GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:76
Tarih:01.03.2017

CHP GRUBU ADINA MURAT BAKAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulda 220 milletvekilini bir arada bulmak ve konuşmak her milletvekiline nasip olmaz. Beni dinlemeye geldiğiniz için teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, uluslararası anlaşmalar üzerine grubum adına söz aldım. Ancak konuşulması gerekenin, uluslararası anlaşmalar değil, uluslararası ilişkiler olduğu kanaatindeyim. Zira bugün en temel sorun, ülkenin en temel sorunu dış politikadan kaynaklanan ulusal güvenlik sorunumuzdur.

Değerli arkadaşlar, bu noktaya nasıl geldiğimizi ideolojik önyargılarımızdan arınarak sorgulamamız gerekir. Her ülkenin dış politikası, anayasal sistemi kendi tarihsel deneyimleriyle şekillenir. Bizim dış politikamızı şekillendiren de Osmanlı'nın dağılma dönemiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş hikâyesidir. Bir ülke düşünün, Kırım Harbi'ni yaşamış, ardından Trablusgarp, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve o savaşta Hicaz'da, Yemen Çöllerinde, Irak'ta, Suriye'de savaşmış, her cephede evlatlarını yitirmiş, Sarıkamış'ta Allahuekber Dağlarında on binlerce evladı donarak ölmüş. Ve tüm bunların neticesinde elinde kalan son toprağı Anadolu'yu savunmuş, tüm olanaksızlıklara rağmen bağımsızlık için seferber olmuş ve Kurtuluş Savaşı'nı kazanmış. Anadolu'da analar evlatsız, çocuklar babasız kalmış.

İşte o tecrübelerin üzerine kurulan bu devlet, dış politikasını bölgesel barış, istikrar, ihtiyat ve denge üzerine kurmuştur. Bu anlayış, dış politikanın her alanına yansımış, tüm sorunlar diplomasi yoluyla karşılıklı çıkarlar gözetilerek çözülmeye çalışılmıştır. Türkiye'nin bütün anlaşmazlıkların barışla çözüleceğini taahhüt eden Kellogg Paktı'na katılımı da bu anlayışın doğal bir yansımasıdır. Keza Türk-Yunan sorunlarından Musul meselesine, Hatay'dan boğazlar konusuna kadar birçok meselenin diplomasi yoluyla barışçı bir şekilde çözüme kavuşturulması; Türk dış politikasının barışa verdiği önem kadar dönemin şartları ışığında uygulanan gerçekçi diplomasinin de en çarpıcı örneklerini teşkil etmiştir.

Milletler Cemiyeti üyeliğine kendi başvurusu olmadan davet edilen tek ülke Türkiye'dir. Türkiye, Milletler Cemiyetine İspanya tarafından önerilmiş, destekleyen ülke ise Yunanistan olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'na giden süreçte Türkiye, Batı'da Balkan Antantı, Doğu'da Sadabat Paktı'nı imzalamıştır. Böylelikle, dünyanın savaşa sürüklenmekte olduğu bir dönemde Türkiye gerek doğusunda gerek batısında güvenlik ve iş birliğini sağlamaya yönelik önemli adımlar atmış, İkinci Dünya Savaşı'nda izlediği tarafsızlık politikasının zeminini hazırlamıştır.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na girmemiş, halkını bu büyük boğazlaşmadan korumuştur. O dönemde "Bizi aç bıraktın." dövizi olan çocuğa İsmet İnönü'nün tarihe geçen sözü hâlâ akıllarımızdadır: "Ben sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım." (CHP sıralarından alkışlar)

Soğuk savaş yılları yaşanmıştır bu ülkede, Kıbrıs yaşanmıştır. Bir başka Genel Başkanımızın, Bülent Ecevit'in tarihe geçen sözünü hatırlatmak istiyorum: "Biz aslında savaş için değil, barış için, yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için gidiyoruz. Bu nedenle harekâtın adı 'Barış Harekâtı' olarak konmuştur."

Değerli arkadaşlar, Allah aşkına, bugün Türkiye'nin dış politikada geldiği duruma da bir bakalım. Kuzey Afrika'da yaşananlara bir bakın. Arap Baharı, Kuzey Afrika'ya ne getirdi ve biz nerede durduk? Bugün Libya'da kan gövdeyi götürüyor, Libya aşiret devletine döndü. İnşaat sektörümüzün baş tacı edildiği Libya'da bugün ABD, Fransa, tüm Batı ülkeleri var, biz yokuz. En üzücü olanı, Kıbrıs Barış Harekâtı'nda bize ambargo uygulamayan tek ülkeydi. Batı tavır aldığında gelip bizimle petrol anlaşması imzaladılar. ABD bu yapılanı unutmadı ancak biz unuttuk. Bugün Libya'da petrol kuyuları Amerikalıların elinde, hakeza Irak'ta da öyle. Irak'ın, Libya'nın zenginliklerinden o ülkelerin vatandaşları hak ettikleri payı, refahı alabiliyorlar mı? Hayır. Peki, bu ülkelere demokrasi geldi mi? Elbette hayır.

