GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:66
Tarih:07.02.2017

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından olağanüstü hâl ilan edilmişti biliyorsunuz ve 21 Temmuzda yürürlüğe girmişti olağanüstü hâl. Hükûmetin olağanüstü hâl ilan kararında ayrıca bazı uluslararası sözleşmelerin askıya alındığına dair bir beyan da vardı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletlerin Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin bazı maddeleri bu beyan gereğince askıya alınmıştı, daha doğrusu Hükûmet bunları askıya aldığını belirtmişti.

Şimdi, olağanüstü hâl rejimleri de birer hukuk rejimi olarak kabul edilir çağdaş hukuk devleti sistemlerinde. Bunun böyle kabul edilmesinin bir nedeni vardır. Tabii, keyfîlik yönetimi değildir olağanüstü hâl rejimleri. Geçici olmak zorundadır, kısa olmak zorundadır, olağanlaşmamak zorundadır. Bu nedenle de uluslararası standartlar öngörülmüştür. Bu uluslararası standartlar tam da iki dünya savaşı arasında otoriter ve totaliter rejimlerin yükselişinin verdiği tecrübeden çıkarılmış derslerdir.

1945 sonrası oluşan uluslararası hukukta olağanüstü hâl yönetimlerinin hangi sınırlara göre uygulanacağı da belirlenmiştir. Dediğim gibi burada altını çizmemiz gereken şey şu: İki dünya savaşı arası dönemde 1920'lerin sonlarından itibaren dünyada çeşitli ülkelerde otoriter rejimler yükselmiş ve bunlar olağanüstü hâl rejimleri kurmak suretiyle yerleşik hâle gelmişlerdir. İtalya'da faşizmin, İspanya'da Franco rejiminin falanjizminin ve Almanya'da Nazi rejiminin öncülüğünü olağanüstü hâl uygulamaları yapmıştır. İşte, bu tecrübeyi dikkate alan insanlık âleminin temsilcileri olağanüstü hâlin keyfî olamayacağını belirlemiş ve bunun için standartlar koymuştur. Dolayısıyla, bir olağanüstü hâl rejiminin hukuka uygun meşru kabul edilebilmesi için bu sınırlara uygun işlemesi gerekiyor ama maalesef Türkiye'de bu sınırlara uygun işlemiyor.

Evet, uluslararası hukuk olağanüstü hâl rejimlerinde uluslararası bazı sözleşmeleri ya da bazı sözleşmelerin bazı hükümlerini askıya alma hakkı tanıyor. Ancak dokunulamayacak çekirdek alanı da belirlemiştir. Hiçbir şart altında ihlal edilemeyecek haklar vardır uluslararası hukukta. Savaş sırasında dahi ihlal edilmesi kabul görmeyen haklardır bunlar ama maalesef, burada, ülkemizde bu son sekizinci ayını doldurmakta olan olağanüstü hâl uygulamalarında bu çekirdek alan haklarının da ihlal edildiğini görüyoruz, hem de sıklıkla ihlal edildiğini söylememiz mümkün. Mesela, işkence yasağı savaş sırasında bile ihlal edilemeyecek bir güvencedir ama maalesef bu süre içinde bu da ihlal edilmiştir.

Yine, "medeni ölüm, sivil ölüm" anlamına gelen insanları kişilik haklarından ve kişilik statüsünden yoksun bırakma uygulamaları da yasaktır, hiçbir dönemde kabul edilemez. Oysa işten atmalara göz attığımızda, işten atma uygulamalarına baktığımızda bugün işten atılanların hiçbir kamu kurumunda görev almaları mümkün değil; ayrıca, başka bir işte çalışmaları da önleniyor. Kısacası, sanki sivil ölüm yaratılıyor bu uygulamalarla.

Arkadaşlar, bunların ötesinde, bakın, dikkatinizi çekmek istediğimiz çok önemli bir nokta var: Olağanüstü hâl uygulamaları, aynı zamanda, Türkiye'de hem 2014'teki yerel seçimlerin hem 2015'teki genel seçimlerin sonuçlarını ve etkilerini hükümsüz kılmaya yönelik operasyonların da vesilesi yapılmıştır. Olağanüstü hâli fırsat bilerek, Hükûmet, yerel yönetimlere kayyum ataması uygulamasını getirmiştir.

Farkında mısınız değerli milletvekilleri... Gerçi burada fazla milletvekili yok dolayısıyla, AKP sıralarına hitap etmek için fazla bir sebep de bulunmuyor çünkü gerçekten, en fazla 15 kişi var, 315 kişiden 15 kişi.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Yeter, yeter.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Biz buradan halkımıza seslenelim ve şunu söyleyelim: Olağanüstü hâl uygulamalarıyla en büyük ihlal nerede oldu? Yerel seçim sonuçları iptal edildi. Bugün DBP'ye bağlı 70'in üzerinde belediyeye kayyum atanmış durumda. DBP'nin kazandığı belediyelerin yüzde 80'ine yakını bugün kayyumla yönetiliyor. Bu ne demektir? Halkın iradesinin geçersiz, iptal edilmesi demektir. Halkın iradesini iptal yetkisini nereden alıyor bu Hükûmet? Olağanüstü hâl şartlarından aldığını söylüyor. Olağanüstü hâl şartları ve uygulaması eğer seçimlerin sonuçlarını geçersiz kılma yetkisi tanıyorsa, öyle yorumlanıyorsa bu olağanüstü hâl uygulamaları Hükûmet tarafından, demek ki olağanüstü hâli bir uluslararası hukuk rejimi, hukuk devleti çerçevesinde işleyecek bir rejim gibi görmüyor, tam tersine, seçimlerin sonuçlarını bile tanımayacağı bir diktatörlük, bir keyfîlik rejimi olarak görüyor; esasen, böyle de uygulanıyor.

