| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 78 |
| Tarih: | 07.03.2017 |
MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dış politikada kriz üstüne kriz yaşıyor; daha doğrusu, Hükûmet ve Cumhurbaşkanı kriz üstüne kriz yaratıyor. Son kriz Almanya'yla yaşanıyor.
Şimdi, bu krizlerin sebeplerini uzun uzun burada anlatmayacağım ama uluslararası ilişkilerde itibarlı olmanın bazı şartları vardır. Bu şartların başında da kendi ülkenizde insanlarınızı özgür ve müreffeh bir hayat içinde yaşatmak gelir. Eğer bunları yapmıyorsanız, hangi başka gücü kullanırsanız kullanın itibarınız, saygınlığınız olmaz; sadece belli konularda belki başka araçları kullanarak bir etki yaratırsınız, onun da sınırı vardır.
Almanya'yla krize gelelim. Aslında burada Türkiye-Almanya krizinden, Türkler ile Almanlar arasındaki krizden, Türkiyeliler ile Almanlar arasındaki krizden söz etmek yanlış. Bu kriz, Hükûmet ile Almanya arasındadır, AKP ve Cumhurbaşkanı ile Almanya arasındadır ve krizin sebepleri de yine, Hükûmetin ve Cumhurbaşkanının söylemi ve politikalarıdır. Nedir mesele, kısaca özetleyelim: Bazı bakanların Almanya'da yapmak istedikleri referandum buluşmalarına izin çıkmamış. Bunu genel bir yasak olarak yansıttı Hükûmet yanlısı medya. Genel bir yasak henüz var görünmüyor. Fakat buradaki engellemelerin ardında, temelinde gerekçe olarak bazı idari sebepler gösterilse de belli ki bir rahatsızlığın yansıması söz konusudur. Yani Almanya'da yerel makamlar, AKP'nin ve Cumhurbaşkanının kampanyalarından rahatsızlık duyuyorlar. Buna Hükûmet ve Cumhurbaşkanı çok sert tepki gösterdi ama inandırıcı olması mümkün değil.
Bakın, biz bu yasaklara karşı çıktık. Alman basınında konuştuk, temel tutumumuzun özgürlükçülük olduğunu söyledik. Bunu bizim söylemeye hakkımız var. Biz bunu söylerken meşru bir zemindeyiz çünkü Türkiye'de de yasaklara karşıyız, Türkiye'de de özgürlükten yanayız ama sizler bu kadar bağıra çağıra itiraz ettiğinizde, AKP temsilcileri veya Cumhurbaşkanı bu kadar şiddetle tepki gösterdiğinde kimse inandırıcı bulmuyor. Neden? Şikâyet ettiğiniz bu yasakların -bu uygulamaların diyelim- 100 katını, bin katını bu ülkede yapıyorsunuz zaten. 2 tane -hadi 3 tane olsun- buluşmanız engellendi diye demokrasi havarisi kesilme hakkını nereden alıyorsunuz? Bu ülkede ifade özgürlüğü çok geniş de, bu nedenle sizin eliniz çok güçlü de ifade özgürlüğünü engellemek olarak yorumlayabileceğiniz bazı uygulamalara böyle karşı çıkabiliyorsunuz; hayır.
Bu ülkede kaç gazete kapatıldı son aylarda? Bu ülkede kaç gazeteci hapiste? Kaç dernek, kaç sivil toplum kuruluşu yasaklandı? Peki, bunları kim yapıyor? Bu ülkede bunlar ne adına yapılıyor? Bütün bunlar bu ülkede güya demokrasiyi kurtarmak için yapılıyor ama bunu bu ülkede değil, dışarıda söylüyorsunuz. Demokrat kesilmek adına, demokrasiyi savunduğunuzu iddia ediyorsunuz. Demokrasiyi savunan herhangi bir yönetim bu kadar yasağın yüzde 1'ine bile başvurmaz.
Şimdi, dış politikada kabadayılıkla bir yol almanın mümkün olmadığını bizatihi bu Hükûmet kaç kere yaşattı bu ülkeye? Hatırlayalım İsrail krizini. İsrail'le kriz ortaya çıktığında hangi ağır laflar kullanıldı, hatırlatmama gerek yok artık, ne meydanlar okundu İsrail'e. Sayın Cumhurbaşkanı "Ben hayatta olduğum sürece, ben başta olduğum sürece İsrail'le hiçbir ilişki olmayacak." dedi mi, demedi mi? Ne yaptı ama? Sonra, bütün bunlar olmamış gibi davrandı, İsrail'le ilişkileri düzeltmek için olmadık manevralara başvurdu. Peki, burada kim kaybetti arkadaşlar? Ülke kaybetti, ülkenin itibarı sarsıldı. Ya bu kadar yüksek perdeden meydan okumayacaksınız ya da okumuşsanız sözünüzün arkasında duracaksınız. Bunun tam tersi bir politika izlemeye başladığınızda, o meydan okumanın tam tersi bir noktaya geldiğinizde sorarlar: Ya, bu ne iştir böyle? Nasıl bir dış politikadır, nasıl bir yönetim anlayışıdır? Aynı şey Rusya'yla krizde yaşanmadı mı? Evet, uçak düşürme olayından sonra kabadayılıkların bini bir para; ne meydan okumalar, ne kabadayılıklar, ne tehditler; sonra, ilişkileri düzeltmek için yine türlü manevralara başvuruldu ve tavizler verildi.
