GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:55
Tarih:11.01.2017

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 3'üncü madde üzerinde söz aldım. Teklifin 3'üncü maddesi, milletvekili seçilme yaşını 18'e indiriyor. Olumlu bir düzenleme fakat bu düzenlemenin de ilk önericisi 2011'deki Anayasa Uzlaşma Komisyonu görüşmeleri sırasında bizim bundan önceki partimiz BDP idi. O zaman bu öneriyi getirdiğinde BDP, dalga geçilmişti, alay edilmişti. Şimdi, büyük bir reform olarak sunuyor AKP bunu. Ancak bu madde üzerinden bir değerlendirme yapmayı gerekli görmüyorum. Bu tür düzenlemeleri, esasa ilişkin olmayan düzenlemeleri getirme taktiği AKP'de ezelden beri var. Aslında, asıl meseleyi örtmek veya tartışmayı başka yerlere kaydırmak gibi bir tür amaç taşıyor. Tartışmayı buraya saplamak yerine, teklifin tümü ve ne getirdiği üzerine yoğunlaştırmak daha doğru olur.

Evet, teklif, bir sistem değişikliği öngörüyor. Bunun ucu rejim değişikliğine kadar varır. Yapılan şey, hükûmet sistemi değişikliğinin ötesindedir. Bu değişikliğin açacağı yol, Türkiye'de demokrasiyi de cumhuriyeti de bitirebilecek bir yoldur. O gelişmeler bu yoldan akıp gidebilir. O nedenle son derece hayati, son derece kritik bir teklifi tartışıyoruz.

AKP temsilcileri ve Hükûmet adına konuşan bakanlar bu teklifi savunurken birkaç gerekçe ileri sürüyorlar. İleri sürdükleri gerekçelerden ilki "Başkanlık" ya da "Cumhurbaşkanlığı sistemi" adı verdikleri bu yeni sistemin Türkiye'ye istikrar getireceği iddiasıdır. Diyorlar ki: "Türkiye'nin istikrara ihtiyacı var; istikrar içinde daha iyi büyürüz, daha güçlü bir ülke oluruz. O nedenle bu sistem değişikliğini yapmamız lazım." Oysa istikrar açısından baktığımızda asıl büyük sorunun AKP'nin güçlendiği dönemlerde yaşandığını görürüz. AKP, 2011 seçimlerinde oylarını en yüksek seviyeye çıkardı ve ondan sonra da otoriterleşme eğilimleri açığa, daha fazla açığa çıkmaya başladı. O günden bugüne bu eğilim artarak devam ediyor. 2011'den beri Türkiye toplumunun nefes aldığı tek dönem 2015 7 Haziran seçimleriydi. Orada AKP, ilk defa, kurulduğundan beri ilk defa tek başına hükûmet etme çoğunluğunu kaybetmişti ve toplumda büyük bir iyimserlik, umut havası oluşmuştu. Daha sonra, bu havayı dağıtmak için çeşitli yöntemler kullanarak seçimlerin sonuçlarını geçersiz kıldılar, 2015 Kasımında, 1 Kasımda seçimler yenilendi; AKP, yine oldukça yüksek bir oranla tek başına hükûmet kurma çoğunluğunu elde etti. O günden bugüne yaşadıklarımız ortada arkadaşlar. Her alanda istikrarsızlık derinleşti. İstikrarsızlığın vardığı yer kaosun eşiğidir. Şu an Türkiye siyasi, toplumsal ve ekonomik açıdan çok derin krizler yaşıyor, bir kaos havası ülkeye hâkim olmuş durumda. Demek ki AKP güçlendikçe ülkeye ne demokrasi açısından istikrar geliyor ne ekonomik açıdan istikrar geliyor ne de toplumsal barışı sağlayacak bir uzlaşma ortamı, bu anlamda bir istikrar ortaya çıkıyor. Bu açıdan, istikrar gerekçenizin hiçbir inandırıcı tarafı olmadığını açıkça söylemek gerekiyor.

