| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 09.03.2017 |
MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi Grubu önerisi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Çanakkale Milletvekili olarak öncelikle, Ayvacık ilçemizdeki deprem bölgesindeki mağduriyetlerle ilgili tespitlerimi hem yüce Meclisle hem kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Öncelikle, yaraların sarılması konusunda özveriyle çalışan Çanakkale Valiliğimize, AFAD'a, Kızılaya, belediyelerimize, sivil toplum örgütlerine, gönüllü olarak çaba gösteren tüm hemşehrilerime çok teşekkür ediyorum.
Ayvacık ilçemiz üç aydır, maalesef, sarsıntılarla geçiriyor gecesini gündüzünü ve bölge insanının psikolojisi son derece olumsuz etkilendi doğal olarak; çocuklar geceleri uyuyamıyorlar, evleri sağlam olan insanlar dahi geceyi evlerinde geçiremiyorlar.
Yakın zamanda, Küçükkuyu'da da, Ayvacık ilçemizin Küçükkuyu beldesinde de bir sel felaketi yaşandı. O nedenle, Ayvacık ilçemizin, ilçe esnafının sorunlarının giderilmesi için ivedi tedbirler alınması zorunluluk arz ediyor.
Ayrıca, Bakanlar Kurulunun aldığı genel hayatı etkililik kararı olumlu da olsa, yeterli değil. Bölge insanının, evleri yıkılan, evleri ağır hasar gören bölge insanının temel sorunu evlerinin yapımı konusu. Sosyal devlet ilkesi gereğince Hükûmete düşen, ciddi mağduriyete sürüklenmiş bu insanların evlerini hiçbir talep olmadan devletin yaptırması ki devletin buna gücü olduğunu biliyoruz, yeter ki bu konuda Hükûmet gerekli siyasi iradeyi göstersin. Duyduk ki orada evleri yıkılan ve evleri ağır hasarlı olan vatandaşlardan belli bir miktar para talep edilmiş, uzun vadeli geri ödemeli şeklinde. Bu son derece yanlış, devlet bu evleri mutlaka yaptırmalı. Ayrıca tespit edilen ailelere yapılacak 3.500'er lira yardımlar bir kısım aileye yapılmış, büyük çoğunluk da ivedilikle bu yardımların yapılmasını hakkaniyet ilkesi gereğince bekliyorlar.
Evet, değerli milletvekilleri, olağanüstü hâl dönemindeyiz. Demokrasi, özgürlükler, hukuk askıya alınmış durumda ve maalesef, "Bu millete olağanüstü hâlde bir referandum yaşatmayacağız." diyen Sayın Başbakan açıklamış ki -herhâlde talimat öyle geldi- OHAL üç ay daha uzayacakmış.
Bu OHAL sürecinde ciddi mağduriyetlere sürüklenen, aileleriyle birlikte giderilmesi imkânsız mağduriyetlere sürüklenen akademisyenler var, öğretmenler var. Bakın, Ankara'da yüz yirmi bir gündür Yüksel Caddesi'nde akademisyenler ve öğretmenler -kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen kişiler bunlar- oturma eylemi yapıyorlar ve sürekli gözaltılarla karşı karşıya kalıyorlar. Malatya'da aynı şekilde; Malatya'da elli iki gün oturma eylemi, elli iki gün gözaltı uygulaması. Aydın'da 17 gözaltı, Bodrum'da bir kişi her gün gözaltına alınıyor; herhâlde, Kabahatler Kanunu'na göre para cezası kesiliyor. Ki bunlar parklarda, meydanlarda kamu düzenini hiçbir şekilde olumsuz etkilemeden oturma eylemlerini anayasal haklarına dayanarak yapıyorlar fakat OHAL sürecinde bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalıyorlar.
Çok daha çarpıcı bir bilgi: Bir akademisyen ile bir öğretmen 11 Mart 2017 Cumartesi günü geri dönüşümsüz ve süresiz olarak açlık grevi kararı aldılar; evet, Nuriye Gülmen adında genç bir akademisyen ve Semih Özakça adında genç bir öğretmen. Özellikle, iktidar grubunun grup yönetiminin takdirlerine bunu arz etmek istiyorum. Evet, iki genç insan 11 Mart Cumartesi günü süresiz ve geri dönüşümsüz açlık grevine başlayacak; belki de yaşamlarını yitirecekler, belki de hayatları boyunca çok ağır sağlık sorunlarına maruz kalacaklar. Bu konuda mutlaka gerekli adımlar atılmalı.
Bakın, değerli milletvekilleri, son bir ayda 2 akademisyen, 1 doktor intihar etti, son bir ayda 3 kişi yaşamını yitirdi. Yine, son bir ay içerisinde Malatya'da SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) eski şube başkanı bir anestezi uzmanı 43 yaşında kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Nasıl yitirdi biliyor musunuz? İŞKUR'a gidiyor, İŞKUR'dan iş görüşmesi sonucu olumsuz cevap alınca, İŞKUR'dan çıktıktan sonra kalp krizi geçirip ölüyor. 43 yaşında ve 2 çocuk sahibi. Bu da KHK'yla ihraç edilmiş bir doktor. Bunlar mutlaka bizim umurumuzda olmalı, bizim önceliğimizde olmalı. Bunları yakından takip etmek zorundayız, ilgilenmek zorundayız.
