GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Habibe Kadiri Kız Okullarının Kuruluşu ve Faaliyetlerine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:80
Tarih:09.03.2017

HDP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ASLAN (Batman) - Sayın Başkan ve Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, İsrail Parlamentosunun, Hükûmetinin ezanı yasaklamakla ilgili aldığı kararı şiddetle buradan kınıyorum. Yani "Bir parlamentoda çoğunluk milletvekillerinin aldığı karar meşrudur." demek değildir, bunun en bariz örneğini de İsrail Parlamentosu göstermiştir. Bunun gibi bizim bundan ders almamız gereken şeyler de olduğuna inanıyorum. Bu gibi eylem, söylem ve tavırlarda o gibi kötü fiilleri, İsrail'i örnek almak gerekmiyor, yanlıştır. İsrail aynı zamanda Filistinli milletvekillerinin de dokunulmazlığını kaldırıp rehin olarak hapiste tutuyor yıllarca. Oradan bu kararın çıkması meşrudur anlamına gelmez. Maalesef Parlamentomuzda da böyle bir yanlışlık, böyle bir hukuksuzluk işlenmiştir, bu kararın buradan çoğunlukla çıkması meşru ve hukuki olduğu anlamına gelmez. İsrail'de "şofar" denilen, koç ya da keçi boynuzundan yapılmış kendi ibadetlerine çağıran bir alet var. O yasaklanmadı. Tabii, biz yasaklansın demiyoruz, çanın da, havrasına çağıranın da, ezanın da ve diğer dinî inançlara da çağıran bütün seslerin, aletlerin serbest ve meşru olması gerekiyor. Ama İslam'ın hüküm sürdüğü Filistin topraklarında, hatta Hristiyanlığın hüküm sürdüğü Filistin topraklarında hiçbir zaman Yahudilere ait şofar aleti yasaklanmamıştır. Bundan dolayı da İsrail'in anlayacağı bir dilden söylemek istiyorum. Nasıl ki yıllar önce bir kız çocuğu İsrail hükûmetine, siyonist yönetimine "..."(X) diyor idiyse yani "Yazıklar olsun, utanın." diyor idiyse ben de Türkiye Büyük Millet Meclisinden onlara "..."(XX) diyorum, utanın diyorum. Orada İslam ve Hristiyan ve Yahudi bütün dinler barış ve kardeşlik içinde yaşıyorken siyonist İsraillilerin orayı işgal etmesiyle birlikte ne Hristiyanlar dinlerini tam olarak yaşayabiliyor ne de Müslümanlar tam olarak yaşayabiliyor. Oysaki bizim gurur duyacağımız ve referans alacağımız Hazreti Ali döneminde, Hazreti Ömer döneminde, Hazreti Ali ve Hazreti Ömer Yahudilerle mahkemelik olmuşlardır ve mahkemeyi kaybetmişlerdir. Bizim için bunlar referans alınmalıdır. Bakın, bin dört yüz yıl geçti biz bu referanslarla gurur duyuyoruz, örnek veriyoruz. Ama bugüne bakacak olursak İslam ülkelerinde, "Müslüman'ım" diyen devletlerde Hazreti Ali, Hazreti Ömer, İslam medeniyeti adalete ne kadar yakın idiyse maalesef biz bugün o denli adaletten ve hukuktan uzak duruma düşmüşüz. Bütün İslam ülkelerinde, Müslüman devletlerde cezaevleri tıka basa dolu, kan, gözyaşı eksik olmuyor, anneler ağlıyor, kadınlar mağdur, emekçiler mağdur; bunun İslam'la, hak, hukuk, medeniyetle, adaletle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur. Dolayısıyla, biz iş ve işlemlerimizde zalim kavimlerin örnekliklerini almamalıyız, tam tersine övüneceğimiz ve bütün dünya medeniyetine, tarihine altın yaldızlarla yazılmış bizim hak, hukuk, medeniyet anlayışımız vardır, onları örnek almalıyız.

Bakın, Sayın Ravza Kavakcı Kan burada değil. 7 Hazirandan sonra kendisiyle görüşme fırsatımız oldu -eşim ve çocuklarım da yanımdaydı- Merve Kavakcı'nın uğradığı haksızlığı haklı olarak dile getirdi, dedi ki: "Şu anda Mecliste milletvekili kayıtlarında ismi milletvekili olarak geçmiyor, sıfatı geçmiyor." Ben ona orada dedim ki: "Siz bu konuda bir çalışma yapınız, bizim partimiz kesinlikle destek verecektir; ona bir haksızlık yapılmıştır, onun milletvekilliğinden kaynaklı haklarını almak için biz elimizden geleni yapmaya hazırız." Bunu 7 Hazirandan sonra söylemiştik, 1 Kasımdan önce söylemiştik. Ama bugünkü tablo maalesef utanılacak bir tablo. Yani, 28 Şubatta milletvekilleri hapse atılmadı. Belediye başkanı sadece o zaman, bu dönemin Cumhurbaşkanı hapse atılmıştır ama yerine kayyum atanmamıştır. Yani, bizim bütün bunları ince eleyip sık dokumamız lazım. Böyle, o zamanın da Hükûmeti, iktidarı bazı bahanelerle kendini meşrulaştırmaya çalışıyordu, bu kararların meşru, hukuki olduğunu dillendiriyordu. Ama bugün hiç de öyle görünmediği, hiç de öyle olmadığı belli. E, yarın aynı bugün yaşadığımız şeyler için de bunlar söylenecek. Zararın neresinden dönersek kârdır. Yapılan yanlıştır.