AKP sözcülerinin ileri sürdüğü ikinci gerekçe, hukuk devletini güçlendirmek istediği şeklindedir. Hukuk devletinin iki temel kuralı var birbirine bağlı; biri kuvvetler ayrılığıdır diğeri de buna bağlı olarak yargı bağımsızlığıdır. Peki, bu teklifte kuvvetler ayrılığı var mı? Hayır, kesinlikle yok. Cumhurbaşkanına tanınan yetkileri şimdi sıralasam -ki pek çok konuşmada sıralandı bunlar- görülür ki aslında bütün yetki nihai olarak Cumhurbaşkanında toplanıyor. Bu sistemde bir fren ve denetleme organı olması gereken yargı, yine Cumhurbaşkanının denetimi altına sokuluyor, doğrudan veya dolaylı olarak. Yargı bağımsızlığı kaldırılıyor. Cumhurbaşkanına yargı alanında verilen yetkileri okursak, hatırlatırsak bu söylediğim çok daha iyi anlaşılır. Şimdi, Cumhurbaşkanı Hâkimler ve Savcılar Kuruluna -yeni adı öyle olacak- 6 üyeyi doğrudan atıyor, toplam 13 üyenin 6'sını Cumhurbaşkanı atıyor, kalan 7 üyeyi de Meclis seçecek. Ancak unutmayalım, bu Cumhurbaşkanı partili bir cumhurbaşkanı olacaktır ve Cumhurbaşkanlığı seçimiyle Meclisi oluşturacak genel seçimler aynı tarihte olacaktır. Büyük ihtimalle, çok çok büyük ihtimalle hatta neredeyse kesin olarak Meclis çoğunluğu Cumhurbaşkanıyla aynı siyasi partiden oluşacaktır. Bu durumda Cumhurbaşkanı, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun 13 üyesinin 6'sını doğrudan, 7'sini de dolaylı olarak kendisi belirlemiş olacak. Bununla bitmiyor tabii, diğer alanlarda da oldukça fazla yetkisi var. Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12'sini doğrudan seçiyor, 3'ünü de yine kendi etkisi altındaki Meclis seçecek. Danıştaya atanacak, Yargıtaya atanacak hâkimlerle ilgili de yine Cumhurbaşkanı bu çerçevede doğrudan ve dolaylı çok önemli yetkilere sahip.

1'nci maddeye "Yargı tarafsızdır." diye koydular ama yargının tarafsız olabilmesinin ön şartı yargının bağımsız olmasıdır. Yargının bağımsız olabilmesi de ancak yürütmenin denetiminden kurtarılmasıyla mümkündür. Yargı bağımsızlığı, esasen yürütmeye karşı ortaya çıkmış bir güvence, bir ilkedir. Eğer yürütme yargıyı belirleme imkânına sahipse yargı bağımsızlığından asla söz edilemez, yargının bağımsız olmadığı bir yerde tarafsızlık da mümkün değildir.

Demokrasiyi güçlendirmek gibi bir üçüncü gerekçe ileri sürüyor yine AKP sözcüleri ve Hükûmet temsilcileri; diyorlar ki: "Bu teklifle biz demokrasiyi güçlendiriyoruz." Demokrasiden anladıkları görülüyor ki sadece seçimlerdir. Seçimlere dayalı bir sistem, Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi demokrasiyi güçlendirmek olarak sunuluyor oysa -yine herkesin bildiği bir şeyi burada çok uzun anlatmama gerek yok- seçimlerin olduğu sistemlerin hepsi demokrasi değildir. Seçim, demokrasinin vazgeçilmez şartıdır, varlık sebebidir; doğru fakat tek şartı değildir. Ayrıca, seçimin var olması tek başına bir sistemi demokrasi olarak nitelemeye yetmez.

