Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 57 |
Tarih: | 13.01.2017 |
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Üzerinde konuşmak için söz aldığım madde, Anayasa'nın 105'inci maddesini düzenleyen kısma ilişkindir. Bu, Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunu düzenleyen bir maddedir.
Her ne kadar madde Cumhurbaşkanının işlediği bir suç hakkında soruşturma açılmasını ve Yüce Divana sevki hususunu düzenlemiş ise de bu maddenin içeriği ve teklifteki diğer düzenlemeler hep birlikte değerlendirildiğinde açıkça ortaya çıkan durum, Cumhurbaşkanının ömür boyu cezasızlık zırhına büründürüldüğüdür. Teklifi savunanların kamuoyuna ve bizlere anlatımları "Sorumsuzluk vardı. Biz bir yargı yolunu açıyoruz." şeklindedir. Ancak, bu anlatımlar, ne yazık ki fiilen mümkün olmayan bir durumu anlatarak gerçeği yansıtmamaktadır.
OHAL koşullarında hiç kimsenin konuşamadığı, fikirlerini serbestçe beyan edemediği, serbest tartışma ve tercihlerin ortaya çıkamadığı, her kesimin susturulduğu, dolayısıyla anayasal kamuoyunun da olmadığı bir ortamda böylesi bir Anayasa değişikliği teklifinin bir dayatma olduğunu, geleceğimizin belirsizleştiğini ve karanlığın koyulaştığını her fırsatta dile getirdik. Hâl bu iken olası seçim de, tercih de bir uzlaşma zemini yaratamayacaktır. Tam aksine, tahakkümü, krizleri ve darbe kliklerini sürekli işler hâlde tutacaktır. Tüm toplumu böylesi bir tehlikeye atmak, iktidar olma sorumluluğunu yerine getirmemekle aynı anlama geliyor. Doğrusu, bir yılı aşkın bir süredir yaşadığımız kaos ve krizler, patlayan bombalar eşliğindeki hayat, şu an getirilmek istenen rejimin provasıydı. Öyle ya, sürekli olarak "Fiilî durumu hukuki duruma uydurmamız gerekirdi." diyerek itiraflarda bulunuyorsunuz.
Sayın Erdoğan'ın "İsteseniz de istemeseniz de rejim değişmiştir." dediği günden beri bu rejimin altyapısı kuruluyordu. OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle de yönetim tarzı, toplumsal zeminin aleyhe işlemesini engelleyecek bir tarzla ustaca yürütüldü ve hâlâ yürütülmeye devam ediyor. Öyle görünüyor ki tüm toplumumuzu derin bir karanlık bekliyor çünkü bu teklifin hiçbir yerinde en ufak bir gün ışığı dahi görünmemektedir. Teklif savunucuları, "Hukukun üstünlüğü.", "Cumhuriyet rejimi hâlâ duruyor.", "Meclisin kapısına kilit mi vurduk?", "Yerli ve millî.", "Son derece demokratik.", "Daha hızlı karar almamıza vesile olacak." gibi anlatma çabası içerisindedirler. Bu, bir çabadır. Evet, ama ne kadar zorlandığınızı çok iyi görüyoruz. Anlatamıyorsunuz. Toplum gerçeğini doğru teşhis edememişsiniz. İçinde millet yok. Özü itibarıyla, Meclis çalışmıyor çünkü halkın hesap sorabileceği mekanizmaları elinden alıyorsunuz. Daha rejimin adını bile koyamadınız; birileri "başkanlık" diyor, birileri "yarı başkanlık" diyor, birileri "Türk tipi başkanlık" diyor, birileri de "Son derece demokratik." diyor. Hiçbirinin olmadığını biliyoruz. Örneğin, bu, bir başkanlık rejimi değildir, hiçbir başkanlık rejimine benzemiyor.
Dün Sayın Burhan Kuzu burada Amerika başkanlık tipini anlattı. Anladığımız o ki referans alınan model Amerika tipi başkanlık modeli ama hiçbir şekilde ona benzemiyor. Eğer alınan referans o modelse onu tartışalım o zaman. Bu teklifteki modelle uzaktan yakından alakası yok. Neresini referans aldınız, doğrusu merak ediyorum.
Örneğin, Amerika'da başkan asla "Kandırıldım, yüce milletim beni affetsin." diyemez, yüce mahkemenin huzuruna çıkmak zorundadır ve kararı da yüce mahkemeler verir. Yine, Amerika'da kuvvetler ayrılığı çok daha kesin bir şekilde ayrıdır, yargı bağımsızlığı çok nettir. Hiçbir yargıç başkan içeri girdi diye ayağa kalkıp önünü ilikleme çabasına girişmez, hiçbir yargıç başkanla çay toplamaya gitmez, asla o fotoğrafı vermez. Bu teklifte ise yürütmenin tamamı, yasamanın büyük çoğunluğu, yargının tamamı ve devlete ait bütün kamu kurum ve kuruluşlarının hepsi başkan eliyle dizayn ediliyor. Bir seçim öngörüldüğü için adına "demokratik" diyorsanız eğer bu demokratik olmuyor.
Bunun içerisinde, hiçbir yerinde millet hesap soramıyor, en az beş yıla kadar hiçbir şey soramıyor. Savaş kararı alınsa örneğin, millet "Niye savaşa giriyoruz?" diye soru sorabilecek durumda değil. Ha, beğenmediyse değiştirmek için seçimi beklemek zorundadır. O da hangi ortamda nasıl seçim yapılabileceği belli değil. Milletin hakemliğine sandığa gidip oy vermek şeklinde bir işlev yüklenmiş sadece. "Beğenmediğini sandıkta görevden alacak." diyorsunuz, "Milletten korkmayın." diyorsunuz. Ama böyle söyleyerek aslında milletin oylarına çok ciddi anlamda saygısızlık etmiş oluyorsunuz. Millet yönetimde söz sahibi değilse, hesap soramıyorsa en az beş yıla kadar mahkûm mu olacak kendi eliyle? Böyle bir mantık olamaz.
