GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:42
Tarih:16.12.2016

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sevgili Sırrı Süreyya Önder'e bir dakikadan çok daha fazlasını verirdim bu Parlamentoda bugün konuşan tek kadın olmasaydım. Maalesef, genelde hep böyle olduğu için söz hakkımı ben de bütünüyle kullanmak istiyorum, Sayın Başkanın da bunu değerlendireceğini tahmin ediyorum.

Konuşmama başlarken Genel Kurulu, ekranları başında bizleri izleyenleri, kadınları, gençleri, emekçileri ve emeklileri saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Hepinize ölüm değil yaşam, yoksulluk değil refah, ayrımcılık değil kardeşlik ve barış dolu günler diliyorum.

Günlerdir burada, 2017 bütçesi üzerine görüşmeler yürüttük, bakanlıkları tek tek değerlendirdik ve şimdi de kapanış konuşması yapmak üzere kürsüdeyiz fakat bu bütçeyi kapatmak zor. Çok ölüm, çok zulüm, çok yoksulluk; az gelir, yok derecede özgürlük olan bir bütçeyi kapatmak zor. Peki, "Bu bütçenin özeti nedir?" diye sorulursa vereceğimiz tek yanıt: 2017 bütçesi, işçinin, kadının, öğrencinin, engellilerin, emeklilerin, farklı kimliklerin, inançların yani Türkiye toplumunu oluşturan halkların içinde kendini göremeyeceği bir bütçedir. Bütçenin toplumun tamamını ilgilendirmesi ve yaşamını doğrudan etkilemesine karşılık siyasi iktidar halkı, sivil toplum örgütlerini, meslek kuruluşlarını ve muhalefet partilerini devre dışı bırakarak bütçeyi tamamen bürokratik ve teknik bir sürece indirgemektedir.

Değerli milletvekilleri, ben de konuşmamı ağırlıklı olarak bütçe üzerinde değerlendirmelerde bulunarak sürdürmeyi elbette ki isterdim. Fakat sadece bütçe görüşmelerinin sürdüğü on iki gün boyunca, evet, sadece on iki gün boyunca, biz bu çatı altındayken ülkeyi kasıp kavuran onlarca sorun ve krizle karşı karşıya kaldık: Aladağ'da 12 kız öğrencinin kamusal barınma hakkının tarikatlara sevk edilmesi ve büyük ihmaller sonucu yanarak can vermesi, Beşiktaş'ta meydana gelen canlı bomba saldırısı sonucu 44 yurttaşımızın yaşamını yitirmesi, kapalı kapılar ardında hazırlanan anayasa teklifinin Meclise sunulması, İçişleri Bakanının intikam çağrısının hemen akabinde, esasen bu konuşmayı yapacak olan Grup Başkan Vekilimiz Çağlar Demirel ve kadın sözcümüz Besime Konca'nın rehin alınması, Tunceli Vekilimiz Alican Önlü ve daha dün, Diyarbakır eski Müftüsü olan Diyarbakır Vekilimiz Nimetullah Erdoğmuş'un cuma namazını kıldırdığı ve akabinde Hudeybiye Barış Anlaşması'nı anlattığı vaaz gerekçe gösterilerek sabah yapılacak duruşması için gece yarısında, üstelik de burada konuşma yaptıktan sonra çıktığında, eve giderken gözaltına alınması, binlerce parti yöneticimiz ve üyemizin gözaltına alınması, parti binalarımızın çetevari yöntemlerle sözde güvenlik güçlerince talan edilmesi ve dün gece ise herhâlde seferberlik emrini almış olan bir zat, bir saldırgan tarafından genel merkezimize yapılan silahlı saldırı; belediyelere kayyum atanması, halkın iradesi olan seçilmişlerin rehin alınmaya devam edilmesi, yeni gazetecilerin gözaltına alınması, tutuklanması, parkta spor yapan bir kadına saldırılması ve son olarak da Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa'ya aykırı bir şekilde millî seferberlik ilan edilmesi. Arkadaşlar, bunların hepsi on iki gün içinde oldu, bu on iki gün içerisinde. Bu kadar hukuksuzluğun ve felaketin arasında öğrencilerine idam ipiyle poz verdiren öğretmeni, Üsküdar Belediyesinin resmî aracından halifelik çağrısı yapanları, "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor, ben okumamış cahil kesime güveniyorum." diyen profesörün YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atanmasını, kırk sekiz gündür bulunamayan Müjgan Ekin'in akıbetini, İstanbul Vatan Emniyetten ve başka şehirlerden yükselen işkence seslerini konuşamıyoruz bile.

