GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:80
Tarih:09.03.2017

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, yargı meselesini bu kürsüden de çok konuştuk, yıllardır başka pek çok değerli akademisyen ve hukukçu gibi ben de bu konuyla uğraşıyorum, ilgileniyorum. Türkiye'nin en derin yaralarından birinin bu olduğundan kuşkumuz yok çünkü adalet bir toplumu ayakta tutan en önemli değerdir ve adaletin kurumsal olarak tecelli etmesi beklenen yer de yargıdır. Eğer yargı sorunluysa, o ülkede adalet de büyük yaralar alır, bir ülkede adalet yara aldığı zaman ise toplumun çürümesi kaçınılmaz olur, siyasal sistemin yozlaşması kaçınılmaz olur.

Şimdi, bakın, 15 Temmuzda bir kanlı darbe girişimi yaşandı ve bu darbe girişiminin hemen ardından olağanüstü hâl ilan edildi. Olağanüstü hâl kapsamında kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi var, biliniyor; bu kararnameler kullanılarak güya "Darbe girişimiyle mücadele" adı altında pek çok tedbir alındı; on binlerce -hatta yüz binleri buldu- insan ihraç edildi, kamu görevinden çıkarıldı, açığa alındı, yüzlerce, binlerce akademisyen işlerinden oldu ve buna benzer daha pek çok tedbir alındı. Tabii ki yasaklar bunun en önemli parçasını oluşturuyor.

Oysa, darbe girişimleriyle ve darbelerle hesaplaşmak için, öncelikle darbeye zemin hazırlayan siyasi şartları ve toplumsal unsurları iyi tespit etmek lazım. Mesela bir darbe döneminin adaletsizlikleriyle hesaplaşmak isteyen toplumlar, bunun için uygun yöntemler geliştirmişlerdir. Darbe, sadece bizim ülkede yaşanmış bir kötülük değildir, başka ülkelerde, başka toplumlarda da yaşandı ve onların büyük bir kısmı, o toplumların, o ülkelerin büyük bir kısmı, kendilerine göre darbe dönemlerinin adaletsizliklerini telafi etmek için etkili yöntemler geliştirdiler.

Bizim, başından beri, bu darbe girişimiyle, 15 Temmuz kanlı darbe girişimiyle hesaplaşmak için önerdiğimiz bir yöntem var. Bu "cemaat" ya da "FETÖ" diye adlandırdığınız yapı, en çok nerede örgütlenmişti diye sorduğunuzda cevap belli; yargıda ve emniyette.

Peki, zaten ihraçlar da gösteriyor ki yargıda bu cemaatin çok köklü bir örgütlenmesi olduğunu kabul ediyorsunuz. O hâkimlerin, o savcıların bugüne kadar verdikleri kararları sorgulayacak, soruşturacak ve gerekli tedbirleri alacak hangi yöntemi devreye soktunuz? Baştan beri önerdik, dedik ki: Gelin, ortak bir komisyon kuralım. En azından Meclisten başlayalım bu işe. Ortak komisyonda eşit üyeler bulunduralım ve bu yapıya mensup olduğu tespit edilen hâkimlerin verdiği kararlarla ilgili ne yapacağımızı birlikte belirleyelim. Şimdi, hem "Türkiye tarihinin gördüğü en kanlı örgüt." diyeceksiniz hem bunun yargıda çok güçlü örgütlendiğini söyleyeceksiniz, nitekim 4 bin civarında hâkim ve savcıyı bu gerekçeyle görevden alacaksınız, atacaksınız işlerinden ama bunların verdikleri kararlara hiç dokunmayacaksınız. Olabilir mi böyle bir şey? Olamaz. Çünkü, eğer bu kararları masaya yatırmazsanız, sorgulamazsanız adaletsizlik ve darbe zihniyeti en derinlerde yaşamaya devam eder.

Şimdi, son örnek, bizim Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın milletvekilliğinin düşmesine yol açan yargı kararıydı. Bu kararı veren ilk derece mahkemesindeki 3 yargıçtan 1'i tutuklu, diğer 2'si de zaten ihraç edildi yine bu "FETÖ-PDY" diye adlandırılan soruşturma kapsamında. O davanın yargıcı tutuklu ve fakat Figen Yüksekdağ hakkında verilen kararın bir yargı kararı olarak geçerliliği kabul edilecek. Bunu hangi mantık, hangi vicdan kabul eder?

