GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:3
Tarih:03.10.2012

MHP GRUBU ADINA CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 197 sıra sayılı ülkemizde çalışma hayatını düzenleyen endüstriyel ilişkiler yasa tasarısı konusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle değerli heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, öncelikle hepimizin bildiği gibi bu yasa tasarısı mart ayında Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmüş, sosyal taraflar dinlenerek karara bağlanmış ve zaruretine binaen hemen Meclis gündemine getirileceği söylenmiştir. Aradan bunca zaman geçtikten sonra ancak Meclis gündemine getirilebilmiştir. O zaman Komisyonda görüşülürken bu yasa geçmeden toplu iş sözleşmelerinin yapılamayacağı, dolayısıyla sendikalı işçilerin çok mağdur olacağı, bu yasanın hemen çıkarılması konusunda bütün gruplar mutabıkken doğrusu ne oldu da hangi el ve ne sebeple bugüne ertelendi, sanıyorum, bu, siz değerli milletvekilleri tarafından da merak konusudur. Benim buradan anladığım şudur: Israrla söylüyoruz, bu yasaları, değerli milletvekilleri, bizler yapamıyoruz, bir noterlik göreviyle görevimizi yerine getiriyoruz, sadece o kadar.

Ülkelerde, bugün demokrasinin ve insan haklarının önemli göstergelerinden biri de emek ve sermaye ilişkisidir. Sosyal tarafların hak ve menfaatlerini koruyan ve gözeten düzenlemelerin, uluslararası normlara uygunluğu ülkemizdeki demokrasinin işleyişini göstermesi bakımından önemlidir. Bu konudaki görüşleri siyasi olarak değerlendirecek olursak, sadece emekten ve çalışandan yana tavır koyan, öbür tarafları dışlayan görüşler olduğu gibi, işverenden ve sermayeden tarafa tutum sergileyen görüşler de vardır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu iş ilişkilerinin, temel hak ve özgürlükler bağlamında, ILO sözleşmeleri ve Türkiye'nin imza koyduğu bütün anlaşmalar çerçevesinde insan odaklı, ülke şartlarını gözeten, sosyal tarafların karşılıklı hak ve menfaatlerini koruyup kollayan düzenlemeler olması gerektiğini düşünüyoruz. Kanaatimize göre, ayrıca, bu düzenlemeler sadece işçi ve işvereni ilgilendiren düzenlemeler de değildir çünkü bu düzenlemelerden etkilenecek toplumun üçüncü tarafları da vardır.

Yukarıdaki söylediklerimiz bağlamında, işte biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yapılan bir toplu sözleşmede tüm bunların değerlendirilerek göz önüne alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri "Peki, bu düzenlemeleri, bu İktidarla, gerçekten yukarıda izah ettiğimiz gibi yapmak mümkün mü?" diye soracak olursak, esasen bunun cevabının bu yasanın çıkarılma sürecinde saklı olduğunu görmekteyiz. Bu yasa, tam Meclise inme sürecinde neden müdahale edilerek bugüne yani 6-7 ay sonraya bırakıldı? İşte buradan işin üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi, ne olduğu açıkça anlaşılmaktadır. "Bizim de bu konuda işte bir yasamız var." mantığı ile yasa yaparsanız,  taşları yerine maalesef oturtamazsınız.

Bugün, ülkemizin birtakım vesayetlerden kurtulduğunu söyleyenler, bu yasanın çıkarılma sürecinde yaşananların bir dayatma ve vesayet olmadığını söylemeleri mümkün değildir. Şunu açıkça ifade etmek isterim ki, bugün Parlamentoda yapılan birçok yasa vesayetle yapılmaktadır maalesef. Diyebiliyor muyuz gerçekten bu yasalar hür Meclisin iradesiyle yapılıyor? Vesayet vesayettir arkadaşlar, bunun askerî ya da sivil olanı olmaz. Bugün, Sayın Başbakan Meclise vesayet uygulamakta ve o da maalesef vesayeti bir başka yerlerden almaktadır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkemizin bugün sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda geldiği noktaya baktığımızda, Sayın Başbakana şunu sormak istiyorum. Sayın Başbakan, siz 2002'de "Değiştik ve geliştik." diyerek milletin emanetini aldınız ve on yıldır iktidarsınız. Hakikaten siz nasıl değiştiniz ve geliştiniz? Bu on yıllık sürede bunu bir türlü anlayamadık. Önceden neydiniz, şimdi ne oldunuz? Niçin değişmek ihtiyacı hissettiniz? Böyle "Değiştik ve geliştik." demekle değişebiliniyor mu?

