GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakanlığın, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27/6/2016 tarihli ve 1115 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin 5/9/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar tekrar uzatılmasına ve Hükûmet tarafından gerekli düzenlemelerin yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1165) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:112
Tarih:17.07.2017

MEVLÜT DUDU (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletlerin Lübnan'daki barış gücü olan UNIFIL'deki TSK unsurlarının görev süresinin uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, bugün Hakkâri'de terör örgütünün saldırısı sonucu yaralanan Mehmetçiklerimize acil şifa diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye yanı başımızdaki iç savaşlar ve emperyal hesaplı yangınların bedelini en ağır ödeyen ülkedir. 4 milyona yaklaşan mülteci, giderek artan ulusal güvenlik tehdidi, ihracatın ve turizmin çökmesiyle ödediğimiz ekonomik bedel Türkiye'nin çevresinde barış kuşağı oluşturmak zorunda olduğumuzu ortaya koymaktadır. Türkiye çevresinde barış kuşağı oluşturabilmek için önce kendi içimizdeki kutuplaşmayı ve cepheleşmeyi bir yana bırakarak birlik, beraberlik ve barışı esas almalıyız, sonra da çevremizde barış katalizörü olmalıyız. Bu anlamda yapmamız gereken şey sadece askerî güç olmak değil; yumuşak gücümüzü yani coğrafi, ekonomik, demografik, siyasi ve toplumsal gücümüzü çok ileri bir boyuta taşımak zorundayız. Ne var ki, yaşadığımız ülke içindeki kutuplaşma yumuşak gücümüze zarar veriyor. Biz diplomaside mutlaka bu yumuşak gücü devreye koymak zorundayız. Bu yüzden, dünyada keskinleşen cepheleşmede taraf olmamak, tam aksine ara bulucu olarak Türkiye'yi olası savaşların tarafı hâline getirmemek, ülkemizin bekası açısından son derece önemlidir. Maalesef Türkiye Katar'a asker göndererek Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin başını çektiği bloku karşısına alarak Katar'ın yanında saf tutmuştur. Bu durum, Orda Doğu'da ara bulucu olma vasfımızı kaybetmemize yol açmış, Arap dünyasının lideri konumundaki bir ülkenin tüm oklarının üzerimize yönelmesine neden olmuştur.

Katar'la ilgili olarak soracağımız ilk soru şudur: Türkiye, tüm Körfez ülkelerini karşısına alarak Katar'ın bölgedeki jandarması mı olacaktır? Katar'a kaç Mehmetçik göndereceğiz? Türkiye, Suudi Arabistan'ın yanında hizalanan Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Bahreyn, Yemen ve Libya'yı karşısına alarak neden Orta Doğu'daki tüm aksiyon kabiliyetini ve olası ara buluculuk potansiyelini yok etmektedir? Suudi Arabistan, Katar'da Türk üssüne karşı çıktığını açıkça ortaya koymuştur. Kendi ülkesinin ulusal çıkarlarını bir kenara koyarak yapılan bu hamle, Türkiye'yi yalnızlaştırmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir. Ekonominin giderek kötüye gittiği süreçte ihracatı da olumsuz yönde etkileyerek halkımızı yeni tehlikelerle karşı karşıya getirecektir. ABD Başkanı Trump'ın yeniden şekillendirmek istediği Orta Doğu coğrafyasında Türkiye'nin iyi bir satranç oyuncusu olmaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, özellikle son altı yedi yıldır dış politikaya ilişkin olarak yaptığımız tüm uyarılarda bugüne kadar haklı çıktık. İtiraz ettiğimiz her konuda haklılığımız çok kısa süre sonra ortaya çıktı. Irak, Suriye, Mısır politikaları, daha yakın geçmişteki Avrupa Birliğiyle yapılan geri kabul anlaşması bir yıl geçmeden boşa düştü.

Şimdi Katar'la ilgili olarak bazı bilgiler paylaşmak istiyorum. Dışişleri Bakanlığından Dışişleri Komisyon üyelerine gelen bilgi notunda Türkiye'yi bekleyen itiraflar vardır. İngiltere'nin Bahreyn'e yeni bir askerî üs inşa ettiği, Katar'ın 10 bin ABD askerine ev sahipliği yaptığı vurgusu vardır. Bilgi notunda "Türkiye Körfez ülkeleriyle siyasi, askerî, savunma sanayi, ekonomik, ticari ve beşerî ilişkilerini geliştirmeyi ve güçlendirmeyi amaçlamaktadır." denilmekte ve şöyle devam etmektedir, altını çizerek söylüyorum: "Aynı irade Körfez ülkelerinde de bulunmaktadır." denilmektedir. "Bu çerçevede, Katar'la ilişkilerimiz özel önem arz etmektedir." diye de devam ediyor. Bu öngörü şu anda açığa düşmüştür, aynen biraz önce verdiğim örnekler gibi çünkü Körfez ülkeleri Katar'la karşı karşıya gelmiştir, Katar'ın yanında saf tutan Türkiye, Suudi Arabistan öncülüğündeki bloku karşısına almıştır.