Şimdi, Türkiye'yle ilgili uluslararası kuruluşların raporlarına bakarsanız görürsünüz ki Türkiye, artık, 2012'den bu yana "kusurlu demokrasi" kategorisinden de çıkarılmıştır. Eskiden "kusurlu demokrasi" deniyordu, şimdi "modern otoriter sistem" deniyor ya da "seçime dayalı otoriterizm" olarak nitelendiriliyor Türkiye. "Seçimli otokrasi" diyor bazı kuruluşlar.

Bu sistemlerin temel özelliğini çok kısa söyleyeyim: Modern otoriter stratejinin temel unsuru, siyasal çoğulculuğu besleyen kurumların ele geçirilmesidir. Amaç, sadece yürütme ve yasama organlarına değil, aynı zamanda medyaya, yargı organına, sivil topluma, ekonomiye ve güvenlik güçlerine hâkim olmaktır. Otoriter yöneticiler kendi lehlerine bir seçim sonucu sağlamayı hâlâ zorunlu saymakla birlikte, bilgi akışının denetlenmesine, sivil toplumdaki eleştirilerin marjinalleştirilmesine ve yargı üzerinde etkili bir denetim kurulmasına eşit derecede, hatta daha fazla önem verirler. Zaten şu an, on ikiden beri bu, Freedom House'ın raporunda yapılan tanımdı ve Türkiye bu tanıma göre "seçimli otokrasi" olarak nitelendiriliyor. Bu sistem, getirmek istediğiniz sistem ise, tam anlamıyla, dünyadaki en mümtaz "seçimli otokrasi" veya "seçime dayalı otoriter sistem" örneği olacaktır. En seçkin "otoriter", "seçimli otoriter sistem" örneğine doğru Türkiye'yi götüren bir değişikliği tartışıyoruz şu anda.

Demokrasi demişken, şunu da söylemek lazım: Hangi şartlarda tartışıyoruz biz bu Anayasa değişikliğini? Ortada demokratik şartlar yok, olağanüstü hâl var. Meclisin 3'üncü büyük grubuna sahip parti her açıdan izole edilmiş; bu yetmiyor gibi, eş genel başkanları dâhil toplam 11 milletvekili tutuklu ve bu tutuklama kararlarını veren yargı da doğrudan doğruya yürütmenin etkisi altında. Bunu defalarca burada anlattık, tekrar söylemeye gerek yok.

Diyelim ki buradan geçti; meydana ineceğiz referandum için. Siz, en ciddi rakibinizin, "hayır" kampanyasının en etkili aktörünün elini kolunu bağlayarak bir "evet" kampanyası yürütmeyi içinize sindirebiliyor musunuz? Buna "demokrasi" diyebiliyor musunuz? Diyebiliyorsanız size söyleyecek bir söz bulamıyorum.

Bunun ötesinde bu değişikliğin başka sonuçları da var arkadaşlar, hızla anlatmaya çalışayım. Bir defa, bu kadar çok yetki verdiğiniz bir Cumhurbaşkanı, neredeyse hukukun tamamen denetimi dışında faaliyet gösterme imkânına sahiptir. Anayasa Komisyonu görüşmeleri sırasında söyledim. Bu kadar çok hukuksuzluk yaşanıyor bu ülkede, her gün yeni hukuksuzluklar yaşanıyor. Yarın öbür gün başkanlık seçimini AKP kaybederse, rakibi olan siyasi güç kazanırsa, gelip aynı yöntemleri AKP'lilere uygularsa itirazınız olacak mı? Eğer bu sistem yerleşirse sonu intikamcılıktır, rövanşizmdir. Şunu söyleyeyim: Bugün herkesi terörist ilan ediyorsunuz. Kaybettiniz iktidarı çünkü başkanlık sistemi böyle bir şeydir, seçimi kazanan her şeyi alır. Hele bu sistemde tamamen böyledir, seçimi alan her şeyi alır. Peki, seçimi alan siyasi güç çıktı, dedi ki: "AKP terörist bir örgüttü zamanında. Oraya mensup olanlar, iltisak edenler, yardım edenler, çalışanlar teröristti." AKP'li olamayan Cumhurbaşkanı olağanüstü hâl ilan etti ve sizleri içeri almaya başladı. Ha, bunu Komisyonda söyledim. Haksızlık yapılırsa o zaman -biz iktidarda olursak yapmayız ama- iktidarda değilsek sizi savunacağız, o haksızlıklara karşı çıkacağız ama sizin karşı çıkma hakkınız olmayacak.

