| Konu: | AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 112 |
| Tarih: | 17.07.2017 |
ATİLA SERTEL (İzmir) - Sayın Başkanım, saygıyla selamlıyorum.
Sevgili milletvekili arkadaşlarımız, bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin olağanüstü hâli bir üç aylık süre daha uzatma isteğini getirdiğini görüyoruz. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidar olduğu süreç içerisinde, geçtiğimiz seçim süreci başladığında olağanüstü hâli kaldırmakla övünen ve Türkiye'de demokrasinin ve özgürlüklerin önünü açacağı iddiasıyla toplumdan oy isteyen bir partidir. Adaletin kalmadığı, kalkınmanın kendi çevresine birtakım imkânlar yaratarak odaklandığı bir partinin artık toplumda güvenirliği ve inanırlığı kalmadığı gibi bundan sonraki sözlerine de asla itimat edilemez çünkü olağanüstü hâli kaldırmakla övünen bir partinin bir yıl süreyle Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı bırakarak insanların hakkını, hukukunu, adaleti çiğneyerek ve insanların ticaretini, geleceğini, çoluk çocuğunun geleceğini de karartarak izlediği yol, aslında çıkmaz bir yoldur. Bu çıkmaz yolun sonunda da Türkiye'de halkımız, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan yurttaşlarımız gerekli dersi ilk seçimde verecektir.
Aslında Adalet ve Kalkınma Partisinin bu olağanüstü hâli uzatma talebi, Türkiye'de hak ve adaleti arayan insanların çoğaldığı ve muhalif kesimin arttığı bir dönem olduğu için, zorunlu olarak kendi iç yapısı içerisinde, bir kişinin isteğidir. Cumhuriyet Halk Partisi bu koşullar altında bir yürüyüş gerçekleştirdi ve parti bayraklarının olmadığı, yalnızca Türk Bayrağı'nın olduğu ama toplumun tüm kesimlerine açık olan bu yürüyüş Türkiye'de adalete susamışlığın, demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere susamışlığın bir yürüyüşü oldu. 450 kilometre yol yüründü fakat olağanüstü hâl koşullarında bir kimsenin burnu kanamadı, hiç kimseye zarar gelmedi. Birtakım provokatif eylemlere karşı o kitlenin sağduyulu davranışı ve gerçekten kendisine küfredenlere karşı alkışlarla verilen yanıtlar Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de demokrasinin bir örneği olarak yaşandı.
Sevgili arkadaşlar, o yürüyüşte işçi vardı, köylü vardı, üretici vardı, öğretmen vardı, emekli öğretmenler vardı, kumpas mağduru, Ergenekon mağduru subaylarımız vardı. Geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisine oy vermiş fakat bugün o pişmanlığı yaşayarak demokrasi ve adalet arayışı içerisinde olan yüz binlerce insanın aktığı ve buluştuğu noktada, o Maltepe mitingi, Adalet ve Kalkınma Partisini gerçekten bu olağanüstü hâli uzatmaya ve toplumsal kalkışın önüne set çekmeye yönelik bir tedbir olarak görüldü.
Boşuna uzatmıyorsunuz, çünkü gazetecilerin özgürce yazamadığı bir dünyayı yarattınız olağanüstü hâl koşullarında. Gazetecileri tutukladınız ve Ahmet Şık gibi geçmişte "Dokunan Yanar", "İmamın Ordusu" kitaplarını yazan bir arkadaşımızı FETÖ'cü ilan ederek tutukladınız. Adana'dan yetişmiş, Antalya'da ikamet eden ve iletişim konusunda eğitim gören sosyalist düşüncede bir arkadaşımızı siz FETÖ'cü yaptınız. Kadri Gürsel'i FETÖ'cü yaptınız. Hayatında hiç siyasi yazı yazmamış, bilişim konusunda uzman ve bilgisayar konusunda çok yetenekli ve Cumhuriyet'in teknik anlamda yazılarını yazan Hakan Kara arkadaşımı, kardeşimi, İzmir'den otuz yıldır tanıdığım kardeşimi, siyasi yazı yazmamış bir insanı FETÖ'cü ilan ettiniz. Siz Gökmen Ulu'yu, Mediha kardeşimizi FETÖ'cü ilan ettiniz, cezaevine attınız. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: "İki kişinin basın kartı var." İçeride olanlar, cezaevinde bulunanların bir kısmı bankamatik soyguncusu, bir kısmı değişik suçlardan yatıyor deniliyor.
