| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 10.12.2016 |
CHP GRUBU ADINA SELİNA DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; grubum adına Göç İdaresi Genel Müdürlüğü bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Malum, Türkiye, son beş yılda Suriye ve Orta Doğu merkezli büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Suriye'deki iç savaş henüz bitmediği için de bu dalganın ne zaman sona ereceği bilinmiyor. Ancak, bilinen bir gerçek var ki emperyal düşlerle, fantezilerle ve mezhepçi saiklerle yürütülen AKP dış politikası çökmüştür. Nitekim, bu politika, uluslararası konjonktürel durumu dikkate almayan nostaljik bir Osmanlı hayalinden başka bir şey de değildir. Sonuç itibarıyla, bugün, yaklaşık 3 milyon kişi Suriye'den Türkiye'ye sığınmak zorunda kalmıştır. Milyonlarca insanın beraberinde getirdiği ekonomik, sosyolojik, kültürel, hukuki sorunlarla baş edebilmek büyük bir organizasyon gerekmektedir. Bu anlamda yoğun çaba sarf eden tüm kurumlara teşekkür ediyoruz. Ancak, ülkemizde göç olgusunun ulaştığı hacim, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve AFAD'ın hacmini çoktan aşmıştır. Bunlardan dolayı parti olarak çeşitli vesilelerle burada dile getirdiğimiz bir "göç ve entegrasyon bakanlığı" kurulması teklifini bir kez daha yineliyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu sorunla baş edebilmek için öncelikle Türkiye'nin bir göç politikasının olması gerektiği açık. Konjonktürel duruma göre değişmeyen, insanı ve çoğulculuğu temel alan bir anlayışla bu politikanın hazırlanması gerekiyor. Türkiye, bugüne kadar sığınmacıların barınma ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılamayı bir göç politikası zannetti. Ancak, hâlâ 3 milyon sığınmacının yalnızca yüzde 10'u kamplarda yaşamakta, diğerleri için ise henüz hiçbir iskân politikası hazırlanmamıştır.
Göç sorunu, afetlerle ilgilenen kurum olan AFAD ve İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi tarafından ele alınmakta, oysa göç sorunu tek başına bir afet ve güvenlik meselesi değildir. Türkiye'nin daha bütüncül ve kalıcı bir göç politikası oluşturmasının zamanı çoktan gelmiştir. AKP iktidarı bunu yapmak yerine, savaştan, katliamdan kaçarak ülkemize sığınan insanları Avrupa'ya karşı bir şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye'nin yaşadığı göç sorununa karşı sorumluluk almama ya da sorumluluğu eşit paylaşmama politikasının da elbette savunulacak bir yanı yoktur. Ancak, her sorun yaşandığında kendisine sığınan insanlar üzerinden Avrupa'yı tehdit eden bir iktidarımız var. Ne diyor Sayın Cumhurbaşkanı? "Bana bak, eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır, bunu da bilesiniz." Üstelik, bunu ilk defa Suriyeliler için de söylemiyor maalesef. İnsanların çaresizliği üzerinden başkalarını tehdit etmenin nasıl bir vicdan, nasıl bir siyasi anlayış olduğunu takdirlerinize bırakıyoruz.
Hatırlayın, daha 15 Temmuz darbesinden iki gün önce Suriyelilere vatandaşlık vermeyi konuşuyorduk; bir anda mülteciler buharlaştılar, artık bu konu konuşulmuyor bile.
Tabii, Avrupa Birliğiyle imzalanan geri kabul anlaşmasını da kabul etmek mümkün değil. Her iki tarafın da kendi değerlerinden uzaklaştığı ortada. Geri kabul anlaşmasıyla ilgili taahhüt edilen 3 milyar euronun ne kadarı ödendi? Bu para nereye, ne şekilde harcanacak? Bu konuda verdiğimiz önergelere de henüz bir cevap verilmedi.
