| Konu: | MHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 90 |
| Tarih: | 10.05.2017 |
MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Engelliler Haftası'ndayız. Maalesef bu tür sorunları ancak kendilerine tahsis edilmiş özel günlerde ya da haftalarda hatırlıyoruz. Bunun dışında genellikle bu sorunlar ve bu sorunları ağır bir şekilde yaşayan insanlar unutuluyor.
Evet, Türkiye'de engellilerle ilgili en temel sorun hak ve eşitlik temelli bir uygulamanın oluşturulmamış olmasıdır, oluşturulması yönünde de herhangi bir girişimin bulunmamasıdır. Yardım ve sadaka kültürü içinde engellilerin sorunlarının çözüleceği varsayılarak bir siyaset yürütülüyor. Bu da aslında engellilere bir yardım değil, tam tersine bir ayrımcılıktır, hatta hakarettir. Oysa engelliler, hepimiz gibi, engeli olmayanlar gibi birer yurttaştır, eşit haklara sahip olmaları gerekir, yaşamın bütün alanlarından ve bütün imkânlarından eşit muameleyle yararlanmaları lazımdır. Maalesef bu konuda büyük bir hoyratlık, büyük bir kayıtsızlık söz konusudur. Hak ve eşitlik temelli olmayan, yardım ve sadaka anlayışına dayanan hiçbir politikanın engelli yurttaşların sorunlarını çözmesi mümkün değildir.
Bakın, engellilere yönelik hoyratlığın siyasi gerekçelerle nasıl derinleştiğine dair örnekler her gün karşımıza çıkıyor. Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Kerestecioğlu söz etti, açığa alınan bir babanın 2 ağır engelli çocuğunun engelli yardımı kesildi. Burada nasıl bir vicdansızlık işlediğini tekrar tekrar bu kürsülerden, bu platformdan ve başka yerlerden dile getirmeye çalışıyoruz. Kin ve intikam temelli bütün yaklaşımlar, aynı duyguları farklı kesimlerde yaygınlaştırır. Ülkeyi kin ve intikam duygusunun hâkim olduğu bir atmosfere mahkûm eder. Bugün bu şekilde kendilerinde kin ve intikamla hareket etme hakkı bulanlar yarın aynı duygularla karşılaşabilirler. Bunu sürekli hatırlatıyorum, Anayasa değişikliği zamanında da bunları hatırlattık çünkü başka argümanın etki etme imkânı kalmadığını görüyorum. Yani makul, rasyonel, işte dünya literatüründen, uygulamalarından örneklerle anlatmak bir işe yaramıyor. Sadece belki uyarı bir parça etki eder diye umut ediyoruz. O nedenle bunları hatırlatıyoruz. Ayrıca geçmişimiz, yakın geçmişimiz hatta uzak geçmişimize de baktığımızda bir döngü, intikam ve kin döngüsünün büyük yaralar açtığını çok rahat görebiliriz. Toplumumuz bu yaraların sarılmasını sağlayacak yöntemler beklerken yaraların daha da derinleşmesine yol açan bir anlayışla karşı karşıya kalıyor.
Kanun hükmünde kararnamelerle işinden atılan insanlar arasında engelliler de var ve bunlara hangi suçların isnat edildiği de belli değil; soyut örgüt üyeliği gerekçesi yeterli görülüyor. Bunlardan bir tanesi Veli Saçılık, biliyorsunuz hayata dönüş operasyonu adı altında yapılan vahşette kolunu kaybetmişti, daha sonra engelli kontenjanından işe alındı, olağanüstü hâl döneminde kanun hükmünde kararnameyle işinden atıldı. Devletin kendi sorumlu olduğu böyle bir mağduriyetten sonra bir süre engelli kontenjanında çalışma imkânı bulan bu arkadaşımız, şimdi engeline bakılmaksızın gerekçeler de son derece keyfî bir şekilde gösterilerek işinden atılmıştır.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça kardeşlerimiz altmış üç gündür açlık grevindeler. İstedikleri şey çok basittir arkadaşlar. İstedikleri şey işlerine iade edilmektir. Kendilerinin açlıkla terbiye edilmesi için işten atıldıklarını söylüyorlar ve buna kendi cevaplarını veriyorlar. "Siz bizi açlıkla terbiye etmek istediniz, biz kendimizi açlığa yatırıyoruz." Bu, vicdanlarda hiçbir hareketlenme yaratmıyor mu? Bu iki güzel insanın gözümüzün önünde erimesine seyirci kalacak mıyız? Bizler, hepimiz ama en başta hiç şüphesiz Hükûmet, bu haksızlığın asıl sorumlusu Hükûmet mutlaka harekete geçmelidir.