Değerli milletvekilleri, bu ülkede tüm bunlar yaşanırken hiçbir şey olmamış gibi yasama organını Saray'ın gündemine göre işletmeye devam ediyorsunuz. Ülkenin içinde bulunduğu durum ve halkın acil ihtiyacı olan sorunları yok sayarak Meclis gündemini bir kişinin başkanlık ihtirasına, hırsına göre belirliyorsunuz. Denetimin temel kurumu olan yasama organı âdeta baypas ediliyor. Dört gün önce bütçe görüşmeleri devam ederken neredeyse yirmi dört saatini burada yasama faaliyetleriyle geçiren Grup Başkan Vekilimiz Sayın Çağlar Demirel hakkında yurt dışına kaçma ihtimali bulunduğu gerekçesiyle bir yakalama kararı çıkartıldı. Buradaydı Çağlar Demirel yirmi dört saat. Evet, hakikatle hiçbir ilişkisi olmayan bir durum üretilerek yakalama kararı çıkarıldı ve bu yakalama kararının altında ne imza var ne mühür var. Bunu göstermek isterim, aranızda benim gibi hukukçu olan milletvekilleri var. Bu, Parlamentonun itibarını sarsan bir şeydir. Artık bununla yüzleşmeniz gerekiyor. Bir parti binasına saldırı olduğu zaman ve dün akşam bunu, Genel Merkezimize yapılan saldırıyı burada ifade ettiğimiz zaman buradaki bütün parti gruplarının hemen akabinde "Geçmiş olsun." demesi gerekiyor. "Birlik", "bütünlük", "beraberlik" diyorsunuz ama bunu sağlayacak olan şey budur. Bunu yapmaktan bile çekinmek, bu Parlamentoya yakışacak bir durum değildir değerli milletvekilleri.

Evet, bizim açımızdan bu hukuksuzlukların tek bir açıklaması vardır, o da bize karşı yapılan operasyonların hukuki değil siyasi operasyonlar ve siyasi soykırım operasyonları olduğudur. Farklı savcılıklarca yürütülen ve aynı anda düğmeye basılmış gibi eş başkanlarımızın, milletvekillerimizin alındığı soruşturmalar için, siz bu ülkede bağımsız bir yargı var demeye devam edebilir misiniz?

Lütfen, gerçekten bizleri de güldürmeyin ve bizleri dinleyen halkın aklıyla da alay etmeyin.

Demokratik bir ülkede hükûmet ülkeyi yönetirken, sadece kendisine oy verenlerin değil, tüm yurttaşların hakkını korumak ve kollamakla yükümlüdür. Bizler aynı şeyleri düşünmek zorunda değiliz, zaten aynı şeyleri düşünerek bu Parlamentoda siyaset yapamayız.

Demokrasilerde devletin halkla kurduğu temel hukuksal bağ, temsil bağıdır. Bu bağ, aynı zamanda devletin egemenlik alanındaki hukuksal meşruluğunu oluşturan temel özelliktir.

