| Konu: | Başbakanlığın, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, NATO'nun Afganistan'da icra edeceği Kararlı Destek Misyonu ve devamı kapsamında yurt dışına gönderilmesi, aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak için ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6/1/2015 tarihli ve 1079 sayılı Kararı'yla Hükûmete verilen izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 6/1/2017 tarihinden itibaren iki yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/862) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 49 |
| Tarih: | 03.01.2017 |
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; NATO'nun Afganistan'da icra ettiği Kararlı Destek Misyonu çerçevesinde silahlı kuvvetler unsurlarımızın görevlendirilmesine ilişkin Hükûmetin sunmuş olduğu tezkere konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Afganistan, bizim dostumuz, kardeşimiz, tarihin önemli bir dönemini birlikte paylaşmışız. Orada bizim dilimizi konuşan topluluklar var, mezarışerif var ve Afganistan, gerçekten bizim Kurtuluş Savaşı'mıza da önemli destekleri olmuş bir ülke.
Afganistan'ın son çeyrek asır, hatta yarım yüzyıldır içinden geçtiği trajedi gerçekten konuşulmaya değer. Önce Sovyet işgali, arkasından işgalin püskürtülmesi ve sonlandırılması, sonra Taliban'ın Afganistan'a çöreklenmesi, El Kaide'nin yönetime ortak olmak istemesi ve daha sonra 11 Eylül saldırısı ve Taliban rejiminin devrilmesi, akabinde Afganistan'da yeni bir yönetim yapılanmasına geçiş, Bonn süreci ve ondan sonra ISAF ve geliyoruz bugün Kararlı Destek Misyonu. Neredeyse otuz yıldır Afganistan kan kaybediyor, ülke hâlâ istikrara kavuşamadı. Afganistan'daki çekişme, Kâbil'de, Kandehar'da, Mezar-ı Şerif'teki çekişme bitmedi ve böyle giderse kolay da bitmeyecek.
Obama yönetimi başa geldiğinde iki cephede savaşı bitirme stratejisi vardı; bir tanesi Afganistan'dı ve diğeri Irak'tı. Irak'tan erken çekildiği için eleştirildi ve Irak'ın başına gelenler hepinizin malumu. Afganistan'da da aynı kararı uygulayacaktı, tam ona gidiyordu ki bu, Kararlı Destek Misyonu gündeme geldi. Esasen Afganistan'daki uluslararası mevcudiyet bir kenara bırakılırsa Afganistan'ın tekrar Taliban dönemine dönme riski mevcuttur ve bu, gerçek bir risktir.
Biz elbette Afganistan'ın istikrarı, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, Afganistan'da iyi bir yönetim yapılanmasının oluşturulması ve içeriden kaynaklı tehditlerin Afganistan'da bertaraf edilmesi konusunda Afganistan'a her türlü desteği sürdürmeye devam etme konusunda kararlıyız. Dolayısıyla bugün gelen tezkereyi de destekleyeceğiz. Umuyorum ki Afganistan bir gün gelir uluslararası mevcudiyetin olmadığı bir Afganistan olur ve Afganistan kendini yönetir hâle gelir.
Esasen uluslararası sistemde bir noktada manda sistemi devam ediyor. Bosna'da manda sistemi devam etti uzunca süre ve hâlâ devam ediyor, Afganistan'da da olan odur. Bu ülkelerin hiçbiri kendi yönetimlerine karar veremiyor, hep ya bir uluslararası mevcudiyet bunların üstünde konumlanıyor ya da bunlar iç çatışma ve savaş nedeniyle uluslararası toplumun desteğine ihtiyaç duyuyorlar ve sonuçta bu ülkeler kendilerini yönetemiyorlar. Bunlar başarısız ülkeler, dostumuz, kardeşimiz, desteğimiz sonsuz ama başarısız ülkeler, kendi toprakları üzerinde bir devlet oluşturamamış, merkezî idareyi kuramamış devletler, başarısız olmuş devletler. Biz, o başarısızlığı gidermek için uluslararası toplumla birlikte çalışıyoruz.