Peki, bunlar olurken kim kaybediyor? Ülke kaybediyor, o kesin ama somut olarak kaybeden insanlar da var. İsrail krizinde Mavi Marmara mağdurları bu işe malzeme yapıldı, fatura onlara kesildi sonra. Tutarsız dış politikanın, temelsiz kabadayılıkların faturasını Mavi Marmara mağdurları yaşadı. Sadece Mavi Marmara mağdurları değil, üzerlerinden prim yapılmaya çalışılan Gazze halkı da ödedi bu faturayı. Peki, Rusya krizinde? Rusya'ya karşı meydan okumalardan sonra ekonomik ilişkilerde ciddi bir bunalım ortaya çıktı. E, ne oldu? Onun faturasını da en başta turizmciler, pek çok sektördeki çalışanlar ödedi. Bu tür kabadayılıklarda belli bir kesim rehin olarak kullanılıyor, bu açıktır; şimdi, Almanya meselesinde, Almanya'yla ilişkilerde de durum budur. Böyle yüksek perdeden bir gerilim, kabadayılık tutumu, nihayetinde Almanya'da yaşayan Türkiyelileri de rehin gibi kullanma sonucu doğuruyor. Bu Hükûmet bütün bu manevraları yaparken bu faturaları Almanya'da yaşayan Türkiyelilere çıkarmış olacak.
Tabii ki ülke itibar kaybediyor. Siz özgürlükçü olsaydınız, yasaklara karşı olsaydınız sizin yasaklara itirazınız belki ciddiye alınırdı. Ciddiye alınmayacak. Biz bu ülke için, bu ülkenin geleceği için Türkiye'de de başka bir ülkede de yasaklara karşı çıkmaya devam edeceğiz ama itirazların haklı olduğunu da görmeniz gerekiyor.
Size sivil toplumdan, demokratik kamuoyundan, Avrupa'dan yönelen sert eleştiriler haklıdır. Bu eleştirilere baktığınızda pek çok şey sıralanıyor. Mesela "Yargı bağımsızlığı yok." deniyor. Var mı? Yok. Son sekiz ayda 4 bin hâkim görevden atılmışsa tek bir gerekçe, savunma, açıklama yapılmadan ve kararnameyle, hangi hâkim kendini güvende hisseder? Deniz Yücel olayında savcı daha iddianame hazırlamamış, Cumhurbaşkanı Deniz Yücel'i Alman ajanı ilan ediyor, PKK temsilcisi ilan ediyor. Cumhurbaşkanı savcı mı? Bırakın savcı olmayı, hâkim rolünü üstlenmiş. Sonra da gidip "Türkiye'de yargı bağımsızdır." diyeceksiniz; elbette inanmazlar size.
Bir şey daha, faaliyetlerinizde etik kurallara uymazsanız yüzünüze vurulur. Almanya'ya giden bakanlar referandum çalışması yapıyor, değil mi? Hangi kaynaklarla, hangi paralarla, hangi sıfatlarla bunu yapıyorlar? Bizim paralarımızla, halkın vergileriyle bir parti temsilcisi gibi gidiyorlar ama bakan sıfatıyla gidiyorlar, kamu kaynaklarını kullanıyorlar. İşte, bu, hem hukuka aykırıdır hem etik kurallara aykırıdır.
Elbette size Alman kamuoyundan da Avrupa'nın demokratik çevrelerinden de kamuoyundan da sorulur "Kardeşim, buraya eğer devlet bakanı veya başka bir bakan olarak geliyorsan hangi Hükûmet faaliyeti, hangi diplomatik ilişki için geliyorsun?" "E, ben buraya referandum kampanyası için gidiyorum." diyemezsiniz. Eğer onlar meşruysa, bizim yurt dışına gidişimizde bütün masraflarımızı hazinenin karşılaması gerekiyor. Bütçeden karşılayın, bütün partilere eşit imkân tanıyın, gönderdiğiniz bakan kadar muhalefet temsilcisi gitsin, belki o zaman anlaşılır ama biz buna da karşıyız.
Evet, eğer dış politikada, demokrasi, insan hakları ve etik değerlere değer vermezseniz, bunlara uymazsanız hem kendiniz kaybedersiniz hem ülkeye kaybettirirsiniz hem de başka insanlarımıza ağır zararlar verirsiniz.
Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)