GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:9
Tarih:16.10.2012

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin Danışma Kurulu önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum.

Tabii, milletvekili arkadaşlarım bana "Aleyhinde konuşacak ne var? İşte, bir gensoru önergesi var, bunu öne alıyoruz, işte, arkasından da birkaç tane daha madde var..."

Sevgili arkadaşlar, tabii ki aleyhine konuşacak bir şey yok ama ben gündeme başlamadan önce, Profesör Doktor Fatih Hilmioğlu, İnönü Üniversitesinin Rektörü, hepinizin bildiği gibi, uzun zamandır Silivri Cezaevinde yatmaktadır. Niçin yattığını bizler, sizler ve Türkiye kamuoyu da ve kendisi de çok iyi bilmemektedir ama başından çok acı bir olay geçti. Yirmi iki yaşındaki oğlunu trafik kazası sonucu kaybetti ve birkaç gün bu vefat dolayısıyla kendisine izin verildi. Allah'tan rahmet diliyorum oğluna, kendisine ve ailesine başsağlığı diliyorum.

Ancak burada benim belirtmek istediğim nokta, bugün cezaevlerinde yatan vatandaşlarımızın aile bireylerinden kayıplar olmakta -kayıplar derken, vefatlar olmakta- ve bu vefatlar sonucu, aile bireylerinin, cezaevinde yatan aile bireylerinin cenaze merasimlerine katılmaları, aileleriyle birlikte olmaları bir şekilde standartlaştırılamadı veya bununla ilgili bir kanun, bununla ilgili bir düzenleme doğru düzgün yapılamadı.

Bakın, Fatih Hilmioğlu oğlunun cenazesine geliyor; sanki eroin kaçakçısı, sanki terör örgütü suçlusu gibi akşamları evinden alınıyor; bir başka cezaevine götürülüyor, tekrar ertesi gün evine getiriliyor. Sevgili arkadaşlar, bu gerçekten insanın yüreğini yakan, içini acıtan bir durum. Bu düzenlemelerin çok hızlı yapılması gerekiyor.

Yine, cezaevlerinde yatıp da niçin yattığını bilmeden ölen vatandaşlarımız var. Sevgili arkadaşlar, artık Türkiye'deki tutukluluk sürelerinin hızla gözden geçirilmesi gerekiyor. Sadece sıradan vatandaşlar değil bunlar; Türkiye'ye büyük emekleri olmuş bilim adamları, yine Türkiye'ye büyük emekleri olmuş askerlerimiz ve Türkiye'ye büyük emekleri olmuş çeşitli meslek gruplarından arkadaşlarımız bugün cezaevlerinde yatmaktadır.

Şimdi diyebilirsiniz ki "Bunlar yargılanacak ve kararlar verildikten sonra, eğer serbest bırakılması gerekiyorsa tabii ki serbest bırakılacaklar." Ama süreler çok uzun.

Bakın, Cumhurbaşkanımız bu kürsüden yaptığı konuşmada milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında olması gerektiğini, halk için verilen kararlarda da oylarını ve görüşlerini, fikirlerini açıklamaları konusunda, bu Meclisin açılışında bir görüşme yaptı. Sayın Başbakan bu görüşmenin sonunda, çıktıktan sonra, basın mensuplarına "Biz Cumhurbaşkanıyla ayrı fikirde değiliz." dedi. Geçen hafta Meclisten anayasa değişikliğiyle ilgili bir maddenin referanduma getirilmesi arasında bir sonuç çıktı. Bu sonuç Cumhurbaşkanına gittiğinde, Başbakan, Cumhurbaşkanına saygısızlık yapamayacağını, Cumhurbaşkanının vereceği karara saygı duyacağını açıkladı. Sevgili arkadaşlar, Başbakan işine geldiğinde saygısızlık yapmak istemiyor, işine geldiğinde de Cumhurbaşkanıyla aynı fikirde olmadığını söylüyor.

