GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 8'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:39
Tarih:13.12.2016

CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ekonomi Bakanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve bizleri takip eden kıymetli vatandaşlarımızı selamlıyorum.

Sözcükleri seçmenin, konuşmanın çok zor olduğu günlerden geçiyoruz. Hafta sonunda bölücü hainler Beşiktaş'ın göbeğinde eş zamanlı iki bomba patlattı. İstanbul'da yaşanan bu kahpe saldırı yüreklerimize ateş düşürdü. 36'sı polis, çoğu da hayatlarının baharında, 44 vatandaşımız şehit düştü. Şehitlerimize Allah'tan rahmet; ailelerine, milletimize başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi insana değer veren siyaset anlayışıyla terör karşında amasız, fakatsız kararlı bir duruş sergilemektedir. Bu ve buna benzer konularda hep ülke çıkarını, partimizin çıkarının önüne koyduk. Cumhuriyet Halk Partisi, terör ve terör örgütleriyle mücadelede Hükûmete her zaman açık çek verdi. Hükûmet, bu meseleyi tek başına götüremeyeceğini artık görmelidir. Ortak aklın bulunacağı yer de bu Gazi Meclistir. Bugün ortak akla her zamankinden çok ihtiyacımız var. Türkiye'yi başarısız devletler bataklığına sürüklemek isteyen terör karşısında ülkenin yeni yönetim zafiyetlerine artık tahammülü kalmamıştır.

Değerli milletvekilleri, geçen yıl bu kürsüden grubum adına bütçe kapanış konuşmasını yaptım. Konuşmamda toplumsal yaşamımızda, kurumsal yapımızda, komşularımızla ilişkilerimizde ve ekonomimizde biriken kırılganlıklara dikkat çektim. Ülkenin ve ekonominin dayanıklılığını artıracak önlemleri Hükûmetin hızla alması gerektiğini ifade ettim. Aradan geçen bir yılda yaşadıklarımız, maalesef, haklı olduğumu gösterdi, bundan da hiç mutlu değilim. İktidar son bir yılda bırakın gereken tedbirleri almayı siyasi belirsizliği daha da artırdı. Hukukun üstünlüğünü bir kenara itti. İçeride ve dışarıda ters esmeye başlayan rüzgârlara karşı ülkemizi savunmasız bıraktı. On dört yıllık AKP iktidarının sonunda Türkiye, tarihinin en ciddi yönetim kriziyle karşı karşıya kaldı.

Değerli milletvekilleri, dini siyasette kullanma geleneğinden gelen kadroların kurduğu koalisyon on dört yıldır ülkeyi yönetiyor. İktidarın "Aynı menzile yürüyoruz, alnı secde görenden zarar gelmez." diyerek devleti teslim ettiği ortaklarından biri, bu ülkede askerî darbeye teşebbüs etme cesaretini gösterdi. 246 vatandaşımız canını yitirdi, şehit oldu; yüzlerce insanımız sakat kaldı. İktidarın hatalarının bedelini millet canıyla, kanıyla ödedi; Gazi Meclisimiz bombalandı; iktidarsa "Biz kandırıldık." dedi. İktidar sadece koalisyon ortakları tarafından aldatılmadı. Oslo'da eli silahlı bölücü teröristlerle müzakere masasına oturdu. Habur'da teröristleri törenle karşıladı. Teröristler için özel çadır mahkemeleri kurdu. Bölücü teröristlerin taleplerine göre şehirlerimize, ilçelerimize vali ve kaymakam atadı. Şimdi, o bölücü katiller yüzlerce çocuğu, genci, anayı, babayı, yavukluyu birbirinden ayırdı. Yüzlerce şehit verdik, hâlâ da şehit vermeye devam ediyoruz. İktidarın hatalarının bedelini yine millet canıyla, kanıyla ödüyor; iktidarsa yine "Kandırıldık." diyor.