Yine Dışişleri bilgi notunda, DEAŞ, El Kaide gibi uluslararası terör örgütlerinin iki ülkenin ortak mücadele ettiği, ciddi tehditler olduğu belirtilmektedir. Oysa son tablo bu vurguyu da geçersiz hâle getirmiştir. Suudi Arabistan öncülüğündeki Mısır, Bahreyn, Yemen ve Birleşik Arap Emirlikleri, Doha yönetimini, IŞİD ve El Kaide'yi destekleyerek bölgede istikrarsızlaşmaya yol açmakla suçlamaktadır. AKP iktidarının bölgesel yangında kendi ordusuna güvenmeyen Katar'a Türk askerini göndererek bölgenin bekçilik görevini vermesi ve bu büyük savaşın bir tarafı hâline getirmesi ülkemizi bekleyen tehlikelerin habercisidir.

Buradan son kez uyarıyoruz: Orta Doğu'da büyük oyuncuların başında olduğu, Müslüman ülkelerin piyon olduğu savaş ruletine Mehmetçik'in kanı bulaştırılamaz.

Değerli milletvekilleri, yine dış politikayla ilgili güncel birtakım açıklamalarda bulunmak istiyorum. Üç gün sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Barış ve Özgürlük Bayramı'nı kutlayacağız. Harekâtın 43'üncü yıl dönümü vesilesiyle Kıbrıs'ta kan ve gözyaşını durduran, soydaşlarımızı katliamdan kurtaran ve Türk tarihine altın harflerle geçen Kıbrıs Barış Harekâtı'nın kazanımlarını korumak zorundayız. Akdeniz'de istikrar, barış ve güvenlik için Rum tarafının dayatma ve oyunlarına gelmemeliyiz. Son müzakereler de gösterdi ki adada adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme ulaşmak mümkün görünmüyor. Adada siyasi eşitlik ve iki kesimlilik temelinde eşit statüde iki kurucu devleti haiz kılan bir ortaklık pek mümkün görünmüyor.

Kasım 2016'da başlayan müzakereler aradan geçen süre içinde sonuçsuz kalmıştır. Biraz önce Sayın Öztürk Yılmaz da söyledi, her müzakere sonucunda verdiğimiz tavizler, bir sonraki müzakerede önümüze çıkıyor ve oradan başlamak zorunda kalıyoruz Kıbrıs konusunda. İngiliz askerine kırmızı halı seren Rum tarafı, Türkiye'nin garantörlüğüne, adada Türk askeri bulunmasına tahammül edemiyor, harekâtla kazandığımız toprakların büyük kısmını geri istiyor, Türkleri azınlık hâline getirip yeni yaşanabilecek felaketlere kapı aralayacak tavizler istiyor. Türk soydaşlarımızın güvenliği için garantörlüğümüzden vazgeçemeyiz. Kıbrıs Türkünün güvenliğini ve geleceğini Rumların insafına bırakamayız.

Türkiye, artık KKTC konusunda yeni bir süreci başlatmalıdır. Uluslararası anlamda tanınması için diplomatik atağa geçmeli ve yeni çözüm süreçlerini masaya yatırarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde tüm partilerin katılımıyla konu, partilerüstü ele alınmalı ve KKTC'yle görüşülerek yeni formüller sahaya sürülmelidir. Akdeniz'in güvenliği açısından da çok önemli olan KKTC'den vazgeçemeyiz. KKTC, dün olduğu gibi bugün de Türkiye için millî bir davadır.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu, Türkiye'yle devam eden üyelik müzakerelerinin koşullu olarak askıya alınmasını kabul ederek tarihî bir hata yapmıştır. Şüphesiz, AKP Hükûmetinin Avrupa Birliği rotasından çıkan tutum ve davranışları, Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırması, mesleğini yapan gazetecileri cezaevine doldurması, son KHK'larda masum vatandaşları -kısmen söylüyorum- ve FETÖ'yle ilişkisi olmayan akademisyenleri mesleğinden etmesi demokrasiyle bağdaşmamaktadır. Ancak, Türkiye'nin AB yolculuğu AKP'den yıllar önce başlamış bir yolculuktur, bu yolculuk AKP'nin yanlış ajandasıyla sona erdirilemez. Avrupa Birliği, Türkiye'nin, bu ülkenin, bu milletin altmış yıllık rüyasıdır, bu rüyayı sona erdirmeye, bir çırpıda, bir hiç uğruna sona erdirmeye ne AKP Hükûmetinin ne de Avrupa Birliğinin haddi olmamalıdır.

Hepinize tekrar sevgilerimi saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)