| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 03.05.2017 |
YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle HDP Grubunun vermiş olduğu grup önerisiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, yaklaşık on ay önce yani dokuz ay yirmi üç gün önce bir darbe girişimi oldu. Bu darbe girişimi tüm siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, STK'ların ve halkımızın ferasetiyle ortadan kaldırıldı. Biz bu süreç ve öncesinde yaşananların AKP'ye bir ders olabileceğini hep düşündük, yanlışlarına bundan sonraki süreçte yer vermeyeceğini hep umut etmiştik ama yanıldığımızı kısa süre içinde gördük. Artık AKP'nin de Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'a göre 15 Temmuz Tanrı'nın bir lütfuydu. 246 yurttaşımızın öldürüldüğü, binlerce yurttaşımızın yaralandığı gerici darbe girişimini neden bir lütuf olarak değerlendiriyordu acaba AKP'nin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan? Bunun cevabını da AKP'nin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan vermelidir.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak 15 Temmuz darbe girişiminde sorumluluğu olanların yargılanması gerektiğini hep belirttik. Bu söylemimizin, dün olduğu gibi bugün de arkasındayız. İfademiz açık ve nettir: Yargılanmalar, insan hakları çerçevesinde ve taraf olduğumuz uluslararası hukuk kuralları içerisinde yapılmalıdır; sorumlular, bu çerçevede, yasaların gerektirdiği biçimde cezalandırılmalıdır. Ancak gelinen nokta bu değildir. AKP iktidarı bu süreci kendine göre fırsata çevirme işlemi yapmaktadır. 15 Temmuz sonrası, bir ay içinde biteceği söylenen OHAL dokuz aydır devam etmektedir.
AKP iktidarı, bütün muhalifleri susturmak üzere kurguladığı politikalarına hız verdi, ilk işleri tıpkı Nazi Almanyasında yaşandığı gibi basını sindirme harekâtıyla başladı. 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana en az 156 yayın kuruluş kapatıldı, yaklaşık 2.500 gazeteci işinden oldu. Bugüne baktığımızda Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin verilerine göre de 159 gazeteci şu anda cezaevinde. 199 ülkenin basın özgürlüğü durumuna ilişkin yayınlanan raporda, Türkiye 163'üncü sırada yer alıyor. Yine aynı raporda, Türkiye, özgür olmayan ülkeler arasında ne yazık ki yerini aldı. Bugün, dünya için Basın Özgürlüğü Günü ama ne acıdır ki bizim içinse utanç verici bir gün hâline getirildi AKP'nin yaptığı uygulamalar yüzünden.
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü vesilesiyle buradan bir kez daha sesleniyorum: 185 gündür özgürlüklerinden yoksun bıraktığınız Cumhuriyet yazarlarını, gazetecileri serbest bırakın diyor ve gerçek gazetecilerin Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nü kutluyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, darbe girişimini fırsat bilerek artan baskılar sadece içeri atılan gazeteciler ile kapatılan yayınevleriyle sınırlı değil. Savunma hakkı verilmeden, on binlerce kamu çalışanı, emekçi, akademisyen açlığa mahkûm edildi. Bakınız, 16 Temmuz 2016 tarihinden bu yana kamudan ihraç edilen personel sayısı 115.194 kişiye ulaştı; görevden alınan akademisyen sayısı 5.284, bunlardan 451'i imzacı akademisyenler. Bu ihraçlar için açıkça kullanılan terim "medeni ölüm" ya da başka bir deyişle "sivil ölüm" çünkü yapılan, açıkça bu insanların bütün geçmişleri, gelecekleri, dahası ailelerinin yaşam hakları ellerinden almaktadır. Bu insanlar hiçbir şekilde iş bulamıyorlar, ailelerinin geçimini sağlayabilecek bir uğraş içine giremiyorlar, yurt dışına çıkamıyorlar, âdeta toplum içinde tecrit ediliyorlar. Bazıları, bu düzenlemelerle uğradıklarını düşündükleri haksızlığa karşı yaşam haklarından da vazgeçiyor, toplamda 35 kişi intihar etti. Bu yüce Meclisin çatısı altında bizi korumakla yükümlü olan bir polis memuru da son KHK'yla açığa alınınca hayatına kıydı. Şimdi sorarım size: Daha sonra bu polis memurumuzun suçsuzluğu anlaşılırsa ne olacak, bunun vebalini kim taşıyacak?
Değerli milletvekilleri, ihraçların gerekçesinin ne olduğu da açıklanmıyor. Kamuoyuna yansıyan açıklamalara göre kamu kurumlarından listeler isteniyor, kurumlar bu listeleri Başbakanlığa gönderiyor. Kurum amirlerinin canı kimi istiyorsa bu listeye dâhil ediliyor. Böyle bir anlayış insanlık adına utanç vericidir.