Ayrıca, 2015 Kasım seçim sonuçları da geçersiz kılınmak isteniyor bu olağanüstü hâl süresi boyunca. Aslında, 7 Haziran seçimlerinin nasıl geçersiz kılındığını hep birlikte yaşadık ve bunu defalarca bu kürsülerden, bu kürsüden, buradan dile getirdik. Hangi operasyonlarla, hangi manevralarla 7 Haziran seçim sonuçları iptal edildi, bunları ayrıntılı anlattık. Hadi, tamam, o şartlarda 1 Kasımda seçime gidildi ama 1 Kasım seçim sonuçları da iptal edildi.

Bizim partimizin eş genel başkanları dâhil, bugüne kadar 14 milletvekili tutuklandı, 2'si serbest bırakıldı, şu an cezaevlerinde 12 milletvekilimiz var ve bunların arasında 2 tane eş başkanımız var. İl, ilçe örgütlerimiz boşaltıldı, bunların hepsi olağanüstü hâli fırsat bilen uygulamaların sonuçlarıdır. Elde bir yargı kararı yok, elde herhangi makul bir suçlamaya temel oluşturacak bir delil yok ama ortada olağanüstü hâlin verdiği keyfî yetkiler var.

Şimdi, bu uygulamalarla Türkiye'yi bir referanduma götürmektedir bu Hükûmet, bu AK PARTİ ve Cumhurbaşkanı. Ancak, referandum süresince de belli ki bu keyfî imkânları, bu sınırsız yetkileri kullanacak. Centilmence bir mücadeleye yanaşmayacağı ortada. Milletin yarısı "hayır" derse, bu yarıyı terörist ilan etmiş durumda. Bırakın yarısını, yüzde 40'ı desin, yüzde 45'i terörist mi olacak? Gerekçeniz olmayınca, sürekli kendi tezlerinizi destekleyecek gerekçeler bulamayınca karşı tarafı teröristlikle suçlamak en kolay yol. Terörizmin kendisi toplumu tehdit etmektir, tanımı budur, toplumu tehdit altında tutmaktır ve bugün AKP'nin de yaptığı budur, sürekli bir tehdit söylemi ve tehdit pratiğiyle yönetiyor. Bunun adı, gerçek anlamda, geniş anlamda terörizmdir arkadaşlar. Eğer böyle yapmaya devam ederseniz, Türkiye'yi kalıcı olağanüstü hâl şartlarına mahkûm etmek istediğiniz sonucunu çıkarmak gerekiyor buradan. Zaten, Anayasa değişikliğiyle hedeflenen de Türkiye'de olağanüstü hâli kalıcı hâle getirmektir. Sadece olağanüstü hâli değil, bu vesileyle toplumu ikiye bölme uygulamasını da derinleştirme gibi bir hedefi vardır AKP'nin bu değişiklikle. Evet, daha önce de uyardık, bu süreç hem Anayasa değişikliğindeki fikirler, öneriler hem de referandum süreci toplumu keskin bir şekilde kutuplaştırma ve sürekli bölünmüş hâlde tutma süreçleridir. AKP, bunları böyle işletmektedir, şimdiden önümüze çıkmaya başladı bu örnekler. Başbakanın konuşmasını herhangi bir şekilde kabul etmenin imkânı yoktur arkadaşlar.

Biz olağanüstü hâl vesilesi veya fırsatıyla getirilen bütün bu hukuksuzluklara, haksızlıklara "hayır" diyoruz. Bu "hayır"ımızı referandum sürecinde de en etkili şekilde göstereceğiz, en etkili şekilde "hayır" kampanyamızı yürüteceğiz.

Hükûmetin bir başka oyununa da dikkat çekmek gerekiyor. "Hayır" vermek isteyen çevreleri birbirine düşürme niyetindeler, bunun için de çeşitli, basit ve bana göre ucuz manevralara başvuruyorlar. Biz herkesin kendi gerekçesiyle "hayır" oyu vermesini, "hayır" kampanyası yürütmesini meşru, normal bir durum olarak görüyoruz. Kendimiz de kendi gerekçelerimizle "hayır"ı, "hayır" kampanyasını bütün imkânlarla sonuna kadar yürüteceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Bir dakika daha tanıma imkânınız var mı?

BAŞKAN - Sayın Sancar, lütfen tamamlayınız.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Farklı gerekçelerimiz olabilir "hayır" için, "hayır" kampanyasında farklı üsluplar, sloganlar, farklı yöntemler kullanabiliriz ama ortak paydamız ortadadır arkadaşlar. Biz Türkiye'de bu gidişata birlikte hayır demek zorundayız; Türkiye'de keyfî yönetime, bu soygun düzenine, sürekli yalanlarla manipüle edilen ortama hayır demek zorundayız. Her birimizin evet dediği değerler farklı olabilir, ilkeler farklı olabilir ama evet dediğimiz ilkeleri, değerleri gerçekleştirebilmemiz için bu gidişatı durdurmamız lazım. Bu gidişatı durdurma konusunda kim elinden ne geliyorsa mutlaka yapmalıdır. Biz HDP olarak kendi "hayır"ımızı en net şekilde ortaya koyuyoruz ve herkesin kendi "hayır"ını hayırlı sonuçlar için, ülkenin hayrı için kullanacağını düşünüyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)