| Konu: | Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı'yla ülke genelinde ilan edilen ve 3/1/2017 tarihli ve 1134 sayılı Kararı uyarınca devam etmekte olan olağanüstü hâlin 19/4/2017 Çarşamba günü Saat 01.00'den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına dair tezkeresi (3/931) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 84 |
| Tarih: | 18.04.2017 |
CHP GRUBU ADINA LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hâlin üç ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere huzurunuzda bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlarım.
Biz de az önce öğrendik; Tunceli'de düşen helikopterdeki 12 kardeşimizin -içlerinde asker var, polis var, mürettebat var, hâkim var- hayatlarını kaybettiklerine dair bilgiler, haber olarak artık düşmeye başladı bütün haber sitelerine.
Üzücü bir tablo, çok vahim bir tablo, bütün konuşma heyecanımızı üzerimizden alan bir tablo. Bir felaketle karşı karşıyayız. Bu tablo içerisinde hayatını kaybeden tüm kardeşlerimize, bütün hepsine Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına ve Türk ulusuna başsağlığı diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Başbakanlık tezkeresi eğer Meclisimizden geçerse, tam bir yıllık bir süre içerisinde Türkiye olağanüstü hâl koşullarında yönetilmiş bir ülke olacak. Bu ayıp da bu iktidara, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri.
Sayın Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş az önce açıklamada bulundu "Biz, samimi olarak bu olağanüstü hâlin daha erken biteceğini düşündük." diye. Ben, Sayın Numan Kurtulmuş'un ve iktidarın samimiyetine güvenmiyorum.
Sayın Numan Kurtulmuş samimi değilsiniz. Sizin bir özür borcunuz var. Siz, Başbakan Yardımcısısınız. Olağanüstü hâl konuşulmaya daha bu Meclise gelmeden önce ilk açıklamayı siz yaptınız ve üç aylık süre değil, kırk beş gün içerisinde olağanüstü hâli bitirmeyi planladığınızı ifade ettiniz. Siz nasıl plan yapıyorsunuz? Devleti yönetiyorsunuz. Neyi öngöremiyorsunuz? Yetki elinizde, her türlü devlet olanakları elinizde.
Kırk beş gün içerisinde olağanüstü hâli bitireceğinizi ifade etmediniz mi Sayın Numan Kurtulmuş? Olağanüstü hâl burada görüşülüyor, Başbakan Yardımcısı "kırk beş gün" diyor, Adalet Bakanı -ki ben bu Adalet Bakanını gerçekten merak ediyorum, aynı konuyu, farklı konu da olsa bir başka gün farklı savunuyor, bir başka gün farklı savunuyor- çıktı bu kürsüye, koskoca devletin Adalet Bakanı "Üç aylık süre için yetki istiyoruz, üç ay içerisinde bitireceğiz." dedi. Başbakan söyledi, sonra siz "kırk beş gün", Adalet Bakanı "üç ay". Arkadaşlar, bir yıla uzuyor, bir yıla, ne hakla ve niçin?
"FETÖ terör örgütü" diyorsunuz. Doğrudur, bu FETÖ terör örgütünü eğer siz ortaya çıkarmak istiyorsanız, haydi bakalım Meclis Darbe Araştırma Komisyonu öncelikle bir açıklamasını yapsın, bunun siyasi ayaklarını bir görelim. Siz neden sıyrılmaya çalışıyorsunuz? Muhalefeti baskı altına al, sindir, haksız yere insanları ihraç et, tutuklamalar olsun.
İbrahim Kaboğlu'ndan ne istiyorsunuz? Türkiye'nin en saygın anayasa profesöründen ne istiyorsunuz? FETÖ'yle ilişkisi mi var onun, neyi var? Binlerce insanı mağdur ediyorsunuz ve sonunda ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. Hükûmetin kafası karışık, iktidarın kafası karışık. 2 Kasım tarihinde Bakanlar Kurulu karar alıyor. 2 Kasım tarihinde aldıkları Bakanlar Kurulu kararıyla 15 kişiyi ihraç ediyorlar, o 15 kişiyi aynı Bakanlar Kurulu kararıyla tekrar görevlerine iade ediyorlar. Siz, Bakanlar Kurulunda birbirinize masal mı anlatıyorsunuz, hikâye mi anlatıyorsunuz? Ciddi bir iş yapın. Aynı Bakanlar Kurulu kararıyla nasıl 15 kişi hem ihraç edilir hem de göreve iade edilir? Dökülüyor, tel tel dökülüyor.