Hakkâri gibi Şırnak'ın da neredeyse bütün belediye eş başkanları, il, ilçe yöneticileri ve iki vekili tutuklanmıştır. Devleti, bu yönüyle, meşruluk alanı olan halkın egemenliği ilkesi âdeta yok edilmektedir. Örneğin Hakkâri'de, tüm vekillerinin yanı sıra belediye eş başkanlarını aldığınız halkla ne tarz bir hukuksal bağ kurmayı düşünüyorsunuz? Ya da Şırnak'la, Bitlis'le veya bir vekilini, yani HDP Eş Genel Başkanını aldığınız İstanbul'la ne gibi bir hukuki bağ kurmayı düşünüyorsunuz?

Yine, demokratik bir ülkede iktidarı elinde bulunduran hükûmet, kendisine oy vermeyenlere düşmanca saldırmaz, aksine kendisine muhalif olan kesimleri, demokratik bir siyaset anlayışının olmazsa olmazı olarak kabul eder. Zira, esasen demokratik yaşamın özü budur. Evet, arkadaşlar, karşısında maalesef tek güç olarak HDP'nin temsil ettiği çoğulculuğu, adalet anlayışını, barışı gören iktidar aslında bu yüzden bize saldırmaktadır. Bugün eş başkanlara ve vekillerimize uygulanan tecrit ve işkencenin nedeni de budur. Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen Yassıada, Zincirbozan, Diyarbakır Cezaevinden sonra bugün de Edirne'de, Kandıra'da, Silivri'de, Bolu'da aynı uygulamalar bu yüzden yapılmaktadır.

Neredeyse her gün bir il ve ilçe binamızın basılmasının, Cizre'de, Sur'da, Nusaybin'de ve diğer ilçelerde sokağa çıkma yasaklarının ilan edilmiş olmasının, akabinde bu şehirlerin yıkılmasının, evlerin içlerine ve sokak duvarlarına yazılan cinsiyetçi, ırkçı ve militarist söylemlerin yaygınlaştırılmasının temel nedeni budur. Terörle kapsamlı bir mücadele içerisine girdiği izlenimi uyandırarak milliyetçi ve militarist bir iklim yaratarak yeniden seçimle tek parti iktidarına geçişin sağlanması planı iktidar için ülkeyi yakma planıdır. Erdoğan-AKP iktidarının Kürt halkına yönelik mücadeleyi IŞİD'le mücadelenin içine sokması alsa kabul edilemez. Bu, orada da kalmaz, ki kalmamıştır. Böyle bir dinamik HDP'ye baskıya, çok geçmeden tüm Türkiye halklarının bir arada yaşama zeminine ciddi bir saldırıya dönüşmeye başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin Kürt sorununda çözüm yolu olarak güvenlikçi politikaları ve savaşı tek yol olarak ele alması 15 Temmuz darbe girişiminin de zeminini hazırladı. Suruç katliamında 33 gencin yaşamını yitirmesiyle başlayan savaş sürecinin darbeye zemin hazırladığı konusunda defalarca uyarı yapmıştık. Uzun uzun yeniden anlatmayacağız. Sadece ölü bedeni günlerce sokakta bırakılan ve defnedilmesine izin verilmeyen Taybet Ana ve Cizre'de bodrumlarda yakılan siviller o süreçte yaşananlara birkaç örnek teşkil ediyor. Askerin 15 Temmuzda darbe yapmaya cüret etmesi, işte bu kentlerdeki yıkımda siyasi iradenin kendilerine sunduğu imkânlarla doğrudan ilişkiliydi. Darbenin esas hedefi, iç savaş çıkarmak ve ülkede büyük bir yıkım gerçekleştirmekti. 15 Temmuzda şunu gördük: Barış ve özgürlüklere, güçlü, sivil, demokratik bir siyasete bir ekmek, bir su kadar ihtiyacımız varmış. Bunu hep beraber gördük ve bu girişimi bir bütün olarak, demokrasiye, barışa inanan farklı toplumsal kesimler olarak hep birlikte durdurduk, gerçekleşmesini önledik ve halkın iradesine darbe vuran bu anlayışa karşı aynı safta birlikte durduk.

Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, ilk olarak liderler zirvesinin toplanması için bir çağrı yaptı, darbelere karşı birlik olmak gerektiğini vurguladı. HDP olarak sadece askerî darbe değil, bürokratik veya sivil hiçbir darbenin tek bir meşru gerekçesinin olmayacağını ifade ettik. 16 Temmuzda Parlamentonun olağanüstü toplantıya çağrıldığı birleşimde de Grup Başkan Vekilimiz İdris Baluken -ki şu anda o da Kandıra Cezaevinde- 15 Temmuz darbe girişiminin kontrol altına alınmasını, püskürtülmesini ve demokratik siyasete darbenin önlenmesini, partimiz açısından en büyük temenni ve amaç olarak ortaya koymuştu. 15 Temmuz böylesi bir felaketi ortaya koymuşken aynı zamanda bu felaketten ders çıkaracak, 7 Hazirandan sonra başlayan çatışmalı ortamı bitirecek, kutuplaşmayı ortadan kaldıracak ve toplumsal birlikteliği yeniden inşa edeceğimiz, demokrasiyi güçlendirecek, özgürlük ve barışı sağlayabileceğimiz önemli bir fırsatı da önümüze sunmuştu.

Değerli milletvekilleri, 16 Temmuz itibarıyla sivil siyasetin önünde iki yol var demiştik. İlki, barış, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti temelinde her türlü siyasi iş birliğini gerçekleştirebileceğimiz, ülkeyi bütünleştirecek bir siyaset anlayışını ortaya koymaktı. Biz bu ilk yolu "demokrasi yolu" olarak tanımladık. Zira, 15 Temmuzda siyasetin ve halklarımızın kimlik ayrımı yapmadan, etnik kökenini, dilini, inancını sorgulamadan darbeye karşı demokrasiden yana duruşu gelecek açısından hepimizde bir umut yaratmıştı. Bunu gerçekleştirmek mümkündü arkadaşlar, bunu gerçekleştirmek bu Parlamento çatısı altında mümkündü.

15 Temmuzdan sonra sivil siyasetin önünde bir de ikinci yol vardı. Neydi o ikinci yol? 15 Temmuzda gerçekleşmemiş, darbecilerin bile tahayyül edemeyeceği boyutta bir otoriter rejim inşa etmekti. Biz bunu da "faşizm" olarak adlandırdık. Bugünkü tablodan çok açık görüldüğü gibi, aslında darbecilerin yapmaya cesaret edemeyeceği şeyler OHAL hükümleriyle, kanun hükmünde kararnamelerle uygulamalara konuldu.

Evet, bu tercih ettiğiniz yolun bir siyasi sonucu olarak siyasi iradenin talimatıyla rehin alınan Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın sözlerine kulak verelim. Bakın, Sayın Demirtaş 15 Temmuz sonrası tercih ettiği yolu, 15 Temmuzun üzerinden daha bir ay dahi geçmeden, 13 Ağustosta şöyle anlatıyor: "Darbe girişiminin başarısız olması Türkiye'ye bir olanak yarattı. Demokrasi etrafında birlik, Kürt sorununda barışçıl çözüm, müzakereye dönüş, kamplaşma ve kutuplaşmanın önüne geçilmesi için bir ortak siyaset dili yaratılabilirdi. Fakat, aynı oranda başka bir olanak da açılmıştı, Erdoğan darbeyi ve darbenin başarısızlığını Allah'ın kendisi için bir lütfu olarak görüyordu. Bir yanıyla toplum için bir olanaktı, diğer taraftan da Erdoğan için bir lütuftu. Erdoğan kendisi için olanı tercih etti, Yenikapı mitingini AKP gösterisine dönüştürerek toplumun yarısını dışladı, kamplaşmayı kalıcı hâle getirdi. Bunu çok planlı, programlı yaptığını düşünüyorum."

