| Konu: | AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 07.03.2012 |
CHP GRUBU ADINA AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Koruması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında konuşmak üzere CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
4320 sayılı Kanun 4 maddeden ibaret iken bugün Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilen 181 sıra sayılı Yasa Taslağı 25 maddeden ibaret olup bu olumlu bir gelişmedir ve önemlidir. Sayın Bakanın da gayret ve çalışmalarını biliyoruz. Ancak muhalefetin, kadın kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin görüşleri de yeterince yansıtılmamıştır.
Kadın ve çocuklarımızın maruz kaldığı şiddet, tehdit, sindirme, baskı ve zulmün engellenmesi için bir kanunun çıkartılmasına uzun zamandır toplumun bütün kesimleri tarafından ihtiyaç duyulmaktaydı. Kadına karşı şiddeti engellemek için çıkarılmak istenen bu kanunun Dünya Kadınlar Günü'ne yetişmesi için komisyonlardan çok hızlı geçirtilerek Genel Kurul gündemine getirilmesi birçok eksikliği de beraberinde getirmektedir.
Hazırlanan kanun tasarısında, taslağında kadınları şiddete karşı korumak için çok önemli adımlar atılmıştır. Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkesin bu durumu resmî makam veya mercilere ihbar edebilmesinin yolunun açılması çok önemli bir değişikliktir.
Şiddet uygulanan kişi çoğu zaman korku, eğitim yetersizliği ve maddi imkânsızlıklar yüzünden kendisine şiddet uygulandığını ihbar etmemekte, şiddete karşı devlet tarafından korunabileceğini bilmediğinden dolayı da şiddete boyun eğmektedir. Şiddetle mücadele yollarının varlığından habersiz olan mağdurun hayatı ve vücut bütünlüğü çoğu zaman da tehlikeye girmektedir. Bu vahim sonuçları ortadan kaldırabilmek için şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı durumunda şiddet uygulanan kişinin haricindekilerin de yetkili mercilere ihbarda bulunabilmesi çok önemlidir.
Kolluk görevlilerinin, konuyla ilgili görev yapacak kamu kurum ve kuruluşlarının personelinin çocuk ve kadının insan hakları, kadın erkek eşitliği konularında eğitim almaları gerektiğinin kabulü kanunun amacına uygun şekilde görevlerini yerine getirmeyi kolaylaştıracaktır elbette.
Grubumuzca verilen değişiklik önergesiyle, koruma tedbirinde, korunan kişinin şikâyeti olmasa dahi hâkim kararıyla tedbirlerin devamına karar verilmesi konusu çok önemlidir.
Yine grubumuzca verilen değişiklik önergesiyle ilköğretim, ortaöğretim müfredatına toplumsal cinsiyet, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik derslerin konulmasının kabul edilmesi, toplumsal zihniyet değişmesinde önemli bir adım olacaktır.
Toplumsal zihniyet değişimi için erken yaşta çocuklara bireyin cinsiyet temelinde ayrımcılığa uğramaması, kamusal ve özel hayatın tüm alanlarında her iki cinsin de eşit şekilde yer alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil edilebilmesi ve katılım hususlarında verilecek eğitimle, erken yaşta bilinçlerde kadın erkek eşitliği sağlanarak kadına ve ev içi şiddete karşı önleyici tedbir alınmış olunacaktır.
Kanun maddeleri her ne kadar mükemmel olsa da toplumsal değişiklik, toplumsal zihniyet değişimine neden olacak eğitim hükümleri düzenlenmeden kadına karşı şiddetle mücadele etmek mümkün değildir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği hususunda gerek ilköğretim seviyesinde verilecek zorunlu ders ile gerekse ilgili kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin alacağı toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı eğitim çalışmaları ile kadına karşı şiddetle ilgili çok daha etkili adımlar atılması ve kanunun uygulanabilirliğinin artırılması mümkün olacaktır.