Tabii, sadece bunlarla örneklemek yetmiyor, Türkiye gerçekten iyi yönetilmiyor, iyi yönetilmediğini de Meclis çalışmalarında çok rahatlıkla görebiliyoruz. Her gün, aşağı yukarı, Adalet ve Kalkınma Partisinin Danışma Kurulu önerisiyle karşılaşıyoruz. Her gün, her çalışma toplantısı başladığında bu öneri geliyor. 1 gün sonra veya 3 gün içerisinde veya 5 gün içerinde neler yapacağımızı konuşuyoruz. Meclisin bir plan ve programı yok, yani Meclise milletvekilleri hafta sonu gittiğinde ve tekrar Meclise döndüklerinde neyle karşılaşacağını, Adalet ve Kalkınma Partisinin çoğunluğa dayanarak Meclise neler getireceğini bilmemektedir. Randevular, planlar, programlar, 550 milletvekili bir önceki hafta yapılan çalışmalar sonucunda yapmış olduğu değerlendirme ve gelecekte yapacaklarıyla ilgili planlar yaparken her şey bir salı günü değişmeye başlıyor. Aynı, Türkiye'yi de böyle yönetiyorsunuz Meclisi yönettiğiniz gibi. Bunlara çeşitli örnekler verebiliriz arkadaşlar.

Bakın, bugün Türkiye'yi getirdiğiniz noktada bütçe açığı 15 milyar Türk lirasını buldu. Bugünkü gazetelerde, bugünkü basın bültenlerinde, ekonomik bültenlerde Türkiye'nin bütçe açığının 15 milyar TL olduğu söyleniyor ama siz övünerek televizyon programlarında, gazetelere Türkiye'nin artık 5 milyar doları IMF'ye borç verebilecek noktaya geldiğini söylüyorsunuz, bunu da övünerek söylüyorsunuz. Madem 5 milyar dolar, IMF'ye vermeye gerek yok arkadaşlar. Niye IMF'ye 5 milyar dolar vermek için çaba sarf ediyorsunuz? Eğer gerçekten 5 milyar dolarınız varsa Türkiye'deki bütçe açığını kapatmak için kullanın ve vatandaşın sırtından da petrolden, elektrikten, doğal gazdan aldığınız zamları geri çekin, gayet basit. Bunun için Oxford'u bitirmeye de gerek yok. Bakın, gerçekten 5 milyar dolarınız varsa bunu yapabilirsiniz ama yapamazsınız, çünkü 5 milyar dolarınız yok.

IMF'ye borçlarınızı ödediğinizi söylüyorsunuz. IMF borcu neden? Hükûmete geldiğinizde 23 milyar dolardı, bunun bir milyar doları kullanılmıştı, 22 milyar doları sizin döneminizde kullanıldı. Bu da yetmiyormuş gibi 40 milyar dolarlık kamu mallarını sattınız. Bütün bunlar varken her şeyi vatandaşın sırtına bindiriyorsunuz. Yaptığınız zamları da kaçırmak için,  vatandaşın gözünden kaçırmak için suni bir Suriye problemi yarattınız. Hatta bu bütçe açığını da direkt Suriye'yle ilişkilendirebiliriz.

Bakın, vatandaş bu elektrik, doğal gaz gibi borçları Türkiye'nin geleceğini daha iyi şekillendirmesi için daha önceden çok kabullendi ama bu sefer bu, Türkiye'nin geleceği için değil, Suriye'de savaş isteyen bir Başbakan'ın Suriye sevdasından kaynaklanan bir bütçe açığı. İlk altı ayda verilen bütçe açığı 700 milyon TL iken son iki ayda yani temmuz ve? 700 milyon TL Suriye için harcamalar veya bütçe varken millî savunma için, son iki ayda bu rakam 800 milyon TL olarak revize edilmiştir, daha da üzerine çıkmıştır. Türkiye, gerçekten denkleştiremediği bütçesine bir de Suriye'yi eklemiştir. 100 binin üzerinde Suriye vatandaşının Türkiye'de artık Türkiye'deki insanların ödemiş olduğu doğal gazdan, elektrikten ve sudan alınan paralarla yaşamları idame ettirilmeye çalışılıyor.

Yine, bir anayasa profesörümüzün, Anayasa Komisyonu Başkanımızın geçen hafta çöp sepetine attığı bir Avrupa ilerleme raporu var arkadaşlar. Bu Avrupa ilerleme raporunu kendinin bilim adamlığıyla, işte anayasa profesörlüğüyle pek yakıştıramadım. Bunun dışındaki vatandaşlar yapsaydı belki algılardım ama bir anayasa profesörü bunu çöpe atıyor! Niye çöpe attı? Çünkü hoşlarına gitmiyor. Nasıl hoşlarına gitmiyor? Türkiye'deki gerçekleri yazmış, hatta bunun az olduğunu düşünüyorum, tam anlamıyla da yazmamış.