Peki, bir sonraki dönem başka bir Cumhurbaşkanı geldi, o da sizden, bu sefer kendisi intikamcılık döngüsünü sürdürecek. Türkiye'yi sonu bitmez bir intikamcılık döngüsüne mahkûm eden bir sistem getiriyorsunuz. Bu sistemin altındaki yönetim zihniyeti hukuka uymayan, hukuk devletini tanımayan, keyfî davranan yönetim zihniyeti her an size karşı dönebilir. Şu soruya samimiyetle cevap verin: Biz HDP olarak bugün yüzde 50'yi bulacak çoğunlukta olsaydık ve bu teklifin aynısını satırına dokunmadan getirseydik, kabul edecek miydiniz? Samimiyetle "Kabul edeceğiz." diyen çıksın, söylesin ben "evet" oyu vereceğim, bu kadar net söylüyorum, ben kendim evet oyu vereceğim bu teklife. (HDP sıralarından alkışlar) "Evet, HDP de başta olsa, Cumhurbaşkanı HDP'li de olsa biz bu sistemi gene getirirdik." diyen çıksın, ben "evet" oyu vereceğimi burada ilan ediyorum. Bu, grubu bağlamıyor, benim kendi sözümdür.

Son olarak şunu söyleyeyim: Bu gizli oy meselesi... Hani, saçma tartışmalara makul argümanla yaklaşmak mümkün değildir. Gizli oyun anlamı bellidir, bunu yeniden icat edecek değiliz, neden konduğu da bellidir. Türkiye'de ilk seçim, gerçek çok partili ilk seçim hangi yıl yapıldı? Herkes "1950" der değil mi? Hayır, 1946. Ama, hangi ilkeyle yapıldı? Açık oy, gizli sayım. O nedenle, çok partili serbest seçim sayılmıyor.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Sayılmaz, sayılmaz.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - 1950, gerçek seçim sayılıyor haklı olarak.

Bir de buradaki milletvekillerine bir şey hatırlatmak isterim: Bakın, 1924 Anayasası tek partili bir Meclis tarafından yapılmıştır; evet, doğru.

Süre bitiyor, bir dakika ya da iki dakika ekleyebilir misiniz Sayın Başkan?

BAŞKAN - Bir dakika ilave edeceğim, lütfen tamamlayın.

MİTHAT SANCAR (Devamla) - Tamam.

Bununla birlikte tek parti dönemi başlamıştı, seçimler nasıl yapılıyordu belliydi -şimdi sizin burada yapmak istediğiniz gibi- ama Anayasa tartışmalarında -Meclis tutanaklarını okursanız- ciddi bir özgürlük ve serbestlik vardı, ilginç. Getirilen teklifte çok önemli değişiklikler yapılıyordu 1924 Anayasası'nda. Komisyonun getirdiği teklifte Cumhurbaşkanını güçlendiren, konumunu güçlendiren hükümler çıkarıldı, Meclis çoğunluğu bunları reddetti, tek partili bir sistemin altında oluşmuş Meclis bile bunu reddetti. Mesela, Cumhurbaşkanının Meclisi feshetme yetkisini Meclis çoğunluğu reddetti, Mustafa Kemal'e, cumhuriyetin kurucusuna vermedi bu yetkiyi; başkomutanlık sıfatını vermedi; Cumhurbaşkanının veto ettiği kanunların kabulü için üçte 2 çoğunluk şartını da reddetti. O Meclis yapıyorsa, tek parti döneminin Meclisi yapıyorsa, bu Meclis de yapar, ben inanıyorum.

Saygıyla selamlıyorum sizleri. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sancar.