| Konu: | 24 Aralık 2016 tarihinde yazılı aşaması yapılan avukatlar için adli yargı hâkim ve savcı adaylığı ile idari yargı hâkim adaylığı sınavının sonuçlarını etkilediği iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/15) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 24.05.2017 |
HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargı Türkiye'de hep bir sorun alanı olarak yaşanmıştır, hep bir sorun alanı olmuştur, derin bir sorun alanı olmuştur. Bugün de yine yargıyı tartışıyoruz Sayın Bakan hakkında verilen gensoru dolayısıyla.
Türkiye Cumhuriyeti'nin başından itibaren alacak olursak köşe taşlarını şöyle belirlemek mümkün: İstiklal mahkemeleri ve oradaki yargılamalar, ardından -yıl dönümü yaklaşıyor 1960, 27 Mayıs darbesinin- Yassıada yargılamaları, sonra sıkıyönetim mahkemeleri, ardından DGM'ler, sonra özel yetkili mahkemeler; bunların hepsi adaleti mahveden uygulamalardı, kurumlardı. Bunların ardındaki zihniyet, siyasi rakipleri ve muhalifleri yargıyı kullanarak tasfiye etmekti.
Bugün istiklal mahkemelerindeki yargılamaların, Yassıada yargılamalarının, sıkıyönetim yargılamalarının, DGM'lerdeki yargılamaların adil olduğunu kim söyleyebilir? Orada yapılan şey, apaçık yargıyı iktidarın bir tasfiye ve sindirme aracı olarak kullanmaktı. Yakın zamanlarda özel yetkili mahkemeler tecrübesini de yaşadık; özel yetkili mahkemelerde de aynı anlayış hâkimdi. Bu mahkemelere vücut veren zihniyet yine muhalifleri, farklı olanları, iktidarı rahatsız edenleri keyfî bir biçimde cezalandırmak ve siyasal alandan tasfiye etmekti. Şimdi geldiğimiz yer AKP mahkemeleridir. Evet, artık 2014'ten beri adım adım kurulan sistem bir parti yargısı sistemidir. Maalesef bu sistemi kuranlar da geçmişte bu saydığım bütün örneklerden şikâyet etmiş bir tabandan geliyor. İstiklal mahkemelerinin yaptığı yargılamalardan canları yananları sahiplenmiş gelenek de bu partinin tabanında var. Yassıada yargılamalarına karşı çıkanlar arasında yine bu partiye oy, gönül ve destek veren, AKP'ye oy, gönül ve destek veren geniş bir kitle var. Sıkıyönetim mahkemelerinde de -12 Eylül sonrası, 12 Mart sonrası- DGM'lerde de yine pek çok kesim adaletsizce, haksızca yargılandı ama aynı zamanda muhafazakâr sosyolojiden insanların da canının yandığı ve onların da şikâyetçi olduğu uygulamalardı.
Peki, bugün AKP ne yapıyor? Bütün bu saydığım örneklerde adaletsizliğe itiraz ettiğini söylemiş, bunları çeşitli vesilelerle mahkûm etmiş bu parti, bu partinin hükûmetleri neler yapıyor? Aynı zihniyeti güçlendirerek devam ettiriyorlar. Yargıya talimatlar veriliyor hem de apaçık, gizlemeye gerek görmeden. Mesela sadece Cumhurbaşkanının dokunulmazlıklarla ilgili konuşmalarını hatırlayalım: "Dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır." dedi, meydanlarda bunu ısrarla, sürekli söyledi; ardından AKP Grubu Mecliste harekete geçti, Anayasa değişikliği hazırladı. Bu Anayasa değişikliğiyle yine kanunsuz bir biçimde dokunulmazlıklarımız kaldırıldı. O dokunulmazlıkların kaldırılmasından sonra yine Cumhurbaşkanı meydanlarda partimizi hedef göstermeye devam etti.