"Türkiye'de bugün demokrasi var." adı altında Suriye'ye demokrasi getirmeye çalışan ileri demokrasiciler, Suriye'de bilim adamlarının, Suriye'de öğrencilerin, Suriye'deki demokrasiyle kıyaslarken Türkiye'deki yapılanları da bizzat kıyaslamaları gerektiğine inanıyorum.

Evet, Türkiye'de ne var? Gazeteciler hapiste? Türkiye'de kimler hapiste? Öğrenciler hapiste. Türkiye'de "Parasız eğitim istiyorum." diyen öğrenci, on sekiz ay hapis yattıktan sonra ancak serbest kalmıştır. Tek suçu parasız eğitim istemekti.

AHMET AYDIN (Adıyaman) - Harçları kaldırdık, onu söylemiyorsun!

HAYDAR AKAR (Devamla) - Peki, Türkiye'de demokrasi var da parasız öğrenim isteyen öğrencileri niçin hapse atıyorsunuz?

Peki, Türkiye'de demokrasi var da dünyanın en çok hapiste olan gazeteci sayısının Türkiye'de olduğunu niçin söylemiyorsunuz? Peki, Türkiye'de demokrasi var da, her şey güllük gülistanlık da, bu kadar yaşam şartları iyi de, bu vatandaş niye bağırıyor, niçin sıkıntı içerisinde?

AHMET AYDIN (Adıyaman) - Vatandaş bağırmıyor, sen bağırıyorsun.

HAYDAR AKAR (Devamla) - Ben bağırmıyorum.

Bakın, şimdi, size tarımdan örnek vereceğim -vatandaş bağırıyor, bakın nasıl bağırıyor- çok hızlı geçeceğim, hızlı okuyacağım. Bunu söyleyeceğinizi bildiğim için yanımda şeyi de getirdim. İzmit Sanayi Sitesi Başkanı, 1.400 tane iş yeri var; 430 dönüm üzerine kurulu 1.400 iş yeri var. Bakın buranın Başkanı ne diyor: "Sitemiz 1985 yılında açıldı -yani yirmi yedi yıl önce- biz böyle kriz böyle sıkıntı görmedik, hepimiz perişanız." "Sen de mi?" diyor, soran vatandaş, "Sen de mi? Sen eski bir firmasın." diyor "Evet, benim vergi numaram 163, telefon numaramız ise 160'lı diyor, altmış bir yaşındayım." diyor. "Peki, şu andaki durum nedir?" diye soruyorlar, "Gidişat kötü, iş yok, para yok, tahsilat sıfır, en kral firmalar bile ödeme yapamıyor. Vadeler altı yedi aya çıktı, hele oto kısmı çöktü. Ramazan ayından bu yana makineler yatıyor." diyor. "Şimdiye kadar böyle kriz yaşanmamış mıydı?" diye soruyorlar. "Ben hatırlamıyorum. Açıldığı andan beri bu sitedeyim, böyle sıkıntı hatırlamıyorum, en kötü günleri yaşıyoruz. İnanmayan istediği kuruma araştırma yaptırsın, gerçeği görecektir." diyor. "Üyelerin aidatları ödeme durumu nedir?" diye soruyorlar. "Ha, işte, esnaf, 40 lira ile 80 lira arasında değişen aylık aidatları ödeyemiyor. İnanamazsınız, ama durum böyle." diyor. "Oran ne?" diye soruyorlar, "yarısı" diyor. "1.400 işyerinden 600-700'ü aidatını ödeyemiyor." diyor, "Adam işçisinin parasını veremiyor." diye ilave ediyor. "Peki, bankalarla ilişkisi nasıl?" diye soruyorlar, "Felaket?" diyor. Bunları ben sormuyorum arkadaşlar, yani bir muhalefet milletvekili olarak sormuyorum, vatandaşın bir konuşmasından alıntı yapıyorum. "Birkaç rakam vereyim: 2008 yılına kadar sitemizde hiçbir iş yeri icrayla satılmadı, 2009'da 2; 2010'da 6; 2011'de 12, bu yıl ise ilk dokuz ayda 15 iş yeri bankalar tarafından icrayla satıldı." diyor. "Ödemelerde derdiniz, tahsilat güçlüğünüz nedir?" diye soruyor. "Devlet benden alacağını alıyor, şöyle alıyor, böyle alıyor, ya ben? Ben alacağımı alamıyorum, çekler, senetler sapır sapır dönüyor, ben ne yapayım, orman kanununa mı başvurayım?" diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAYDAR AKAR (Devamla) - Anlayacağınız, esnafın sahibi yok. Türkiye'yi getirdiğiniz durum bu.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akar.