Afganistan'daki bu yönetim yapısının boşluğunda ne oldu, neydi Afganistan'ı bu çamurun içine sürükleyen? Afganistan'daki en önemli konu radikal cihatçı unsurlardır, Afganistan'ı perişan ettiler. Afganistan'ın bugün belini hâlâ doğrultamamasının temel sebebi bunlar. Bunlar, Afganistan'ın kültürel karakterini değiştirmek istediler, Afganistan'ın normal tarihin akışında devam eden tarihine set vurmak istediler ve Afganistan'ı radikalleştirmek istediler. Sonuçta Afgan toplumunun bir kısmı bunlara hasmane hâle geldi ve sonuçta olan oldu.
Bakınız, Afganistan'daki bu tehdit, Afganistan'da biraz işler uluslararası mevcudiyetle yoluna girdikten sonra dünyanın başka bölgelerine yayılır hâle geldi. Bunlar, bu tehdit Çeçenistan'da ortaya çıktı, orayı radikalleştirmeye başladılar; ora bitti, Irak'a geldiler, Irak'ı allak bullak ettiler. Irak'ta El Kaide'nin öldürdüğü, Amerikan askerlerinin öldürdüğünden daha fazla hâle geldi yani Irak'ta Iraklıların Iraklıları öldürme oranı Amerikalıların Iraklıları öldürme oranını geçti çünkü bu radikal cihatçı grupların kana doymayan hırsları, ihtirasları Irak'ı perişan etti. Ne oldu sonra? Irak'ı çökerttiler, Irak'ta merkezî bir otoritenin olmasını engellediler ve Irak'ta çare olarak da maalesef doğru dürüst bir yönetim değil, mezhepçilik endeksli bir yönetimle bu işin içinden çıkılacağı anlaşıldı, böyle bir yanlış yola girildi. Sonuçta olan oldu ve Irak fiilen defakto olarak üçe bölündü. Irak'ta bitmedi bunlar, Suriye'ye yerleştiler. Suriye'de AKP yönetimi rejim değişikliğine kalkışıp Suriye'de bir rejim değişikliği sevdasına girip Suriye'de yeni bir yönetim yapılanması oluşturmaya başladığı andan itibaren "Esad gitsin de ne olursa olsun." anlayışıyla hareket edince maalesef radikal unsurlar, cihatçı unsurlar desteklendi, bu araziye sürüldü, burada da merkezî otorite Irak'taki gibi zayıflatıldı, merkezî otoritenin beli kırıldı. Sonra bunlar bölgelere yığılmaya başladılar, alan hakimiyeti oluştu. Önce El Nusra Rakka'yı elinde bulunduruyordu, kendi yapılanması olan IŞİD çıktı, Rakka'yı El Nusra'dan aldı. Bakınız, bu tehdit burada da bitmedi, devam etti, Mali'ye sıçradı bunlar, Libya'ya sıçradı, Libya'da Sirte bölgesine hâkim oldular, orayı işgal ettiler. Bu cihatçı kafa, bu radikal unsurlar Nijerya'ya gittiler, Nijerya'da merkezî otoriteyi zorlayacak eylemlere giriştiler, ülkenin bir bölümüne hâkim olmaya çalıştılar. Devam etti bunlar, Somali'ye geçtiler, Somali'de maalesef içler acısı katliamlar yaptılar. Yemen'de bugün büyük bir varlık gösteriyor aynı cihatçı kafa ve burada da bitmeyecek bu. Bakınız, olayı doğru teşhis edelim. Bu cihatçı kafa, radikal kafa, bu kökten dinci kafa devam ettiği sürece Müslüman dünyasına barış gelmeyecektir çünkü bunlar kan kusuyor. Bunların öldürdüğü başka bir inanca sahip insanlar değil maalesef ve maalesef bunlar kendi inancındaki insanları yok ediyorlar, en fazla Müslümanlara düşman bunlar. Bütün inançlara düşman, Hristiyan'a düşman, Musevi'ye düşman, ateiste düşman, herkese düşman bunlar. Bu insanlar, maalesef bizim kültürün arka bahçesinde yer alan pislikler. Bu pislikler bütün bu coğrafyayı allak bullak ettiler. (CHP sıralarından alkışlar) Bu coğrafya bunlardan temizlenmedikçe dünyaya huzur, barış gelmeyecektir. Açıkça söylüyorum, bu yüzyılın tehdidini başka yerde aramayın, bunlardır tehdit. İstanbul'da bomba patlatanlar, insanları, sivil insanları tarayanlardır bu tehdit. Bütün, her tarafa bunlar yayılmıştır. Bunlara sahip çıkmadan, bunların üzerine bütün kararlılıkla gittiğimiz zaman ancak bu önlenebilecektir.
