Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 45 |
Tarih: | 22.12.2016 |
BURCU ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum öncelikle.
Bu kürsüden defalarca hasta tutuklulara ilişkin, cezaevlerindeki yaşanan insan hakları ihlallerine ilişkin söz aldım ve defaatle bu konuya değindim. Partim de bu konuya ilişkin gerçekten bugüne kadar kapsamlı çok fazla çalışma yürüttü, yürütmeye de devam edecek. Çünkü şu anda bile cezaevlerinde bizleri izleyen ve bu kronik sorunun çözümünü bekleyen 1.000'i aşkın hasta tutuklu ve hükümlü var; bunların 320'yi aşkını da ağır hasta tutuklu ve hükümlü. Ne demek "ağır hasta ve tutuklu" demek? Ölüm noktasına gelmiş demek.
Değerli arkadaşlar, şimdi, salona bakıyorum, salon ne yazık ki bu önemli konuyu herhâlde çok önemsememiş olacak ki neredeyse boş fakat şu anda bizleri izleyen ve bu Parlamentonun görev alıp, sorumluluk alıp bu sorunun çözülmesini bekleyen binlerce insan var. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi olarak bütün parti gruplarıyla birlikte birçok defa ziyaret gerçekleştirdik cezaevlerine ve bizatihi tanık olduğumuz, görüştüğümüz, temas kurduğumuz sayısız hasta tutsakla karşılaştık. Emin olun ki şu anda bazıları yatalak bir şekilde yatağından bizi seyrediyor, bazılarının kulakları duymuyor sadece gözleriyle anlamaya çalışıyor, bazıları ağır hasta bir şekilde son günlerini bekliyor değerli arkadaşlar. Parlamento peki ne yapıyor? Sadece buradaki konuşmaları dinliyor. Değerli arkadaşlar, biz burada sadece size bunları defaatle anlatmakla yükümlü değiliz, bu soruna çözüm bulmak zorundayız.
Değerli arkadaşlar, şimdi, "hasta mahpus" ne demektir? Hasta mahpusun iki kimliği var: Birincisi, mahpus kimliği; ikincisi de hasta kimliği. Mahpus kimliğine göre, hukuk düzeninden kaynaklı, bir şekilde cezaevinde kalması zorunlu kılınan kişidir mahpus. Diğeri ise sağlık sorunlarının tedavisi için gerekli tıbbi bakım ve tedavi koşullarının sağlanmasını zorunlu kılan hasta kimliğidir değerli arkadaşlar.
Türkiye'de cezaevinde tutuklu bulunan hasta mahpusların durumu kanayan bir yaradır bizler için. Maalesef, hapishaneler, cezalandırma sistemleri içerisinde işkence mantığından sıyrılamayan bir yıldırma metodunun göstergesi hâline gelmiştir. Cezaevlerinde ciddi rahatsızlıklar olmasına rağmen hâlen tutulmakta bu mahpuslar ve yanlış bir politikayla sanki sürece yayılmış işkenceye sürüklenmektedirler. Hasta mahpusların içerisinde tutulduğu infaz koşullarının sürece yayılmış bir işkence hâlini barındırdığı düşünülürse, işkence hâlinin biraz daha yukarılara, en tepelere taşındığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Değerli arkadaşlar, yaptığımız görüşmelerden sonra toplanıp parti gruplarındaki üyelerle birlikte, evet, bu sorunun partilerüstü, politikalarüstü, siyasi beklentiler ve kaygılarüstü bir sorun olduğunu tartışabiliyoruz ama sorunu buraya getirdiğimizde çözüm bulamıyoruz. Hâlbuki halkımız, kamuoyu her türlü sorunun çözüm yerinin burası olduğunu çok iyi biliyor fakat biz bundan çok uzağız. Bunu kabul etmek zorundayız değerli arkadaşlar.