Bakanlığın özellikle kreş imkânı sağlama ve sağlık alanında kabul ettiği yükümlülükler ile girdiği bütçe yükü takdir edilmektedir. Ancak Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı'nın uygulanmasından sorumlu Bakanlık olarak içinde "kadın" ismi geçmeyen bir Bakanlığın sorumlu olmasını ve kanunun adında bile önceliğin "Ailenin Korunması"na verilmesini şiddetle eleştiriyoruz.
Başta, kadın "aile" kavramı içerisine hapsedilerek tek başına yaşayabileceği ve birey olabileceği kabul edilmemekte, aile kavramı içinde değilse dikkate alınmayacağı ve korunmayacağı mesajı verilerek şiddete örtülü destek olunmaktadır.
Kanunun adının İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu olması için, Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması ve Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı olarak değiştirilmelidir. Bu konuda Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Mehmet Şeker'in de kanunun adının değiştirilmesi ve "kadın" adının konulması konusunda bir kanun teklifi vardır. Gelin, hep birlikte, bu kanun tasarısında birlikte olarak kanunun adını değiştirelim ve kadının adını kanuna ekleyelim.
Benzer şekilde, kanunun adının da "Ailenin Korunması" olarak başlaması, kadın şiddet görse de öncelikle aile birliğinin korunması, kolun kırılıp yen içinde kalması mesajını toplumsal zihniyete işlemektedir.
Kadın şiddet görse de aile birliğinin devamına öncelik verilmektedir. Mükemmel yasalar hazırlansa dahi, bu şekilde gizlenen mesajlar ile yola çıkılınca, kadını ikinci sınıf gören, evinde en az çocuğa bakmakla yükümlü kılan geleneksel toplumsal zihniyetin değişimine hiçbir katkı yapılamayacaktır.
Kanun tasarısının "Ailenin Korunması" ifadesiyle başlaması, yasanın evli olmayan, nişanlı, sevgili, boşanmış ya da evlilik birliği olmadan birlikte yaşayan kadınları korumama, hâkimlerin kanaatini bu konuda kullanmama olasılığına mahal vermektedir. Kadını şiddete karşı korumada kadının içinde bulunduğu duruma göre ayrım yapılması, bizzat şiddete davetiye çıkarmaktadır.
Ayrıca, tasarının adı, CEDAW'ın kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın gerekli tedbirlerin alınması yükümlülüğünü yerine getirmekten uzaktır. Tasarının adı, yanlış algılamalara ve psikolojik baskılara gayet açıktır. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni imzalayan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylayan ilk ülke olmaktan her yerde gururla bahsediyorsak, bunun iç hukukumuzda karşılığını da vermekten çekinmemeliyiz. Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin diğer Avrupa Konseyi üyelerinin yeteri kadar imzası olmadığı için yürürlüğe girmediğini hatırlarsak, bu Sözleşme'de kabul ettiğimiz çok önemli yükümlülüklerin bu kanun tasarısıyla hayata geçirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi'yle kabul ettiğimiz devletin şiddete uğrayan vatandaşın zararını tazmin etmesi gerektiği, sığınma evleri açmanın zorunlu hâle getirilmesi, uyuşmazlık çözüm yollarının uygulanamaz olmasının kabul edilmesi, tek taraflı ve resen yargılamalar için gerekli hukuki ve diğer tedbirlerin alınması gerektiği, mağdurların ücretsiz adli yardım ve destek alma haklarının sağlanması haklarına bu kanun tasarısında yer verilmemiş, ilk imzalamak ve onaylamakla övündüğümüz Sözleşme de görmezden gelinmiştir. Buradan çıkan sonuç, iç hukukumuzda bu Sözleşme'yi uygulamaktan kaçınıldığıdır.