Bir başka konu, belirtmek isterim, bu tehdidi elbette bir tek Hükûmetin sorumluluğuyla aşamayacağımızı bilmeliyiz. Biz bu konuda her türlü desteği vermeye hazırız yeter ki bu kafa anlaşılsın, bunların ne yapmak istedikleri anlaşılsın, bu tekfiri grupların, bu cihatçı grupların, bu kökten dinci grupların niçin savaş verdikleri anlaşılsın ve bunlara göre yeni bir strateji geliştirilsin. MİT'teki yapılanma bunlara göre yapılansın, Diyanet İşleri Başkanlığında bunlarla ilgili psikolojik yeni merkezler kurulsun, Millî Eğitim Bakanlığı bunlarla ilgili yeni bir öğreti geliştirsin; yeter ki kapsamlı mücadele olsun biz o mücadelenin bayraktarlığını yaparız.
2016 yılının 2017 yılına devrettiği en önemli konulardan bir tanesi hiç şüphesiz Kıbrıs konusudur. Bakınız, Kıbrıs konusunda 9 Ocaktan 11 Ocağa kadar iki lider Cenevre'de görüşme yapacaklar; 12'sinde ise garantör ülkelerin, yani Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin de yer aldığı, 3 ülkenin de yer aldığı 5'li görüşmeler olacak. Kıbrıs konusunda kritik bir aşamaya gelindi. Biz Kıbrıs konusunun hiçbir surette taviz verilerek kapatılmasını kabul edemeyiz, etmemeliyiz. Hele özellikle, Akdeniz'in incisi, bir gemi gibi olan, Orta Doğu'ya hâkim bir coğrafyanın timsali olan böyle bir yeri biz sırf çözüm olsun diye verip kalkamayız. Kıbrıs konusu elzemdir.
Bakınız, hiçbir dönemde olmadığı kadar toprak tavizleri veriliyor. Biz reddediyoruz, diyoruz ki "Yok böyle bir şey, her konuda anlaşılmadıktan sonra hiçbir konuda anlaşılmış sayılmayız." ama yüzde 29,2'yi kabul ettik. Daha henüz müzakereler bitmedi; iki kesimlilik sulandırıldı, 80-90 bin Rum aşağıdan geliyor yukarıya. Daha önemlisi, garanti sistemi sulandırıldı, garanti sisteminin ne olacağı belli değil. Daha önce bu kürsüde bunu bilmem kaç defa dile getirdik ama yine dile getiriyoruz çünkü kritik bir aşamaya geldik. Artık ocaktan sonraki dönem ya bu işin bittiği ya da kapatıldığı dönem olacaktır. Maalesef biz bunu tavizle kapatmak istemiyoruz. Kıbrıs konusuna ciddi emekler verdi Dışişleri bürokrasisi kaç yıldır, yıllardır bu işin içinde; askeriye bunun içinde, Türk halkı bunun arkasında, milyarlarca dolar para harcandı ve daha da önemlisi, bizim orada ideallerimiz ve toprağımız var.
