GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Belediyelere kayyum ataması uygulaması ve eş başkanlar ile milletvekillerinin tutuklanması nedeniyle gerçekleştiği iddia edilen hak ihlallerinde ve artan terör olayları sebebiyle meydana gelen ölümlerde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/14) ön görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:49
Tarih:03.01.2017

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, şu anda bizi izleyemeyen sevgili halkımız; İçişleri Bakanı, ülkedeki yurttaşların ve ülkeye misafir olarak gelen yabancıların can ve mal güvenliğini sağlamak, kurumların düzenli ve istikrarlı çalışmalarını tesis etmek üzere görevlendirilmiş yürütme erkinin bir üyesidir. Bu görev tanımı içerisinde değerlendirilen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde ülkemiz, Dante'nin cehennemine doğru ilerleyen bir felaket lokomotifi hâline dönüşmüştür. Ülkedeki her yer saldırı gerçekleşme potansiyelinin olduğu bir mecra, her yurttaş potansiyel bir suçlu konumuna dönüştürülmüştür. Açıktır ki cumhuriyet tarihi boyunca böylesi bir yıkım tablosu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.

Hakkında gensoru önergesi verdiğimiz İçişleri Bakanı döneminde, 12 Eylül 2016 tarihinde Van şehir merkezinde bombalı araçla saldırı düzenlendi. Bu saldırıda 7 yurttaşımız ağır olmak üzere toplamda 56 yurttaşımız yaralandı. 6 Ekim 2016 tarihinde İstanbul Yenibosna'da motosiklette bulunan bombanın patlaması sonucu 10 yurttaşımız yaralandı. 24 Kasım 2016 tarihinde Adana Valiliği otoparkında bomba yüklü araç patlatıldı. Saldırıda 2 yurttaşımız hayatını kaybetti, 33 yurttaşımız da yaralandı. 4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde bulunan Emniyet Müdürlüğünün ek binası yakınlarında bomba yüklü bir araçla düzenlenen saldırıda 2'si polis 11 yurttaşımız hayatını kaybetti. 10 Aralık 2016 tarihinde İstanbul Beşiktaş'ta düzenlenen iki ayrı saldırıda 45 yurttaşımız hayatını kaybetti, 155 yurttaşımız yaralandı. 17 Aralık 2016 tarihinde Kayseri'de askerleri taşıyan otobüse bomba yüklü araçla saldırı düzenlendi. Türk Silahlı Kuvvetleri 13 askerin hayatını kaybettiğini, 48 askerin yaralandığını açıkladı. 19 Aralık 2016 tarihinde Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov Ankara'da katıldığı bir sergide uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Saldırıyı İçişleri Bakanına bağlı Emniyet teşkilatına mensup polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş gerçekleştirdi ve bu saldırgan, sağ yakalanması için onlarca yol varken öldürüldü. Son olarak ise 1 Ocak 2017 tarihinde İstanbul'un en ünlü gece kulüplerinden birisi olan Reina'da yeni yılın ilk saatlerinde silahlı saldırı gerçekleşti. İçeride yeni yıl kutlaması için bulunanlara kurşun yağdıran saldırgan 1'i polis 39 kişiyi katletti. Saldırıda 4'ü ağır, 65 kişi yaralandı. Özellikle yılbaşı akşamı için ABD dâhil birçok kaynaktan istihbarat gelmiş olmasına rağmen ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı "25 bin polisle güvenlik önlemi aldık." demiş olmasına rağmen gerçekleşen bu katliam, göz göre göre gerçekleşmiş bir katliam olarak da tarihe not düşülmüştür. Reina saldırganı elini kolunu sallaya sallaya kaçarken İçişleri Bakanı Twitter'de katliama tepki gösteren gençlerin peşine düşüp ihbarda bulunmuştur. Diğer yandan, Suruç'ta yakınlarını kaybeden insanlar Reina'da yaşanan acıyı paylaşmak için karanfil koymaya gittiler o mekâna ve bu insanlar da İçişleri Bakanının maiyetindeki polisler tarafından gözaltına alındılar. Acılı insanları gözaltına almak ne demektir arkadaşlar? Bu insanlar dün gece yarısına kadar gözaltında tutuldular. O ana kadar ise Reina saldırısıyla ilgili tek bir kişi dahi gözaltına alınmış değildi.