Tabii, Sayın Numan Kurtulmuş'u gerçekten izlerken hayretler içerisinde kalıyoruz. FETÖ'yle mücadele edeceklermiş, PKK'yla mücadele edeceklermiş(!) Bu Mecliste biz, Beşiktaş'ta bomba atıldığı zaman, 10 Aralık tarihinde Anayasa değişikliği teklifini verdiğinizde bas bas bağırdık, "Gelin bütçe görüşmelerini bırakalım, bizden terörle ilgili ne istiyorsanız her türlü yasayı getirelim." Bize ifade edildi: "Bizim terörle ilgili bir yasa değişikliğine ihtiyacımız yok, biz mücadelemizi yapıyoruz." Bunu diyorlar, Kayseri'de patlama oldu, 15 askerimiz öldü; Rus elçisi öldürüldü, her yerde patlamalar, onlarca kişi ölüyor. "E, biz size yetki verelim." "Yetkiye gerek yok." Şimdi diyor ki Sayın Numan Kurtulmuş: "Biz olağanüstü hâlden aldığımız yetkilerle terörle mücadele edeceğiz." Siz hiçbir şeyle mücadele edemezsiniz çünkü samimi değilsiniz. İnsanları zaman içerisinde aldatan ve yanıltan açıklamalarda bulunuyorsunuz.
Bakın, değerli milletvekilleri; bu iktidar partisi bu ikircikli tavırlarıyla billboardlarda 1 Kasım seçimlerinde şöyle bir pankartı astı: "Olağanüstü hâl kalktı, baskılar bitti. Köyümde özgürce yaşıyorum." Daha bir yıl önce. Şimdi, demek ki olağanüstü hâlde siz diyorsunuz ki: "Vatandaşlara baskı uygulanmaz." E, o billboardlarda ne diyorsunuz? "Ben olağanüstü hâli kaldırıyorum, baskı bitiyor, özgürce yaşıyorum." Peki, şimdi ne yapıyorsunuz, tam bir yıllık bir süre içerisinde? İnsanları inim inim inletiyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, bu ülkenin bir Cumhurbaşkanı var, elbette bu Cumhurbaşkanının da Başbakanlık yaptığı bir dönem var. Tarih, 22 Haziran 2010. Size bir metin okuyacağım, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımız da dikkatle dinlerlerse sevinirim. Konuşan kişi şöyle diyor değerli arkadaşlarım, olağanüstü hâlle ilgili: "Terör örgütü Şemdinli'de vuruyor, istismarcılar anında Ankara'dan ses veriyor. Terör örgütü, yeniden OHAL ilan edilsin, Türkiye yeniden 1990'ların Türkiye'si olsun, Türkiye üçüncü dünya ülkesi gibi görünsün diye kanlı eylemler yapıyor; Ankara'dan birileri, anında terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor -MHP'ye söylüyor bunu- malum muhalefet partisi 'OHAL ilan edilsin.'" diyor...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Kim söylüyor bunu?
LEVENT GÖK (Devamla) -...ve devam ediyor diyen kişi: "O, sizin karakterinizde var. Bizim iktidarımızın karakterinde OHAL yok. O, sizin aczinizin gereği. Terör istatistiklerinden olağanüstü hâl dönemlerinde terörün zirve yaptığını göreceksiniz. Olağanüstü hâl terörü derinleştirdi, halkı mağdur etti, terörün istismar zeminini güçlendirdi. Olağanüstü hâl istemek, terörün diline teslim olmaktır." (CHP sıralarından alkışlar) Kim söylüyor bu sözü? Zamanın Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan söylüyor. Neymiş? Olağanüstü hâl istemek, terörün diline teslim olmakmış.
Sayın Kurtulmuş, yani kalkın bunları bir açıklayın. Nasıl bir iktidar bu? Bir gün öyle, bir gün böyle; yanar döner bir iktidar. Sayın Numan Kurtulmuş, bir gün kırk beş gün diyor, bugün kalkmış... Hiç olmazsa bunu siz savunmayın. Yani ben öyle bir sözü söylesem şurada gelip kürsünün önünde bu olağanüstü hâli savunacak yüzü kendimde bulamam. (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir şey olabilir mi değerli arkadaşlarım? Böyle bir tablo içerisinde biz sizlerin neyinize güveneceğiz, nasıl güveneceğiz? Bir gün öyle söyle, bir gün böyle söyle.