Şimdi, normal bir çatışma konusunda ya toprak verirsiniz, kurtulursunuz, mülkiyet ve tazminata girmezsiniz ya mülkiyet konusunu halledersiniz, toprak vermezsiniz ya da mülteci alırsınız, diğerlerini vermezsiniz ama bu Kıbrıs konusunda biz hem toprak veriyoruz hem ağır bir mülkiyet için tazminat ödüyoruz ve hem de içimize Rumları kabul ediyoruz, 80-90 bin Rum'u kabul ediyoruz ve ona da "Kuzey Kıbrıs Kurucu Türk Devleti" diyoruz, ismi sadece "Kıbrıs Kurucu Türk Devleti." Aynen neye benziyor, biliyor musunuz? Tek adam rejimine "Cumhurbaşkanlığı" demeye benziyor bu. (CHP sıralarından alkışlar) Lütfen ciddi olalım. Kıbrıs konusu ulusal bir konudur diyoruz. Bu görüşmeleri yakından takip edeceğiz. Biz elbette Kıbrıs konusunda kapsamlı bir çözüme destek veriyoruz, bundan kimsenin şüphesi olmasın ama Kıbrıs'taki kapsamlı müzakereler Kuzey Kıbrıs'ın çözülmesi sürecine dönmemeli. Geri dönüşü yoktur. Ben şahsen kaygılıyım çünkü Hükûmetin söylediği ama arkasında durmadığı, "U" dönüşleriyle meşhur olan bir politikasını gördükçe kaygılıyız, Kıbrıs konusunda kaygılıyız. Bundan kim, ne anlıyorsa anlasın; biz kaygılıyız, ülkemiz için kaygılıyız çünkü bu konuda geri dönüşü olmayan bir yola giriyoruz.
Cenevre'de ikinci bir konu Suriye görüşmeleri olacak, Suriye görüşmeleri de yine Cenevre'de oluyor, ikinci kritik konu. Güvenlik Konseyi 31 Aralıkta yani 2016 yılında son gün bir karar aldı, oy birliğiyle aldılar. Esasen Rusya ve Türkiye'nin Moskova'daki toplantısı ve akabinde yayınlanan, AKP'nin "U" dönüşü ama Türkiye için hayırlı olan, deklarasyon konusunda biz olumlu şeyler söyledik. O deklarasyonu da içine alan Güvenlik Konseyi kararı çıktı. Güvenlik Konseyi kararında atıfta bulunan bir tane cümle var, o hiç konuşulmuyor, hep Astana toplantısından bahsediliyor, sanki bundan sonraki bütün görüşmeler artık Cenevre'de değil, Astana'da yapılacakmış gibi bir hava estiriliyor. Hayır, 8 Şubatta 2017 tarihinde Suriye görüşmeleri rejim ile muhalifler arasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin gözetiminde ve Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisinin uhdesinde Cenevre'de yapılacak. Buna da iyi hazırlanmak lazım. Suriye'nin birliği, dirliği, toprak bütünlüğü bizim için son derece önemli. Suriye, komşumuz; buradaki istikrarsızlık Türkiye'yi nasıl etkiliyor, hepimiz görüyoruz.
Suriye'de bundan sonraki en önemli konu, bu ateşkesin ortadan kalkması hâlinde ilk çatışma alanı İdlip olacaktır. İdlip Hatay'a komşudur ve oradan gelecek göç dalgası Hatay'ın tamamen, topyekûn karakterini değiştirecek, Hatay'la ilgili başka konuşmalar olacak bu Mecliste. Lütfen, Suriye konusunu ötelemeden, Esad saplantısına daha fazla takılmadan, Suriye'nin toprak bütünlüğü çerçevesinde bu konuyu çözmeliyiz. Türkiye, bu zamana kadar, maalesef, Suriye'de rejimi değiştirmek için taraf oldu, şimdi artık Suriye'nin toprak bütünlüğünü isteyenlerle birlikte ona taraf olmalı ve Suriye'nin toprak bütünlüğü, birliği, toparlanması, terör örgütlerinin buradan defedilmesi bizim için hayati önem taşımaktadır ve bu konuda da kararlı olmak zorundayız.