Sayın Süleyman Soylu döneminde ülke bir yandan kaybettiklerinin acısını yaşarken diğer yandan sivil toplum kuruluşlarına, basın ve yayın kurumlarına yönelik dayatılan baskılarla, kapatmalarla meşgul olmaktaydı. Aralık 2016 tarihi itibarıyla Hükûmetin sivilleri etkilemeyeceğini iddia ettiği OHAL'in bilançosu derlendi. Buna göre, 83 bin kişi ihraç edildi, 83 bin kişi ihraç edildi, 2 bini aşkın kurum kapatıldı. İçişleri Bakanlığı marifetiyle darbeyle, darbe girişimiyle alakası olmayan yüzlerce derneğin kapısına kilit vuruldu. AKP'li olmayan hemen hemen tüm basın ve yayın kuruluşları kapatıldı. Bugün yandaş medya yazıp yandaş medya okuyor. Yıllardır simge hâline gelmiş gazeteciler bugün hapisteler. En son 30 Aralık 2016 tarihinde İçişleri Bakanının talimatıyla 20 ilde 96 dernek kapatıldı. Modern devletin varlık sebeplerinden biri olan ve bileşeni olan sivil toplum, düşmanca yaklaşımlarla bugün yok edilmeye çalışılıyor. Çocuklardan mültecilere, kadınlardan yoksullara kadar geniş yelpazede hizmet veren ve darbecilerle AKP ortaklığında da baskılara maruz kalan birçok dernek kapatıldı. Bu kapatmalar sonrası ise Bakan Süleyman Soylu aynen şöyle bir açıklama gerçekleştirdi: "370 dernek kapattık. Neden? Oralarda konaklayacaklar, pinekleyecekler, terör örgütüne destek sağlayacaklar, biz de onları meşru bir organ olarak göreceğiz. Vurduk kilidi gitti. Hadi bakalım, açın da görelim."

Şimdi, bu açıklamaya baktığımız zaman görünen kişi sizce kimdir? (a) şıkkı bir mafya lideri olabilir, (b) şıkkı kadın düşmanı bir erkek, (c) şıkkı bir mahalle kabadayısı, (d) şıkkı ise iktidarın zehirlediği ve muhtemelen yakın bir gelecekte adını bile anmayacağımız bir siyasetçi. Bize görüneni (d) şıkkıdır.

İnsanları, darbe girişimiyle ilgisi olmamasına rağmen KHK'larla işinden edip işkencelere sürükleyen bir bakanlık pratiğini ise önce sizlerin, sonra ise kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz.

Sayın Süleyman Soylu'nun devraldığı İçişleri Bakanlığını ironik olarak en başarılı şekilde devam ettirdiği alan, partimize yönelik saldırılar ve baskılardır.

7 Hazirandan önce 200'den fazla parti binamıza taşlı, silahlı, bombalı saldırı gerçekleşti. Diyarbakır'da 5 Haziranda Büyük İnsanlık Mitingi'miz bombalandı. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yine 300'e yakın parti büromuz saldırıya uğramıştı.

Süleyman Soylu döneminde ise bir basamak daha atlandı, Genel Merkezimize girişimiz yasaklandı, Genel Merkezimize ve parti binalarımıza çok sayıda saldırı gerçekleşti. Eş başkanlarımız ve milletvekillerimiz rehin alındı ve en son komedi mi, dram mı, trajedi mi...

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - PKK yaptı, PKK! Bunu size PKK yaptı!

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Onları da Bakana soracaksınız, çünkü PKK'dan da sorumlu olan o, DAEŞ'ten de sorumlu, IŞİD'den de sorumlu, kokteyl örgütlerden de, FETÖ'den de. Yani Bakan olan o olduğu için ona soracaksınız, kusura bakmayın, ben cevap veremiyorum.

Evet, en son komedi mi, dram mı, trajedi mi diye aramızda çok tartıştığımız, ama karar veremediğimiz bir olay daha oldu. Genel Merkezimizin hemen önünde, arkadaşlarımız tarafından yapılan kardan insana polisler tarafından saldırı gerçekleştirilip kolları kırıldı. Evet, kardan insana dahi bu yapıldı İçişleri Bakanı döneminde.

22 Temmuz 2015 tarihinden bu yana partimize, partimiz tabanına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonları neticesinde toplam 8.737 kişi gözaltına alındı. Aralarında eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, il ve ilçe eş başkanlarımız, yöneticilerimiz ve parti üyelerimizin bulunduğu 2.704 kişi tutuklandı. Sadece 12 Aralıktan bugüne kadar ise 19 HDP il eş başkanı ve 56 ilçe eş başkanının da bulunduğu 976 kişi gözaltına alındı, 218 kişi tutuklandı.

Yukarıda saydığımız IŞİD saldırıları sonrasında ise kimse gözaltına alınmazken bu ülkede gazetecilik yapan, yazarlık yapan Ahmet Altan, Mehmet Altan, Hüsnü Mahalli, Ahmet Şık, Engin Aydın, karikatürist Musa Kart, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Şahin Alpay, siyasetçi Eş Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, Grup Başkan Vekillerimiz -çok yakından tanıdığınız- İdris Baluken, Çağlar Demirel ve milletvekili arkadaşlarımız gözaltına alınarak tutuklandılar.