Bakın, bir örnek vereceğim: Mersin Üniversitesinden 28 Nisan KHK'sıyla ihraç edilen Serdar Ulaş Bayraktar'ın atılmasının nedeni imzacı akademisyen olması, bir diğer deyişle PKK'yla iltisaklı olarak değerlendirilmesidir. Ulaş'ın babası 1980 yılında PKK'yla mücadelede şehit olmuş, Ulaş bir şehit çocuğu. Şimdi, siz bir şehit çocuğuna yapılacak en büyük kötülüğü yapıyorsunuz. Bu listeye onu dâhil edenlerin ellerinde somut bir kanıt var mı? Yok. Bunun gibi yüzlerce örnek verilebilir.
Değerli milletvekilleri, kurum amirlerinin insafına kalmış bir durum var, canları kimi listeye eklemek isterse onu ekliyorlar. Peki, bu, işinden, ekmeğinden olan insanların adalet arama hakları var mı? Ne yazık ki yok, son getirilen KHK'yla bu da yok edildi, bütün mahkeme yolu kapatıldı, hatta bu insanların hak aramak için ödedikleri mahkeme masrafları da üzerlerine bırakıldı. Dahası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmalarını önlemek için kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonuna sevk edildiler. Adil yargılama hakkını ortadan kaldıran, mahkemede savunma hakkı yerine sadece dosya üzerinden çalışacak bir komisyon kurma anlayışı hukuk devleti ilkesini yok eden, vicdanları kanatan bir uygulamadır. Gelin bu yanlışları düzeltmek için yüce Meclis olarak adım atalım, bu insanlara evrensel bir insan hakkı olan adil yargılanma ve savunma hakkını kullanmaları imkânını verelim, kurunun yanında yaşın da yanmasını engelleyelim.
Değerli milletvekilleri, son olarak 1 Mayısta yaşananlara da kısaca değinmek istiyorum. Bütün dünya emekçileri 1 Mayısta alanlardaydı, taleplerini dile getirdiler. 1 Mayısta ülkemizde emekçiler sıkıyönetim şartlarında alanlara çıktılar, onca engellemelere rağmen alanları doldurdular. Emekçilerin seslerini duyurmak için getirdikleri pankartlardaki "OHAL", "KHK" ve "diktatör" kelimeleri birilerince sakıncalı bulundu, makasla kesildi. Siz o kelimeleri makasla kesseniz de güneşi balçıkla sıvayamazsınız. 1 Mayısta ülkem bir polis devleti, diktatörlük görünümündeydi. Şimdi bu söylemi AKP iktidarı beğenmeyebilir ancak 1 Mayısta vapur seferlerini ve metrobüsleri iptal edip, AKM'ye mitingleri için otobüsleri bedava yapıp, mesai saatleri içinde kamu çalışanlarını mitinge götürüyorsan kusura bakma "Benim nerem diktatör?" demeyeceksin; tam bir diktatör örneğidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, emekçiler, çalışanlar dün alanlarda bu ülkede yaşananlara karşı, AKP'ye karşı taleplerini dile getirdiler, bundan sonra da elbette ki dile getireceklerdir.
Değerli milletvekilleri, OHAL koşullarında referanduma gitmeyi içine sindiren AKP'nin her türlü baskı araçlarını kullanarak referandumda "hayır" diyenleri sindirmeye, susturmaya çalışması, YSK'nın kanunu ayaklar altına alarak sağladığı desteğe rağmen istediği oranı alamaması iktidarı germeye başlamıştır. Normal kongre takvimine kadar AKP Genel Başkanlığını düşünmediğini ifade eden Cumhurbaşkanının alelacele AKP'ye üye olarak AKP'nin Cumhurbaşkanı ve 21 Mayısta AKP Genel Başkanlığına gelecek olması AKP'de işlerin iyiye gitmediğinin açık göstergesidir.
Değerli milletvekilleri, size buradan bir şey hatırlatmak isterim: 23 Mayıs 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Binali Yıldırım'a "Bin Ali" demişti. Daha bir yıl geçmeden de 21 Mayıs 2017'de Sayın Cumhurbaşkanı Binali Yıldırım'a "İn Ali" diyecek. (CHP sıralarından alkışlar) İşte, geldiğiniz ahval budur.
Anayasa teklifi görüşmelerinde bu durumu kürsüden defalarca dile getirmiştik, bu Anayasa değişikliği Türkiye'yi tek adam rejimine ve parti devletine götürecek diye uyarılarda bulunmuştuk. Tarih bizi haklı çıkarıyor, keşke çıkarmasaydı. Ama bu millet buna izin vermeyecektir, tarih de bunu elbette ki kalın harflerle yazacaktır.
Genel Kurulu saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akkaya.