| Konu: | Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda ve Bir Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 93 |
| Tarih: | 17.05.2017 |
CHP GRUBU ADINA ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Ancak teklif üzerinde konuşmaya başlamadan önce, büyük Çerkez sürgününün ve emperyal oyunlarla vatan kaybeden tüm halkların acılarını yüreğimizde hissettiğimizi ve bu acıları çekenlerin huzurunda da saygıyla eğildiğimizi belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bugünkü kanun görüşmelerine size çarpıcı gelecek bir cümleyle başlamak istiyorum: Sizi belki şaşırtacak ama şu anda biz 475 sıra sayılı Teklif'in görüşmelerine başlarken aslında görevimizi ihmal ediyoruz. Bizim, Anayasa'nın öngördüğü çok önemli bir görevimiz daha var. Birazcık detaylandırarak anlatmak zorundayım, çünkü tarihe not düşmek zorundayım.
Biliyorsunuz, ülkemiz 15 Temmuz 2016'dan beri olağanüstü durumlar yaşıyor. Olağan dışı durumlarda olağan hukuk sistemlerinin yeterli olmayacağını biliyoruz. Özellikle de rejimin karşı karşıya kaldığı tehditlerin bertaraf edilebilmesi için olağan dışı yöntemlere başvurma gereksinimi duyulabileceğini sadece biz değil, bütün demokratik ülkeler anayasalarına yerleştirmek suretiyle kabul ediyorlar. Yani olağanüstü yönetimlere neden olan olaylar karşısında ivedi önlem ve kararlar alınmasına olanak veren olağan dışı yöntemler uygulanabileceğini baştan kabul ediyoruz. Ancak unutulmaması gereken husus, olağan dışı durumlarda uygulanan yöntemlerin de demokratik anayasal düzenin korunması, kişi hak ve özgürlüklerinin sürdürülebilir bir şekilde korunması için yapıldığıdır. Yani biz bu yöntemleri Anayasa'mızı korumak, kişi hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak için uyguluyoruz. Bunun geçici bir dönem olduğunu, bu geçici dönem sonucunda da yeniden normal düzene geçeceğimizi varsayarak yapıyoruz.
Değerli arkadaşlar, olağanüstü dönemlerin amacı anayasal düzeni korumak ve savunmak olduğuna göre, olağanüstü yönetimlerin de kaynağını Anayasa'da bulan, anayasal kurallara göre yürürlüğe konulan, yasama ve yargı organlarının denetimde varlıklarını sürdüren düzenlemeler olması gerekiyor. Kısacası, denetim dışında kalan herhangi bir işlemi olağanüstü hâl durumlarında bile hiçbir anayasa kabul etmiyor; denetim içerisinde olacak. Bu nedenle, olağanüstü hâl, yürütme organına önemli yetkiler vermenin, hak ve özgürlükleri de önemli ölçüde kısıtlamanın bir mantığı olmuş oluyor ve sonuçta bu rejim, hukuki bir rejim; altını çiziyoruz. Bu hukuki rejim kaynağını da Anayasa'dan aldığına göre, bizim buradaki uygulamalarımızın Anayasa'ya ve İç Tüzük'ümüze uygun olması gerekiyor. Hâlen yürürlükte olan Anayasa'mızın 121'inci maddesinin üçüncü fıkrasında -olduğu gibi okumak için kâğıdı elime aldım- diyor ki: "Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce onaylanmasına ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir." Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 128'inci maddesi ne diyor? "Anayasanın 121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve İçtüzüğün kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre ancak, komisyonlarda ve Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle, kanun tasarı ve tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içerisinde görüşülür ve karara bağlanır." diyor. Komisyonlarda da bu en geç yirmi gün içerisinde görüşülüp karara bağlanacak, komisyonlarda yirmi gün içerisinde konuşulup karara bağlanamıyorsa doğrudan Meclis Genel Kuruluna inecek.
