GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:84
Tarih:18.04.2017

ŞENAL SARIHAN (Ankara) -Değerli Başkan, değerli yazman üyeler, değerli milletvekili arkadaşlarım, basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sevgili arkadaşlar, biraz önce, benden bir önce konuşan Ertuğrul Kürkcü yerine oturduğu zaman arkadaşlarına söylediği şu sözü duydum: "Beni milletvekilleri dinlemediler ama ben insanlığa seslendim." Ben de insanlığa seslenmek istiyorum fakat ondan önce Sayın Akçay'a da seslenmek istiyorum. Sayın Akçay'a sormak istiyorum: Acaba cezaevleri konusunda söyleyecek tek bir cümleleri yok muydu?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Var efendim, var.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Çünkü cezaevleri konusundaki önergenin aleyhine düşüncelerini açıklayacaklarını söylediler fakat bunun yerine referandumun nimetlerinden söz ettiler. Ben de bu konuda çok konuşma isteğiyle doluyum çünkü bugün günceli bu oluşturuyor ve bir hukukçu olarak benim kanaatim: Meşru olmayan bir referandum öncesini ve meşru olmayan bir referandum sonrasını yaşadık.

Yine, Ertuğrul Kürkcü, biraz önce buradaki kalabalığa seslenirken, buradaki konuşmakta olan sayın milletvekillerine seslenirken "Arkadaşlar, siyasetçiler için cezaevleri çok yakındır, dikkat edin." dedi. Hemen geçmişimdeki şu sözü anımsadım: Ben bir siyasi ceza dava avukatıyım. Bu sebeple, benim gibi siyasi cezalara özenen arkadaşlarıma derim ki: Aman ha arkadaşlar, tetikte olun, siyasi bir ceza avukatı için kürsünün iki yanı çok yakındır; ya sanık mevkisinde oturursunuz ya da avukat mevkisinde. Şimdi, düşünüyorum ve geçmişe bakıyorum: Gerçekten, bizim için de siyasetçiler için de iki yer çok yakın, cezaevleri ile şu kürsüler bize çok yakın. O sebeple değil elbette ama insanlık için cezaevlerinde neler yaşanmaktadır? Cezaevlerinde ne oluyor? Türkiye'de Anayasa değişikliği için biz uğraşırken insanlar işsizlikle mi uğraşıyorlar yoksa başka sıkıntıları mı var? Ya da cezaevlerine insanları doldurduk da, artık cezaevleri, zaten çekilemez durumda olan, zaten bir kötülük olan cezaevleri iyice yaşanamaz hâle mi geldi, bunlarla da ilgilenmek durumundayız.

Değerli arkadaşlarım, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezinin bana verdiği bilgiye göre, şu anda 34 farklı cezaevinde toplam 305 siyasi tutuklu süresiz ve dönüşümsüz açlık grevinde. Bunların 67'sini kadınlar oluşturuyor. Şakran'da 63'üncü günde ve ciddi sağlık sorunları var. Biraz önce söyledim, "Bir siyasi dava avukatıyım." dedim, bu sebeple çok iyi bilirim açlık grevleri süreçlerinin insanların yaşamlarını ne ölçüde etkilediğini; ya onları hayattan alıp götürdüğünü ya da "Wernicke-Korsakoff" denilen bir hastalık sebebiyle onları yaşayan ölüler hâline getirdiklerini bilirim. Oysa bizim Ceza İnfaz Yasamız son derece iyi değerlerle doldurulmuş olan bir yasadır ve şöyle der: "Cezaevindeki insanın yaşamının sınırı, yaşamıyla ilgili ya da temel hak ve özgürlükleriyle ilgili sınır sadece cezaları süresince onların özgürlüklerinden yoksun bırakılmasıdır. Yani cezaevi dışına gönderilmemesidir. Ama bunun dışındaki bütün temel hak ve özgürlükleri kendilerine tanınmak durumundadır." Ana kural budur. "Birleşmiş Milletler Tutuklu ve Hükümlülerle İlgili Minimum Standartlar" diye anılan metinde de aynı gerekçe vardır, insandır tutuklu ya da hükümlü ve insan olma onurunun gerektirdiği bütün haklardan yararlanmak zorundadır.

Şimdi, İnsan Hakları Derneğinin -bana vermiş olduğu- Şakran hapishanesindeki açlık grevine katılmış olan tutuklu ve hükümlülerin talepleri var, birkaçını okuyacağım. Diyorlar ki: "Ağır tecrit uygulamalarına son verilsin. Koğuşlar çok kalabalık. Yatak yeterli değil. Korkunç bir havasızlık var. 10 kişilik odalarda 20-25 kişi yatıyoruz. Havalandırmaya çıkarken 'Ayakkabı çıkart.' komutları veriliyor, bu onurumuzu kırıyor. Doktor ihtiyaçlarımız karşılanmıyor. Sosyal alanlar yasaklandı, kitaplar yasaklandı."

