| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 6'ncı Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında üniversiteler üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, dün gece İstanbul'da gerçekleşen terör saldırısını şiddetle kınıyor, hayatını kaybeden insanlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Ben de bütün İslam âleminin Mevlit Kandili'ni kutluyor, kandilin sevgiye ve barışa vesile olmasını temenni ediyorum.
Değerli milletvekilleri, tabii, bugün, ülkemizde "üniversite" denilince saatlerce konuşmamız gereken, sorun teşkil eden yüzlerce konu başlığı bulunmaktadır. Üniversitelerin kuruluş ve işleyiş biçimlerinden kadroların iltimas ve kayırmacılık gölgesinde yandaşlarla doldurulmasına, üniversitelerin özerk olmamasından akademisyenlere uygulanan baskı ve yıldırma politikasına, öğrencilere yönelik hak ihlallerinden, barınma sorunlarından, rektörlük vasıtasıyla iktidarın tek elde toplanmasına, üniversite çalışanlarına ilişkin taşeronlaştırma uygulamalarından neoliberal kapitalist politikaların yansıması olan özel üniversitelere, daha da uzatılabilecek bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Mevcut sorun alanları üzerine bir de "OHAL" adı altında sürdürülen ceberut uygulamalar eklendiğinde üniversitelerin içerisine sokulduğu vahim durum toplum olarak sürüklendiğimiz uçurumun derinliğini göstermesi bakımından çarpıcıdır.
Değerli milletvekilleri, "bilgi çağı" olarak adlandırılan bu zaman diliminde Türkiye'de üniversitelerin ve akademisyenlerin siyasi iktidar ve tahakkümcü devlet anlayışını temsil eden zihniyetlerce yoğun baskılara maruz bırakıldığı, üniversite kurumunun olmazsa olmazı niteliğinde olan ifade özgürlüğünün en sert yöntemlerle engellendiği bir süreçten geçiyoruz. Tabii "üniversite" denilince üzerinde durmamız gereken temel anahtar kavram akademik özgürlüktür. Akademik özgürlük, akademisyenin veya bilim insanının çalışmalarında ve düşüncelerini ifade etmesinde sahip olduğu serbestliğin temel göstergesidir. Öyle ki öğretim üyeleri işlerini kaybetme ve keyfî biçimlerde cezalandırılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaksızın sorgulama, eleştirme, yeni önermeler, doktrinler geliştirebilme, egemen anlayışlarla çelişkili olabilecek görüşlere sahip olabildikleri ölçüde özgürdürler.
Değerli milletvekilleri, öncelikle evrensel ölçekte akademik özgürlüğün nasıl kavrandığına dair bazı örnekler vermek istiyorum. Örneğin, UNESCO, akademik özgürlüğü, akademik topluluğun başkalarının siyasi, felsefi, inanç ve düşüncelerine bağımlı olmaksızın kendi fikirlerine göre bilimsel araştırma yapabilmeleri olarak tanımlamaktadır. UNESCO'nun Kasım 1997'de yükseköğretim personelinin statüsüne ilişkin tavsiye kararında, akademik özgürlük başat öğretiyle kısıtlanmadan tartışma özgürlüğünü, araştırma, yürütme ve sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü, içinde çalıştıkları kurum ya da sistem hakkında görüşlerini özgürce ifade etme özgürlüğünü hak olarak ifade etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği bağlamında da 2009 yılında bağlayıcı hâle gelen Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı da açıkça akademik özgürlük kavramını belirterek bu özgürlüğü garanti altına almıştır. AB Temel Haklar Şartı'nın "Bilim ve Sanat Özgürlüğü" başlıklı maddesinde, bu özgürlüğün, metnin 10'uncu maddesinde yer alan düşünce özgürlüğü ile 11'inci maddesinde yer alan ifade özgürlüğü bağlantısı özellikle vurgulanmıştır. Akademik özgürlük kavramı Avrupa Konseyi faaliyetlerinin de merkezinde yer almaktadır. Nitekim, Avrupa Birliği Bakanlar Komitesinin 2000 yılında aldığı, akademik özgürlüğün önemini vurgulayan tavsiye kararı 2006 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından akademik özgürlüğü ve üniversite özerkliğini güçlendirmek için çalışmak her demokratik toplumun temel ihtiyacı olarak kabul edilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, Türkiye özelinde, gerek yasal, anayasal zeminde ve gerekse uygulamada üniversitelerin özerkliği ve akademik özgürlüklerin içinde bulunduğu durum kuşkusuz utanılacak vaziyettedir. Elbette, evrensel ölçekte, çağdaş dünyada ve ülkemizde üniversiteler ve akademisyenlerin özerkliği ve özgürlüğü bağlamında arada bulunan uçurum düzeyini en az bizim kadar diğer partilerden milletvekili arkadaşlarımız ve özellikle, iktidar partisine mensup milletvekili arkadaşlar ile Hükûmetin de bildiğine, takip ettiğine inanıyorum. Tabii, burada en önemli sorunlardan