| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 06.01.2017 |
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 446 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 23'üncü maddesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, firmalara kredi garantisi veren kurumların mevcut yasada 2 milyara kadar olan nakit aktarımı mevcut düzenlemeyle, önümüze gelen tasarıyla 2 milyardan 25 milyara çıkarılmaktadır. Burada bizim açımızdan üzerinde durulması gereken iki husus var: Biri yetki boyutu yani tek başına Bakanlığa, bu yüksek meblağda bir fonun aktarılmasının yetkisinin tek imzaya bağlanmış olması; ikinci bir boyutu da kontrol ve denetim mekanizmasının eksik olmasıdır. Dolayısıyla, bu iki hususun eksik olması ileriki aşamalarda subjektif birtakım kararlara sebep olabilir.
Tabii, Meclisin huzuruna, iktidar partisinin önergesiyle anlaşılan o ki pazartesi Anayasa değişiklik paketi Meclise inmiş olacak, muhtemelen görüşmelerine başlamış olacağız. Tabii, değerli arkadaşlar, bütün toplumu, toplumun tüm kesimlerini, tüm inançları, tüm farklı etnik yapıları, farklı sınıf ve tabakaları kapsaması gereken toplumsal bir sözleşme olan, aslında toplumu bir bütün olarak, kavramsal olarak millet, ulus, halk ne dersek diyelim ama bütün toplumu birbirine bağlayan aslında toplumsal harç olan anayasa gibi bir düzenlemenin toplumun tüm kesimlerinin katkısını, tüm kesimlerin kendisini içinde hissedeceği bir düzenleme şeklinde, bir toplumsal sözleşme olarak gelmesi gerekir. Ama, görünen o ki bu düzenleme maalesef, geçmiş darbe anayasalarında olduğu gibi toplumun tüm kesimlerini değil çoğunluğun anayasası gibi gelmiş olacaktır ki bu da toplumda şu anda mevcut olan korku siyasetini, mevcut olan ayrıştırma ve çatışma siyasetini maalesef daha çok derinleştirecektir.
Kısaca geçmişten günümüze baktığımızda, bakın, 7 Haziran sonrası tek başına iktidarın oluşturulamaması, tek başına iktidara gelme imkânının olmaması üzerine ülkeye "Halkımız kaosu seçti." gibi bir değerlendirme yapılmıştı. 1 Kasım itibarıyla AKP tek başına iktidara geldi ama ülkede maalesef, tersine, kaos derinleşti yani bir barış, bir istikrar ortamı değil bir kaos gerçekleşti. Bu kaos ortamı giderek de derinleşiyor maalesef ülkemizde; bunu görmemiz gerekiyor. İç siyasette ülke bir kaosa sürükleniyor, bir korku siyaseti egemen oluyor. Korku siyaseti, dünyanın en barışçıl toplumlarında bile, en demokratik toplumlarında bile ayrışmayı ve çatışmayı doğurur. Bugün ülkede egemen olan korku siyaseti, olağanüstü hâl ve kanun hükmünde kararnamelerle pratikte yürüyen siyaset anlayışı, maalesef ülkede ciddi kırılmalara, duygu kırılmalarına neden oluyor. Biz burada oturup saatlerce tartışabiliriz ama realite bizim buradaki tartışmalarımız düzeyinde gelişmiyor. Ülkede maalesef, şu anda ciddi anlamda bir Kürt-Türk ayrışması, bir Alevi-Sünni ayrışması... Etnik ve mezhepsel temelde toplum gettolara çekiliyor, kendi gettolarını oluşturmaya başlıyor. Birtakım söylemler üzerinden geçmişte ama daha çok iktidar partisinin uygulamalarından cesaret alan mahalle baskısı giderek linç kültürüne, onu aşarak bu sefer medya üzerinden, televizyonlardan veya kahvehane konuşmalarına varıncaya kadar tehdit, öldürme, cezalandırma söylemine dönüşmeye başladı.
Şimdi, tam da böyle bir ortamda, önümüzdeki günlerde bütün toplumu kapsayacak, bütün mezhepleri, inanışları, bütün farklı etnik kimliklerin içinde yer alabileceği ve toplumun bir bakıma ortak harcı olacak ve belki çimentosu olacak bir anayasayı böyle bir zeminde tartışmak, bu eksen üzerinden yani toplumun tümünün anayasası olarak gerçekleştirmek, onu halkın gündemine sokmak mümkün gözükmemektedir.
Dilerim, Hükûmet bu çatışmacı, bu ayrıştırıcı bu korku imparatorluğu üzerine inşa ettiği kültürden bir an önce vazgeçer diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)