Değerli arkadaşlar, Anayasa'nın hükmü bu, İç Tüzük'ün hükmü de bu. Peki, bizim yaptığımız ne? Bizim yaptığımız ne? Şu anda olağanüstü hâl kararnameleriyle ilgili Meclis bütün görevlerini yerine getirdi, bitirdi mi? 24 tane kanun hükmünde kararname çıktı. 24 tane kanun hükmünde kararnamede 800'e yakın madde ihdas edildi, düzenleme yapıldı. Bu maddelerle ilgili olarak, sadece 2 kararname dışında Meclis Genel Kurulunda görüşülen, konuşulan herhangi bir şey var mı? Hani, olağanüstü yönetim usulleri, hukuku dışlayan keyfî yönetimler anlamına gelmezdi? Olağanüstü yönetimler anayasal yönetimlerdir, hukuku dışlama hakkını veya hukuku dışlama özgürlüğünü taşıyan veya bunu içeren düzenlemeler değildir. Hani, Anayasa'nın 121'inci maddesine göre OHAL'de çıkarılan kanun hükmünde kararnameler OHAL'in gerekli kıldığı konularda çıkartılırdı? Bu da Anayasa hükmü. Yani diyor ki Anayasa: "Olağanüstü hâl hâlinde kanun hükmünde kararnameler ancak olağanüstü halle ilgili olarak çıkartılabilir." Olağanüstü hâlle ilgili olmayan kararnameler, kanuni düzenlemeler olağanüstü hâl kararnamesi sayılmaz, normal kararname sayılır. Anayasa'da bu hüküm de var.
Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önceliği, bu kararnamelerin görüşülmesi. Meclis, bu kanun hükmünde kararnameleri görüşmemekle, hem İç Tüzük hem de Anayasa ihlalinde bulunuyor. Bunu net bir şekilde iddia ediyorum, bir defa daha söylüyorum.
Değerli milletvekilleri, bu durum, hem Anayasa'ya hem de İç Tüzük'e açıkça aykırılık oluşturmaktadır ve Meclis görevini açıkça ihmal etmekte, görevi ihmal suçu işlemektedir. Olayımız budur. Meclisin bu görev ihmali nedeniyle kurunun yanında yaşların da çıra gibi yanmakta olduğu, insanların ciddi anlamda artık mağduriyetlerden ölümlere yattıkları bir karmaşa söz konusu iken, bunları görüşmek, düzeltmek ve Meclis tarafından denetlemek söz konusu iken biz oturduk şu anda yeniden vergi kanunu görüşüyoruz, madenleri ne şekilde birleştirip de kimlere nasıl dağıtacağımızı konuşuyoruz. Bu, görev ihmalidir. Bunu kabul etmememiz gerekir. Anayasa'mızda o hüküm duruyorsa, İç Tüzük'ümüzde bu hüküm hâlâ duruyor ise bunların daha önce de uygulanmamış olması kesin olarak bir mazeret olmaz. Bu 813'e yakın madde düzenlemesinin içerisinde, kanun hükmündeki kararnamelerde 321'e yakını olağanüstü hâlle doğrudan ilgili değil. Öyle düzenlemeler yapılmış ki...
Örneğin üniversitelerde araştırma görevlisi kadrosunda bulunanların kadrolarının öğretim yardımcılığı kadrosuna dönüştürülmesini kanun hükmünde olağanüstü hâl kararnamesiyle yapmışız. Cazibe merkezleriyle ilgili düzenlememizi olağanüstü hâl kararnamesiyle yapmışız. İşsizlik sigortası prim borçlusu kurumların taşınmaz mallarının borçlarla takası konusunu olağanüstü hâl kararnamesiyle yapmışız. At yarışları lisanslarının Varlık Fonu'na devrini olağanüstü hâl kararnamesiyle yapmışız. Şans oyunlarına ilişkin Millî Piyango İdaresine ait lisansın Türkiye Varlık Fonu'na devredilmesini OHAL kararnamesiyle yapmışız. Ön ödemeli konut satış sözleşmeleriyle ilgili düzenlemeyi, bir daha tekrar edeyim, ön ödemeli konut satış sözleşmeleriyle ilgili düzenlemeyi olağanüstü hâl kararnamesiyle yapmışız. Kış lastiği kullanımıyla ilgili düzenlemeyi olağanüstü hâl kararnamesiyle yapmışız. Muhtarların sigorta primlerinin hazineden karşılanmasıyla ilgili düzenlemeyi OHAL kararnamesiyle yapmışız.