Üstelik, kanun tasarısında "Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler" başlığı altında uluslararası sözleşmelerin, özellikle Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ndeki diğer kanuni düzenlemelerin esas alınacağının belirtilmesine rağmen, bu hüküm kanunun diğer hükümleri tasarlanırken dikkate alınmamıştır. En temel insan hakkı olan yaşam hakkının korunması için devletimiz, uluslararası sözleşmelerle de kabul ettiği görevi ve sorumluluğu yerine getirmek için daha geniş kapsamlı yasalar çıkartmalı, uygulamada başarılı olabilmek için eğitim ile destekleyerek toplumsal zihniyet değişimini de mutlaka ve acilen sağlamalıdır.
İlk tasarıya göre "şiddet" tanımı daha kapsamlı hâle getirilmesine rağmen, yazılı tutum ve davranışları içeren şiddet unsuruna dikkat edilmemiştir. TRT ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyoların ayda en az doksan dakika yapacağı yayınların içeriğinde konular daha net belirtilmeliydi. "TV yayınlarının toplumsal cinsiyet eşitliği veya kadın-erkek eşitliği, çocuk ve kadının insan hakları konularında yayın yapması." ifadesi açıkça tasarıda yer almalıydı. Keyfiyete bırakılan her türlü düzenleme, ileride daha büyük sorunlar yaratacak şekilde ortaya çıkacaktır. Görüşler alınabilir ama zihniyet, yine istediği gibi yoluna devam edebilir.
Sığınma evi açma zorunluluğunun getirilmesi gerekliydi. İstanbul Sözleşmesi 30'uncu maddede kabul ettiğimiz gibi, devlet, çocuk ve kadını şiddetten koruyamıyorsa tazminat ödeme yükümlülüğünü kabul etmelidir.
Şiddet sonucu bedeni zarar görmüş ya da sağlığı bozulmuş olan ya uğradıkları zarar, fail, sigorta ya da devlet tarafından finanse edilen sağlık ve sosyal hizmetler gibi diğer kaynaklar tarafından karşılanmayanlara yeterli miktarda tazminatı da devletin ödemesi gerekmektedir.
İstanbul Sözleşmesi 48'inci maddede de kabul ettiğimiz gibi, her türlü şiddete ilişkin olarak, ara buluculuk ve uzlaştırma dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere, gerekli hukuki veya diğer tedbirlerin alınması kanun tasarısında yer almalıydı. Zaten baskı altında olan kadın şiddete karşı koyamazken, ara buluculuk ve uzlaştırma baskısıyla karşı karşıya kalınca alacağı tavrın da sonucu bellidir. Bu sefer, devletin aracı olacağı baskıyla, kadın farklı bir tür şiddet ile de karşı karşıya kalacaktır.
Şiddet mağdurunu korumak ve şiddet uygulayana gerekli tedbir kararlarını etkin bir şekilde uygulayabilmek için tasarıda yer alan, önemli bir yenilik olan "zorlama hapsi"nin altı ay süreyle geçerli olması ise bir eksikliktir. Altı aydan sonra mağduriyet devam ederse ne olacağı belirsiz kalmıştır. Yani şiddet uygulayan kişi altı ay dişini sıkarsa zorlama hapsi kalkacaktır, suçu önlemek için gerekli, önemli bir tedbirin etkinliği de yok olacaktır.
Tasarıda kullanılan "kadın erkek eşitliği" kavramı eğer daha geniş bir anlam içeren "toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramını da kapsayacak şekilde kullanılıyorsa, neden aslı yerine süreci kullanılmaktadır? "Toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramından neden çekinildiği, Sayın Bakanım, anlaşılamamaktadır.
Kolluk birimleri içinde kadın ve çocukları şiddetten koruma özel birimlerinin kurulmaması yine büyük bir eksikliktir. Kadını şiddetten korumak için kolluk birimlerine bu kanun tasarısıyla önemli görevler veriliyorsa, bu görevlerin özel birimler tarafından yerine getirilmesi gerekliydi.
Kadın ve çocuğa karşı şiddetle mücadele için, bu konuda eğitim alıp ihtisaslaşmış, kadını ve çocuğu şiddetten koruma özel birimlerinin kurulması zorunluluktur.