Sayın Başbakanın ne kadar değişip geliştiğini ve demokrasiye bakışını sizinle bir örnekle paylaşmak istiyorum: Sayın Başbakan birçok konuşmasında milletin oyuyla iktidara geldiklerini söylüyor -ki elbette bu doğrudur- dolayısıyla, çok da doğru şeyler yaptıklarını, onun için, muhalefetin, icraatlarını eleştirmeye hakkının bulunmadığını, doğru işler yapmayı alınan oylarla ilişkilendirerek muhalefeti maalesef yok sayıyor.

Zaman zaman "ileri demokrasi" vurgusu yapan Başbakana, yaptığı işlerde hiç de demokratik davranmadığını hatırlatmak istiyorum. Fakat bunu söyleyen Başbakan, aynı zamanda, kendilerinden önce kurulmuş bütün cumhuriyet hükûmetlerinin yanlış yaptıklarını, hata ettiklerini ve ülkeyi maalesef iyi idare edemediklerini, yönetemediklerini iddia ederek, onlara acımasızca ve beceriksizlikle, zaman ve zemine bakmaksızın eleştirerek kendine göre saptamalarda bulunmaktadır.

Sayın Başbakana buradan şunu hatırlatmak istiyorum: Sayın Başbakan, unutmayınız ki sizin hükûmetlerinizden önce kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin tamamı, hepsi Türkiye Büyük Millet Meclisinde millet iradesine ve çoğunluğuna dayanarak kurulmuşlardır. Eğer, millet çoğunluğuna dayanarak kurulan hükûmetlerin -Sayın Başbakanın mantığı ile ifade etmek istiyorum- hata yapmaları söz konusu değilse, o zaman niçin onları hata yaptıkları gerekçesiyle çok sert bir şekilde zaman zaman eleştiriyorsunuz? Onlar hata yapmışlar mıdır? Elbette yapmışlardır. İşte, Sayın Başbakan, sizin de hata yapabileceğinizi, ister, bir kere daha düşünün diyorum. Demokrasilerde iktidar olabilmek için elbette sistem içerisinde oyların çoğunluğunu almak gerekir ama hata yapıp yapmamak iktidar olmakla maalesef doğru orantılı değildir. Katılımcı demokrasiye tam da işte burada ihtiyaç vardır. Unutmayınız ki tarihte Hitler, Mussolini ve birçok diktatör oy çokluğu ile iktidar olmuşlardır ama sonunda milletlerini maceraya sürüklemişlerdir.

Değerli milletvekilleri, çok güncel olan bazı konulara da değinmeden geçemeyeceğim. Biliyorsunuz, on yıla yakın bir zamandır ülkemizi AKP hükûmetleri yönetmektedir. Bu on yıl sonunda karşımıza çıkan tablo şudur: İç politikada memleket bölünme noktasına gelmiştir. Artık memleketin bölüneceğini, kesin de, nasıl olacağını konuşmaktayız. Konfederasyon mu yoksa federasyon mu olduğu süreç Oslo'da, şurada burada, gerekli zeminlerde, gerekli olmayan zeminlerde tartışılmaktadır.

Ayrıca, sıfır sorun diye çıkılan dış politikada ise çok şükür, sorunumuz olmayan komşu ülke kalmamıştır. Bu zaman sürecinde karşımıza çıkan ekonomik durum ise bir "mirasyedi" mantığı içerisinde ülkemizin önemli değerleri haraç mezat satılmış, şimdi özelleştirilecek yer kalmayınca 2/B ve hazine arazilerine göz dikilerek gerekli yasalar çıkarılmıştır.

Tüm bunlara rağmen ülkemizin iç ve dış borçları anormal derecede artmış, dış ticaret dengesi ithalat yönünde bozulmuş, cari açık tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Vatandaş geçim derdine düşmüş, Hükûmet ise devleti yönetmenin kolayını bulmuş, sıkıştığında ÖTV ve diğer vergilerde artış yaparak kendi sıkıntısını gidermek yolunu seçmiştir. Hâlbuki bunun için ne ABD'den Sayın Ali Babacan'ı ne de İngiltere'den Sayın Mehmet Şimşek'i getirmenize hiç de gerek yoktu. Ne kadar açık var, o kadar zam, nasılsa bu iş böylece halledilmektedir. Bu basit bir matematik hesabı için adam devşirmeye hiç de ihtiyaç olmadığını düşünüyorum.