Değerli arkadaşlar, okusam yarım saat bunları okumam gerekiyor. Bütün bunların hepsi aslında -ona yetki alındıktan sonra tabii ki, yetkili olunması koşuluyla- olağan hâl hâlindeki kararnamelerle ya da kanunlarla yapılacak düzenlemeler ve bu düzenlemeler yapıldıktan sonra da bu düzenlemelere karşı Anayasa'ya aykırılık, hak ihlalleri, eşitsizlik vesaire gibi konularla bunların denetime de tabi tutulması gerekiyor. Olağanüstü hâl kararnameleri daha sonra da hüküm ifade edecek, gelecekte de hüküm ifade edecek konularda bu düzenlemeleri yapmak suretiyle aslında Anayasa'ya aykırı olarak düzenleniyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, olağanüstü hâl kararnamelerinde bu tür hükümlerin olmaması gerektiği konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Anayasa Mahkemesine gitti. Anayasa Mahkemesi 148'inci maddeye atıfta bulunarak dedi ki: "Olağanüstü hâl kararnameleri, usul ve şekil yönünden Anayasa'nın denetimine tabi değildir." Hâlbuki o dilekçenin içerisinde Anayasa Mahkemesinin geçmişteki içtihatlarının hepsi yer alıyordu ve şu söyleniyordu: "Olağanüstü hâl kararnamelerinde olağan hâli ilgilendiren ve gelecekte de hüküm ifade edecek düzenlemeler varsa ve bu düzenlemeler mekân, zaman, yer itibarıyla olağanüstü hâl kararnamesiyle düzenlenmeyi gerektirmiyorsa, bu takdirde bunlar olağanüstü hâl kararnamesi hükmü sayılmaz ve olağan hâl kararnameleri gibi yani normal kararnameler gibi Anayasa denetimine tabi olur." Anayasa'nın içtihadı buydu. Bununla ilgili tam 4 tane karar verilmişti geçmişte. Kararların her birisinin numaralarını burada teker teker yazdım: 1990/25, 1991/20, 1992/36, 2003/28. Bütün bu kararların hepsinde çok net bir şekilde olağanüstü hâl kararnamesi adı altında yapılan düzenlemelerin Anayasa'nın öngördüğü ve Anayasa'ya uygunluk denetimine bağlı tutmadığı olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi niteliğinde olup olmadıklarını incelemek ve bu nitelikte görmediği düzenlemeler yönünden Anayasa'ya uygunluk denetimi yapmak zorundadır, olayımız bu. Yapmadı Anayasa Mahkemesi, kabul etmedi. Ne yapacağız, zorla gırtlağını sıkacak hâlimiz yok. Kendilerine göre bir yorum çıkardılar, dar bir yorumdu; "Anayasa Mahkemesidir, oldu, bu yapılabilir." denildi. Yalnız, değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu bu son kararda yani "Benim yetkim dâhilinde değildir." dediği kararda çok önemli bir noktaya parmak bastı, dedi ki: "İdarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı denetimi dışında tutulamaz. O nedenle olağanüstü hâl kararnameleri de denetime tabidir ancak bu anayasal denetime tabi değildir, 148'inci madde gereği anayasal denetime tabi değildir."
Peki, hangi denetime tabidir? Meclisin denetimine tabidir. Hemen apar topar ertesi günü, Resmî Gazete'de yayınlandığının ertesi günü Meclise getirilmesinin nedeni de budur. Meclis bunları denetlemek zorundadır. Meclis Anayasa'ya, hukuka, eşitliklere, insan haklarına aykırı düzenlemeleri ya da olağanüstü hâl kararnamesiyle yapılmayacak düzenlemeleri denetleyip anında karar vermek zorundadır. "İdarenin hiçbir eylem ve işleminin yargı denetiminde tutulmayacağına ilişkin Anayasa hükmü ancak bu sayede yerine getirilebilir." Bunu net olarak söyledi, kararında bunu da yazdı. E, buna da şükür, bu da önemli bir olay.