Şimdi, Sevgili Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş hakkındaki fezlekelerin hazırlanma tarihini sizlere buradan hatırlatayım. Toplam 96 fezleke var hakkında. Bunların tamamı siyasi çalışmalardan, konuşmalardan, sözlerden hareketle hazırlanmış fezlekeler ve bunlara dayanan davalar var. Fezlekelerin, bu 96 fezlekenin yaklaşık yarısı, 46'sı 28 Temmuz 2015 sonrasında hazırlanmış. Yani mayıs ayında dokunulmazlıklar tartışılmaya başlanıyor çünkü süreç bitiriliyor; sonra meydanlarda, seçim çalışmaları sırasında partimiz yine Cumhurbaşkanı tarafından hedef gösteriliyor; ardından da fezlekeler hızla hazırlanmaya başlanıyor. 15 adet fezleke Anayasa değişikliğinin burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında hazırlanıyor, hatta 1 fezleke oylama günü hazırlanıyor apar topar yetiştirilsin diye. Diğer fezlekelerde de durum farklı değil. Savcılar talimat üzerine, açık talimatlar üzerine -kapalı talimatları artık sizlerin değerlendirmesine bırakıyoruz- bu fezlekeleri hazırladılar, şimdi de yargılamaları bu keyfîlikle sürdürüyorlar.
Bakın, olağanüstü hâl ilan edildi. Hangi gerekçeyle? 15 Temmuz darbe girişimini ve etkilerini bertaraf etmek gerekçesiyle yani darbe girişimiyle mücadele etmek gibi bir gerekçeyle ilan edildi. Fakat olağanüstü hâl hukukun sıfırlanmasının bir fırsatına çevrildi. O günden bugüne hukuk yok. Daha önce hukuk belki iyi kötü, eksik gedik bir şekilde uygulanıyordu; büyük adaletsizlikler yine vardı, büyük eleştiriler, rahatsızlıklar, huzursuzluklar yine vardı ama hukuk bitmemişti diyebileceğimiz bazı örnekler de yaşanabiliyordu. Oysa 15 Temmuzdan sonra ilan edilen olağanüstü hâlle birlikte hukuk sıfırlandı. Türkiye'de yargı her zaman büyük sorundu fakat son iki yılda artık sorun olmaktan çıktı. Neden? Çünkü yargı kalmadı. Yargı, yargı olmaktan çıktığı için ortada yargı sorunu yok, ortada siyasal iktidarın her türlü aracı kendi istediği şekilde kullandığı keyfî bir düzen var ve bu düzenin Adalet Bakanı olmanın da nasıl bir duygu yarattığını Sayın Bakan bir kez daha biraz sonra bizlere buradan anlatacaklar ama şu sorulara da cevap vererek anlatsınlar:
Yaklaşık 5 bin hâkim ve savcı görevden alındı diye... Yok, 5 bin değil, sayılarını da bilmiyoruz ama dörtte 1'ine yakını, yüzde 23,4'ü galiba ihraç edildi. Gerekçeler yok, yargı yolu açık değil, savunmalar alınmadı. Bunların cemaate mensup oldukları ve darbeyle ilişkili bulundukları gibi bir gerekçe gösterildi ihraçlarda. Şimdi, eğer, siz kanun hükmünde kararnameyle keyfî bir şekilde, denetimsiz bir şekilde hâkimleri açığa alabiliyorsanız; hangi hâkim bu kararnameyi çıkarma yetkisine sahip siyasi iktidarın istediğine aykırı karar verebilir? Veremiyor zaten. Mesela İdris Baluken arkadaşımız keyfî olarak gözaltına alındı, tutuklandı, bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi. Tahliye kararını veren mahkemenin hâkimi kısa bir süre sonra Ankara'ya sürgün edildi. Yine şanslıymış çünkü ihraç edilebilirdi, tutuklanabilirdi. Şimdi, hangi hâkim tahliye kararı verdiğinde korkusuz, kaygısız hareket edecek?
