| Konu: | Başbakanlığın, Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27/6/2016 tarihli ve 1115 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin 5/9/2017 tarihinden itibaren 31/10/2018 tarihine kadar tekrar uzatılmasına ve Hükûmet tarafından gerekli düzenlemelerin yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/1165) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 112 |
| Tarih: | 17.07.2017 |
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan'da konuşlu olan Birleşmiş Milletler gücü UNIFIL'in görev yönergesinin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı tekrar çıkması hâlinde bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Hükûmet tezkeresi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, küresel dünyada dış politikayı içeride olan gelişmelerden bağımsız değerlendirmek artık mümkün değil. Örneğin, terör örgütü FETÖ Türkiye'nin iç politikası mıdır, dış politikası mıdır? Hem iç politikasıdır hem dış politikasıdır. Terör örgütü PKK Türkiye'nin iç politikası mıdır sadece, dış politikası mıdır? Hem iç politikasıdır hem dış politikası. Eğer bir ülkede güvenlik yoksa turistlerin gelmesi konusu Türkiye'nin iç politikası mıdır, dış politikası mıdır? Keza, üretimden ve tüketimden bağımsız olarak addedilemeyecek ithalat ve ihracat konusu da bir ülkenin hem iç politikası hem de dış politikasıdır. Türkiye'de olup bitenler, özellikle darbe girişiminden sonra olağanüstü hâlin 20 Temmuzda ilan edilmesi, akabinde kanun hükmünde kararnameler ve devletin yapısının işleyişine ilişkin köklü ve gerçek manada devletin rejimiyle oynayan değişiklikler, Türkiye'de içerideki olayların dışarıdaki olaylarla esasen birlikte ele alınmasını ve dış politikanın bu konularla birlikte ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Biliyorsunuz darbe girişiminden sonra Türkiye içeriye gömüldü. Darbe girişiminin hemen akabinde, 20 Temmuzda OHAL ilan edildikten hemen sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne genel manada Türkiye çekince koydu yani bu sözleşmeyi esasen önemli ölçüde askıya aldı ve bunu uygulamayacağını -büyük bir bölümüne genel çekince koydu- ilan etti. İkinci çekince koyduğu konu ise Birleşmiş Milletler Medeni ve Sivil Haklar Sözleşmesi'ydi. Burada da 13 tane kritik maddeye çekince koydu. Mesela adil yargılama hakkını askıya aldığını belirtti, hatta azınlıklarla ilgili normalde çekince konulamayacak maddeleri de OHAL çerçevesinde uygulamayacağını ilan etti. Daha sonra 16 Nisan referandumu gündeme geldiğinde Venedik Komisyonunun "Bu referanduma konu olan maddeler demokrasiyi askıya alıyor, demokrasiyi kurumsal olarak bitiriyor, demokrasinin belini kırıyor, Türkiye'de demokrasiden otokrasiye dönük bir yaklaşım sergiliyor." şeklinde uyarısı oldu ve Venedik Komisyonu "Eğer bunlar geçerse Türkiye demokrasiden uzaklaşıyor." şeklinde bir kanaat belirtti ve maalesef bunlar da dinlenmedi. Sonra Avrupa Konseyinin... Biliyorsunuz Türkiye 2004'te denetimden çıkmıştı, tekrar Türkiye, yeniden denetime alındı. Dünyada herhâlde, demokratik olup denetimden çıkıp tekrar denetime alınan tek ülke olduk.
Şimdi, bütün bunlar Türkiye'nin dışarıdaki imajını, Türkiye'nin demokratik görünümünü zayıflattı. Eskiden Türkiye'yle ilgili algı şuydu: Nüfusunun çoğunluğu Müslüman, demokratik ve laik bir ülke. Şimdi ise nüfusunun çoğunluğu yine Müslüman ama otokratik bir ülke imajıyla Türkiye yüzleştirildi ve ilk defa -hiçbir Cumhurbaşkanı bir rejimle anılmıyordu- bu dönemde Erdoğan rejiminden bahsedilir hâle gelindi. Sanki Saddam rejimi, sanki Kaddafi rejimi, sanki Kerimov rejimi gibi bir rejimden, bir cumhurbaşkanının adıyla bir rejimden bahsedilir hâle gelindi. Bunlar, tabii, Türkiye'nin dışarıdaki görünümünü olumsuz yönde etkiledi ve Türkiye'yi içeriye gömdü. Türkiye dışarıdaki gelişmelere maalesef fazla müdahale edemedi.
