| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 07.02.2017 |
İLHAN CİHANER (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle, bu önergenin 18/10/2016 tarihinde verilmiş olması ve sonrasında gözaltı süresinin kısaltılmış olması, bazı, komisyon kurulması gibi adımların atılmış olması bu komisyonun kurulma ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Tam tersi, Türkiye'nin şu anda çok ciddi bir bilançoya ihtiyacı var; yani hem bu, kanun hükmünde kararnameler ve olağanüstü hâl ilanının gerçekten çıkarılma ihtiyacını karşılayıp karşılamadığı hem de bu, HDP'nin teklifindeki komisyonun kurulmasındaki insan hakları ihlallerinin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda.
Bir kere, AKP'liler bu OHAL ilanına sürekli "Devlete karşı ilan edildi, millete karşı ilan edilmedi." diyor ama biz biliyoruz ki millet bundan doğrudan doğruya etkileniyor. Yani EĞİTİM-SEN ne zamandan beri devlet, Yol TV ne zamandan beri devlet, Hayat TV ne zamandan beri devlet, TV 10 ne zamandan beri devlet? Dolayısıyla, bu kanun hükmünde kararnameler ve OHAL'in en yakıcı sonuçlarını doğrudan doğruya yurttaşlarımız yaşamaktadır.
Ben 3 başlıkta ele alacağım ama ondan önce bir bilanço, bir, kabataslak neler yaşandı, onu görmemiz lazım. Bugüne kadar Millî Eğitim Bakanlığından 32.470 Millî Eğitim Bakanlığı mensubu ihraç edildi ve bunların çok önemli bir kısmı da geçmişleri tam da Fetullahçı yapılanmayla mücadeleyle geçmiş olan EĞİTİM-SEN mensubu öğretmenler. 17.615 Emniyet Genel Müdürlüğünden, 17 bin Sağlık Bakanlığından, 5.665 Millî Savunma Bakanlığından, 2.349 belediyelerden, 1.642 Maliye Bakanlığından, 1.768 Diyanet İşleri Başkanlığından, bu liste sürekli devam ediyor. Bunun yanında, kayyum atanan belediyeler, içlerinden 3'ü büyükşehir, 5'i il belediyesi olmak üzere. Bu tablonun tamamı, aslında Türkiye Büyük Millet Meclisinin duruma vaziyet edip en azından olağanüstü hâl ilanı ve çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin başarıya ulaşıp ulaşmadığı noktasında bir bilanço yapmasını zorunlu kılmaktadır ve biraz önceki sayıları da birlikte değerlendirdiğimiz zaman, doğrudan doğruya bunun -devlete değil- devletin mevcut iktidarın planı doğrultusunda ele geçirilmesine dair bir fırsata çevrildiği çok açık bir şekilde görülüyor.
Ben bu konuyla ilgili 3 başlık içerisinde görüşümüzü belirteceğim. Bir tanesi ve en önemlisi, önergede de, önerge teklifinde de yer alan insan hakları meselesi. İnsan hakları Türkiye'de maalesef en talihsiz kavramlardan birisi çünkü insan hakları insan haklarının en yoğun ihlal edildiği dönemlerde tartışılır. Denir ya "Kavga ettiğinizle barışırsınız.", insan hakları tartışmaları da insan haklarının en yoğun ihlal edildiği dönemlerde tartışılır. Bir kere, her şeyden önce, hemen darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan bazı uygulamaları hatırlayalım. Gözaltı süresinin uzatılması... Bu, insan haklarını ilgilendirmiyorsa ne ilgilendirecek? Cezaevi inceleme komisyonlarının iptal edilip önemli bir süre çalışmamış olması ki insan haklarıyla ilgilenen herkes cezaevlerindeki hak ihlallerinin minimize edilmesinde, cezaevi izleme komisyonlarının ne kadar önemli görevler yaptığını ortaya koymuştur.
Şimdi, bununla ilgili size, özellikle 2010 referandumunda iktidarın en çok propagandasını yaptığı, Anayasa'nın geçici 15'inci maddesini okuyacağım; daha sonra da AKP'nin KHK'yla getirdiği başka bir maddeyi okuyacağım: "12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.
Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.
Bu dönem içinde çıkarılan kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ile 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan karar ve tasarrufların Anayasaya aykırılığı iddia edilemez." Dehşet bir madde değil mi? Hem bir dokunulmazlık getiriyor hem de o dönem içerisinde işkence dâhil yapılan tüm eylemlerin cezasızlığını getiriyor, mahkeme yolunu da kapatıyor.
Şimdi, geliyoruz, bu maddeyi 2010 değişikliğinde en çok sömüren AKP'nin OHAL'le getirip daha sonra da yasalaştırdığı madde hükmüne: "15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz." Yani 12 Eylül Anayasası'nın getirdiği cezasızlık hükmünden çok daha geniş, üstelik zaman kısıtlaması olmayan bir düzenleme getirilmiş oluyor. Nitekim, bu çerçevede, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı işkenceye uğradığını iddia eden bir vatandaşla ilgili olarak 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin -daha sonra kanunlaşan- bu hükmünü esas alarak takipsizlik kararı verdi. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır, bu nasıl insan hakları anlayışıdır?