Maalesef yine Süleyman Soylu'nun Bakanlığı döneminde yıllardır 81 il olan ülkemizde Şırnak haritadan silindi ve il sayısı 80'e düşürüldü. Geçtiğimiz yılın sonuna kadar Diyarbakır'da 71, Mardin'de 18, Şırnak'ta 14, Hakkâri'de 11, Muş, Batman ve Bingöl'de ikişer kez ve Tunceli'de 1 kez ilan edilen, toplam 9 il ve en az 35 ilçede 125 kez ilan edilen sokağa çıkma yasakları toplamda 2.585 günü bulmuştur. Bu tablonun kendisi bile ülkenin yönetilemediğini göstermektedir ve bundaki en büyük pay sahibinin de İçişleri Bakanı olduğunu kanıtlamaktadır.

Diğer yandan, her fırsatta militarizmi överek savaşı ve erkekliği yücelten Sayın Bakan kadınlara yönelik şiddetten de sorumludur. Bugün ülkedeki herkesin güvenliğini korumakla ve İstanbul Sözleşmesi'ni uygulamakla yükümlü olan Bakan, kadınları koruyamadığı yetmezmiş gibi yine erkeklere fedakârlık öğütleyerek ve imtiyaz vadederek o militarist erkek egemen damara hitap etmeye çalışıyor. Kapatılan dernekler arasında uzun yıllardır kadına yönelik şiddet alanında çalışan, önemli deneyimler biriktiren ve 1998 yılından beri düzenlenen kadın sığınakları ve dayanışma merkezleri kurultayı bileşeni olan 7 kadın örgütü de var.

Benzer şekilde eylül ayında birçok belediyeye kayyum atanması da yine uzun yıllardır kadına yönelik şiddet alanında deneyimi olan belediyeye bağlı kadın danışma merkezlerinin kapatılmasına neden oldu. Bugün belediyelerde kadınlara destek olan kadın birimleri kapanırken kayyum atanan belediyelerde nasıl hizmetler veriliyor, biliyor musunuz? Ağrı Diyadin Belediyesine atanan kayyum Erdoğan adına takvim bastırıp zorla esnafa astırtıyor.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Yok canım...

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Evet, fotoğrafları var. OHAL nedeniyle, kadınlar polise başvurduklarında personel yetersizliği nedeniyle sığınaklara yerleştirilemediklerini ya da karakollarda saatlerce beklemek zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. Bugün Sayın Radiye Katırcıoğlu, Sayın Fatma Benli'yle birlikte olduğumuz Mor Çatının ziyaretinde de aynı şey dile getirildi. Şiddete uğrayan kadınlar karakollarda beklemek zorunda kalıyorlar personel yetersizliğinden dolayı. Şiddet öyle gülünecek edilecek bir şey değil. Kadına yönelik şiddet özellikle böyle bütün ülkede, bütün dünyada şiddetin, terörün çok daha fazla yükseldiği zamanlarda çok daha fazla görmezden gelinir ve o ev içlerinde yaşananları, sokaklarda, köşelerde yaşananları çoğu zaman duymazsınız bile, o şiddet her zaman devam eden bir şiddettir. Gülen yüzlerinize baktığım zaman gerçekten bir şey anlayamıyorum.

Evet, bugün Türkiye'de radikal Selefi yapıların ülkede örgütlenmesini görmezden gelen İçişleri Bakanlığı, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov'a yönelik suikasta tanık olduğumuz gibi bu yapıların devlet içinde örgütlenmesine sebep olmuştur. Bize "HDP'liler üçüncü sınıf siyasetçi." deme cüretini gösteren bakanın görevde bulunduğu ülkemizde yalnızca son bir ayda Rus Büyükelçi öldürülüyor ve maiyetindeki bir polis memuru tarafından öldürülüyor, Boğaz'ın ortasında katliam gerçekleştiren bir kişi elini kolunu sallayarak kaçabiliyor. Biz ise maalesef Sayın Bakanın kendisine iki, üç, dört falan değil ama sınıf tayin etmekte zorlanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, Reina katliamı göz göre göre geldi. Günlerce birçok kişi sosyal medyada "Noel kutlamayın." diyerek ülkemizde zaten tedirginlik içinde yaşayan Hristiyan toplumunu ve yılbaşını huzur içinde, 2016'da yaşanan acıların geride kalması dileğiyle kutlamak isteyenleri hedef gösterdi. Neden İçişleri Bakanı çıkıp "Bu ülkenin vatandaşları istediği gibi bayramlarını kutlarlar." diye bir açıklama yapmadı, neden Diyanet İşlerinin yayınladığı hutbeye karşı "Hocam, zaten ülkede herkes düşmanlaşmış durumda, herkese barış dileyin, birlik dileyin." demedi? İçişleri Bakanı neden Şevki Yılmaz isimli şahıs televizyonda açıkça MİT'in HDP'lilere yönelik suikastlar düzenlemesini isterken, -onun sözleriyle tekrarlıyorum- MİT'in bazı kelleleri alması gerektiğini, bunun İslami olduğunu, terörle, Anayasa ve kanunla mücadele edilemeyeceğini söylerken hiçbir şey yapmıyor da IŞİD'e tepki gösteren Halkevci gençleri hemen Twitter'da hedef gösterebiliyor? Bugün o gençlerin protesto ettiği, radikal Selefi gruplar yaptıkları kanlı saldırılarla Türkiye'de yaşayan vatandaşların yaşama hakkını tehdit ettikleri yetmezmiş gibi, kadınlar başta olmak üzere, tüm vatandaşların gündelik hayatı üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyorlar. Şort giydiği, parkta spor yaptığı gerekçesiyle kadınlara saldıranlar Türkiye'de örgütlenmeleri meşru hâle gelmiş bu grupların yarattığı iklimden cesaret alıyorlar. Bakan, bugün "tweet" atarak IŞİD'e tepki gösteren yurttaşları ihbar etmek yerine, kadınların sokaklarında özgürce dolaşabilecekleri, şiddete uğramadan insanca yaşayabilecekleri herkes için huzurlu bir ortamı tesis etmelidir.