Özel kolluk birimlerinin görevini tüm sorumluluğuyla yerine getirebilmesi için, sadece bu kanunda belirtilen hizmetlerle ilgili değil, işin felsefi temeli hususunda da eğitim alması gereklidir.
Özel kolluk birimleri, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda alacağı eğitim ile kişinin cinsiyet temelli olarak ayrımcılığa uğramaması, kamusal ve özel hayatın tüm alanlarında her iki cinsin de eşit şekilde yer alması, görülebilmesi, güçlenmesi, temsil edilmesi ve katılımı hususunda bilinçlendikten sonra, kanundan doğan yükümlülükleri hakkaniyetle yerine getirebilir.
Şiddet gören kadın çalışmıyor, öğrenim görüyor olabilir. Bu yüzden, şiddete uğrayan bireyin sadece iş yerinin değiştirilmesi değil, eğer öğrenim görüyorsa öğrenim yerinin de değiştirilmesi çok önemlidir.
Korunan kişi çalışmıyorsa, ekonomik açıdan bağımlığının azaltılması için istediği takdirde istihdam edilmesinin sağlanması devletin yükümlülüğü altında olmalıdır çünkü bireyin ekonomik açıdan yetersizliği şiddet görmesini ve şiddetin sürdürülebilmesini kolaylaştırmaktadır. Şiddet gören mağdur, ekonomik açıdan bağımsızlığını elde ederse şiddete karşı devlet tarafından da aynı zamanda korunmuş olacaktır.
Sadece şiddet uygulayana değil, şiddet uygulayana yardım edene de yönelik olarak önleyici tedbirlerin uygulanması gereklidir. Toplumumuzda şiddet uygulayan kocaya ailenin diğer bireyleri tarafından da destek verildiği hepimiz tarafından gayet açık bilinmektedir. Mağdur şiddet görürken ev içindeki diğer bireyler de şiddet uygulayana yardım ederek veya aile dışındaki başka bireyler de şiddet uygulayana yardım ederek şiddetin boyutunu arttırmaktadır. Bu yüzden şiddet uygulayana yardım edene yönelik olarak da önleyici tedbir kararı hâkim tarafından gerekli görüldüğü durumlarda mutlaka alınmalıdır.
Geleneksel bir toplumda yaşayan kadının şiddete maruz kalınca bunu yaşadığı ortamdan dışarı taşıması ve buna karşı tedbir alınması için mücadele etmesi çok zordur. Gelenekler çerçevesinde şiddet olmamış gibi hayatına devam etmesi hatta böyle bir ortamda aile birliğini devam ettirmesi baskısıyla karşı karşıya kalması da hepimizin çok iyi bildiği vakıadır. Burada kadını şiddete karşı korumak için en büyük sorumluluk, kolluk kuvveti, mülki amir, hâkim, Bakanlığın il ve ilçe müdürlüklerine aittir. Şiddete karşı kadını koruyucu ve önleyici tedbirlerle korumakla görevli kişiler aldıkları sorumlulukları yerine getirmezlerse mutlaka tazminat ödeme yükümlülüğü altına girilmelidir. Tazminat ödeme yükümlülüğü altında oldukları bilinciyle görevlerine karşı daha sorumlu davranacaklardır.
Kusursuz bir anayasa ve kurumlar oluştursak, uluslararası ve ulusal bütün yasalar kadın-erkek eşitliği, kadın ve çocuğun korunması ve güçlenmesi için mükemmel bir şekilde düzenlense dahi demokrasiye uygun bir siyasal kültür ortamı olmadan ve kadını aşağılayıp eve kapatıp en az 3 çocuk doğurmakla yükümlü kılan, güçsüzleştiren, kocanın yanında sesini çıkarmadan oturmasını nasihat eden toplumsal zihniyette değişim olmadan kadın ve çocuklarımız hususunda var olan sorunlar giderek de ağırlaşıp devam edecektir. Her ne kadar yasal zeminde kadın ve çocuğumuzun hakları korunup insanca yaşamak için gerekli düzenlemeler yapılsa da uygulamada bunlar hayata geçmeden yine biz bu sorunları konuşup duracağız.