Evet, darbecilerin amacı ülkeyi karanlık bir döneme hapsetmekti ama aynısı şu an çok daha fazlasıyla yapılıyor. Siz darbecileri içeri attığınızı düşünebilirsiniz ancak onların fikirleri sizin politikalarınızla dışarıda hayat buluyor. Ülke muazzam bir kutuplaşma ve gerginliğin içine düşmüş durumda. Herkes umutsuz, gelecek endişesi taşıyor. Gençler yurt dışına gitme planları kuruyorlar ve bu, bizim sadece bugünümüzün sonu anlamına gelmiyor, geleceğimizi kaybetmemiz anlamına geliyor çünkü gençler bizim geleceğimiz. Onlar buluş yapacaklar, onlar teknolojiyi geliştirecekler. Onlar sadece övünülecek duble yollar değil, gerçekten övünülecek çok fazla şey yapacaklar ama bunun için siyasi ortamın demokratik bir ortam olması ve onlara olanaklar sunması gerekiyor, onlara özgürlük sunması gerekiyor, barış sunması gerekiyor.

Evet, değerli milletvekilleri, hatırlatalım ki Fetullahçı yapının palazlanması bu iktidar döneminde gerçekleşti. Şu anda siz bu ülkede gerçekleşen her şeyden neredeyse partimizi sorumlu tutmaya çalışabilirsiniz ama on dört yıldır siz iktidardasınız ve on dört yıldır aslında darbeyi gerçekleştiren, o girişimi gerçekleştiren insanlarla da sizler birlikteydiniz.

Şimdi, Mecliste dikkat çekmek istediğim bir husustur, Darbe Araştırma Komisyonu kuruldu biliyorsunuz, hep beraber kurduk bu Komisyonu ama şimdi bu Komisyondan kamuoyunun beklentisi nedir? Darbe girişimine karışan tüm kişi ve kurumların açığa çıkarılması, darbe sürecinde yaşananların tüm boyutlarıyla araştırılmasıdır. Fakat, geldiğimiz noktada, yönetimi ve çoğunluğu AKP'li vekillerde olan bu Komisyonun, temel amacından uzaklaşarak darbe girişiminin üstünü örtmeye, gizlemeye çalıştığı gibi güçlü bir izlenim oluşmaya başlamıştır.

Birkaç hafta önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Komisyon bence işlevini yitirdi, rapor yazılıp çalışmalar bitirilebilir." şeklindeki Komisyona doğrudan müdahale, talimat içeren sözleri bu izlenimi güçlendirir niteliktedir. Komisyon çalışmaları boyunca muhalefet milletvekillerinin dinlenmesini talep ettiği birçok kişi ve kurumun dinlenmemiş olması da dikkat çekicidir. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan bunlardan sadece birkaçıdır. "Yurtta sulh bildirisi"nin altında kimlerin imzası vardır? Örneğin, içinde bulunduğumuz bu Meclisi bombalayan pilotlar neden Darbe Komisyonunda dinlenmemiştir? Bizler bilmiyoruz, bunu açıklaması gereken, aynı zamanda o Komisyonun en fazla çoğunlukla başında olan sizlersiniz.