Bizlere de düşenler vardır, Hükûmette olmayan partilerin milletvekillerine de düşenler vardır, daha fazla destek ve dayanışma gösterme zorunluluğumuz bulunuyor değerli arkadaşlar. Bu 2 insanımızın yarın öbür gün -şu hafta dolayısıyla söylüyorum sadece- evet, pek çok hasarla hayata devam etmeleri söz konusu olabilir bugün bitirseler bile ki bitirmeye niyetleri yok, "Sonuna kadar, işimize iade edilene kadar açlık grevini sürdüreceğiz." diyorlar. Gözlerimizin önünde bu 2 güzel insanın yok olmasına seyirci kalmak büyük bir vicdansızlıktır. Hükûmetin nasıl bu kadar vicdansız olabildiğini anlamakta bazen -çok ciddiyim- zorlanıyorum. Bunu söylediğimiz zaman da "Niye zorlanıyorsunuz? Dünya kadar vicdansızlık örneği var bu Hükûmetin yarattığı. Sizler çok naifsiniz." diyorlar bize, Hükûmeti eleştirenler, bizimle aynı fikirleri paylaşanlar. Evet, bu naifliği kaybetmemek belki insanlığımızı ayakta tutmak için yegâne imkânımızdır bugün. Naif olmaya devam edeceğiz. Sizleri bir parça naifliğe davet ediyorum, bir parça şu iktidar hesaplarının dışında, şu çıkar hesaplarının dışında düşünmeye ve davranmaya davet ediyorum. Şu kadarcık bir naiflik insanlığımızı kurtarabilir.
Şimdi, dün burada bir milletvekilimizin daha milletvekilliği düşürüldü. Büyük bir vicdansızlık, büyük bir haksızlık. Sadece vicdansızlık değil, hukuksuzluk ortada duruyor. Bakın, darbe girişiminden bu yana açığa alınan hâkim ve savcıların sayısı 4.500'ü buldu, bunların bir kısmı tutuklu. Arkadaşlarımız hakkında, mesela Nursel Aydoğan hakkında verilen mahkûmiyet kararının görüldüğü mahkemedeki, o davanın görüldüğü mahkemedeki savcı MİT tırları davası dolayısıyla ihraç edildi. 3 hâkim, o mahkeme heyetinin 3 hâkimi yine ihraç edildi, meslekten atıldı. Neden? Onların tarafsız bir yargılama yapmadıkları, başka amaçlar için yargıyı kullandıkları varsayılıyor. Bir örgüte mensubiyet böyle bir sonuç doğurur.
Yine, mesela, Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş hakkında 21 Şubat 2017 tarihinde Doğubeyazıt 2. Asliye Ceza Mahkemesinin verdiği beş aylık hapis cezası da aynı şekilde bu kararı veren hâkimin ihraç edildiği, daha geçen gün ihraç edildiği bir davadır değerli arkadaşlar. Bu dosyanın hâkimi HSYK'nın 5 Mayıs 2017 tarihli kararıyla meslekten ihraç edilmiştir.
Şimdi, bazen bu ihraçları Hükûmet sözcüleri Almanya'nın birleşmesi, Doğu Bloku'nun çökmesi sonrası uygulamalarla karşılaştırıyor, diyorlar ki: "Orada da tasfiyeler yapıldı." Birkaç kere uyardım, bu argümanı kullandım, işinize yaramaz, tam tersi sizi haksız çıkaracak çok fazla oradan örnek ve argüman türer. Size bir iki örnek vereyim: Sovyetler Birliği çöktükten sonra, hatta çökmeden önce Perestroyka zamanında, 1987-1988'den başlayarak geçmişteki adaletsiz mahkeme kararlarının iptali için süreç başlattı, 1991'de kanun çıkardı bunun için.
Şimdi, siz bu hâkimleri, savcıları atacaksınız, bunlar meslekten çıkacak ve siz onu, o kararı gerekçelendirirken kullandığınız argümanı da hiç başka alana uygulamayacaksınız yani diyeceksiniz ki: "Darbe girişimi, onları atıyoruz. Onların yargıladıkları da cezalarını çekmeye devam etsinler." Bu kadar keyfîlik olamaz, bu kadar vicdansızlık olamaz. Dün sayın Meclis başkan vekiline de ilettim, tekrar söylüyorum: Değerli arkadaşlar, eğer bu bir Hükûmet politikasıysa bunu açık söyleyin, bundan kaçmayın; söyleyin, deyin ki: "Biz elimizdeki bütün kirli imkânlarla, bütün haksız yöntemlerle sizleri tasfiye edeceğiz." Yapın bunu. Biz de buna göre kendi tavrımızı zaten takınıyoruz, politikamızı yürütüyoruz. "Yok." diyorlar, "Böyle bir politikası yok Hükûmetin." O zaman sizi uyarıyorum; eğer gerçekten yoksa böyle bir politikanız, o zaman yargı içinde sizi de tuzağa düşürmeyi hedefleyen bir oluşum var, böyle düşünmemiz gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Bir dakika daha rica ediyorum.
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Demek ki hani bu kadar haksız, adaletsiz kararları veren bir odak vardır ve 15-20 milletvekilinin, 30-40 milletvekilinin bu tür hükümlerle milletvekilliğinin düşürülmesini sağlayabilirler. Buna karşı koruma yolu Meclisin kendi iradesini göstermesidir. Haksız ve adaletsiz olduğu belli olan bu kadar açık kararlara, mahkeme kararlarına "Efendim, mevzuat böyle diyor. Ne yapalım? Burada okumak zorundayız." gibi bir gerekçeyle bu tür sonuçları bağlarsanız büyük bir vebal altında kalırsınız. Bu vebalin hesabını vermek gerektiğinde umarım sizler başkalarının adalet için size dayanışma göstermesini talep etmek zorunda kalmazsınız. Umarım yarın "Adalet, adalet!" diye bağırmak zorunda kalmazsınız. Biz onurlu bir şekilde mücadelemizi yürütüyoruz, cezaevlerindeki arkadaşlarımız da öyle. Sizler ise bu ağır yükün hesabını vermeyi asla başaramayacaksınız.
Saygılarımla efendim. (HDP sıralarından alkışlar)