Bakın, İbrahim Baylan, İsveç Enerji Bakanı, kendisi Süryani, benim köylüm. Diyor ki: "Bizim köyde elektrik yoktu ama bana öyle bir fırsat tanındı ki ben şu anda İsveç'te Enerji Bakanıyım." Evet, benim de köyümde elektrik yoktu, ben hatırlıyorum. Biz halkın desteğiyle ve Allah'ın izniyle bu kürsüye geldik. Bakın, şimdi kıyas yapalım: Aynı köydeniz, biri kendisinin doğmadığı bir ülkede, kendisinin olmadığı bir ülkede bakanlığa yükseliyor ama biz bütün zorluklara, bütün mücadelelere rağmen buraya gelmeye hak kazandık, bizim dokunulmazlığımız kaldırılıyor. Yani, ben kendi ülkemde neden İbrahim Baylan'ın sahip olduğu haklara sahip olamıyorum, neden önüm açılmıyor? Geçen günlerde bir polis ordusu -ben kaldırımdan yürümediğim için hakkımda fezleke düzenlenmişti- gelip beni aldılar gecenin geç saatlerinde ve hâkime hanımı apar topar getirmişler duruşmaya, beni getirmişler, ya sanki Türkiye'nin bütün derdi, sanki Orta Doğu'nun, dünyanın derdi bu. Hâkime de neye uğradığını şaşırdı. Yazıktır, günahtır. Biz zaman kaybediyoruz, biz birbirimizle uğraşmaktan esas düşmanın farkında değiliz. Esas düşmanımız cehalettir, ihtilaftır, fakirliktir, ekonomik yetersizliktir, bizim bunlarla mücadele etmemiz gerekiyor. 15 Temmuzdan bu dersleri çıkarmamız gerekiyordu. Hep, sürekli söyleniyor, bir daha söyleyeyim: 15 Temmuz darbesi gerçekleşmiş olsaydı biz ya hapisteydik ya mezardaydık ya da büyük ihtimalle, en iyi ihtimal hepimiz kayıp kaçak yurt dışındaydık. Biz farklı partinin milletvekilleri olarak bir araya gelseydik diyecektik ki: "Ya, biz elimize verilen o imkânı değerlendiremedik." İktidar da diyecekti: "Vallahi biz de iktidar nimetini değerlendiremedik." Muhalefet diyecekti ki: "Ya, işte biz iktidar, muhalefet olarak gerçek tehlikenin farkına varmadık. Keşke zaman geri dönse de bu hatalara düşmeseydik." Ama işte Allah bize o 'keşke'yi gerçekleştirme fırsatı verdi. Henüz yine geç değil diyoruz. Gelin, yine toplumsal uzlaşma, toplumsal mutabakat, toplumsal barış üzerinde kafa yoralım ve bütün insanımız rahat etsin ya. 80 milyon insan gerçekten huzursuz. Yani bunu söylediğimiz zaman üzerinize alınıp alınmamadan ziyade ne yapabileceğimizi konuşmamız lazım.

Tabii iktidar, elinde bir güç mekanizması olduğu için, yürütme olduğu için sorumluluk ve vebal en başta onun üzerinedir. Biz muhalefet de bunları dile getirdiğimiz zaman sizin bize teşekkür etmeniz lazım; sizi vebalden, sizi sorumluluktan kurtarıyoruz. Umarım, bu mantıkla hareket edilir bundan sonra. Yani ikinci kez dünyaya gelmiyoruz ve bu halk, 80 milyon insan yüzde 100 temsiliyetle bizi Parlamentoya göndermiş. Birbirimize düşmemiz için, birbirimizi ezmemiz için değil; tam tersine hep beraber kalkınalım, beraber iş birliği yapalım diye bizi buraya göndermişler.

Sayın Bakan da buradayken bir iki şey söylemek istiyorum.

Tabii, Sayın Başkandan da -bu İsrail benim on dakikamı yedi- bir on dakika daha ek süre rica edeceğim.

LEVENT GÖK (Ankara) - Mümkün değil!

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) - Sayın Bakan, az önce tapu kadastroyla ilgili, hazine mallarıyla ilgili haklı talepler dile getirildi, sizden ricam... Ben başka bir şeye değineceğim. Dün de değinmiştim ama siz yoktunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sıfırsız on dakika veriyorum.

Buyurun, tamamlayın lütfen.

MEHMET ALİ ASLAN (Devamla) - Teşekkürler.

Tapu kadastrolama işi yapılırken, Sayın Bakan, özellikle bölgede ve Türkiye'de -ben bölgede bire bir şahit olduğum için söylüyorum- birçok insanın okuma yazma bilmemesi, hazır bulunmamasından dolayı birçok bağ, bahçe, tarla hazine malına kaydedilmiştir. Hazine de belli dönemlerde bunu açık artırma usulüyle ihaleye çıkarıyor ve satıyor. Esas mal sahibi, gayrimenkul sahibi mağdur ediliyor ve bu yüzden adli vakalar, cinayetler işleniyor. Nasıl ki 2011'de bir kanun hükmünde kararnameyle azınlık gayrimenkul hakları, gayrimenkul arazileri devredilmişse, gerçek hak sahiplerine tekrar verilmişse, lütfen, bu şekilde mağdur olan yurttaşlarımızla ilgili de yasal bir düzenleme sizden rica ediyoruz.

Sayın Bakan dinlemedi bizi ama biz söyledik söyleyeceğimizi. Sorumluluk ve vebal size aittir.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)