Ben basın kartları komisyonunda görev görmüş, altı yıl boyunca görev görmüş bir arkadaşınızım. Türkiye Gazeteciler Federasyonu ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olmam sıfatıyla o komisyonda bulunmuş bir arkadaşınızım. O arkadaşların neredeyse tamamının basın kartı var idi arkadaşlar. Cezaevine girdiğinde bu kartları Genel Müdürlük tarafından, Basın-Yayın Genel Müdürlüğü tarafından yok edildi. Siz önce basın kartını yok eden, sonra da "Basın kartı yok." diyen bir iktidar oldunuz ve komisyonu lağvettiniz, komisyonu dağıttınız, yetkinin tamamını devlete verdiniz. Devletin gazetecilere bir kimlik olarak verdiği sarı basın kartını, var olan o hakkı, komisyonun verdiği kartları bile ellerinden aldınız arkadaşlarımızın. Sürekli basın kartı sahibi olan arkadaşlarımız var ve cezaevine girdiklerinde sürekli basın kartları iptal edildi. Bir dava açamıyorlar, bir hak arayışı içinde olamıyorlar ve içeride oldukları için de kendilerini ifade edemiyorlar ve o arkadaşlarımızın hakkını olağanüstü hâl koşullarında mahkeme açamama gibi bir kuralı da getirerek yok ettiniz.
Olağanüstü hâl sadece özgürlükleri yok etmiyor elbette, ekonomiyi de yok ediyor. Almanya'ya bizim ihracatımızın 2016 yılında -tam tamamına rakam söyleyeyim- 13 milyar 163 milyon olduğunu ve en çok ihracatımızın Almanya'ya olduğunu, yine turizm açısından 2016 yılında 2 milyon 714 bin 861 turistin Türkiye'ye Almanya'dan geldiğini ve Alman turistlerin Antalya'daki her şey dâhil sistemi içerisinde değil para harcayan turist olduğunu da göz önüne aldığımızda 2016 yılındaki o verilerin Türkiye ölçeğinde 2017'de olmadığını göreceksiniz. Bunun nedeni olağanüstü hâldir. Buna rağmen, 2016 yılında Antalya'da, sadece, turizmin başkenti olan Antalya'da 4,7 milyon turist kaybı söz konusudur. Siz aslında bu Türkiye'ye kötülük yapıyorsunuz. Ekonomiyi geliştirmelisiniz, turizmi çoğaltmalısınız ve bu olağanüstü hâl koşulları içerisinde bunun mümkün olmadığını da çok açık ve net görmelisiniz. Almanya'da yaşayan ve turizmle uğraşan bir arkadaşım var, kendisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından ne yazık ki Alman vatandaşlığına geçmiş, o yanını tasvip etmiyorum ama Türkçe konuştuğu için kendisiyle konuştum, "Türkiye turizm açısından nasıl kalkınır, nasıl gelişir ve nasıl turist çeker; nasıl turizmi artırabiliriz, nasıl turist çekeriz?" dediğimde "Türkiye artık olağanüstü hâl koşullarında ve terör bölgesi olarak ilan edilen bir ülke olduğu için Alman turistin asla gelmediği bir ülke hâline gelecektir." dedi.
Sevgili arkadaşlar, bu ülkeyi seviyorsanız ekonomik milliyetçilik yapın. Bu ülkeye karşı bir duyarlılığınız varsa milliyetçiliğiniz Türkiye'nin kalkınması yolunda olsun. Eğer insanları ayrıştırarak, ötekileştirerek ve insan hak ve özgürlüklerini yok ederek olağanüstü hâl koşullarında devam etmek istiyorsanız buyurun, devam edin ama bu yol çıkmaz bir yoldur.
Bakın, ben aynı zamanda KİT Komisyonunda üye olan, görev yapan bir arkadaşınızım. O kadar büyük haksızlık yapılıyor ki milyonların buluştuğu Maltepe mitingini TRT haber yapmıyor. TRT'nin başında kim var? Ne yazık ki devlet açısından on iki yıllık kanuni hakkını doldurmamış bir genç arkadaş var, İbrahim Eren. Bu İbrahim Eren'in geçen yıl genel müdür yapılacağını ben ifade etmiştim komisyonda. Evet, zamanın Genel Müdürü Şenol Göka'ya demiştim ki: "Aslında TRT'yi sen yönetmiyorsun, senin Genel Müdür Yardımcın İbrahim Eren yönetiyor çünkü direkt AKP'ye bağlı ve direkt emir komuta zinciri onda." Şimdi emir komuta zinciri işin başına geçti. Elbette TRT bize yer vermeyecek, elbette TRT bizim mitingimizi küçümseyecek, elbette bizim aleyhimizde olacak, bundan doğalı yok ama şunu söylemek istiyorum: O TRT yine yüzde 85'lik payını Türkiye'de yaşayan tüm halkımızın elektrik ve bandrol giderlerinden alıyor yani yüzde 100'ünden alıyor ve ne yazık ki -sizin söyleminizle söyleyeyim, sizin verdiğiniz rakamla söyleyeyim- belli bir kesimi mutlu eden bir yayıncılık yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ATİLA SERTEL (Devamla) - Bu haksızlıklar bitmelidir arkadaşlar ama önce olağanüstü hâl bitsin.
Saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun. (CHP sıralarından alkışlar)