E peki, Meclis ne yapıyor? Meclis aylardır bu denetim görevini yapmıyor. İşte bu nedenle Meclis görevini ihmal ediyor ve bunların, normal tekliflerin, kanun tasarılarının hepsinden öncelikli olarak görüşülmesi gerektiğini Anayasa yazarken biz bu olguyu dışlayarak başka bir kanun görüşme hakkına sahip değiliz. Bunu yapmak zorundayız, bunu yapmak zorundayız. O nedenle burada görüşeceğimiz olayların Meclis açısından görevi ihmal niteliğinde olduğu gerçeğini önümüzdeki süreç içerisinde tekrar tekrar yerine getireceğiz.
Değerli arkadaşlar, Meclisin kanunlar konusundaki bu denetim görevini yerine getirmemesine ilişkin olgusunu başka yerlerde de görüyoruz. Yaptığımız Anayasa değişikliği sırasında, biliyorsunuz, partili cumhurbaşkanlığına ilişkin düzenleme Anayasa'nın halk oylamasında kabulüyle birlikte yürürlüğe girdi, girdi. Fakat değerli arkadaşlar, anayasalar uygulama kanunları değildir. Bir anayasa hükmünün yerine getirilmesi için mutlaka uygulamaya dönük bazı hükümlerin, kanunların olması lazımdır. Şuradan hareketle bunu çok net olarak söyleyebilirsiniz: "Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hükümler bile bazı yasalarda, o iptal hükmünü verdiği zamana kadar geçerli olur. Bu süre içerisinde geçerlidir bu." denir. İşte bunun nedeni, anayasanın, anayasal kuralların, anayasal ilkelerin mutlaka bir kanun çerçevesinde uygulanması gereğindendir.
Şimdi, Anayasa'daki "Partili Cumhurbaşkanı" olgusunu yasalaştırdık, Anayasa hükmü hâline geldi, iyi. Fakat, bu arada 6271 sayılı cumhurbaşkanı seçimi hakkında bir kanunumuz var bizim, şimdiki Cumhurbaşkanımızın seçiminin yapıldığı kanun yani o kanuna göre seçildi. O kanunun 4'üncü maddesinin son fıkrası ne diyor biliyor musunuz değerli arkadaşlar: "Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin milletvekilliği düşer, partisiyle ilişiği kesilir." Bu kanun yürürlükte, bu kanun yürürlükte. Bu kanunu çiğnemenin, herkesin gözünün içine baka baka "Biz kanunları falan dinlemeyiz." demenin bir manası var mıdır? Elbette ki üst kanun alt kanun uygulamasında hangi kanunların çatışma hâlinde geçerli olacağını çok iyi biliyoruz, çatışma hâlinde hangi kanunların geçerli olacağını çok iyi biliyoruz. Kanun ile anayasa çatıştığı zaman bu olay olacak ancak anayasayı değiştirdiğiniz zaman anayasayla ilgili uygulama kanununu da değiştireceksiniz. O kanunu hiç dikkate bile almıyorsunuz, belki öncelikli olarak bu kanunla ilgili olarak gereken düzenlemeyi getirip de burada yapmak kıyamet kopsa sizlerin bir saatini alırdı. Tek madde, "4'üncü maddenin şu fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır Anayasa'daki değişiklik gereği." diyecektiniz, olay bundan ibaret. Şimdi, kanuna aykırı olarak Cumhurbaşkanını partili yaptık, Kanuna aykırı olarak yaptık. Bunu hiçbir şekilde "Canım, üst kanun, alt kanun." tartışmalarının içerisinde uluslararası hukukta savunma olanağımız yoktur, savunamayız da. Hâlâ şunu net olarak söylüyorum: Birkaç gün sonra olağanüstü kurultayınızda Cumhurbaşkanlığı veya işte Cumhurbaşkanlığı yeni sıfatları da eklenecek. Kanuna aykırı bu durumun düzeltilmesidir önceliği bu Meclisin, bu konuya da özellikle dikkatlerinizi çekmek isterim.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Maddeyi de söyleyin de uğraşmasınlar, bulamazlar.
ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) - 4'üncü maddenin son fıkrası.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu açıklamalardan sonra zorunlu olarak kanun teklifi üzerinde de birkaç şey söylemek zorundayım. Aslında bunları söylediğim zaman ben de bu görev ihmalinin kapsamına giriyorum, ben de görevimi ihmal ediyorum, bunların dışına kesin çıkmamam lazım, bunları söyleyip buradan ayrılmam gerekiyor idi. Ancak şimdi yapacağınız kanunun içerisinde eğer düzeltmezseniz Genel Kurul olarak, gelecekte şu biraz önce söylediğim Anayasa'ya aykırılıklar, İç Tüzük'e aykırılıklar, kanuna aykırılıkların yanında yeni bazı aykırılıklarla daha karşı karşıya kalacaksınız. Tasarının ilk 6 maddesiyle ilgili olarak zaten bu Meclisten daha önceden kanun çıkardık. Şimdiki düzenleme aşağı yukarı aynı düzenlemeler, sadece yararlanma süresini uzatıyoruz. O nedenle bunlarla ilgili herhangi bir karşıtlık falan sergilemedik, o kanunun çıkması sırasında gerekenlerin hepsi söylendi, tarihe not düşüldü. O nedenle bu düzenlemelerin belki de daha önceki geçirilen süreç falan nedeniyle yapılması gerekliydi, yapılıyor, buna herhangi bir karşıtlığımız yok. Ancak Plan ve Bütçe Komisyonuna teklif olarak gelen bu düzenlemelerden sonra Plan ve Bütçe Komisyonuna birden bire yağmur gibi bazı maddeler yağmaya başladı. Nereden geldiği belli değil, bizim uzmanlık alanımıza giren maddeler de değil. Maden Kanunu'nda değişiklik yapıyoruz. Diyoruz ki: Maden Kanunu'yla ilgili olarak bu kadar kapsamlı, gerçekten bizim bile havsalamızın almadığı, hukuk mantığımızın kabul etmediği, adaletsizlik yaratacak, büyük çatışmalara neden olacak, çok büyük tartışmaların konusu olabilecek bir düzenleme yapılıyorsa bunu ilgili komisyonu görüşsün ya da Plan ve Bütçe Komisyonuyla gelsin ortak toplantı yapsın. Hangi koşullarda bu kanunu değiştirebiliriz, yaptığımız hangi düzenleme hakkaniyet, adalet ilkelerine uygun olur. Kanuni olur ama hakkaniyete aykırı bir şekilde yapacağınız düzenlemenin toplumda yaratacağı infiali göz ardı edemezsiniz. Hangi durumlarda bu olur, bunlara bakmak gerekiyor. Bunlara bakamadık.
Madenlerle ilgili olarak, çok ilginç şekilde, çok özetleyerek söyleyeceğim: Belirli bir alanı Enerji Bakanlığının ilgili genel müdürlüğü maden sahası olarak belirliyor, bir saha belirleniyor. O sahanın içerisinde bir sürü maden işletmesi var. O maden işletmesiyle ilgili olarak ortaya çıkacak olan sorunları kabul ediyoruz elbette ki, sorunlar var ama dünyada bu sorunların yani yan yana sınırlar falan nedeniyle sınırlardaki maden rezervlerinin işletilmemesine ilişkin sorunların ne şekilde çözüldüğüne ilişkin de dünya kadar örnek var dünyada; bütün bunlar da var, onların çözüm yöntemleri de var. Onun yerine, "Maden sahası ilan ettiğim yerdeki bütün madenlerin hepsini birleştiririm." diyor. Güzel, birleştirir. "Ve orada madeni olanlara da rezervi ölçüsünde pay veririm. Onların kuracağı bir şirket işletir bunların hepsini." Şimdi, maden işletmecisi olmayan bir insana bu mantıklı gelir, bana da gelir. Mesela bana, özellikle Cebeci taş ocaklarının kapatılacağı veya orada düzenleme yapılacağı söylenince ben heyecanlanırım. Defterdarlığım döneminde oradaki taş ocaklarını, Kemerburgaz'daki kömür ocaklarını, Şile'deki kum ocaklarını denetleyeceğim diye benim canım çıktı; geçecek yol bırakmazdık, tarlalardan geçerlerdi insanlar. İstanbul'daki o vahşi yapılaşmanın bütün bedelini Trakya ödedi. Arazi bırakmadılar, kum bırakmadılar, taş ocakları neredeyse 200 metrelere, 300 metrelere inmeye başladı.