Değerli arkadaşlarım, olağanüstü hâl döneminden örnek veriyor "Fransa'da da var, Belçika'da da var." diye; verdiği örnekler yanlış, nasıl olduğu belli değil. Fransa'da İnsan Hakları Sözleşmesi var, Siyasal Haklar Sözleşmesi var, onlar da Birleşmiş Milletlere bildirdiler, tam 3 maddede çekince koydular "Biz insanların haklarını mahremiyet, özel hayatın gizliliği, seyahat özgürlüğü gibi konularda kısıtlayacağız." diye. Biz tam 27 ana maddenin 13 tanesinde kısıtlama getirdik halkımıza. İfade özgürlüğü var, toplanma ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü var, her şey var. Yani siz Fransa'yla nasıl kıyaslıyorsunuz? Fransa bildirmiş, 3 maddede kısıtlıyor insanların özgürlüğünü, Türkiye kısıtlıyor 13 maddede. Niçin? FETÖ terör örgütüyle mücadele edeceklermiş(!) Siz mücadele edemezsiniz. FETÖ terör örgütünü bu memleketin başına siz bela ettiniz çünkü, siz bela ettiniz. (CHP sıralarından "Bravo!" sesleri, alkışlar)
Bakın, neden? Değerli arkadaşlarım, sevgili yurttaşlarım; lütfen beni dikkatle dinleyiniz. Bu hükûmet bir kararname çıkarttı 2011 yılında. Hükûmet, Meclisten yetki aldı, bir kararname çıkarttı. Kararnamede TÜBİTAK'ın yapısını değiştirdiler, TÜBİTAK'ın Başkanını, Başkan yardımcılarını değiştirdiler. O zaman müdahale ettik "Yahu TÜBİTAK gibi bir kurumu siz niçin Mecliste konuşmuyorsunuz da kararnamelerle düzeltiyorsunuz?" diye. İtiraz ettiler, kararnameyle düzelttiler, TÜBİTAK'ın önemli bir bilim kurulunun başına Ankara Hayvanat Bahçesinin Müdürünü atadılar! Değerli arkadaşlarım, aynen böyle oldu. Gün geldi, Binali Yıldırım'a soruldu "Yahu, hayvanat bahçesi müdürünü siz TÜBİTAK'ın bir müdürlüğüne nasıl atarsınız?" diye. Sayın Başbakan Binali Yıldırım'ın verdiği cevabı okuyorum ve ondan sonra da ne olduğunu da anlatacağım. Sayın Binali Yıldırım, TÜBİTAK'taki çok önemli uzay üssünün başına Ankara Hayvanat Bahçesinin Müdürünün getirilmesiyle ilgili olarak diyor ki: "Bazen insanın kafası bozuk oluyor, doğru düzgün düşünemiyor, öyle bir anımıza gelmiştir."
Peki, ne oldu biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? O TÜBİTAK, Ergenekon, Balyoz davalarında yargılananların hepsiyle ilgili sahte raporlar verdi, yüzlerce insan mağdur edildi, dört yıl, beş yıl hapis yattı. Şimdi, FETÖ, bombayı yağdırdı, namuslu bir savcı, TÜBİTAK'la ilgili bir değerlendirmede bulunan iddianame yazdı, o iddianamenin TÜBİTAK'la ilgili maddesini okuyorum. O kararnamenin altında -ibret olsun- Recep Tayyip Erdoğan'ın ve bütün bakanların imzası var değerli arkadaşlarım. Bu da kararname! Bakın, kararnameler neye yol açıyor? Diyor ki iddianamede o sayın savcı: "Fetullahçı terör örgütü, 2011 yılında Hükûmete çıkarttırdıkları kararnameyle kurumu ele geçirdi, sahte bilirkişi raporları düzenledi, sahte diplomalı uzmanları işe aldı, bakanlık genelgesine rağmen kadrolaştı ve bütün projeleri, millî güvenliği ilgilendiren konularda yabancı devletlere istihbarat verdi." İşte, memleketi getirdiğiniz hâl bu. Altında sizin sizin imzalarınız var.
FETÖ'yle savaşacakmışsınız, hadi canım siz de; PKK'yla savaşacakmışsınız, hadi canım siz de! Yetki verelim diyoruz, kabul etmiyorsunuz. Ama niye? Olağanüstü hâl sürecek tabii ki, muhalefet sindirilecek, insanlar korkutulacak. Kafalarında bir proje var, bir başkanlık projesi var, bunu uygulayacaklar. Öyle koşullar olsun ki olağanüstü hâl döneminde kimse sesini çıkartmasın. Vali bir kararname çıkartsın, desin ki: "Gösteri yürüyüşlerini yasakladım, stant açılmasını yasakladım, bildiri dağıtılmasını yasakladım, pankart açılmasını yasakladım." İşte, bunun dayanağı olarak siz getirdiniz olağanüstü hâl döneminde referandumu. Eğer mertseniz kaldırın olağanüstü hâli tekrar yapın referandumu, tekrar. (CHP sıralarından alkışlar) Eşit koşullarda yapalım.