Değerli milletvekilleri, iktidar bununla da kalmadı; Şam'da Emevi Camisi'nde namaz kılma hevesiyle ülkemizi Suriye bataklığına sürükledi, sınırlarımız Peşaver'e döndü. Bedelini, Hatay'da, Gaziantep'te, Ankara'da, İstanbul'da patlayan bombalarla yaşamını yitiren yüzlerce insanımızla ödedik. Askerlerimiz Suriye topraklarına girmek zorunda kaldı. Anlaşılan yine birileri bu iktidarı kandırdı. Yetmedi, bu iktidar "Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildi, bu fiilî durumdur." diyerek 2014'ten beri Anayasa'yı rafa kaldırdı. Ağzından millet iradesini düşürmeyenler geçen yıl milletin seçimini beğenmediler, ülkeyi tekrar seçime götürdüler. İki seçim arasında terör hortladı, yüzlerce insanımız terör saldırılarında hayatını yitirdi. Ardından seçim kazanan Başbakan, sarayın tercihleriyle görevinden uzaklaştırıldı. On dört yıl "istikrar" türküleriyle Türkiye'yi tek başına yöneten bu iktidar, şimdi ülkeyi ancak OHAL'le yönetebiliyor. Şimdi de iki yıldır devam eden fiilî başkanlık sistemini anayasal hâle getirmek için iktidar, ülkeyi yeni bir belirsizliğe, referanduma sürüklüyor. Kolay aldanan bir iktidarın elinde ülkenin nasıl hızla kaosa sürüklendiğinin hikâyesi budur arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin bazı üyeleri bu durumu Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana karşılaşılan en sıkıntılı dönem olarak tarif ediyor. Bu, Lozan Anlaşması'nı beğenmeyen kadroların güzel ülkemizi bugün yeniden Sevr koşullarına getirdiklerinin bir itirafıdır. Ama, yine on dört yıllık iktidarın bakanları "Memleket büyük sıkıntıda, milletten dua bekliyoruz." diyerek çözüm sorumluluğunu da yine millete yıkıyorlar.

Değerli milletvekilleri, ekonomi iflas etti. Bunu ben söylemiyorum, Cumhurbaşkanı "Tulumbada su bitti." diyerek tüm dünyaya ilan etti. Peki, tulumbada su neden bitti değerli arkadaşlar? Yıllarca bu kürsüden "Taşıma suyla değirmen dönmez." diye iktidarı uyardım. İktidar bu uyarılara kulak tıkadı; el atına binip çalım sattı. Biz "üretelim" dedikçe, iktidar "tüketelim" dedi. Biz "tarım", "sanayi" dedik, iktidar "AVM" dedi. Biz "İhracatı artıralım." dedik, iktidar "Cari açık finanse edildikçe sorun değil." dedi. Biz "Milletin kazancını, gelirini büyütelim." dedik, iktidar "Borcunu büyütelim." dedi. Oysa, AKP iktidara geldiğinde içeriye ve dışarıya güven veren, benim de Hazine Müsteşarı olarak katkıda bulunduğum bir ekonomik program ve yılda yüzde 6,2 büyüyen bir ekonomi devraldı. İktidar ne yaptı? Küresel piyasalara sel olup akan dolarları kalıcı sandı. Borç olarak gelen dolarları har vurup harman savurdu. Ne ekonominin döviz ihtiyacını azaltacak ne de sermaye akışını düzenli kılacak tahkimatı yaptı. Ülkeye hazmedebileceğinin üzerinde dolar girmesine göz yumdu. Türk lirası aşırı değerlendi, ihracatçı cezalandırıldı, ithalatçı sevindirildi, cari açık rekorlar kırdı.

2002'de ülkenin her 100 liralık geliri karşılığında devletin, reel sektörün ve ailelerin toplam borcu 97 liraydı. Bugün ülkenin her 100 liralık geliri karşısında toplam borç 118 liraya çıktı. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısının övündüğü gibi, devletin borcu ülkenin gelirine oranla 39 puan düştü ama vatandaşın ve şirketlerin borcu aynı dönemde 60 puan arttı. Borcu devletin sırtından aldınız, milletin sırtına bıraktınız. Borç yetmedi, tulumbaya su taşımak için 60 milyar dolarlık da devlet malını sattınız. Biz uyardık; siz, "Alınan borçlar, satılan mallar, yatırımları ve geliri artırdığı müddetçe sıkıntı yaratmaz." dediniz ama sonunda "Tulumbada su bitti." deme noktasına geldiniz.

Dün bu yılın üçüncü üç ayına ilişkin millî gelir rakamları açıklandı. Ekonomi, piyasa beklentilerinin çok ötesinde, yüzde 1,8 daraldı. Bu, yirmi yedi aydan sonra ekonomide gözüken ilk daralma. Öncü göstergelerden yılın son üç ayında da işlerin parlak olmadığını görüyoruz.