İddianız, başkanlık sistemi ya da hiçbir yerde örneği olmayan Cumhurbaşkanlığı modeliyken içerik ve kurgu sınırsız, yürütme yetkilerinin bir kişide olduğu, o kişinin de asla yargılanamayacağı, hesap vermeyeceği bir erkler birliği rejimidir. Bırakın denetimi, bu yeni rejimde ya da modelde -adına her ne diyorsanız- soru bile soramayacak Parlamento üyeleri. Normalde yürütmenin başı olan Başbakana soru sorabiliyorken bu yeni rejimde hiçbir soru sorma hakkı bile yok.
İşte tarif, tanım, gerekçe ve düzenlemelere hep birlikte baktığımızda, neden bir isim bulamadığınızı aslında anlayabiliyorum. Söyleyemediğiniz, bu özelliklerin tek bir ismi var, onu da tüm dünya "diktatörlük" olarak tanımlıyor, henüz başka bir kavram bulunamadı. Bence teklif savunucuları da artık demokrasi ya da hukuk devleti ilkesiyle açıklamaya çalışmamalı, adına doğrudan "diktatörlük" demeli ve bu isim telaşından da kurtulmalıdır.
Değerli milletvekilleri, devlet başkanının sorumsuzluğunun temelinde yetkilerinin sembolik oluşu ya da doğrudan yetkisiz oluşu yatmaktadır. Doğal olarak da yetkisi yoksa sorumluluğunun da olmayacağı kabul edilir ve bu makamın tarafsız davranacağı ve tarafsızlığı sembolize ettiği kabul edilir, düşünülür; böylece devlet organları arasında bir hakem fonksiyonunu görebileceği varsayılır. Böylesi bir iç denge formülüyle cezai sorumluluğunun olmayacağı anlaşılabilir. Tek istisnası vatana ihanet meselesidir ki bu durumda da yine nitelikli çoğunlukla ancak Yüce Divana sevki öngörülmüş durumdadır. Sorumluluk doğuran işlemlerde devlet başkanının bir bakanla birlikte imzası vardır, o bakan sorumlu tutulur. Bu mekanizma, tamamen, devlet başkanına yetki verilmemesi, icracı olmaması hâlinde sağlanmış ve "tarafsızlık" sıfatını garanti eden bir mekanizmadır ve yine, tüm hâller sadece ve sadece göreviyle ilgili hususlar içindir.
Bu teklifle, birinci olarak, "Bir suç işlediği iddiasıyla yargı yolu açılıyor." dense de bu düzenleme sadece şeklîdir, fiilen uygulama imkânı yok ve Cumhurbaşkanına ömür boyu cezasızlık zırhı getiren bir düzenlemedir. Şöyle ki: Milletvekili sayısının 600 olacağı varsayımında 301 milletvekiliyle soruşturma istenebilecek, 360 milletvekiliyle soruşturma açılmasına karar verilebilecek ve 400 milletvekiliyle Yüce Divana sevk kararı çıkabilecek. Meclis ve Cumhurbaşkanının aynı seçim kampanyasında, aynı günde seçildiği, başkan adayının aynı zamanda siyasi partinin genel başkanı da olabileceği ve tüm milletvekili adaylarını kendisinin belirlediği bir yasama organı profilinde bu sayılara asla ulaşılamayacağını aslında hepimiz biliyoruz, sizler de biliyorsunuz.
İkinci olarak: Göreviyle ilgili veya şahsi suçlar arasında bir ayrım belirtilmediği gibi, görev sonrasında da aynı madde hükmünün uygulanacağı belirtilerek ömür boyu bu zırhla koruma altına alınmıştır. Oysa yetki varsa yetki oranında sorumluluk da olmalıdır. Öte yandan, çağdaş ceza hukuku doktrininde devlet başkanlarının kişisel suçları açısından sorumlu olacakları konusunda hemen hemen söz birliği vardır.
Üçüncü olarak: Teklifin geneliyle önerilen kuvvetler mekanizmasına baktığımızda, yüksek yargı organları üyelerinin büyük çoğunluğunu Cumhurbaşkanının atayacak olması gerçeğiyle, bu gerçekle birlikte değerlendirildiğinde Cumhurbaşkanına yargı yolunun açıldığı iddiasının ne kadar temelsiz ve asılsız olduğu çok net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, biz HDP olarak, bu rejim ilk dillendirildiği andan beri karşısında duran yegâne partiyiz. Biz "hayır" demeye 7 Haziran evvelinde başladık, o zamandan beri "hayır" diyoruz, şimdi de "Hayır." diyoruz; OHAL'e "hayır" diyoruz, haksız tutuklamalara "hayır" diyoruz, işkenceye "hayır" diyoruz, yaşam hakkı ihlallerine "hayır" diyoruz ve diyeceğiz. Türkiye topraklarının gerçek rengine büründüğü, Türk'ü ile Kürt'ü ile Alevi'si, Sünni'si, Müslüman'ı, Hristiyan'ı, hangi inanca sahipse herkesin adil ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Bütün farklılıklarıyla bu topraklarda bütün insanların adil ve eşit yaşayacağı bir anayasa yapılacağına inancım tamdır. Bir gün o anayasayı hep birlikte yapacağımıza inanıyorum ve o güne kadar da tüm yasaklara ve hepimizi tehdit eden tüm dayatmalara "hayır" diyeceğiz, sizleri de "hayır"a davet ediyorum.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.