Devam ediyoruz, cemaatle bağlantılı veya cemaat üyesi olduğunu iddia ettiğiniz hâkimleri görevden aldınız, ihraç ettiniz; kamudan da 100 bini aşkın insan görevlerinden edildi, işlerinden, ekmeklerinden edildi. Bunu açıklamak ve savunmak için iktidar temsilcileri sık sık Doğu Almanya örneğini veriyor; 1990'dan sonra Doğu Bloku ülkelerinde de benzer tasfiyelerin yapıldığını söylüyorlar. Doğru, oralarda da yapıldı, sadece oralarda değil darbe sonrası, darbe yönetimi sonrası Arjantin'de, Şili'de başka benzer ülkelerde de yapıldı ama oralarda yapılan çok önemli bir şey var Sayın Bakan: Yöneticiler öncelikle görevden alındı, yöneticiler öncelikle yargılandı, hatta esas olarak yöneticiler yargılandı. Şimdi, biz size soruyoruz: Son on beş yılı iktidar olarak geçiren bir partisiniz, bütün tasfiye ettiğiniz kamu görevlilerinin -hâkimler, savcılar dâhil- atanmasında bakanlarınızın imzası var, Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının imzası var; bürokrasiyi yönetme yetkisi sizlerde ama bu kadar insanı ihraç ederken onları alanlara tek bir dava açılmaz mı? Vazgeçtik davadan tek bir soruşturma açılmaz mı? Hadi soruşturma açmadınız, ya doğru dürüst bir özür, bir öz eleştiri yapmak da mı o kadar zor? "Kandırıldık." deyip bu işin içinden sıyrılmak mümkün mü sanıyorsunuz? Kamu vicdanı, toplum vicdanı bu pişkinliği elbette görüyor ve elbette mahkûm ediyor. Belki iktidarın baskı araçlarıyla şimdi insanların tepkisini engelleyebilirsiniz ama pek çok örnekte gördüğümüz gibi, zulüm politikalarını uygulayanlar er ya da geç mutlaka bu fiillerinden dolayı hesap vermek zorunda kalırlar.
Yine, yakın tarihe bakın işte yıllarca cemaat yargıyı kontrol etti, tabii ki asıl siyasi sorumluluk AKP hükûmetlerindeydi ama fiilen cemaat yargıyı belirliyordu. Onların o dönem tasfiye etmek istedikleri kesimlere karşı kullandıkları bütün yöntemler, şimdi onlara karşı kullanılıyor. Daha önce "müesses nizam" dediğimiz, "vesayet sistemi" de dediğimiz dönemde...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda çok uğultu var. Lütfen hatibi dinleyelim.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - ...yargıyı istedikleri gibi kullananlar; mesela sizlerin çok şikâyet ettiği 367 kararını çıkaran, mesela AKP'ye kapatma davası açan, mesela şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan'a mahkûmiyet kararı veren, siyaseten yasaklayan o yargı organlarını belirleyebiliyorlardı, o yöntemleri kullanılıyorlardı. Fakat sonra cemaat geldi yargıya, onlara karşı o yöntemleri kullandı. Cemaatin de yanına kâr kalmadı. Ardından, şimdi aynı yöntemler cemaate karşı da kullanılıyor. Defalarca burada sizleri uyardım, bu yöntemler yarın öbür gün size karşı da kullanılır. Aslolan zulüm döngüsünü kırmaktır. Bir önceki dönemin zulüm yöntemlerini ve zihniyetini kullanan her iktidar, eninde sonunda aynı yöntemlerle yargılanmak zorunda kalmıştır, hesap vermek zorunda kalmıştır.
Şimdi, tutuklama gerekçelerinin hangisini sayayım, hangi absürtlükleri? Bunca yıl hukuk hocalığı yaptım, yargı alanında da çalıştım, pek çok iddianame de inceledim ama açık söylüyorum, bu dönemdeki kadar keyfî, bu dönemdeki kadar pervasız bir tutum görmedim.
Dün açlık grevi yapan 2 insanın tutuklanması için gösterilen gerekçeyi okudunuz mu? O insanlar gözaltına alınırken yapılanları içlerine sindiriyor mu buradaki insanlar? Ne istiyorlar? İşlerini istiyorlar. İşlerini isteyen insanlara "terörist" diyorsunuz. Bakın, bugün herkes herkesi terörist ilan edebilir. Tekrar tekrar hatırlatıyorum, bugün sizin terörist ilan ettikleriniz yarın çoğunluğu elde ettiğinde sizleri de terörist ilan ederler, sizler de bugün uyguladığınız hukuk ve yöntemlerle yargılanırsınız. Yargılandığınızda itiraz etme hakkınız olmayacaktır sizin. Hiçbir zulüm düzeni ilelebet devam edemez, etmemiştir, etmeyecektir. Dolayısıyla, bugünün zalimleri -öyle bir sözü vardır bir düşünürün- mutlaka başka zamanın zalimleri tarafından yargılanırlar. Bizim istediğimiz bu değildir. Biz zulüm döngüsünün kırılmasını istiyoruz. Bir zulüm döneminin ardından başkalarının yine devrisabık yaparak zulüm yöntemleri kullanacağı bir Türkiye istemiyoruz biz; hukuk devletinin, demokrasinin, eşitliğin, adaletin egemen olduğu bir ülke istiyoruz, bir toplum istiyoruz. Zulüm döngüsünün her zaman karşısında olduk, yine karşısında olacağız. Zulüm döngüsünü kırmaya yanaşmayan, tam tersine bunu fırsat olarak kullanan her yönetim, o çarkın dişlilerine mutlaka takılacaktır. Tekrar tekrar bu uyarıyı yapmak zorundayım.