Tabii, bir diğer başlık da ilan edilme gerekçeleriyle bu kanun hükmünde kararnamelerin acaba başarıya ulaşıp ulaşmadıkları. AKP adına konuşan hatip aldatıldığını söyledi, üstelik insan hakları kurallarıyla ilgili olarak aldatıldığını söyledi. Eğer bu aldatılma serisini devam ettirmek istemiyorlarsa bu komisyonun mutlaka kurulup Türkiye Büyük Millet Meclisinin duruma vaziyet etmesi gerekir.
Bakın, bu, OHAL'in ilan edilmesi konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Birleşmiş Milletlerin kriterleri var, bu kriterler Birleşmiş Milletlerin "Sirakuza Kriterleri" olarak adlandırdığı kriterler. Doğrudur, belli koşullarda, anayasal bir rejim olarak, anayasal bir hâl olarak OHAL ilan edilebilir ve Fetullahçı yapılanmanın 15 Temmuzda gerçekleştirdiği, onun öncesinde gerçekleştirdiği durum da buna denk geliyor olabilir ancak ondan sonrasındaki, özellikle çekirdek insan haklarının ihlal edilebileceği anlamına gelmez. Örneğin, "Nüfusun tamamını ve devletin topraklarının bir kısmını veya tamamını etkilemesi" bu koşulu karşılıyor olabilir. "Toprağın önemli bir kısmında etkisini göstermesi, tehdidin bütün nüfusu etkileyecek olması" gibi birtakım koşullar var. Bir kere, bu koşulların tamamının gerçekleştiğini kabul etsek bile kesinlikle müdahale edilemeyecek işkence yasağı, kölelik gibi birtakım çekirdek haklara müdahale edildiğini görüyoruz ama en önemlisi de ilan edilme gerekçelerinin başında gelen etkin soruşturma. Şu anda yürüyen süreç içerisinde öyle bir garip hâl almış durumda ki, Fetullahçı hâkim, savcıları tutuklayan hâkimi tutuklayan, daha sonra bunu serbest bıraktığı ancak byLock listesinde olduğu anlaşılan hâkimlerin gözaltına alındığı gibi telaffuz etmesi bile zor durumla karşı karşıyayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu incelemeyecekse neyi inceleyecek? Yani, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu tarz bir duruma vaziyet ederek bir araştırma komisyonu kurup sahiden bu tedbirlerin başarıya ulaşıp ulaşmadığını, insan hakları ihlalleri dışında bu tedbirlerin başarıya ulaşıp ulaşmadığını tespit etmesi için böyle bir komisyonun kurulması oldukça faydalı olacaktır.
Kuşkusuz şöyle bir sorunla da karşı karşıyayız: Fetullahçı yargı pratiği zamanında insan hakları öyle bir algıya dönüştü ki, öyle bir zemin kayması yaşadı ki, sanki ceza muhakemesi hukukunda ve genel olarak insan hakları hukukunda var olan usuli güvenceler sadece suçsuz insanlara ilişkin getirilmiş hükümlermiş gibi... Oysa tam tersi, insan hakları ve ceza muhakemesi hukukundaki usuli güvenceler suç şüphesi altındaki insanlar içindir. Zaten suç şüphesi altında değilse, bir insanın bu tarz ihlallerle karşı karşıya kalmaması gerekir. Yani, bir kimsenin şu ya da bu adla adlandırılan herhangi bir suçla ilişkilendirilmesi, o suç ne olursa olsun, kesinlikle bu kurallardan, bu güvencelerden muaf tutulması anlamına gelmez; tam tersi, suç şüphesi altındaki insanların faydalanacağı olgulardır bunlar.
Gene, en önemli sorunlardan birisi insan hakları ihlalleriyle ilgili, bu 16 Temmuz darbesiyle ilgili. Malum, bu süreçte kritik görev almış birçok Fetullahçı kimse yurt dışına kaçtı. Ancak, sizin, şu süreç içerisinde iade taleplerinin reddedilmesine siyasi gerekçelerle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Cihaner, lütfen tamamlayınız.
İLHAN CİHANER (Devamla) - ...kızmak yerine o iade taleplerinin niçin reddedildiğine bir göz atmanız gerekir. Bunların tamamında insan haklarının ihlali olgusu vardır. Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi ve ikili sözleşmelerin tamamında neredeyse idam cezası varsa, işkence görme riski varsa, hatta adil yargılanmaya ilişkin birtakım sıkıntılar söz konusuysa iade edilmeyecektir. Eğer Türkiye bu koşulları karşılamayan ülkelere daha önceden iade yapmışsa Türkiye'nin yaptığı yanlıştır. Bir müddet önce Cumhurbaşkanı böyle bir açıklama yapmıştı "Amerika Birleşik Devletleri'ne iade ederken biz belge, delil sormadık." Asıl yapılan yanlış oydu. Suçluların iadesi sözleşmelerinin tamamı bu koşulları karşılamak zorundadır.
Bu anlamda, böyle bir araştırma komisyonu kurulup insan hakları ihlallerinin nerelerde yoğunlaştığı, bunlara dair alınacak tedbirler sadece insan haklarının ihlal edilmesinin önüne geçmeyecektir, OHAL'in ilan edilmesinin en temel gerekçesi olan Fetullahçı yapılanmayla mücadeleye de çok önemli faydalar sağlayacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İLHAN CİHANER (Devamla) - Sonuç olarak, bu komisyonun kurulması ülkemiz için hayırlı olacaktır, oyumuz da o yönde olacaktır.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)