Düşünün ki bir ülkede vergilendirilmiş kazançlardan tekrar vergi alınmakta, hatta ÖTV'nin de tekrar KDV'si alınarak âdeta vatandaş bir eşkıya mantığıyla soyulmaktadır. Bunun adı "vergi" olamaz. Vergi vermek elbette ki kutsaldır ama kazanılan paranın bir kere vergisi alınır. Netice itibarıyla, ülkemiz dünyanın en pahalı akaryakıtını kullanır hâle gelmiş, girdi maliyetleri sebebiyle tarım ve hayvancılık maalesef bitirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, son tartışmalar ise geçen pazar günkü AKP Kongresi'nde yapılan bir alkışlama üzerinden gündeme oturmuştur. "Yok efendim, biz onu değil, Sayın Başbakanı alkışladık." diyerek suçüstü yakalanmanın paniği ile çeşitli açıklamalarda bulunma gayreti içerisine maalesef girilmiştir. Değerli arkadaşlarım, siz o peşmergebaşını oraya davet ettikten sonra alkışlasanız ne olur, alkışlamasanız ne olur? Önemli olan, peşmergebaşı oraya ne sıfatla, niçin çağrılmıştır? Alkışlamaktan utanç duyduğunuz ve "Yok, biz onu alkışlamadık, Sayın Başbakanı alkışladık." diyerek izah etme gereği duyduğunuz bir kişinin orada işi ne? Niye panik hâlindesiniz? Şeref konuğu olarak davet ettiğiniz bir kişiyi alkışlamaktan niye imtina ediyorsunuz?

Bu millet, bütün bu yanlışlarınıza rağmen size oy veriyor diye, artık Türk milletini bu kadar da enayi yerine koymaya maalesef hakkınız yok.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisine indirilen Toplu İş İlişkileri Tasarısı'nda da Hükûmetin bakış açısı maalesef yine bazı eksikliklerle karşımıza çıkmaktadır. Gerek kamuda çalışanlar gerekse özel sektörde çalışanlar açısından yeni kazanımlar getirmediği anlaşılmaktadır. Daha önce Meclisten geçen Kamu Sendikaları Kanunu'nda yapılan değişikliklerle "toplu görüşme" yerine "toplu sözleşme" şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, adı ister toplu sözleşme ister toplu görüşme olsun, içeriği itibarıyla kamu çalışanları açısından bir kazanım getirmiyorsa -ki getirmiyor- çünkü içinde grev hakkı bulunmayan bir metnin sadece adının değiştirilmesiyle hiçbir ifade etmeyeceği, bunun ancak bir göz boyamadan ibaret olduğu da maalesef bilinmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye'de çalışma hayatı, endüstriyel ilişkiler bakımından bir değerlendirme yapmak için önce, Türkiye'de çalışanların hangi şartlarda, nasıl çalıştıklarına, bunların, Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelerle belirlenen şartların ne kadar karşılandığına bir bakmamız gerekir diye düşünüyorum.

Bugün Türkiye'de çalışanların bu bakımdan bir profilini çıkaracak olursak;

1) Devlet istihdamı,

2) Özel sektör istihdamı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Devlet istihdamında,

1) Devlet Memurları: 657 sayılı Kanunu'na tabidir ve bunların sayısı 1 milyon 800 bindir.

2) "4/B'li" diye nitelendirilen sözleşmeli personel: 200 bin kişi.

3) "4/C'li" diye söylenen geçici personel: 40 bin kişi. Bunun dışındakiler ise 4/D'lilerden oluşan işçilerdir.

Bunların dışında devlette "alt işveren" diye söyleyebileceğimiz taşeron firmalarda çalışanlar 500 bin kişi civarındadır ve özel sektörde yine alt işveren grubunda 2 milyon insan çalışmaktadır. Türkiye'de 10 milyon emekli ve 2 milyon 600 bin civarında işsiz bulunmaktadır. Toplam sigortalı sayısının ise ifadelere göre 11 milyon civarında olduğu söylenmektedir. Türkiye'de tüm bu çalışanların profili içerisinde kamu ve özel sektörde çalışan sendikalı işçi sayısı bugün maalesef 600 bin civarındadır. 2000 yılında sendikalı işçi sayısı 800 bin kişi civarındaydı. Esasen şimdi tartıştığımız ve bize göre eksikleriyle beraber önümüze konan bu yasa, 11 milyon sigortalı işçiden sadece 600 bin sendikalı işçiyi kapsamaktadır. Bu yasanın birtakım demokratik normları ihtiva etmemesinin yanında, sadece 600 bin sendikalı işçiyi ilgilendirmesi ve diğer işçi gruplarının sendikalı olmaması elbette ki düşündürücüdür.