Şimdi, tulumbada su bitince iktidar müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırmaya başladı. TÜİK bir kalem oynattı, Türkiye bir gecede yüzde 20 daha zengin oldu; tasarruf sorunumuz falan hiç kalmadı, meğer bugüne kadar yanlış rakamlar üzerinden yanlış politikalar üretip boş yere milleti bunaltmışsınız. Yoksa burada da mı kandırıldınız? Bu revizyona ilişkin çok ciddi teknik çekince ve kuşkularım var ancak burada bunlara girme zamanım yok. Ben, bu yeni rakamların içeride ve dışarıda kolay kabul göreceğini sanmıyorum. Ancak, bir konu önemli, hatırlayın "Tulumbada su bitti." diyerek iflası itiraf eden Sayın Cumhurbaşkanı birkaç gün sonra muhtarlar toplantısında çıktı -TÜİK verileri açıklandığında- "Ekonominin gayet iyi olduğu görülecek." deyiverdi. Anlaşılan, bu rakamları millet görmeden saray gördü. Şimdi ben soruyorum: Saray bu rakamlara müdahale etti mi?

Sayın milletvekilleri, sarayın bu açıklaması, rakamların toplanması, işlenmesi ve yayımlanması konusunda TÜİK'in bağımsızlığına büyük bir gölge düşürmüştür. Ben burada bir hatırlatma yapayım: Komşumuz Yunanistan istatistiklerini Avrupa Birliği standartlarına uydururken verilerle oynayan istatistik kurumu yöneticileri bugün hapis cezasıyla yargılanıyorlar. Brezilya'da ise önceki Cumhurbaşkanı Rousseff bütçe açığını gizlemek maksadıyla bütçe istatistiklerine müdahale ettiği için azledildi. Allah etmesin, sizin de başınıza bir şey gelmesin diye uyarıyorum.

Değerli milletvekilleri, yine bu revizyonla şu anda önümüzdeki 2017 bütçe tasarısının dayandığı Millî Bütçe Tahmin Raporu ve Orta Vadeli Program geçerliliğini yitirmiştir. Yapılan, Meclisin bütçe hakkına ciddi bir saygısızlıktır. Diğer taraftan, bu revizyonla ülkedeki 17 milyon vatandaşımız yoksulluktan kurtulmuş mudur? Bu ülkede bir kap et, balık veya tavuk yemeğini iki günde bir sofrasına koyamayan 27 milyon vatandaşımız bir gecede her gün sofrasına et yemeği koyabilir hâle mi gelmiştir? Mesele buradadır.

İşsizlik almış başını gidiyor. Umudunu yitirip iş aramaktan vazgeçmiş ancak "İş bulsam çalışırım." diyenlerle beraber işsiz sayısı 6 milyonu aşmış. Ülkemizin umudu her 5 gencimizden 1'i işsiz. Millet evladına iş bulmak için bakanların kapılarında azar işitiyor. Aslında, Hükûmetin tavrı da bakanlarından farklı değil. Yiyip içip hesaptan kaçmaya çalışanlara benziyorlar. Bir türlü sorumluluk almıyorlar, hatalarını görmüyorlar. Dolar almış başını giderken ilkin "Dolardan bize ne? Dolsa ne olur, dolmasa ne olur?" dediler. Baktılar dolar durmuyor, sorumluluğu, yeni seçilen ABD Başkanı Trump'a attılar. Bu da tutmayınca doların artışını "Ülkede ekonomik darbe yapıyorlar." diyerek FETÖ ve dış mihraklara bağladılar. Cumhurbaşkanı da fırsatı kaçırmadı, topa girdi, "Ekonomiye bir tuzak kuruldu. Bu tuzaktan çıkmak için vatandaş dövizini satsın, altın ve Türk lirası alsın." dedi.