KESK'e bağlı sendikalardan bugüne kadar toplam 3.100 kişi ihraç edildi. Bunlar öğretmenlerimiz, doktorlarımız, akademisyenlerimiz, mimarlarımız, bu ülkenin yetiştirdiği insanlar ve bunların hiçbiri FETÖ'cü değil, bunların hiçbirinin de terörle bağlantılı olduğuna kesinlikle inanmıyoruz.
İbrahim Kaboğlu niçin ihraç edildi? Cumhuriyet gazetesinin yöneticileri ve gazetecileri niçin cezaevinde? Ahmet Şık niçin cezaevinde? 5 bine yakın akademisyen niçin üniversitelerinden uzaklaştırıldı? Maalesef, OHAL sürecinin bize yaşattığı hukuksuzluklarla, keyfî uygulamalarla karşı karşıyayız.
Bakın, yargı siyasallaşırsa, yargı bağımsız ve güçlü değilse anayasanız, yasalarınız dünyanın en mükemmel hükümlerini de içerse temel hak ve özgürlükler, demokrasi güvence altında değildir.
Yine, suistimalci bir Anayasa değişikliğiyle milletimizi karşı karşıya bıraktınız. Suistimalci Anayasa değişikliğine en güzel örnek 12 Eylül 2010 referandumunda yaşandı. 26 maddenin 2 maddesi, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapıları ve üye sayılarıyla ilgili değişikliklerle yargıyı siyasallaştırma ve ele geçirme operasyonuydu. Sayın Başbakan bile yıllar sonra "12 Eylül 2010 referandumundan sonra sinsice yargıyı kendi emelleri doğrultusunda kullandılar." diyerek bunu itiraf etti. Peki, şimdi ne yapıyoruz? Şimdi, millete sunulan Anayasa değişikliğinde 16 Nisanda "evet" çıkarsa -ki, biz "hayır" çıkacağına yürekten inanıyoruz, milletimiz buna "Dur." diyecektir- ve bu paket yürürlüğe girerse 3 Kasım 2019'u beklemeden ya da bir erken seçimi beklemeden Hâkimler Savcılar Kurulu, yeni adıyla, otuz gün içerisinde sıfırdan yenilenecek. Üye sayısı 13'e indirildi, Adalet Bakanı ve Müsteşar direkt Cumhurbaşkanı tarafından atanacak, kalan 11 üyenin 4'ü yine Cumhurbaşkanınca tek imzayla atanacak yani 6 üye, kalan 7 üyeyi de bu Meclisin Adalet ve Anayasa Karma Komisyonu belirleyecek yani yine bir kişinin talimatıyla onun partisinin çoğunluğu tarafından belirlenecek. Biz hiçbir kişinin, hiçbir grubun eline geçmesini doğru bulmuyoruz yargının. Bu nedenle dahi milletimiz mutlaka ve mutlaka bu referandumda "hayır" diyecektir çünkü yargının, otuz gün içerisinde, bir kişinin eline geçmesi kesinlikle doğru değildir.
Bakın, 2010 yılında, 2014 yılında HSYK yenilendi; bu paket yürürlüğe girerse üçüncü kez yenilenecek. HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin yapılarıyla bu kadar sık oynanması, maalesef, yargıyı ele geçirme çabalarının ve yargıda siyasallaşmanın tipik örnekleri.
Eğer yürütmeyi tek başlı yapmak istiyorsanız değerli milletvekilleri, o zaman yürütmenin yasama ve yargı organları üzerinde hiçbir etkisinin olmaması zorunluluk arz eder ama bu paketle, maalesef, partili Cumhurbaşkanlığı uygulamasıyla yasama organı üzerinde ciddi bir etkisi olacak yürütmenin ve atamalarla da yargı üzerinde. Kuvvetler ayrılığının olmadığı toplumlarda anayasalar yoktur. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, kuvvetler birliğini öngören bir tek adam rejimidir. Kötü niyetle yapılan düzenlemeler hiçbir zaman kalıcı olamaz değerli milletvekilleri, bir gün gelir yıkılmaya mahkûmdur ama milletimiz bunun bedelini ağır ödeyebilir.
Bugün yargı ciddi oranda siyasallaşmış durumda, maalesef iktidar tarafından bu gerçekleştirildi ve 15 Temmuz darbe girişiminin temelinde, maalesef, 2010 referandumu yatmaktadır, iktidar ile FETÖ'nün geçmişteki iş birliği ve sonraki çatışmaları yatmaktadır. Bugün adalet tanrıçası Themis, maalesef, ülkemizde adalet terazisini artık tutmuyor, adalet terazisi birilerinin elinde. Bu nedenle biz adalet için 16 Nisanda "hayır" diyeceğiz diyorum.
Teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)