Şimdi bir iki örnek daha: Mesela, bir savcı var Diyarbakır'da, Kurtça Eker; 17 Ocak 2015'te atanıyor, sonra 2016 Haziranında yani dokunulmazlıkların burada kaldırıldığı tarihten bir ay sonra Başsavcı Vekili oluyor. Eş Genel Başkanımız Demirtaş, Milletvekillerimiz Gülser Yıldırım, Çağlar Demirel, Meral Danış Beştaş'ın tutuklu olduğu dosyaların iddianamesini hazırlayan bu savcı. Bu savcı, bir de son olarak yargılamaların yürütüldüğü dosyalara "Bakın, haklarında yeni fezlekeler geldi, bunları da dikkate alın." gibi bir işlem yaptı keyfîce. Sayın Şamil Tayyar bu salonda mı bilmiyorum, defalarca söyledi "İsyan ediyorum." dedi. Bu savcıyı Antep'ten Diyarbakır'a tayin ettiler. Bizi dinlemiyorsunuz, milletvekillerinizi dinleyin.
Bir de hatırlatayım: Muhaliflere öyle en cevval biçimde saldıranların, sonunda, başka bağlantıları olduğu ortaya çıktı. İşte size son örnek: Ege Üniversitesi Rektörü. Sıkı Erdoğancıydı, sıkı tasfiyeciydi; şimdi tasfiye edildi.
Bugün burada bağırıp çağıranlar, en militan görünenler "Haydi muhalefeti ezelim, boş verin hukuku, adaleti." diyenler korkarım ki içlerinde koca bir suçluluk korkusuyla hareket ediyorlar. Bu konuda da sizi uyarıyoruz: Yarın öbür gün "Aldatıldık." demeyin yine çünkü bu aldatılmalar kişisel sonuç doğurmuyor, bu ülkede adaleti katlediyor. Adaleti katleden her uygulama bu ülkenin toplumsal barışına, huzuruna ve geleceğine dinamit yerleştiriyor. Dolayısıyla "Olağanüstü hâl huzur getirene kadar devam edecek." diyorsunuz; bu, çok kötü, çok tehlikeli bir anlayış. Onun yerine şunu söyleyin: Derhâl olağanüstü hâl bitsin. Gelin bu zulüm döngüsünü kıracak bütün icraatları, düzenlemeleri bu Mecliste demokratik müzakere ve tartışmayla yapalım. En kısa zamanda bu ülkeyi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Bir dakika daha rica ediyorum.
BAŞKAN - Buyurun tamamlayın.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - ...bu ülkeyi bir an önce bu yıkım, bu adaletsiz döngüden, girdaptan çıkaralım.
Yine, bitirmeden bir şey hatırlatmak istiyorum, Latin Amerika ülkelerinde adaletsizliği ve keyfîliği anlatmak için bir deyim kullanılır: "Dostlara adil davranılır, düşmana kanun uygulanır." Şimdi, bu anlayışı uygulayan diktatörlerin hepsi yargılandı söyleyeyim size. Hayat gösteriyor ki bu anlayışa dayanan bir sistem, dışlanan ve haksızlığa maruz kalan toplumsal kesimlerde derin bir öfke yaratır, siyasal gerilimi ve kutuplaşmayı derinleştirir. Bu yöntemleri kullananlar gün gelir bu yöntemlerin kurbanı olurlar.
Son olarak, Hazreti Ali'den bir deyiş: "Haksızlık karşısında eğilmeyiniz zira hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz."
Saygılarımla efendim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)