Eşitlik ilkesi: Tasarıdan çıkarılmış olan "kadın-erkek eşitliği", "fiilî eşitlik", "toplumsal cinsiyet eşitliği" ve "ev içi şiddet" gibi kavramlar mutlaka, Sayın Bakanım, tekrar konulmalıdır. Uluslararası insan hakları standardı, uluslararası insan hakları belge ve sözleşmelerinde olduğu gibi, tasarıda kadın-erkek eşitliğine atıf yapılmalıdır.
Koruma: Türkiye'de kamuya ait sığınak sayısı 40, yetersizdir. Önce, her ilde mutlaka sığınak yapılması mecburiyeti getirilmeli ve mevcut sığınaklar da iyileştirilmelidir acilen diyoruz.
2008 yılında yapılan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması'na göre, Türkiye'de kadınlarımızın yüzde 42'si yaşamın herhangi bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmıştır. Dünya Ekonomik Forumu Cinsiyet Uçurumu Endeksi 2011 yılı derecelendirmesine göre 135 ülke arasında Türkiye 122'nci sıradadır.
Bu nedenle, biz diyoruz ki kadınların her alanda erkeklerle eşit hakları elde etmesi, her türlü istismardan ve şiddetten korunması, karar alma mekanizmalarında yer alması, siyasette temsil oranının yükselmesi bir demokrasi, hukuk, eğitim ve toplumsal zihniyet dönüşümü sorunudur.
Saygıdeğer milletvekilleri, ben Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda da bilgilendirdim. Geçmişte bir lisede müstahdem olarak çalışan bir müvekkilimin kocasından şiddet görmesi nedeniyle, hiçbir avukat ücreti almadan, masraflarını da karşılamak kaydıyla şiddetli geçimsizlikten boşanmasını karar altına aldım ancak tehdit ve şiddet devam etmişti, karakollara müracaat ettik, savcılıkla müracaat ettik ancak, tabii, biz bunu önleyemedik. Ne oldu? Benim müvekkilim köprü başında kocası tarafından öldürüldü. Bundan sonra da müvekkilimin sorumluluğunu taşıyarak ailesinin yine vekâletini aldım, yine hiçbir ücret almadan müdahil oldum ve öldükten sonra müvekkilimin haklarını savunmaya ve devam ettirmeye çalıştım.
Onun için -hepimizin yaşadığı olaylar vardır, etkilendiği olaylar vardır- ben bu kadına şiddet konusunu çok önemsiyorum. Hakikaten önemli bir gelişmedir, önemli bir gelişme olduğunu da kabul ediyorum ancak bizlerin ve kadın örgütlerinin verdiği maddeler üzerindeki değişiklik tekliflerinin dikkate alınarak daha mükemmel bir yasa yapılacağını tahmin ediyorum ve bu konuda hep birlikte olacağımızı ve destek istiyoruz sizlerden birlikte.
Yine, Samsun ilinde diz seviyesinin altında, Kılık Kıyafet Yönetmeliği'ne uygun olarak giyilen bir eteğe bile tahammül gösteremeyen ve bu nedenle kadın bir meslek elemanını işinden eden, Van depremi nedeniyle oluşturulan kriz masasında bile akşamları kadınlar ve erkeklerin bir araya gelmesini yasaklayan zihniyet kamusal alanda var oldukça kadınlara karşı işlenen şiddet de devam edecektir maalesef diyorum.
Bu nedenle, bu kanun tasarısı üzerinde yürütmenin daha fazla sorumluluk alması, Dünya Emekçi Kadınlar Günü arifesinde bu konuda daha duyarlı olacağınızı bekliyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akova.