Televizyonda AKP, Cumhurbaşkanı 450 saat kullanıyor, Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüleri kırk saat; onda 1'i bile değil. Bu, nasıl adalet? Bir de diyor ki Sayın Kurtulmuş "Tankların gölgesinde değil, polislerin gölgesinde değil." Tam tersine, bu referandum, polislerin, emniyetin gölgesinde yapıldı. Çankaya İlçe Başkanlığımızın önüne pankart asamadık "hayır" diye. Bildiri dağıtanlar gözaltına alındı, tutuklandı, taciz edildi. Bunları nasıl görmüyorsunuz? Doğuda, güneydoğuda vatandaşlar "hayır" oyu kullanmışlar, sandıktan tüm olarak "evet" çıkıyor değerli arkadaşlarım. Nasıl oluyor bunlar? Olağanüstü hâlle beraber oluyor işte. Olağanüstü hâl, şu anda Türkiye'de ayıplı bir hâl almıştır değerli arkadaşlarım, savunulacak yanı yoktur.
Tabii, kolay, kararnameyle ülkeyi yönet, kararnameyle her kurumu düzelt, kendi yandaşlarını doldur. Peki, Anayasa'mız ne diyor? Ancak olağanüstü hâl dönemine uygun kararlar alabilirsiniz.
Sayın Kurtulmuş, olağanüstü hâli eğer siz FETÖ'yle, terör örgütleriyle mücadele için çıkardıysanız "Kış lastiği takmazsanız 1.698 lira para ödersiniz." diye niye koydunuz o kararnameye? Ne ilgisi var? Rektör seçimlerini kararnameyle kaldırdınız; FETÖ'yle bir ilgisi var mı? At yarışlarını Varlık Fonu'na devretmenin FETÖ'yle mücadeleyle bir ilgisi var mı? Millî Piyangoyu Varlık Fonu'na devretmenin FETÖ'yle bir ilgisi var mı? Kamudaki kimi yerlerde grev ve lokavtı erteleme yetkisini genişletme hakkını Bakanlar Kuruluna vermenin FETÖ'yle bir ilgisi var mı? Yok. Neyle var? Millî iradeyle var.
Değerli arkadaşlarım, bu tabloda yapılan referandum, başından itibaren meşruiyetine gölge düşen bir referandumdur. Silahlar eşit değildir. Hiçbir arkadaşımız bana silahların eşit olduğunu iddia edemez.
Ben, burada "evet" diyen yurttaşlarımızı da kutluyorum, bağrıma basıyorum "hayır" diyenleri de ama değerli arkadaşlarım, "evet" diyenler de şu ortaya çıkan tabloda içlerine sine sine "Evet, Türkiye'de, devlet, YSK namusluca, dürüstçe, güven içerisinde bir seçim yaptı." diyebiliyor mu? Böyle bir şey diyebiliyor musunuz?
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Evet, evet.
LEVENT GÖK (Devamla) - Hepiniz şaşkınsınız, hepiniz şaşkınsınız, "Ne oldu?" diyorsunuz.
Yüksek Seçim Kurulu girmiş devreye. Biz, trafolara kedilerin girmesini engellemeye çalışırken esas patlak ana trafodaymış, ana trafoda. (CHP sıralarından alkışlar)
FATMA KAPLAN HÜRRİYET (Kocaeli) - YSK girdi trafoya, bu sefer YSK girdi trafoya
OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - "Evet" diyoruz, "evet".
LEVENT GÖK (Devamla) - YSK, aldığı talimatla, Meclisimizin vermediği yetkiyle, mühürsüz oyları geçersiz sayması... Buna ilişkin yapılan itirazlarda karar vermesi gereken YSK, Meclisin iradesine, kanunun üstüne çıkabilir mi? Nereden geliyor bu cüret? Kim kullandırıyor o cüreti? Nasıl yapıyorsunuz? Ne hakla? Ne cüretle? Onun için, bugün referandumla ilgili, kamu vicdanı tatmin olmamıştır, olmayacaktır da. Bu konular kesinlikle açığa kavuşacaktır değerli arkadaşlarım.