Değerli milletvekilleri, 15 Temmuz sonrası girilen bu yol sonucu siyasi kriz, aynı zamanda geleceğimizi de tehdit eden ağır bir ekonomik kriz ve diplomatik krizi de tetiklemiştir. Dolardaki durdurulamayan yükseliş, işsizliğin ve enflasyonun artması, ardı ardına gelen zamlar, esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması, iflas ertelemelerinin artması, ülkenin içine sokulduğu OHAL rejiminin ekonomik alana yansımalarından sadece bazılarıdır. Siyasi iktidar yaşanan ekonomik krizin siyasi sorumluluğunu hiçbir şekilde üzerine almadığı gibi, kendi marifeti olan ekonomideki çarpıklığı da gözlerden saklamaya çalışıyor. Bugün bunları anlatanlar, bugüne kadar sağladıkları rantlarını bu yabancı finansmana borçlu olduklarını ve dış borca gittikçe daha fazla bağımlı hâle gelmekten ibaret olan bu ekonomik modeli on dört sene boyunca onaylayıp uyguladıklarını da unutmamalıdırlar. Bu sistem verimli bir sanayi üretimi yerine iç tüketim ve ranta dayalı inşaat yatırımlarıyla sağlıksız bir büyümeyi esas almıştır. Ancak büyüyen emekçiler değildir; büyüyen, teşviklerle, vergisizlik rejimiyle ve aflarla ödüllendirilen sermaye kesimi olmuştur, siyasi iktidar da bu sermaye düzeninden payını almıştır. Her ne kadar, 17 Aralığın yıl dönümüne geldiğimiz bugünlerde bize rant ilişkisinin ve yolsuzlukların detayını öğrenmemiz iktidar tarafından yasaklanmış olsa da biz bize kalanın ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu on dört sene boyunca 50 milyondan fazla kişi yoksulluk sınırının altında kalmış, işçilere açlık sınırının altında asgari ücret reva görülmüş, insanlar madenlerde, şantiyelerde iş cinayetleriyle hayatını kaybetmiştir. Bizler için zaten çekilmez olan ekonomik düzen artan dış borçla birlikte kendileri için bile sürdürülemez hâle gelip çökmeye başlayınca da kendi hatalarını örtbas etmek için "Dünya 5'ten büyüktür." demeye ve sadece Batı'yı sömürgecilikle suçlamaya başlamışlardır. Ancak bu yola başvuranların derdi bağımsızlık değildir, sömürü ve sömürgecilik üzerine kurulmuş yeni bir emperyalist devlet kurmaktır.

Erdoğan'ın diplomatik nezaketten ve tutarlılıktan yoksun söylemleri ve politikaları, OHAL rejimindeki uygulamaları aynı zamanda Türkiye'yi adım adım adayı olduğu Avrupa Birliğinden ve Avrupa Birliğinin temsil ettiği değerlerden de uzaklaştırmaktadır. Burada kritik nokta ise bunu bilinçli olarak yapmasıdır. Bu yol, Türkiye'yi Orta Doğu'da egemen olan antidemokratik devlet yönetimlerine benzeştirmektedir. Bugünün dünyasında hiçbir karşılığı olmayanların temel özelliği nedir biliyor musunuz arkadaşlar? Kendilerini geçmiş bir tarihte aramalarıdır. AKP'nin sürekli Osmanlı dönemi referansları üzerinden kitleleri bir araya getirme çabası bunun en bariz örneğidir. İktidara geldiği ilk dönemler demokrasi, eşitlik ve özgürlük retoriği üzerine kuran AKP, bugün bu ülkeyi kararnamelerle yönetmekte, diktatörlüğü yasallaştıran Anayasa tekliflerini gündemleştirmekte ve bizzat Cumhurbaşkanı özgürlük ve demokrasinin hikâye olduğundan söz etmektedir. Bugün geldiğimiz noktada AKP Hükûmeti ve Cumhurbaşkanı yasaları ya uygulamamakta ya da bütünüyle kendi çıkarları doğrultusunda keyfî bir şekilde yorumlayarak uygulamaktadır.

Sizin de bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı uzunca bir süredir Anayasa'yı fiilen ortadan kaldırmaktadır. Bunu uzunca bir süredir ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasıyla deneyimledik, dokunulmazlıkların kaldırılmasında yaşadık ve "anayasasızlaştırma" olarak tanımlayacağımız bu süreç, bir ülkede en temel ilkeler ve haklar bağlamında, toplumun bir arada yaşamasına temel olan sözleşmenin yok sayılmasıdır. Bu ise büyük bir toplumsal çürümedir. Bugün AKP'nin "yeni anayasa" adı altında getirdiği paket de tam bir süredir yürürlüğe soktuğu anayasasızlaştırma paketinin aslında pratiğinin metne dökülmüş hâlidir.

