| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 15.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nın 15'inci maddesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ben, dün Sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiği ya da ilan ettiği millî seferberlikle ilgili birkaç hususa öncelikle değinmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı dün muhtarlarla yaptığı toplantıda ülke genelinde millî seferberlik ilan ettiğini ifade etti ve bu millî seferberliği ilan ederken de birçok örgütü saydıktan sonra, devamında "tüm diğerleriyle" diye isim zikretmeden, belirsiz birçok, belki siyasi alanı, grubu kastederek adı, söylemi, yöntemi ne olursa olsun hepsine karşı bir millî seferberlik ilan ettiğini ifade etti.
Tabii, millî seferberlik, daha doğrusu seferberlik ve savaş ilanının hangi koşullarda, hangi yasal, anayasal veya hukuksal dayanağa dayandığı kanunda açık. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa'nın 104'üncü maddesine dayanarak bu ilanı ifade ettiğini söylüyor ama Anayasa'nın 104'üncü maddesinde Sayın Cumhurbaşkanına seferberlik ilan etme yetkisini veren bir hüküm yoktur. Dolayısıyla, hukuken seferberlik ve savaş ilanı kararı hakkında özel bir kanun söz konusu. Dolayısıyla, bu kararı 2941 sayılı Kanun'a göre Cumhurbaşkanı değil, Bakanlar Kurulu alır; Resmî Gazete'de ilan edildiği gün de Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayı gerekiyor. Hadi bu uygulanmadı, biz alışkınız; Sayın Cumhurbaşkanı bütün uygulamaları fiilen gerçekleştiriyor. İşte, Anayasa'daki yetkilerini aşarak başkanlık sistemine uygun faaliyetler yürütüyor, fiilen diyoruz. Benzer pekçok, fiilen gerçekleştirdiği faaliyeti var. Bunu da fiilen diye kabul edelim ama daha da vahimi şu: Cumhurbaşkanının başdanışmanı bir açıklama gereği duyuyor bu seferberlik ilanına ilişkin ve Sayın Cumhurbaşkanının seferberlik ilanına ilişkin bu ilanını yorumlarken şunu ifade ediyor: "Bu çağrı hukuki değil, millî bir davranıştır."
Şimdi, biz bu millî davranıştan ne anlayacağız ve millî davranışın çerçevesini neye göre ölçeceğiz? Mesela, Halkların Demokratik Partisinin bütün il, ilçelerine yönelik bu son, kaç gündür veya 7 Haziran öncesi, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arası 400'e yakın il, ilçe teşkilatlarımıza yönelik saldırılar bu millî davranış içinde midir? Ya da mesela, Üsküdar Belediyesinin hilafeti ifade eden, daha doğrusu hilafeti açıkça çağıran anonsları millî bir davranış mıdır? Veya hemen yine AKP'li ya da yandaş olan bir üniversite öğretim görevlisinin Alevilere ve Caferi Şiilere yönelik katliam çağrısını, biz, millî bir seferberlik davranışı olarak mı kabul edeceğiz? Bunun ölçütünü kim koyacak? Ya da daha vahimi, AKP seçmeni ve AKP yandaşı dışındaki tüm halk kesimlerinin AKP karşıtı bir söz ifade etmesi, bir eleştiri getirmesi, bir gösteri, yürüyüş ifade etmesi sonucu millî davranış çerçevesinde saldırıya uğramaları, linç edilmeleri mümkün olacak mıdır? Bunlar tabii tamamen Hükûmetin takdirine, Sayın Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmıştır.
Mesela, sosyalist görüşlü birisinin Cumhurbaşkanını eleştirmesi, çok kolay; AKP polisi tarafından tutulan bir tutanakla DHKP-C veya herhangi bir illegal sol örgüt üyesi olarak savcıların önüne getirilebiliyor ama halifeliği istemek, halife seçimi istemek, hilafeti istemek, örneğin DAİŞ'in ya da IŞİD'in üyesi olarak değerlendirilmeyecektir. Peki, bu millî davranışı biz nasıl belirleyeceğiz? Ya da Alevilere ve Caferilere yönelik katliam çağrısı yapan bir öğretim görevlisini -ki bana göre sözde öğretim görevlisi- bunu destekleyen yandaş ve açıkça AKP taraftarı olan, AKP'yi köşe yazılarında savunan bir köşe yazarının bu söyleme sahip çıkmasını hangi millî davranış içerisine koyacağız?