Evet, ülkenin sakinleşmeye, ortak dile, huzura ihtiyacı varken İçişleri Bakanı bir konuşmasında "Yarından tezi yok birinci öncelikli iş intikam almaktır." demişti. Biz Sayın Soylu'ya Cemal Süreya'nın dizeleriyle cevap vermek istiyoruz.

"Kan var bütün kelimelerin altında

Bir gül al eline sözgelimi

Kan var bütün kelimelerin altında

Beş dakka tut bir aynanın önünde

Kan var bütün kelimelerin altında

Sonra kes o aynadan bir tutam

Beyaz bir tülbent içinde

Koy iç cebine

Bütün bir ömür kokar o ayna

Kan var bütün kelimelerin altında."

Sayın Bakanın iktidarın ömür boyu sürmeyeceğini iyi bildiğini tahmin ediyoruz; geçmişte doğru atı oynamak misali, AKP'ye hakaretler yağdırıp sonra bakanlığa kadar yükselişinden biliyoruz. Sayın Bakanın 14 Mart 2009'da seçim sürecinde "Türkiye'de çok manidar işler oluyor. AKP mensupları uzun zamandır Genel Başkanları ve Başbakanlarını, Başbakan da kendisini padişah olarak görmek istiyor. Ülkemizde sadaka kültürü var. Türkiye'de 3 kişiden 1'i fukaralık sınırının altındadır. Eleştirilmesi gerekenler insanları bu duruma düşüren Hükûmettir." sözlerini de alıyor buraya koyuyor, bırakıyor ve memleketin siyasi geleceğini, bu gelecekte Soylu'nun yeni duraklarını gözlemeyi tercih ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, parlamenter hükûmet sistemlerinde içişleri bakanlarının görevi, halkın can güvenliğini sağlamak, kadınlara yönelik şiddeti önlemek, işkenceye asla izin vermemek, uzun gözaltılara karşı durmak, toplumsal kutuplaşmayı artıran söylemlerden uzak durmak, düşmanlaştırıcı değil kucaklayıcı bir yaklaşıma sahip olmaktır. Bunları yapamayan bakanlar, dünya siyasi tarihinde pek çok kez istifa etmişlerdir. Keşke İçişleri Bakanı ülkedeki bunca olaydan sonra kendisi istifa etseydi ve biz de gensoru müessesesine başvurmak zorunda kalmasaydık. Ancak bunu görmek maalesef bu ülkede mümkün olmuyor, sadece mertlik, delikanlılık gibi erkek egemen kışkırtmalar duyuyoruz siyasilerden. Oysa bir bakanın görevi delikanlılık, mertlik değildir; işini iyi yapmaktır, görevini iyi yapmaktır, önleme sorumluluğunu yerine getirmek, hukuki sorumluluğu almak ve ülkeyi yaşanabilir bir yer kılmaktır. Bakanın görevi Türkiye'yi birbirini seven insanların dayanışma içinde yaşadığı, yurttaşlarının yaşam hakkının korunduğu bir ülke hâline getirmektir.

Değerli arkadaşlar, karanfil maalesef acının simgesidir ve gerçek karanfiller de acı kokarlar. Ben bu yüzden sizlere acıları paylaşmak, bunu öğrenebilmek için bu karanfilleri vermek istiyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - ...çünkü bu acıların yaşanmadığı bir ülke hâline gelsin ülkemiz istiyorum ve İçişleri Bakanını istifaya çağırmamızın da, gensorumuzun da nedeni budur. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kerestecioğlu.