Bugün de Yargıtay Başsavcılığından partimize bir yazı ulaştı. Figen Yüksekdağ'ın sadece milletvekilliğinin düşürülmesiyle kalınmadı, bir adım daha ileri gidildi, bütün siyasi hakları elinden alındı yani parti üyeliği düşürüldü, eş genel başkanlığı düşürüldü. Şimdi, buna adil yargı kararı deme imkânı var mı? Hayır arkadaşlar. Bakın, Türkiye'de darbe zihniyetinin en temel unsuru şudur: Elindeki bütün imkânlarla siyasal alanı tasfiye etmek ve tek gücün kontrolü altına almak.

Yargı, darbecilerin kullandığı en etkili araçlardan biridir. 12 Martın 46'ncı yıl dönümünü yaşıyoruz. 12 Mart sonrası yapılan yargılamalar Türkiye siyasi tarihinde de, Türkiye hukuk ve yargı tarihinde de birer utanç örneği değil midir? Fakat o kararların da olumsuz sonuçlarını veya bizzat kendilerini ortadan kaldırmak için Türkiye hiçbir şey yapmadı. 12 Eylülün mahkemeleri tarafsız, adil mahkemeler miydi? Hayır.

Bizde şöyle bir zihniyet var ve AKP o zihniyetin bire bir devamcısıdır: "Eğer benim elimde güç varsa başta yargı olmak üzere bütün kurumları kendi siyasi hedeflerim doğrultusunda kullanırım. Daha önce bana yapıldığında itiraz ettiğim yöntemleri elime imkân geçtiğinde muhaliflerime karşı kullanırım, uygularım." diyor. Şimdi, yakın tarihteki davaları hatırlayın, bir sürü tartışmalı dava yürütüldü, yargılama yürütüldü. Bunların arasında Ergenekon var, Balyoz var, şike var ve KCK soruşturmaları var. Bütün bu davalar yürürken dönemin Başbakanı ve bakanları bu davaların hepsini sahiplendiler. Peki, bir sorumluluğunuz yok mu? Bu halka, bu topluma, bu Meclise hesap verme mecburiyetiniz yok mu? Bu, sadece siyasal bir mesele değildir, başından beri vurguluyorum, ahlaki bir meseledir. Bu kadar açık bir sorumluluk var ortada ama "Hesabını vermiyorum." diyorsunuz. Sonra, bu desteklediğiniz yargı yöntemleri size karşı kullanılmak istendi; mesela MİT Müsteşarı soruşturması, mesela 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları. İşte o zaman canınız yandı, canınız yanınca da feryat etmeye başladınız. Eğer sadece size dokunduğunda bir haksızlığa itiraz ediyorsanız, sadece siyasi tutarlılığınızı değil, etik değerlerinizi de kaybetmeye başlarsınız.

Şimdi, eğer gerçekten 15 Temmuzla hesaplaşmak gibi bir niyetiniz varsa, bu niyette samimiyseniz, yapmanız gereken en önemli iş, bu yapının yargıda örgütlenmesiyle ortaya çıkan haksızlıkları, adaletsizlikleri giderecek bir yöntem bulmaktır. Bundan kaçtığınız sürece sizin darbeyle hesaplaşma niyetiniz olduğuna biz de inanmayız, toplumun büyük bir kesimi de inanmaz, dünyanın, Avrupa'nın demokratik kamuoyu da inanmaz. Sadece bunu bir fırsat olarak kullandığınız şüphesi giderek büyür, üzerinize yapışır.

Şimdi, sözlerimi yine çok değerli bir şairin bir dizesini uyarlayarak bitirmek istiyorum. Turgut Uyar'ı biliyoruz, onun çok değerli bir dizesi var, çok güzel: "Herkes ne zaman ölür? Elbet gülünün solduğu akşam." diyor. Ben size açık ve net söylüyorum: Bir toplum ne zaman çürür? Adaleti solduğu zaman. Eğer adaleti soldurursanız, bu toplumda insani bütün değerleri çürütürsünüz. Bugün sizin işinize geldiği için kullanmaya bu kadar heyecanla sarıldığınız, giriştiğiniz yöntemler yarın size karşı yine kullanılır. Bütün AKP Grubunu, bütün toplumu bu açıdan uyarmayı bir görev olarak biliyorum. Darbe yöntemlerini kendi lehinize olduğunda kullanmaya devam ederseniz, bundan sonra bırakın darbelerin önünü almayı, her türlü darbe için zemini ellerinizle hazırlarsınız. Buna kimsenin hakkı yok.

Saygılarımla efendim. (HDP sıralarından alkışlar)