Değerli arkadaşlar, soyut kavramlar üzerinden, belirsiz kavramlar üzerinden, toplumu mezhep üzerinden ya da etnik köken üzerinden ya da kendi partisi görüşü çerçevesindeki ideolojik yapıların dışındaki herkesi millî davranış dışında görmek demek, bu ülkeyi bir iç savaşa, iç çatışmaya götürmek demektir. Yarın, AKP dışındaki herhangi bir partinin seçmenine, yöneticisine, milletvekilline toplu hâlde bir saldırı durumunda "Bu benim millî davranışımdır." diye kendisini savunacak saldırganlara karşı ne söyleyeceğiz?
Şimdi, değerli arkadaşlar, bütün bu kapsamlar içerisinde bir hususu ifade etmeden geçmek istemiyorum. Özellikle, evet, bugün Halep'te yaşanan vahşetle ilgili olarak pek çok milletvekili arkadaşımız yaşanan dramı, yaşanan vahşeti ifade etti. Bu çok doğrudur. Ben de Suriye'de sadece Müslümanlara değil -özellikle altı çizilerek "Müslümanlar" deniliyor- Suriye'de iç savaş boyunca vahşete uğramış, katliama uğramış -kim olursa olsun, hangi inançtan, hangi etnik kökenden olursa olsun- sivil, çocuk, savaş dışı unsurlara yönelik tüm saldırıları şiddetle kınıyorum ama unutmamak gerekir ki şu anda bu dramı yaşatan Beşar Esad iktidarının temel savunma argümanı şudur: "Halep'te mahsur kalan tüm kesimler teröristtir, hepsi silahlı gruptur ve katledilmeleri gerekiyor." Bu sözleri biz bir yerlerden hatırlıyoruz değerli arkadaşlar. Bu, şunu gösterir: Tüm antidemokratik yönetimler, tüm diktatöryal sistemler ya da demokrasiyi hiçe sayan tüm iktidarların ortak söylemidir. Siviller katledilirken bu ülkede de, biz bu kürsüden defalarca bağırırken "Siviller var Cizre'de, Şırnak'ta." dediğimiz zaman ne yazık ki aynı söylemle karşı karşıyaydık: "Orada mahsur kalanların hepsi teröristtir." Hatta hatırlıyorum, ben buradan bir çocuğun resmini gösterdiğimde AKP sıralarından bir vekil arkadaşımız "Orada ne arıyor?" diye tepki göstermişti. Oysa o çocuk kendi evinde mahsur kalmıştı ve Cizre çatışmalarında maalesef o çocuk öldürüldü.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Teröristin onun evinde ne işi var?
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu söylemler yetmiyor. Bakın, sadece bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Cizre olaylarından dolayı 34 başvuru hakkında Türkiye'den savunma istedi. Savunma istediği bu hususları kısaca söyleyeyim. Bir: Hukuka aykırı öldürme vakaları. Bakın, imza attığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin mahkemesi olan ve yetkisini kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yaşam hakkının hukuka aykırı bir şekilde yok edilmesi, açıkça ifade etmiştir, hukuka aykırı öldürme. Yine, ikinci bir savunma nedir? Bakın, yaşam hakkının korunması konusunda gerekli önlemlerin alınmaması. Ama üçüncü, belki istediği savunma konusu: Başvurucuların uzun süre boyunca evlerinde mahsur kalmaları yani Hükûmetin dört ay boyunca sokağa çıkma yasağı ilan ettiği ve rehin aldığı insanların hakkını... Ve dördüncü bir husus: Kötü muamele yani işkence, yani zulüm.
Değerli arkadaşlar, samimi olmamız lazım, bizim kendi ülkemizde sorunları çözmeden Suriye'de ne işimiz vardı? IŞİD ve FETÖ terörü AKP iktidarı döneminde doğan iki terör örgütüdür; biri AKP'nin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - ...bağrından çıkmıştır, diğeri de AKP'nin desteklediği ve başımıza bela ettiği terör örgütüdür.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - PKK nereden çıktı?
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.