Bizleri izleyen milyonlara, bütün vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum: Biz, "hayır" diyenlerin de, "evet" diyenlerin de hukukunu sürdürmek için, savunmak için her türlü yasal girişimimizi yapacağız meşru sınırlar içerisinde. Ama burada Hükûmete bir ses çıkmayacak mı? Biz çünkü emaneti size teslim etmişiz değerli arkadaşlarım, bizi koruyun, benim güvencem iktidar, Hükûmet ama Hükûmet, işin bozan tarafında, işin yanlış tarafında. Hükûmet, işi düzelteceğine, güveni artıracağına işi bozuyor, YSK işi bozuyor. İktidar sözcüleri, daha bugünden kutlamalar yapıyorlar, daha o saatlerde, YSK açıklama yapmadan kutlamalar yapıyorlar. İşin içerisinde hile var, hurda var, hileyle hurdayla bu Anayasa değişikliği yürümez değerli arkadaşlarım. Meşruiyettir her hukuksal olayın temelinde yatan tablo. Eğer meşruiyet insanların vicdanlarında yerleşmemişse adalet duygusu toplumda yerleşmemişse, siz istediğiniz kanunu çıkartın, istediğiniz değişikliği yapın, sürdüremezsiniz bu toplumu yönetemezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi burada konuşuyoruz, burada ifade ediyoruz. Evet, bu hafta Hazreti Muhammed'in Kutlu Doğum Haftası. Biz de geçen hafta Ankara'mızın Haymana ilçesinde Yurtbeyli köyünde Kutlu Doğum'a katılarak yurttaşlarımızla kucaklaştık ve bu mutlu ve kutlu günü kutladık değerli arkadaşlarım, bundan sonra da yapacağız.
Peki, değerli arkadaşlarım, konusu ne Diyanetin bu yıl Kutlu Doğumla ilgili olarak? "Hazreti Muhammed ve Güven", güven duyacaksınız diyor, güven. Kime güven duyulacak arkadaşlar? Yurttaş, güveni devletten bekler, kendisini yönetenlerden bekler; güven duyacaksınız, adalet duygusunu... Ee, peki, siz ne yapıyorsunuz? Siz, elinizin tersiyle bütün herkesi itin, hile hurda var, onları görmezden gelin; biz size emaneti teslim etmişiz, biz size güven duymak zorundayız, eğer iktidar sahipleri, güven duygusunu yaratamıyorsa ben, Hazreti Muhammed'in şu sözünü sizlere hatırlatırım: "Emaneti gözetmeyenin, imanı da yoktur." Aynen böyle söylüyor Hazreti Muhammed. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu toplumdaki haklı haykırışlara ses verin, verin. Değerli arkadaşlarım, "evet" diyenlerin meşruiyeti için de verin, onların da hakkıdır, doya doya eğer sevineceklerse sevinsinler ama daha referandum sonuçları belli olmadan Cumhurbaşkanı çıkıyor kürsüye, balkona çıkıyor, diyor ki: "Atı alan Üsküdar'ı geçti." Hangi atı alıyorsunuz arkadaşlar? Hangi Üsküdar'ı geçiyorsunuz? Burası, kapkaç memleketi mi? Neyi geçiyorsunuz? Daha sonuçlar açıklanmamış, Cumhurbaşkanı çıkmış ortaya, "Atı alan, Üsküdar'ı geçti." diyor.
Şimdi, bu sözü söyleyenin iki tane yanlışı var bu konuşmada; bir kere, Üsküdar geçilmedi ki değerli arkadaşlarım, atı alan, Üsküdar'ı geçemedi ki, Üsküdar "hayır" diye bastı, "hayır" diye bastı tercihini. (CHP sıralarından alkışlar) Yani bir kere, Cumhurbaşkanı, Üsküdar'ı geçemedi; bir de Sayın Cumhurbaşkanı, at binmesini bilmez. (CHP sıralarından alkışlar) Bakın, değerli arkadaşlarım, şu resimde attan düşen kişi, zamanın Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, siz hem ata binmesini bilmiyorsunuz hem de Üsküdar'ı geçemediniz. O yüzden, biz bütün yurttaşlarımıza diyoruz ki: Sabırlı olun, herkes kendisine güvensin, Cumhuriyet Halk Partisine güvensin, "hayır" diyen herkese güvensin, biz öyle "Atı alan, Üsküdar'ı geçer." anlayışı içerisinde değiliz; ata da sahip çıkacağız, Üsküdar'a da sahip çıkacağız. (CHP sıralarından "Bravo!" sesleri, alkışlar)
Değerli yurttaşlarım, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Meclisteki sayısal çoğunluğa güvenerek getirilen, dayatılan bu olağanüstü hâl tezkeresine karşı olduğumuzu ifade ediyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)