Evet, bu gizli sözleşmeye -biz böyle diyoruz- biraz yakından bakarsak her şeyden önce, 7 Haziran sonrası hızla mevcut cunta anayasasını bile uygulamadan kaldıran, orduya koruma kalkanları yaparak darbe zeminini geliştiren, bütün denetleyici kurumları devre dışı bırakan politikalarla Kürtleri, kadınları, Alevileri, demokratik, muhalif tüm kesimleri dışlayarak sözüm ona yeni anayasa yapmaya kalkışılmakta. Anayasa yani toplumsal sözleşme, adı üzerinde, toplumla birlikte yapılır. Sizlere sormak isterim: İçinde kadının, Kürt'ün, Alevi'nin, demokratın, azınlıkların, LGBT'lilerin, özgürlükçülerin, dışlanmış, ötekileştirilmiş tüm kesimlerin, emekçilerin hiçbir hakkı, talebi bulunmayan bir anayasa nasıl yeni bir anayasa olacaktır? Bu anayasa, yine söylemek isterim ki, Kenan Evren kokacaktır. Bizim aslında daha kaldıramadığımız o cunta anayasasının yerine gelecek dediğiniz anayasa yine Kenan Evren kokacaktır. Yine sormak isterim, bu "yeni" dediğiniz sözleşmede başkanlık, sultanlık dışında hanginizin yeni bir talebi var? Hiçbir yeni talep yoktur bu metinde.

Evet, sevgili halkımız ve değerli milletvekilleri, bizler alternatifsiz değiliz. Bizler bu Parlamento çatısının altında darbe anayasasına son verecek bir anayasa yapımı için görüşmeler yürüttük ve nasıl bir anayasa olması gerektiğini ortaya koyduk. Başta ülkenin acilen ihtiyacı olan demokrasinin, merkezîleştirmenin karşısında yerinden yönetimin esas alındığı, kadın-erkek eşitliğinin her başlıkta benimsendiği bir anayasa çalışmamızı toplumsal kesimlerle birlikte hazırlayıp kamuoyuna sunduk. Biz hâlen bu noktadayız ve tüm Türkiye halklarıyla birlikte tüm sorunları çözen, temel insan haklarını garanti eden bir anayasa için mücadeleyle ancak huzurun bu ülkede sağlanabileceğini düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, bugün, gerçekten çözüm, Somalı işçi ailelerinin, Siirt Şirvan'daki acılı ailelerin ziyaretlerinde verdikleri kardeşlik mesajından geçiyor. Bugün bizim başka bir çözümümüz yok. Bu karanlık bitecek ve elbet aydınlık sabahlara uyanacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, iki dakikada tamamlayalım lütfen.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bizler eminiz ki ülkenin bu krizden çıkışı ancak ve ancak daha fazla demokrasiyle mümkün olacaktır ve soğuk ve karanlık bir gecenin ardından Minerva'nın baykuşu alaca karanlıkta ötmek üzeredir.

Partimizin temel kuruluş amacı bellidir. Türkiye'de halklar arasında köprü olabilen yegâne partidir HDP. Özgürlük, eşitlik, adalet isteyenlerin Parlamentodaki temsiliyetini sağlayan HDP'nin varlığı, barış ve demokrasinin tesisinde vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bugün sabah, bir eski müftü olan vekilimizin duruşmasına bir Alevi vekilimizin koştuğu partidir HDP. Bunu yok etmek istemeyin, bu olmamalıdır. Kardeşlik için, bir arada yaşamak için HDP'nin varlığı demokrasi için çok önemlidir.

Ben tüm Türkiye'nin aslında çok sevdiği bir şair olan Edip Cansever'in dizeleriyle sözlerime son vermek istiyorum. Edip Cansever "Yerçekimli Karanfil" şiirinde şöyle söyler: "Bir sevdayı büyütüyoruz seninle /Derken karanfil elden ele." Bizler de hep beraber birlikte bir sevdayı büyütüyoruz ve büyüteceğiz. Bunu büyüttüğümüz zaman sadece karanfil değil, aynı şekilde demokrasi, barış, özgürlük elden ele dolaşacak.

Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)