Ülkemizdeki sendikalı işçi sayısının yıllara bağlı olarak azalmasını dikkatlerinize sunmak istiyorum. Hâlen kamuda çalışan 200 bin sözleşmeli, 40 bin geçici personel, alt işveren marifetiyle kamuda çalıştırılan 500 bin kişi ve özel sektördeki milyonlarca çalışan, iş güvencesinden yoksun ve hiçbir hakkı olmadan, kaderi sadece işverenin iki dudağı arasında şartlarda çalıştırılmaktadır. Türkiye'de bu Hükûmet döneminde sendikalı işçi sayısı maalesef azalma göstermiştir. 2000 yılında -daha önce de ifade edildiği gibi- sendikalı işçi sayısı 800 bin civarındayken, bugün 600 bin sendikalıdan bahsedilmektedir. İşte, AKP'nin "ileri demokrasi" dediği bu olsa gerek. Kanaatimce, bu Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı'ndan önce bunları konuşmamız gerektiğine inanıyorum. Ülkemizde sendikalı işçi sayısı giderek azalırken, milyonlarca insan iş güvencesinden yoksun çalışırken, getirilen bu yasanın içeriğini tartışmamızı da çok anlamlı bulmadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, getirilen bu iş ilişkileri yasasıyla ilgili olarak da baktığımızda, kendi içerisinde de birçok eksiklikler ve çelişkiler vardır.

Örneğin madde 2'de "Tanımlar" bölümünde işletmelerin yönetiminde işveren adına görev alacak kişileri kanun yoluyla sınırlamak işletmelerin fiilî işleyişleriyle uyumlu değildir.

Madde 6'da "Kuruculuk şartları" başlığı altında fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişilerin sendika kurma hakkına sahip oldukları ifade edilirken, hiçbir iş yerinde çalışmayan, sendikacılıkla hiç ilişkisi olmayan ve hatta Türkçe okuryazar olmayan kişilere de sendika kurma hakkı doğurmaktadır ki, bunun sendikacılık açısından özellikle ülkemiz için önemli sorunlar çıkarabileceği kanaatini taşıyoruz. Ayrıca, dünyanın hiçbir ülkesinde ülke dilini bilmeyenlere sendika kurma hakkı maalesef tanınmamaktadır. Dünyanın birçok ülkesinde iş-iş ilişkileri yasası farklı farklıdır, kendine özgüdür, bu hiçbir zaman iş ilişkileri yasası bakımından Avrupa normlarıyla çelişmez.

Madde 17'deki "Sendika üyeliği ve üyeliğin kazanılması" başlığı altındaki aynı iş kolunda ve aynı zamanda farklı işlerde çalışan işçilerin çalıştıkları ikinci iş yerlerinin farklı işverene ait olması koşuluyla birden çok sendikaya üye olabileceği şartı getirilmektedir. Hâlbuki sendikal özgürlükler açısından işçinin çalıştığı ikinci iş yerinin de aynı işverene ait olması hâlinde de birden çok sendikaya üye olması gerekir.

Madde 18? Üstelik "Üyelik aidatı" başlığı altında aidatların kuruluşların tüzüklerine bırakılması ve üye aidatlarının tahsiline ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelikle düzenleniyor olması Bakanlığın otoritesinin, sendikalar üzerindeki siyasi baskıyı sürdürmesinin aracı olacaktır. Bu da sendikaları zayıflatmaya ve yok etmeye yönelik bir çalışmadır diye düşünüyoruz. Üyelik aidatlarının tahsiline ilişkin işçi ve işveren tarafları görüş birliği sağlamalarına rağmen bu görüş birliğinin tasarıya yansımamış olması Hükûmetin niyetini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bundan da anlaşılacağı gibi, sendikaların faaliyetlerini yürütebilmeleri ve ayakta kalabilmeleri için önem arz eden parasal bir konuda onları zapturapt altına almaya çalışmak sendikalar üzerindeki siyasi baskıyı maalesef artırmaktır.

Madde 19? "sendika üyeliğinin sona ermesi" başlığı altında yer alan sendika üyeliğinden çekilmeye en az iki yıl süre ve noter koşulu getirilmesi gerektiğine inanıyoruz çünkü yalnızca e-devlet kapısı üzerinden çekilmelerde birtakım hatalar yapılabileceği kaygısını taşıyoruz.

Madde 29? "Kuruluşların denetimi ve şeffaflığı" başlığı altında kuruluşların gelirleri ve giderlerine ilişkin mali denetimlerin iki yılda bir yapılmasının kuruluşa ek bir masraf çıkarmak dışında bir şeye yaramayacağına, bunun yönetimlerin genel kurullarında hesap verdiği dönemler itibarıyla yapılması denetimin gerçek amacına ulaşması bakımından önemlidir diye düşünüyoruz. Böyle gereksiz ve maksadına uygun olmayan denetimler sadece külfet oluşturması ötesinde bir işe yaramayacaktır. Kuruluş sadece denetimini yaptırıp ücretini ödeyecek, hiçbir yere hesap vermeyeceği için bir kenara kaldırıp bırakacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla) - Diğer maddeler üzerinde de değerli milletvekilleri, önergelerimiz var. Burada zamanımız dolduğu için bunları okuyamıyorum. Ancak, yine de ben bu Toplu İş İlişkileri Yasası'nın milletimize hayırlara vesile olmasını diliyorum ve bu vesileyle hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Şimşek.