Şimdi, tabii, büyük sorun yaratıyor, onları birleştirmek... İyi, birleştirin kardeşim. Ama, artık burada hiç değilse İstanbul'un göbeğinde, Gaziosmanpaşa'da, Sultanbeyli'nin hemen yanında, Ömerli Barajı'nın hemen dibindeki taş ocaklarını artık durdurun. Büyük projeleriniz geliyor, o büyük projelerden çıkacak hafriyatın döküleceği yerler gerekiyor; götürün, oraları onlarla doldurun, yeniden ağaçlandırın. Ve Türkiye'nin bu agrega olayını da başka bir şekilde çözelim artık yani. Anadolu'da kuş uçmaz, kervan geçmez kayalıklardan geçilmiyor. Bütün bunların hepsini tartışmak var... Hayır, bunlara falan hiç gerek yok, ne yapacağız? Bunu yapacağız. Fakat, orada küçücük madeni olan insanlar veya belirli orta ölçekte olanların geride ciddi anlamda fabrikaları var onları işledikleri. Oradan sonra o insanlar başka bir şirketten, kendilerinin de ortak olduğu bu şirketten bu malzemeleri alacaklar. Bunlar benim tartışacağım konular değil, benim sorun olarak dile getireceğim konular olur; ne madenciyim ne de bir madenciyle ilişkim var, herhangi bir maden işletmesi de söz konusu değil. Bu koşullar altında bunu değerlendirmek gerekirken böyle bir düzenleme yapıyoruz. Ancak, o düzenlenen maddenin (3)'üncü fıkrası tüylerimi diken diken ediyor: Herhangi bir yerde birileri -çoğul olarak kullanılıyor, ben biri olarak diyorum, o 1 kişi de geçerli olur o yazıma göre- o maden bölgesindeki rezervlerin yüzde 50'sine sahip olursa veya 2 kişi birisinin yüzde 45, birisinin yüzde 6 varsa, 2 kişi sahip olursa diğerleri onlarla ortaklık kurmaya razı olmadıkları zaman orası maden bölgesi ilan ediliyor ve bu yüzde 51 hisseye sahip olanlar diğer madenleri genel müdürlük tarafından belirlenecek bedel üzerinden alıyor. "Oraya yapılmış olan yatırım..." falan filan diyor. Bunlarla ilgili ilkelere ilişkin kanunda bir şey yok, her şeyi yönetmeliğe bırakıyorsunuz, "Yönetmelikte yazacağız bunları." deniliyor. Yönetmelik denilen olay, mutlaka kanuna dayanır. Aradan tüzüğü çıkardık, o boşluğu gelecekte çok ağır olarak ödeyeceğiz. Anayasa değişikliği sırasında tüzük çıktı, yönetmelik duruyor. Kanundan direkt yönetmeliğe geçeceğiz şimdi ama kanundaki hangi hüküm nedeniyle yönetmelik hükümleri düzenlenecek o yok ortalıkta. Bütün bunların hepsi gelecekte sorunların yuvarlana yuvarlana büyüyerek geleceğini gösteriyor. Sadece uyarıyorum, bu maddenin bu tasarı içerisinde yer almaması gerekir diyorum.
Değerli arkadaşlar, bizim kamuyla iş yapanlarla ilgili bir temel zorunluluğumuz vardır, teminat. Herkes her işe atlamasın, herkes her işe burnunu sokmasın, herkes yapılacak olan bir ihaleyi zayi etmesin veya bozmasın diye o işe katılacaklarda ciddiyet sağlama adına kamu bir teminat ister, teminat ister. Bu teminatın ne anlama geldiğini herkes bilir.