Bakınız, NATO'yla sorunlar yaşıyoruz, Avrupa Birliğiyle sorunlar yaşıyoruz, Rusya'yla sorunlar yaşıyoruz, ABD'yle sorunlar yaşıyoruz. Orta Doğu'da ciddi manada bir bataklığın içerisindeyiz ve kurtulamıyoruz. Daha da önemlisi, elimizde olan dostları da yanlış politika nedeniyle kaybediyoruz. Şu anda Orta Doğu'da Türkiye'nin yarın bizi satacağı açık olan Katar ve her an bizi terk edecek Müslüman Kardeşlerden dolayı uluslararası terör çizgisine girmek istemeyen Hamas var; onlar da yavaş yavaş bizi terk edecek.
Cuma günü, biliyorsunuz, Filistin'de hadiseler oldu. Filistin'de Mescidi Aksa'nın girişinde Aslan Kapısı'nda bomba patladı ve saldırı oldu. Akabinde de İsrail, özellikle hemen akabinde İsrail oraya girişleri durdurdu ve üç gün ibadeti durdurdu. Sonra Netanyahu daha önce çok istediği ama arayıp bir türlü bulamadığı altın gerekçeyi buldu ve Mescidi Aksa'ya girişlerde, biliyorsunuz, kamera ve dedektörler koydu yani ibadet yapılan bir yere dedektör koydu. Tabii, buna oradaki Filistinli kardeşlerimizin tepkisi oldu. Yalnız, Türkiye'nin de özellikle yakından takip etmesi gereken bu olaylar Orta Doğu'da yeniden bir alevlenmeyi tetikleyebilir, olayın hassasiyeti herkesin malumu.
Bakınız, 2 devletli çözüm konusunda da Mavi Marmara olayı ve akabinde İsrail askerlerinin burada yargıdan affedilmesinden sonra hiçbir şey yapılamıyor. Ezanın sesi kısılıyor, eskiden çok konuşulurdu "Şu oluyor, bu oluyor, Filistinli kardeşlerimiz..." diye, onun için seçimler kazanılırdı, onun için ortalığa düşülürdü, hiç kimseden ses yok. Bu, haber oldu mu Türkiye'de? Mescidi Aksa'ya iki üç gün insanlar giremedi. Haber oldu mu? Olmuyor. Neden? Çünkü havuz medyanın işine gelmiyor haber yapmak. Yani biz her şeyi siyasileştirdik, her şeye göreceli bakıyoruz, postmodern bir anlayışla dünyaya bakıyoruz maalesef. Biz, İsrail ve Filistin'in 2 devletli çözüm çerçevesinde bir araya gelmesini ve başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırları içerisinde bir Filistin'in bir an önce kurulmasını ve İsrail'in de güvenlikli ve tanınmış sınırlar içerisinde yaşamasına ilişkin 2 devletli çözümü destekliyoruz. Başka da bunun yolu yok ama korkarız bu olaylar alevlenirse, hele özellikle Türkiye'nin bu olaylara da kayıtsız kalması bölgede yeni bir alev topunun ortaya çıkmasına yol açabilir.
Şimdi, bakınız, Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmeler oluyor. Rapor yayınlanıyor, çöpe atıyoruz. Avrupa Konseyi bir uyarı yapıyor, çöpe atıyoruz. NATO'dan bir şey geliyor, dinlemiyoruz, hiçbir şeyi dinlemiyoruz. Neden? Çünkü içeride demokrasiyle ilgili bir operasyon yapılıyor esasen, bu operasyon yapılırken kimsenin müdahale etmesi de pek fazla istenmiyor.
Şimdi, Orta Doğu'da da gelişmeler var. Biz bununla ilgili olarak birkaç şey söylemek istiyoruz. Bakınız, bugün Orta Doğu'da en önemli konu Amerika'daki yönetimin İran'ı artık tekrar hedef tahtasına oturtmuş olması. Neden? Çünkü, İran'ın Orta Doğu'da fazla nüfuz alanına sahip olduğunu görüyor ve İran'ın esasen Basra Körfezi'nden Bab'ül Mendep Boğazı'na kadar olan bölgeyi Şii unsuru nedeniyle kontrol edebileceği endişesi taşıyor. Bütün bu Katar olayı, Suudi Arabistan'daki silah satışı, Katar'a silah satışı, bütün bu olayları, bütün bu genel stratejinin dışında değerlendirmek yanlış olur.