Yani bu arkadaşlar, bu tutuklu ve hükümlüler, bizden Anayasa değişikliği konusunda bir talepte bulunmuyorlar, onunla ilgili bir tartışma açmıyorlar ama diyorlar ki "Onurlu bir insan gibi yaşamak ihtiyacındayız, bu ihtiyacımız giderilsin."

Onlara kulak vermemek mümkün mü? Diyeceksiniz ki "Onlar siyasi tutuklular, Şakran'dakiler de sol siyasi tutuklu, ee, bize ne canım, hepsi teröristtir." Böyle diyebilirsiniz.

Ama şimdi bakalım Birleşmiş Milletler minimum standartlarına ve dönelim bizim Ceza İnfaz Yasamıza bakalım.

Orada ne diyor? Orada diyor ki "Tutuklu ve hükümlünün insan onuru her şeyin üzerindedir, ona zalimane muamelede bulunamazsınız, onun bütün haklarını korumak zorundasınız."

Bu yasaları siz yaptınız değerli arkadaşlar, bu yasaları bu Parlamento yaptı. Şimdi, biz, bu yasalara rağmen, cezaevlerindeki bu acıya kulaklarımızı tıkar ve yok sayar, bunun araştırılmasını reddedersek ya da bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun cezaevi alt komisyonuna havale edersek, cezaevi alt komisyonundan da bir sonuç almak mümkün olmayacaktır.

Değerli arkadaşlar, bu sabah İnsan Hakları Derneği Ankara şubesini ziyaret ettim. Dün bir telefon geldi, dediler ki "10 kişilik açlık grevi yapmakta olan analar sizi ziyarete gelecekler." "Kaçıncı günlerindeler?" diye sordum, yanıt verdiler. Dedim ki "Ben onların ayağına giderim. Onlar, o analar çocukları için, çocuklarının hakları için cezaevinin dışında kendilerine yeni bir cezaevi kurmuş olan analar, niye şu Türkiye Büyük Millet Meclisinin içine girmek için o kadar emek sarf etsinler, ben giderim." dedim ve bugün ziyaret ettim. Beyaz yaşmaklarını örtmüşlerdi, acıyla oturuyorlardı. Ben sıradan bir milletvekiliyim, yapabileceğim şeylerin sınırı var ama bizim yapabileceğimiz şeyler var, hepimizin güç birliğiyle, el birliğiyle yapabileceğimiz şeyler var.

Başka bir şeyden söz edeceğim size. Zamanımın da daralmakta olduğunun farkındayım. Yine birkaç gün önce bir anne aradı, önce mesaj atmış. Sonra onun avukatı bana Silivri'de sorunun ne olduğunu anlattı. Cezaevlerini İzleme Kurulu Silivri L Tipi Cezaevine gelmiş, biri İngilizce öğretmeni, biri Hava Harp Okulu öğrencisi 2 çocuk yakınmalarını söylemişler, yakınmalarını söyledikleri için bunları tecride atmışlar.

Değerli arkadaşlar, Cezaevleri İzleme Kurulları yasal olarak kurulmuş kurullardır ve bu kurulların bu dertleri dinleme, şikâyetleri dinleme, dinledikleri şikâyetleri bize iletme -bize diyorum- Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonuna dört ayda bir iletme görevleri vardır. Bu, bir hakkın aranması... Birileri görev yapıyor, birileri soru soruyor fakat birileri de yani cezaevi yönetimi de çocuklar yakınmalarını, sorunlarını anlattılar diye onları tecride alıyor.

Arkadaşlar, cezaevleri kaynıyor. İster sıkıyönetim olsun ister olağanüstü hâl olsun, biliyoruz ki böyle dönemlerde ülkemiz Türkiye 774 bin kilometrekarelik bir cezaevine dönüşür. Şimdi, bu gerçek cezaevlerine dönüp bakmazsak, oradaki hakları aramazsak burada yapacağımız konuşmaların, burada insanlar için, halk için, toplum için bir şey yaptığımız iddiasının hiçbir değeri kalmaz.

Sevgili arkadaşlar, hepinizi sorumluluğa davet ediyorum, hepinizi insan yaşamının değerine bir kez daha dikkatle bakmanızı, içerdekileri kendi çocuklarınız gibi düşünmenizi... Şu Gülten Akın'ın, yakında kaybettiğimiz Gülten Akın'ın açlık grevinde söylediği "42 Gün" şiirlerini anımsayalım. Orada şöyle bir dize vardı, "Büyü de oğlum sana baban idamlar alacak." diyordu. Şimdi, yeniden idamlar alma pazarlığına yönelme yerine, insan haklarını korumak için ayağa kalkalım.

Teşekkür ederim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)