Sevgili AKP'li arkadaşlarım, size soruyorum: Sıfır sorundan sıfır dosta geldiğimiz bugünlerde Suriye'de, Kıbrıs'ta, Rusya'da, İsrail'de, Mısır'da, Avrupa Birliği ülkelerinde, Azerbaycan ve Bangladeş gibi kadim dostlarımızla, Kafkasya'da, Türki cumhuriyetlerde, Kuzey Afrika'da, Amerika'da itibarımız nasıldır, hiç düşünüyor musunuz? Yeni Osmanlı hayalleri üzerine kurulan dış politika, ülkemizi saygın, bölgeye demokrasi ve barış ihraç eden bir ülke konumundan komşularına karşı genişlemeci emeller güden, dış dünyaya hasmane tutumlar sergileyen, ne yazık ki demokratik dünyadan kopmuş, totaliter bir tek adam rejimine doğru savuruyor.

Suriye'de yaşanan insanlık dramına bakın. Yanı başımızda milyonlarca insan öldü, kadınlar, çocuklar, tacize, tecavüze uğradı, esir pazarlarında satıldı, milyonlarcası da bizim ülkemizde. Bölgede bir insanlık dramı yaşanıyor. Peki, biz ne yaptık, ne yapıyoruz? Bölgesel barışı savunmak, komşumuzda tetiklenen iç savaşa engel olmak yerine Esad'ı devirmek amacıyla on binlerce cihatçı selefinin Suriye'ye, Irak'a girmesine göz yumduk, hatta internette görüntüleri de bulunan haberlerden anladığımız üzere bizzat bu cihatçı akışına açık sınır politikasıyla destek olduk. MİT tırları konusu hâlâ gizemini koruyor.

Hayaller, Emevi Camisi'nde namaz kılmaktı, gerçekler ise El Bab'ı IŞİD'den temizleyebilmek için 72 evladımızın şehit olmasıdır. O şehitler ki bu ülkenin yoksul halk çocuklarıdır. Subayı, astsubayı, uzman erbaşı anası babası Yörük çadırında, gecekondu semtlerinde, sıvasız, boyasız evlerde oturan bu ülkenin gariban çocuklarıdır. Kimimizin oğludur, kimimizin yeğenidir, kimimizin kardeşidir. Bizim evlatlarımız hiç şüphesiz ki vatan için şehit olurlar, bir emirle ölüme giderler, üniformaları da kefenleridir. Ancak kimsenin politik hırslarının, maceraperestliğinin kurbanı olamazlar. Şimdiyse bu vatan evlatlarıyla Münbiç'e girmekten, Rakka'yı almaktan bahsediyorsunuz. Hakikaten tam bir çıldırmışlık hâli. Hiç, Suriye'de sahada kimlerin hâkim olduğuna ilişkin haritaya baktınız mı? Münbiç'e girebilmek için bir Putin'in bir Trump'ın gözünün içine bakıyoruz. Onay çıkmıyor elbette, Trump'a neredeyse yalvaracak duruma düştük.

Arkadaşlar, bir Şangay Beşlisi'ne giriyoruz bir Trump'ın başkan olmasına seviniyoruz. Öyle hızlı yer değiştiriyoruz ki küresel güçler bile şaşırıyor. Daha dün en iyi belgesel dalında "Beyaz Miğferler" filmiyle Oscar ödülü alan film ekibi, üç gün İstanbul'da havalimanında bekledi ama Müslüman olduğu için ABD'ye gidip Oscar ödülünü alamadılar. Her tarafa "Ey!" diyerek gürleyen Sayın Cumhurbaşkanı, o gelişine çok sevindiğiniz Trump'ın, Müslümanlığa vize yasağı uygulamasına ne dediniz merak ediyorum.

O kadar çok hata yapıyorsunuz ki yetişemiyoruz hatalarınızı saymaya. Birkaç örnek daha vereyim: Avrupalı siyasetçilere diplomasi terminolojisini aşarak "terbiyesiz" dediniz. Kime mi? Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz'a, Yeşiller Partisi Başkanı Cem Özdemir'e. Değerli arkadaşlar, hakaret, diplomasinin bir enstrümanı değildir. Schulz, Almanya Sosyal Demokrat Partisinin başına geldi, ilk seçimlerde büyük ihtimalle iki parti iktidar olacaklar, durum, vahim ki ne vahim.

Mülteciler konusu, ahlaki olarak bize saygınlık kazandıran bir konuyken "Otobüslere doldurur, gönderirim." denilerek ülkemizin mülteciler konusunda insani duruşuna halel getirilmiştir. Mavi Marmara'da İsrail'e teslim oluşunuz, Rusya'yla uçak krizinde önce sahiplenip böbürlenişiniz, sonra çark edişiniz; "Emevi Camisi'nde namaz kılacağız." deyişiniz, IŞİD'e "Birkaç öfkeli genç." deyişiniz, vatan toprağı Süleyman Şah Türbesi'ni terk ederek kaçışınız, Barzani'yle olan dansınız; bizim başımız döndü.

Şimdi size soruyorum: 16 Nisanda başkanlık sistemi gelirse ülkenin dış politikasında ne değişecek? Ülkenin ulusal güvenlik politikasında nasıl bir değişiklik olacak? Bugün alamadığınız hangi kararı alacaksınız? On beş yıldır çözemediğiniz hangi sorunu nasıl çözeceksiniz?

Bu rejim değişikliği yani yargının, yürütmenin, yasamanın bir tek kişinin güdümüne girmesi, bize nasıl bir saygınlık kazandıracak? Ben yanıtlayayım: Hiçbir şey. Zira, Türkiye'nin dış politika ve ulusal güvenlik sorunları, rejim değişikliğiyle çözülemez. Bu sorunlar, rejimin ürettiği sorunlar değil, bizzat iktidarınızın yarattığı sorunlardır. Bu sebeple, ülkenin hayrı için Anayasa değişikliğine "hayır" diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)