Orta Doğu'nun güneyinde bunlar olurken kuzeyinde, bizim bölgemizde de yeni bir şekillenme oluyor. Bakınız, 25 Eylülde Barzani bağımsızlık referandumuna gideceğini açıkladı. Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı, bunu Irak'la görüşmek Irak'ın bütünlüğü çerçevesinde bu konuları ele almak gerektiğini ve zamanlamasının yanlış olduğunu belirtti. Amerika Dışişleri Bakanlığı ve Amerikalı yetkililer de esasen olayın esasına değil zamanlamasına karşı çıktılar ve zamanlamasıyla alakalı bir çekinceleri olduğunu söylediler. Bizim önümüzde kritik bir yaz duruyor, bu AKP Hükûmeti ne yapacak? Referandum sonucunda muhtemelen yüzde 99,9 bağımsızlık yönünde bir karar çıkacak. Onu Barzani taktik olarak hemen uygulamayabilir ama siz ne yapacaksınız? Strateji belli mi? Hiçbir şey belli değil.
Keza, Suriye'deki gelişmeler... Bakınız, Suriye'de yeniden IŞİD tamamen oradan çekiliyor, Rakka operasyonu da bitti bitecek, esasen Rakka da çevrilmiş durumda ve Musul operasyonu bitti. Irak'ta 2 tane alan kaldı; bir, Gayyara bölgesi tamamen temizlendi, Havice bölgesi kaldı küçük bir alan, bir de Telafer kaldı. Bir plan var mı? Buradan IŞİD çekildi, buranın idari yapısıyla, buranın, ülkenin bütünlüğüyle, orayla ilgili herhangi bir plan var mı? Hiçbir yerde yazılıyor mu, çiziliyor mu veya düşünülüyor mu? Olmadığını söyleyebiliriz.
Suriye'yle ilgili bir şey var mı? Suriye'de de muhtemelen bir-iki ay içerisinde Rakka düşecek. Rakka düştükten sonra Suriye'de de yine sıcak bir yaz yaşanacak(!) Peki, Suriye'yle ilgili bir plan var mı? "Suriye'nin toprak bütünlüğünü destekliyoruz." diyoruz kâğıt üzerinde. Peki, ona ilişkin herhangi bir şey var mı? Astana süreci başka bir telden çalıyor, Cenevre ayrı bir telden, Türkiye apayrı bir telden çalıyor. Hiçbir çalışma yok, bir boşluk var. Bakınız, açık açık dış politikada bir boşluk var. Türkiye dışarıda yalnızlaştırıldı, esasen buradaki yönetim de Türkiye'yi içeriye gömdü, içeriye gömüldük, gömüldüğümüz için dışarıya bakamıyoruz. Deprem niteliğinde olaylar oluyor.
Kıbrıs konusu... Müzakereler bitti. Müzakerelerde Rum tarafı ile KKTC anlaşamadı garantiler konusunda. Peki, bakınız, bu hikâyeyi hep duyduk biz, en son şunu söylüyorlardı: "Bu son defa çözüm arayışıdır, altın şans yakaladık. Eğer bu defa da olmazsa hiç olmayacak. Bu defa olmazsa alternatifler gündeme gelecek." Buyurun bakalım, getirin alternatifleri. Ne alternatifiniz varmış? Soruyoruz KKTC'deki yönetime: Alternatifiniz nedir? "Bittiği gün, ertesi gün yeni çözüm çabası başlar." diyor. Ya, böyle bir şey olur mu? Böyle bir dava savunulabilir mi? Bu nasıl iştir? Yani orada KKTC'nin, oradaki Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin emlaki para etmiyor, gelecekleri belirsiz. Tutturmuşlar izolasyon aşağı izolasyon yukarı. Nedir izolasyon ya? Nedir izolasyon? İzolasyon demek "Ben KKTC'yi tanıtmıyorum." demektir, "Çünkü ben oyalıyorum." demektir. Peki, kalkıyor mu izolasyon? O da kalkmıyor. Siz en küçüğüne razı olursanız en büyüğünü yaptırabilir misiniz? Biz geçen de söyledik, artık tanıtma konusu öncelikli gündem maddesi hâline getirilmelidir, Dışişleri Bakanlığında KKTC'nin tanıtımına ilişkin özel bir temsilci atanmalı ve bu temsilci dünyanın her tarafını gezmelidir. Neyi bekliyoruz? Müzakereler durdu. Eskiden diyorlardı ki: "Ya, müzakereler var. Dolayısıyla AB müzakereleri etkilenir." E, durdu. Önümüzde bir perspektif var mı müzakerelerin açılması için? O da yok. Bütün "chapter"lar, fasıllar durdu, hiçbir fasıl açılmıyor. Geçen hafta Brüksel'e gittiğimizde "Ya, Türkiye neyi açabilir?" dediğimiz zaman "Ya, vallaha, bu dönemde biz Türkiye'yi tamamen atmaktan bahsediyoruz, ne 'chapter' açılması, ne fasıl açılması?" diyorlar. Peki, böyle bir dönemde siz bir hamle yapmak zorunda değil misiniz? Sizin bir diplomatik hamleniz olması gerekmez mi? Esasen en zayıf noktasını bulmuşsunuz, açmıyor, o zaman bir şey yapmamız lazım.