Değerli milletvekilleri, aslında ekonomiye tuzak kurulduğu doğrudur. Peki, bu tuzağı kim kurdu? Bakın, elimde 16 Haziran 2009'da Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı var. Bu kararnameyle, döviz geliri olmayan şirketlere de dövizle borçlanma imkânı getiriliyor. Bu kararnameden sonra Türkiye'de şirketlerin döviz borcu hızla arttı. 2009'da 67 milyar dolar olan Türk şirketlerinin net döviz borcu, bugün 213 milyar dolara çıktı. Benzer ekonomiler liginde artış hızı olarak Çin'den sonra dünyada 2'nci olduk ve bunun sayesinde de dünyadaki en kırılgan ekonomiler arasına girdik, sıcak paracıların insafına kaldık. Peki, bu kararnamenin altında kimlerin imzası var? Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek. Bu borçlar nedeniyle Başbakanın "Dolardan bize ne? Dolsa ne olur, dolmasa ne olur?" dediği ekim ortasından bugüne kadar şirketlerin kur farkı zararı 80 milyar Türk lirası oldu. Arkadaşlar, bu parayla 10 tane Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılır. Peki, şirketler bu zararı nasıl çıkaracak? Şirketler ya zam yapacak, ya işçi çıkaracak ya da ya da fabrikalarını kapatacaklar. Bu, pahalılık, işsizlik ve yoksulluk demek ama iktidar her zaman yaptığı gibi algı yöneterek sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor. Kapılarını sıcak paraya sonuna kadar açıp ekonomiyi hasta edenler şimdi tulumbada su bitince vatandaşın yastıkaltındaki kefen parasına göz diktiler. İktidarı uyarıyorum: Millet ülkeye destek olsun diye sizi dinleyip dolar, avro bozdurdu ama siz ekonomiyi güçlendirecek ne yaptınız? Saraydakiler de dâhil, sadece konuşup ortalığı karıştırıyorsunuz, bir de rakamlarla oynuyorsunuz. Dolar da, faiz de alıp başını gidiyor. Milletin parası pul oluyor.

Değerli milletvekilleri, son olarak bu sıkıntılı günlerden kurtulmak için yapılacaklarla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşayım:

İlk olarak, Sayın Bakan -sizin de şikâyetçi olduğunuzu gördüğüm- OHAL'i bir an önce kaldırın. Türkiye Büyük Millet Meclisinde ortak akılla, mutabakatla yasaları çıkaralım, karşı karşıya kaldığımız vahim sorunları geniş bir uzlaşmayla hukuk çerçevesinde aşalım. Başkanlığın refah ve istikrar getirmekte parlamenter sistemin yanına bile yaklaşamadığı dünyadaki örneklerinden görülmüştür. 2014 yılından bu yana yaşanan fiilî başkanlığın ülkeyi ne hâle getirdiği de ortadadır.

2'nci adım olarak, rejim tartışması ve referandum projesi derhâl rafa kaldırılmalıdır.

3'üncü adım: Avrupa Birliği çıpasını sağlamlaştırmaktır. Bu, Türkiye'nin uygar ve medeni bir mahallede adres sahibi olmasına ve ülkeye duyulan güvenin artmasına hizmet edecektir. Tıpkı 2004-2007 arasında görüldüğü gibi, Türkiye'nin risk primini düşürecektir. Avrupa Birliği tarafının Türkiye'ye karşı elbette hataları vardır ancak sorunlar müzakereler kesilerek değil, konuşarak çözülmelidir.

4'üncü adım olarak, mevcut iktidara artık güven kalmamıştır. Güveni sağlamak için yeni ve tüm ulusun içine sinecek bir uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Kısa dönemde bunlar yapılırsa ekonominin ateşi düşer. Orta vadede yüksek büyüme hızlarına erişebilmek içinse ülkemizin önüne yeni bir büyüme ve paylaşım modeli koymalıyız. Önce hukuk devletini ayağa kaldırmalı ve hukukun üstünlüğünü sağlamalıyız. İkinci olarak, ülkenin dünyada yarışma gücünü arttıracak adımları atmalıyız.

Üçüncü olarak, herkesi kucaklayan, kimseyi dışlamayan bir büyüme süreciyle gelir dağılımını düzeltmeliyiz.

Son olarak, bunları yaparken ekonomik ve sosyal istikrarı bozmamalıyız. Torunlarımızın bizlere emaneti olan çevreyi korumalıyız.

Değerli milletvekilleri, eğer bunları bu Mecliste başarabilirsek ülkeyi içine düşürüldüğü Sevr koşullarından hızla çıkarır, milletin de duasını alırız.

Bu düşüncelerle, Genel Kurulu bir kez daha selamlıyor, Ekonomi Bakanlığı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)