birliğiyle, Amerika'yla, NATO'yla, onun dışında sayabileceğim, saymaktan yorulabileceğim birçok ülkeyle. Bu yeni bir krize yol açar mı?
İki: NATO, Rusya'yı düşman ya da rakip -ya da ne derseniz deyin- olarak kodlamış bir askerî ittifak. Bizim uçaklarımız, F-16'larımız NATO'daki uçakları birbirine dost olarak görüyor yani Yunanistan da NATO şemsiyesi altında, onun dışında 28 tane daha ülke var bizim de dâhil olduğumuz, toplam 29 ülke; bunlar birbirlerini, hava savunmasında silahlarını dost olarak görüyorlar. S-400'lerin kaynak kodlarını eğer biz vermeyeceksek NATO'ya ya da NATO bununla ilgili bize bir özel imtiyaz sağlamayacaksa -bununla ilgili bir gelişme varsa Sayın Bakan açıklasın diye soruyorum- o zaman Türkiye'ye konuşlandıracağımız S-400'ler bizim ülkemizde yapılan F-16'ları düşman olarak görmeyecek mi, bizim kendi uçaklarımızı düşman olarak görmeyecek mi o kaynak kodlarını kullanmadığından dolayı?
Bir diğeri: NATO'da bunun başka bir örneği var mı? Tabii, çok söylenen bir şey, Yunanistan. Evet, Yunanistan'da S-300'ler var, bizde S-400'ler var. Peki, Yunanistan bu S-300'leri ne zaman aldı arkadaşlar? 90'lı yıllarda. 90'lı yıllarda NATO'daki hava savunma konsepti neydi? Harekat alanına göre olan bir savunma konsepti vardı. 2010 Lizbon Anlaşması'ndan sonra NATO'nun savunma konsepti neye dönüştü? NATO ülkelerinin tamamının, hepsinin ortak savunma sistemine dönüştü. Hatırlarsınız, Kilis'e Suriye'den sürekli füzeler düşüyordu, onu atanları engellemek için, o füzelerin düşmesini engellemek için Türkiye'ye Patriot'lar geldi. Patriot'lar hangi çerçeve içinde geldi? Bu NATO iş birliği çerçevesi içinde geldi. Şimdi, biz Türkiye'nin kendi hava savunma sistemine sahip olmasına karşı değiliz ama arkadaşlar şunu görmemiz lazım: Ortada daha önce Çin'le ilgili yapılan görüşmeler sırasında da var olan somut soruları aşmadığımız sürece, kaygıları ortadan kaldırmadığımız sürece, NATO'nun, Amerika'nın, başka birisinin kaygılarından bahsetmiyorum, bu ülkenin geleceğiyle ilgili kaygılardan bahsediyorum, bunları ortadan kaldırmadığımız sürece, biz yeni bir krize, yeni bir çatışmaya, yeni bir sıkıntıya yol açabilecek adımları iyi hesaplamadığımız sürece bu kararları vermemiz çok kolay olmaz.
Peki, şimdiye kadar siz bu yüce Meclisin çatısı altında Sayın Bakanın basına açıkladığı şeylerin en ufak bir kırıntısını gelip Meclisle paylaştığını gördünüz mü arkadaşlar? S-400'lerle ilgili bir cümle edildi mi burada, S-300'lerle ilgili bir cümle edildi mi? Daha önce Çin'le yapılan pazarlıklarla ilgili bir cümle edilmiş miydi? Burası gazi Meclis, 15 Temmuzu hep beraber andık. Neden andık? Bombalanırken siz oradaydınız, biz de buradaydık. Düşünebiliyor musunuz Sayın Bakanım, siz Bakanlık yapmaya devam edebilesiniz diye biz buraya geldik 15 Temmuzda? Sizi korumak için değil, ülkeyi korumak için geldik, hep beraber geldik. Bu ortamın, bu çatının altında hep beraber mücadele ettik. Eğer millî dış politika olacaksa, eğer ülkenin çıkarları söz konusu olacaksa bu konuların buralarda konuşulması lazım değerli arkadaşlar. Bunlar bugünden yarına değiştirilebilecek, bugünden yarına pazarlığı ortaya çıkarılabilecek konular değil.
Bakın, eskiden Türkiye'de şöyle olurdu: Örneğin Avrupa Birliği konusunda, iktidar-muhalefet, o dönemin partileri otururdu, anlaşırdı, bir rota çizerdi, o artık devlet politikasına dönüşürdü yani millî dış politika dediğimiz şey oluşurdu. 1960 yılından beri Türkiye'nin Avrupa Birliğine bakışı değişti mi arkadaşlar? Değişmedi. Biz tam üye olmak istiyoruz iktidarıyla muhalefetiyle. Kıbrıs konusunda -az önce Sayın Genel Başkan Yardımcımız da konuştu, diğer siyasi partiler de konuştu- Kıbrıs'taki çıkarlarımızı hep beraber savunuyoruz ama biz kendi cümlelerimizle savunuyoruz, siz başka cümlelerle savunuyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Dış politikayı öyle bir hâle getirdiniz ki artık biz kendi ülkemizin çıkarlarını değil, sizin iktidarınızın yapmış olduğu şeyleri tartışmak zorunda kalıyoruz, bundan dolayı da hicap duyuyoruz.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)