Bakınız, dış politikada en önemli şey boşuna laf etmek değildir, kararlılıktır. Bunu bugün yapamıyorsanız hiçbir zaman yapamazsınız. 1 milyondan az bir Rum'a diz mi çökeceğiz yani? Onların paşa gönülleri istediği zaman, istedikleri takvim çerçevesinde bir çözüme mi razı olacağız biz veya istedikleri şartlarda? Böyle bir şey olamaz.
İstenene de bakınız: Toprak. Diyorlardı ki "Toprak vermiyoruz." Ya, neyi vermiyorsunuz toprak? Yüzde 36'ydı KKTC'nin toprağı şu anda, yüzde 36, ara bölge dâhil yani bize düşen alan dâhil. E, ne oluyor? Yüzde 28'e kadar düşeceğimizi götürüp Birleşmiş Milletlere teslim ettik yani bir çözüm durumunda yüzde 28 küsura düşeceğimizi belirttik. Hani vermiyoruz?
Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, KKTC'nin topraklarının, kendi topraklarının yüzde 23'ünü terk etmek anlamına geliyor. Niye yapıyoruz bunu? Allah'ın emri mi? Kutsal bir kitapta mı yazıyor vereceğimiz? Niye vereceğiz? Vermek zorunda... Efendim, çözüm olacakmış. Çözüm, almış vermiş, alacaksın ki vereceksin. Ya, niye vereceğiz kardeşim, niye vereceğiz ya?
Bütün her şeyi altüst ediyorsunuz da, bütün Anayasa'yı altüst ediyorsunuz, kanunları, demokrasiyi altüst ediyorsunuz, yerleşik her şeyi altüst ediyorsunuz ve yerleşiğe zerre kadar saygı duymuyorsunuz da orada başkalarının getirdiği "yerleşik" dediği bu düzenlemelere niye karşı çıkmıyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)
Bu, bizim millî bir meselemiz. Bunda siz sağlam durursanız biz sizi destekleriz. Açık açık eleştiriye de razıyız, her türlü eleştiriye de razıyız. Biz yeter ki doğru bir noktada duralım, bizi eleştirsinler, umurumda değil ama doğru bir noktada duralım.
Şimdi, efendim, diyorlar ki: "Bu çözüm şimdi olmuyor. Şimdi yatıralım..." On yıl sonra tekrar çözüm başladığı zaman nereden başlayacağız, bakın, ben size söyleyeyim: 28,6'ya -veya işte, her neyse- düştük ya, on yıl sonra başladığı zaman onun da gerisine düşürecekler bizi, her başlanan yerde bırakılan yerin bir sonrasına düşülüyor.
Aynı şekilde Garanti Anlaşması'yla ilgili söyleyeyim, İngilizler diyor ki: "Vallaha biz toprak veririz." Peki, sen toprak veriyorsun kardeşim, Annan Planı'nda da verdin ama sen müdahale hakkından, oradaki egemen üslerden vazgeçiyor musun? Sen Kıbrıs'ta egemen üs... Diyor ki: "Burası benim toprağım. Bu, çözümün dışında, ben ancak biraz toprak verebilirim." Peki, sen egemen üslerden vazgeçiyor musun? "Geçmiyorum ama birazcık toprak verebilirim." diyor. Peki, Yunanistan Türkiye'yi atmak için zaten tek taraflı müdahale istemiyor, İngiltere de zaten istemiyor, İngiltere'nin tek istediği egemen üslerde kalmak. Peki, kardeşim, ben şu aşamadan itibaren vereceğim, anlaşılıyor. Şimdi, bizi bir noktaya getirmişler, bu saatten sonra zorladığımız her adımda vermek zorundayız. Vermek zorunda mıyız? Niye veriyoruz?