birisi, evrensel nitelikli insan hakları ve ifade özgürlüğü temelli birçok sözleşmeye ülke olarak imza koymamıza karşın bu imzaların gereklerini neden yerine getirmediğimiz meselesidir. Elbette, bu hantallığımız ve tembelliğimiz bizi çağdaş dünyadan, evrensel ilkelerden her geçen gün biraz daha uzaklaştırmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, dünyanın ilk 500 üniversitesi içerisinde Türkiye'nin 5 üniversitesi ancak yer bulabilmektedir, bunlardan birisi de Boğaziçi Üniversitesidir. Yüzlerce örnekten sadece birisi olarak belirtmek istiyorum, Boğaziçi Üniversitesinde, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına girebilmeyi başarabilen bu üniversitemizde bir rektör seçimi yapıldı. Seçimi, yüzde 86 oyla kazanan Profesör Doktor Sayın Gülay Barbarosoğlu rektör seçilmesine karşın, seçimlere dahi katılmayan bir kişi Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atandı. Ardından daha vahim bir uygulama gerçekleşti ve rektör seçimleri tüm üniversiteleri kapsayacak biçimde kökten kaldırıldı.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bakın, bugün bütün Avrupa'yı göz önünde bulundurduğumuzda görebiliyoruz, üniversite kurullarının, seçimi olmadan üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı atamasıyla belirlendiği tek ülke Türkiye'dir maalesef. Şimdi, Hükûmete sormak istiyorum: Avrupa'da rektörleri doğrudan atayarak belirleyen ve rektör seçimi olmayan tek ülke unvanını kazandık. Bu unvan ülkemize, bilime ve insanlığa nasıl bir katkı sunacaktır? İktidar tarafından asgari demokratik bir işleyişe bile izin verilmeyen üniversiteler nasıl özgür düşünebilecektir, nasıl nitelikli bilgi üretebileceklerdir?
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmetinin üniversite bütçesinden anladığı sadece üniversite binası inşa etmektir maalesef, üniversite binalarının içi ise nitelikten yoksundur. Gençlerimize sıkmak için gaz fişeği ithal etmekten vazgeçip bilimsel bilgi üretebilen, dünya çapında saygınlığı olan üniversiteler için çaba sarf etmeliyiz. Gençlerimize parasız, nitelikli bir üniversite sunamıyoruz maalesef. Her geçen gün daha da yoksullaştırılan halkımızı sınırsız kâr hırsıyla çalışan özel üniversitelere mahkûm ediyoruz. Üniversite bitiren gençlerimize iş imkânı sunamıyoruz. İşsizlik rakamlarının geldiği noktayı hepimiz görüyoruz. Oldukça genç, genç olduğu kadar da işsiz bir nüfusumuz var ama ne yazık ki buna ilişkin bir programımız ve politikamız bulunmamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün geldiğimiz noktada Türkiye'de üniversiteler kayyum mantığıyla yönetilmek istenmektedir. Binlerce akademisyenin işine kanun hükmündeki kararnamelerle son verilmiştir. Binden fazla akademisyen ülkede barış istemekten dolayı suçlu ilan edilmiş, gözaltı ve tutuklamalarla sindirilmek istenmiştir, yüzlercesi yurt dışına iltica etmek zorunda bırakılmıştır ancak altını kalın çizgilerle çizmeliyiz ki akademisyenlerin her türlü iktidar odağına karşı verdiği mücadele bu açıdan mesleğin özgürlük davasını aşan bir boyuttur. Akademisyenlerin verdiği mücadele bilimin gelişebilmesi adına zorunlu bir tutumdur, akademik ahlakın gereğidir, akademisyenin topluma karşı sorumluluğunun bir gereğidir. Bu bakımdan, aslında akademisyenin susma hakkı da bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, üniversiteler ve akademisyenlerin yasa, anayasa yapım süreçlerindeki rollerine ilişkin bir noktaya değinmek istiyorum. İçerisinde bulunduğumuz süreçte iki parti arasında ve kapalı kapılar ardında gizli bir müzakere yürütülmüş ve metin Meclise sunulmuştur. Müzakerelerin bu yürütülüş biçimi dahi anayasa kavramının ruhuna aykırıdır. Anayasa dediğimiz, devlet iktidarını sınırlandırmak, insan hak ve özgürlüklerini genişletmeyi ve güvence altına almayı hedefleyen ve ülkede yaşayan tüm farklı toplumsal kesimleri kapsayan, onların temel hak ve özgürlüklerini dikkate alan, bu hakları güvenceye kavuşturması beklenen temel hukuki metinlerdir. Tabii, yapılacak bir anayasanın toplumun tamamını kucaklayabilmesi anayasa yapım süreçlerine toplumun tüm kesimlerinin temsilcilerinin aktif katılımıyla mümkün olabilecektir. Bugün gördüğümüz gibi, ne ana muhalefet partisi ne de Türkiye'nin üçüncü partisi olan Halkların Demokratik Partisi işin içine katılmadan bir anayasa yapılmıştır. İnanıyorum ki bu anayasa Türkiye'nin asla ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL DORA (Devamla) - Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dora.