Bunun yanı sıra, şimdi, yaşam hakkından bağımsız düşünülemeyecek nitelikte olan sağlık hakkı sebebiyle hasta kimliğinin yansıması, kişiyi yaşatmak için gerekli tıbbi koşulların "ama"sız, "fakat"sız bir şekilde yaratılmasını zorunlu kılar. Baskıcı rejimlerde mahpusluk kimliğinin belirlediği zorunlu yaşam alanı, hasta kimliğinin gerekli kıldığı uygun tıbbi koşulların olgunlaştırılması için çoğu kez çatışma hâlindedir. Yani biz birini tutuklu tutacağız, ömür boyu tutsak edeceğiz ve bu sebeple de sağlık hakkından ne yazık ki yararlanmasının önüne geçeceğiz. Şimdi, ülke tabii ki gerçekten çok kaotik bir ortamda devam ediyor. Bakın, hasta tutsaklara ilişkin bir konsensüs oluşmuştu ve derhâl, zaman kaybetmeden 300'ü aşkın ağır hasta tutsak tahliye edilmeliydi. Ne oldu? Adli Tıp Kurumu "Cezaevinde kalamaz." şeklinde verdiği raporları, bir gecede, birkaç gün içerisinde "Cezaevinde kalabilir." şekline dönüştürdü. Şimdi, ben, 15 Temmuz sonrası, özellikle bu tutuklamaları, kurumlardaki tutuklamaları ve gözaltına alınmaları biraz araştırırken Adli Tıp Kurumundan 100'e yakın çalışanın, bu raporlardan sorumlu olan kişilerin gözaltına alındığını, mesleğinden ihraç edildiğini ve tutuklandığını öğreniyorum. O hâlde bu raporların gerçekten gerçeği yansıtıp yansıtmadığına dair hepinizin aklında herhâlde asgari bir fikir oluşmuştur diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, çok sayıda örnek verebilirim, çok, ama özellikle yakın zamanda olan bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum: Manisa E Tipi Cezaevinde bulunan kronik şeker hastası hasta mahpus Hasan Ertuğrul, zatürre hastalığı nedeniyle kaldırıldığı Manisa Devlet Hastanesinde 21 Ekim 2016 tarihinde yaşamını yitirmiştir; yakın bir tarih. Ertuğrul, yaşamanı yitirmesinden yaklaşık iki hafta önce şeker koması nedeniyle hastaneye kaldırılmış, tedavisinin ardından ilaç verilerek cezaevine geri gönderilmiştir. Daha sonra zatürre nedeniyle tekrar rahatsızlandığında ise hapishane idaresi -değerli halkımız ve kamuoyu bunu çok iyi duymalı- "Daha geçen hafta götürdük." diye Ertuğrul'u hastaneye sevk etmeyi reddetmiştir. Durumu ağırlaşınca hastaneye kaldırılan Ertuğrul, zamanında müdahale edilmediği için Manisa Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmiştir değerli arkadaşlar.
Şimdi, bu konunun tekrar altını çizmekte yarar var: Bütün politikaları, bütün siyasi kaygıları, her şeyi bir kenara bırakmak zorundayız; biz, bu soruna bir çözüm bulmak zorundayız. Yakın zamanda cezaevlerinden ölüm haberleri gelecek; bizler, tabutları, cenaze torbalarını o cezaevlerinden çıkarmak durumunda kalacağız. Bu sesin, bu talebin, lütfen bütün partiler tarafından iyi anlaşılması gerektiğinin altını tekrar çizmek istiyorum değerli arkadaşlar.
Şimdi, biliyorsunuz, CPT yakın zamanda Türkiye'deki cezaevlerini gezdi, ziyaret etti ve buna ilişkin bir rapor hazırladı. Burada da çok açık bir şekilde, cezaevlerindeki insan hakları ihlallerini raporuna yansıttı. Hasta tutuklu ve hükümlülere ilişkin ağır ihmalin olduğu, derhâl hasta tutsakların, koşullarının uygun olduğu çerçevedeki koşulları, gelin birlikte cezaevlerini ziyaret ederek tekrar ortaya koyalım. Gelin, bugün bir heyet kuralım ve cezaevlerini ziyaret edip hasta tutsakları kendimiz tespit edelim. AKP'si, CHP'si, MHP'si, HDP'si birlikte gidip birlikte karar verelim. Bir komisyon kuralım burada ve bu hasta tutsakları birlikte tespit edip koşullarını oluşturalım ve daha fazla geç kalmadan, ölüm haberlerini duymadan buna bir çözüm olalım değerli arkadaşlar.
Şimdi, yakın zamanda çok fazla siyasi operasyon gerçekleşti. Bunlardan birisi de, çok değer verdiğimiz Sayın Ahmet Türk. Biliyorsunuz, kendisi, çok riskli bir rahatsızlığı olmasına rağmen, tutuklanmıştır. Şu koşullarda cezaevinde kalması mümkün değildir değerli arkadaşlar. Sayın Türk'ün tarihe geçen sözünü hatırlatmak isterim: "Ben içeri girmişim girmemişim ne olacak ki; mesele, bu kan nasıl duracak, o nasıl çözülecek, bu kan nasıl duracak?" sözünü Parlamentonun dikkatine sunmak isterim. Bu büyük söz kendisine aittir. O üstüne düşeni yapmıştır ama biz dışarıda olanlar, insan hakkı savunucuları, hukuk savunucuları, onun biraz önce konuşmamda belirttiğim bütün bu hak ihlallerine karşın hâlâ cezaevinde kalmasına ilişkin tek bir yorum yapamıyoruz. Hiçbir partiden bu tutuklamalara ilişkin tek bir söz duyamıyoruz.
Değerli arkadaşlar, hukuk hepimize lazım hiçbir parti ayrımı, hiçbir kişi ayrımı yapmadan. Bu hukuksuz tutuma, bu haksız tutuma derhâl son verilmesi için hep birlikte, öncelikle hasta tutsakların tahliye edilmesi için hepimiz elimizi taşın altına koyalım ve bu sorumluluğa karşı bir refleks gösterelim diyorum değerli arkadaşlar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.