Bir başka konu, yine 2016'nın 2017'ye devrettiği en önemli konulardan bir tanesi, bizim Amerika Birleşik Devletleri'yle ilişkilerimiz. Bakınız, bu konu sanki yokmuş gibi, sanki önemli değilmiş gibi hep buradan geçiştiriliyor; yapılan açıklamalara baktığımız zaman, üst perdeden o konuşmalara baktığımız zaman sanki önemli değilmiş gibi gösteriliyor. Suriye'de Amerika Birleşik Devletleri'nin olumlu veya olumsuz yapacağı katkı veya zarar önemlidir. Suriye dosyası bugün Putin'in eline teslim edilmiş gibi görünüyor ama Amerika Birlik Devletleri'nin kendini tablonun dışında olduğunu hissetmesi hâlinde sürece olacak freni sert olabilir. Lütfen, kapsayıcı bir görüşmeler olsun burada. Türkiye, bu konuyu sadece ve sadece doğru yaptığı, bütün kayıplardan sonra, geç de olsa Moskova'da doğru bir eksene oturttuğu görüşmeleri, şimdi sırf başka konularda alerjisi olduğu için Amerika Birleşik Devletleri'ni öteleyerek bunu götüremez. Bakınız, bu küresel bir güçtür. Yeni yönetim 20 Ocakta devralıyor ve ondan sonra önündeki ilk dosyalardan bir tanesi de Suriye dosyası olacaktır. Suriye dosyası bizi bekliyor. Moskova toplantısında Amerika Birleşik Devletleri'nin böyle kenardan baktığını biliyoruz. Güvenlik Konseyi kararına da tekrar "Cenevre" diye koydular, bunu da biliyoruz. Bu gerçekleri bilelim ve gerçeklerle hareket edelim. Bu dış politika fantezi dünyası değildir, lütfen.
Başka bir konu, Avrupa Birliğiyle ilişkiler. Avrupa Birliğiyle ilişkiler esasen... Avrupa Parlamentosu karar aldı biliyorsunuz, müzakereleri donduracaktı, tavsiyede bulundu fakat Avrupa Konseyi de bunu hiçbir şekilde dinlemedi. Ama niye böyle davrandılar? İki konu var, bir, evet, Türkiye'yi bir mesafede tutmak istiyorlar, üye yapmak istemiyor olabilirler, zaten bir niyetleri yok, şu anda öyle bir ortam yok. Kaldı ki Türkiye şu başkanlık sistemini getirdikten sonra zaten Kopenhag Kriterlerini çöpe atmış oluyor. Bundan sonra hiçbir fasıl açamayacak, hatta açılmış fasılları da belki Avrupa Birliği kapatıp Türkiye'yi Avrupa Birliğinden, Avrupa Konseyinden ve NATO'dan belki uzaklaştıracaklar. (CHP sıralarından alkışlar)
GENÇLİK VE SPOR BAKANI AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Ne alakası var?
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Bizim Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde iki konu önemli, birincisi, bu Avrupa Birliğindeki sessizlik nedir? Niye sessizler, onu anlamak lazım. Sessizler çünkü Kıbrıs konusundaki görüşmelerin ne mecraya sürüklendiğini bilmek istiyorlar. Kıbrıs konusunda görüşmeler nasıl gidecek ona bakmak istiyorlar. Bu önemlidir yani esasen o sessizliğin bir ayağında Kıbrıs konusundaki görüşmelerin seyridir. Süreç devam ederken, öyle tavizli bir şekilde giderken Türkiye'yi bir anda antagonize edip Türkiye'yi oyun alanının dışına itmek istemiyorlar.
İkinci konu, sizin "Cumhurbaşkanlığı" dediğiniz, bizim "tek adam rejimi" dediğimiz konudur. Bu konuda işin nereye gittiğini bir görmek istiyorlar. Lütfen, dünyayı karşınıza bu kadar almayın deriz. Sonuçta, hepimiz aynı gemideyiz ve hepimiz kaybediyoruz.
2017 yılında Türkiye'yi bekleyen en önemli konu, doğrudan yabancı yatırımların gelmesi, turizmin canlanması, Türkiye'ye olan güvenin artmasıdır; ülkemizde, yurdumuzda barış olmasıdır, huzur olmasıdır; Türkiye'yi gerginliklere sürüklememektir. Bence -dış politikayla direkt bağlantılı olduğu için söylüyorum- en önemli konulardan bir tanesi de şu başkanlık sevdasından vazgeçmeniz çünkü bu, dış politikada da bizi duvara toslatacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.