Şimdi, Enerji Piyasasından daha önceden belirli konularda teminatını ödeyerek belirli izinleri almış ve ondan sonraki işlemlerini devam ettirenler, bir süre sonra o işi aldıktan sonra bunu yapamayacaklarını görmüşler. Bu yapamama nedeni mücbir sebeplere dayanıyorsa, Enerji Piyasası Kurumunun zaten yetkisi içerisinde olan herhangi bir konuysa bunlarla ilgili bir düzenleme yapmaya gerek yok, o insanların teminatı iade edilir ama belki de farklı nedenlerle -ne olduğunu burada söyleyemeyiz- "Ben bu işten vazgeçtim, ben bu işten para kazanacağımı zannediyordum ama bu iş para etmiyormuş kardeşim, ben bundan vazgeçiyorum." diyecek, şimdi yaptığınız düzenlemeye göre o teminatlarını iade edeceğiz. Yapamazsınız, devlet ciddiyet gerektirir. Ondan sonra oralara gelip de sürekli olarak teklif verenlerin veya aynı durumda olan diğer insanların durumunu nasıl mukayese ederek "Onlara yaptınız da bize yapmadınız." diyenlere yanıt vereceksiniz? Yani böyle bir kanunun bu Meclisten çıkmasına tahammül edebilir misiniz, olur mu böyle bir olay?
Değerli arkadaşlar, olmak üzere; sadece dikkatinizi çekiyorum. Bu konu görüşülmedi, yönetmelikte hangi şekiller olduğu bilinmiyor, ne yapılacağı bilinmiyor. Birilerinin bir inat uğruna... Biraz önce konuşmacılardan, değerli arkadaşlarımdan bir tanesi "Karadeniz'in dağlarında ruhsatları alıp oralarda kazıya başlamadılar, şimdi teminatlarını alıyor." diyorlar. Oralardaki o kazılardan vazgeçildiyse biz üstüne bir teminat daha veririz onların, yeter ki onlardan vazgeçilsin. Bu, ayrı bir olay. O durumlarda bundan vazgeçilir ama bunun altında farklı bir şeyler var gibi geliyor. Bunu inceleme olanağımız yok, inceleme fırsatımız yok. Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün işlevlerimiz bitti derken son dakikada gelip giren şeyler bunlar. Bunlar olmaz.
Değerli arkadaşlar, kanun içerisinde getirilen bazı müesseselerimiz de var. Bu müesseseler konusunda Türkiye'nin sürekli olarak yenilenmelere ihtiyacının gereği olarak başka müesseselerin de eklene eklene gelmesinde büyük yararlar görüyoruz. Özellikle sürekli olarak aflar çıkartılması ve kamunun özellikle mali disipliniyle ilgili kurtuluşun bu aflara bağlanacak olması eski bir maliyeci olarak bizleri üzer. Son uygulamalar sırasındaki bazı rakamlar beni ciddi anlamda tedirgin etmeye başladı. Bütçe açıklarımız, daha doğrusu nakit açığımız, bütçe açığımız, faiz dışı açığımız büyük bir hızla büyümeye başladı. Yılın ilk dört ayında neredeyse geçen yılın tamamının açığından fazlasına ulaştık, ulaştık. Almamız gereken önlemler var, almamız gereken çok önemli önlemler var. Bunlarla ilgili birazcık uzun süreli çalışmaya da ihtiyacımız var. Sorunlara inip özellikle yabancı sermaye de dâhil olmak üzere şu andaki borçlanmamızı tek çıkış olarak görmediğimiz yeni bir sisteme ihtiyacımız var. Borçla, hâlâ borçla bu olayın içerisinden çıkacağımızı zannediyoruz. Bütçemizi de dışarıdan aldığımız borçla finanse ediyoruz, yatırımlarımızı da bunlarla finanse etmeye çalışıyoruz. Bu olay çıkmaz sokak. Böyle bir kanun teklifini görüşürken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Mikrofonunuzu açıyorum, sözlerinizi tamamlayınız Sayın Temizel.
ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu Kanun Teklifi üzerindeki görüşmemi bu cümleyle bitirmek istiyordum. Bizim şu anda özellikle dünyadaki gelişmeleri de göz önüne alarak borçlanmayla sürdürebileceğimiz, tüketimle ayakta tutabileceğimiz bir kalkınma projesine dayalı kalmamız kesinlikle mümkün değil. Asıl görüşmemiz gereken. düşünmemiz gereken konu da bu.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Temizel.