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Vermedik zaten ya, verilmiş bir şey yok.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Vermedin değil işte, veriyorsunuz, çözüm hâlinde veriyorsunuz. Garanti Anlaşması'nı sulandırıyorlar, diyorlar ki: "Birleşmiş Milletler gücü olsun, artık ayrı bir Türk ordusu olmasın, polis gücü olsun, o polis gücü de gelsin Birleşmiş Milletlerin içerisinde olsun, Birleşmiş Milletler müdahil olacağı zaman da başka bir yer karar versin, Türkiye tek başına karar vermesin."
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Garantörlüğün vazgeçilmez olduğu Cumhurbaşkanı, Başbakan tarafından çok kere ifade edildi.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Garanti Anlaşması'nın 4'üncü maddesi Türkiye'ye tek taraflı müdahale hakkı veriyor aynen başkalarına verdiği gibi. Lütfen bu konuda en azından siyaset yapmayalım arkadaşlar.
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Vazgeçmeyeceğimizi söyledik, Cumhurbaşkanımız da söyledi, Dışişleri Bakanı da söyledi.
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Garanti Anlaşması'nın bu maddesi sulandırılmak isteniyor ve sulandırılacak. Crans-Montana'da dediler ki: "Kapatacağız bunları bir yere, konuşacaklar." Neyi konuşacaklar? Siz orada Garanti Anlaşması'na ilişkin maddeyi sulandırana kadar konuşacaklar. Şakası yok, açık açık söylüyorum, kim eleştirirse eleştirsin, biz burada durduğumuz sürece bu millî davaya sahip çıkmak zorundayız.
Akdeniz tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar değerlendi. Suriye'de Ruslar üsler kuruyor, deniz üssü, kara üssü. Kurmuyor mu? Amerika Birleşik Devletleri PYD'nin alanına kuruyor. Bakıyorsunuz, Amerika Birleşik Devletleri'nin bir eli Katar'da, orada 11 bin askeri var, 5'inci Filoyu Bahreyn'e kuruyor, Irak'ta ayrı üsleri var, Erbil'de ayrı koordinasyon merkezi var. Ya, yapmayın, siz ne yapıyorsunuz? Millet Akdeniz'e asker yığıyor, siz Akdeniz'den askeri çekiyorsunuz. Niçin, niye yapıyoruz biz bunu? Efendim, alınıyorlarmış, biz böyle konuşunca alınıyorlarmış. Ya, ben böyle konuşmak zorundayım kardeşim, biz böyle konuşmak zorundayız. Artık gerçekle yüzleşmenin zamanı geldi. Bakınız, artık bu köprünün altından sular geçti. Kıbrıs konusunu eski, bu zamana kadar Türkiye'ye dayatılan şekilde biz ele almak zorunda değiliz. Hiç kimsenin paşa gönlü olsun diye bir taviz vermek zorunda değiliz. Kim bu yetkiyi, hakkı kendinde görüyor?
Ayrıca, lütfen, şunu belirtmek istiyorum: Bir anlayış var, o anlayış Türkiye'de millîlik ne kadar varsa ayaklarının altın alıp ezmek istiyor, hınçla ezmek istiyor. Bir şey diyorsunuz, hemen karşı geliyorlar. Ya, kardeşim, bu Kıbrıs'ta benim bir arsam yok, benim bir yalım yok, benim herhangi bir şeyim yok. Seçim bölgem Ardahan'da bile bir evim yok. Bizim bir şeyimiz yok, burası memleket meselesi. Yani, burada verdiğiniz şeyi alamıyorsunuz ve geri dönüşünüz yok. Bu konuda azami gayret gösterileceğini, bütün partilerin, başta hükûmet eden AK PARTİ'li kardeşlerimizin buna riayet edeceğini ve özen göstereceğini düşünüyoruz ve bu konuda en azından sapma olmaması gerekiyor.
Bakınız, Orta Doğu'daki gelişmeler Türkiye'nin elini kolunu bağladı, Akdeniz de bağlıyor, yarın Ege bağlayacak ve bu götürülemez, sürdürülemez bir noktaya geliyor. Herkesle kavga politikasından da vazgeçelim artık. Bu, Türkiye'nin elini kolunu bağlıyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)