Değerli milletvekilleri, önemli bir başka konuya daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz Türkiye'de 19 geri gönderme merkezi bulunuyor. Bu merkezlerin kapasitesi 6.810 kişi. Bu yıl içinde 210 kapasiteli yeni gönderme merkezinin yanı sıra 2017 yılında 10.070 kapasiteli 12 merkez daha açılacak yani geri gönderme merkezlerinin kapasitesi çok kısa süre içinde 2 katına çıkacak. Bu hangi ihtiyaçtan kaynaklanıyor, neden bu merkezlerin kapasitesi artıyor, bilmek istiyoruz. Ancak, bildiğimiz bir husus var ki o da bu merkezler âdeta birer cezaevi gibi kullanılıyor. Yoğun insan hakkı ihlallerinin yaşandığına dair iddialar giderek artıyor. 19 Kasımda Kumkapı Geri Gönderme Merkezinde isyan çıktı, 123 kişi firar etti. Önceki hafta aynı merkezde yine isyan çıktı, bekletilenler yatakları ateşe verdiler. Buralarda neler oluyor biz merak ediyoruz. Peki, bir insan geri kabul merkezinde kaç gün kalır? Bir gün, iki gün, üç gün... Size bir örnek vermek istiyorum: Andrew Brunson eşiyle birlikte yirmi iki yıldır Türkiye'de yaşayan bir Amerikan vatandaşı, Hristiyan din adamı, bugüne kadar da hiçbir sabıkası yok. Brunson 7 Ekimde gözaltına alınarak İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezine götürüldü ve tam altmış dört gün boyunca burada tutuldu. Şimdi, şunu biz sorguluyoruz: Biliyorsunuz, olağanüstü hâlde bile kişiler en fazla otuz gün gözaltında tutulabiliyor ancak bu kişi altmış dört gün boyunca geri gönderme merkezinde tutuldu ve dosyasında kısıtlılık kararı olduğu için ne Amerikan Büyükelçiliğine ne avukatına ne bizlere hiçbir şekilde bilgi verilmedi. Öyle görünüyor ki bu kişinin millî güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle tutulduğu sadece söylendi. Öyle görünüyor ki darbe girişiminin faturası AKP dışındaki her kesime çıkarılıyor. Daha darbe girişiminin üzerinden birkaç gün bile geçmeden yandaş medya Ortodoks Hristiyanlarının en önemli ruhani önderi olan Fener Rum Patriği Bartholomeos Hazretleri'ni yandaş bir gazetenin manşetine taşıdı. Fetullah Gülen'in aslında Ermeni olduğu söylendi, ki olsa ne olur, onu da bilmek istiyoruz.
Yine, Gülen'in dinler arası diyalog projesi kapsamında dönemin papasıyla görüşmesinden dolayı üstü kapalı bir şekilde Hristiyanlar suçlandı. Keşke böyle bir projeyi bu ülkenin meşru Hükûmeti olarak sizler yapsaydınız da bu işler böyle terör örgütlerine kalmasaydı, biz de bununla gurur duysaydık.
En son, Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu "Gülen, ABD'de ölüp gidecek, Yahudi mezarlığına gömülecek." dedi. Biz açıkçası ilgilenmiyoruz Fetullah Gülen'in nereye gömüleceğiyle ama belli bir dinin mezarlık gibi kutsal bir mekânının böyle bir nefret söylemine konu edilmesini de kınıyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu ülkenin azınlıkları olarak bizler endişeliyiz, kaygılıyız. Kazablanka filminin kült sahnesinin ünlü diyaloğudur: "Her zamanki şüphelileri toplayın." der. Biz, artık, bu ülkenin her zamanki şüphelileri olmak istemiyoruz. Bir dediğini iki etmediğiniz, ne istedilerse verdiğiniz eski iktidar ortağınızın suçlarını -Sayın Numan Kurtulmuş'un ifadesiyle- lütfen, gâvurlara yüklemeyiniz. Sorumlu sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, 15 Temmuzun ardından Türkiye büyük bir karabasanın içine girdi, darbeyle mücadele gerekçesiyle on binlerce muhalif işten atıldı. İnsanlar hiçlik duygusu içinde mutsuz ve gergin; etrafınıza bakın, vize için çalışan şirketlerde Türki Cumhuriyetleri, yabancı ülkelere gitmek için mülteci olma yolunda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Doğan.
SELİNA DOĞAN (Devamla) - İnsanlar umutsuz. Ancak sesleniyoruz: Umutsuz olmayın; ancak birbirimize umut vererek mücadeleye devam edeceğiz.
Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)