GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 5'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:36
Tarih:10.12.2016

HDP GRUBU ADINA OSMAN BAYDEMİR (Şanlıurfa) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, grubum adına İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla sevgiyle, hürmetle selamlıyorum.

Sayın Başkan, sözlerime başlamadan önce, müsaadenizle, yurt dışında maruz kalmış olduğunuz son derece nezaketsiz uygulamadan dolayı üzüntülerimi ifade etmek istiyorum, sizlere geçmiş olsun dileklerimi ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN - Çok teşekkür ederim Sayın Baydemir.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Doğrusunu ifade etmek gerekirse Sayın Başkan, yaşamış olduğunuz aynı zamanda bir insan olarak da, insan onuru açısından da büyük bir travmadır. Belki de bugün burada sizin yaşamış olduğunuzdan hareketle dikkatlerinizi bu ülkenin içerisinde yaşanılanlara çekmek istiyorum. Düşünün ki siz kendi ülkenizde hemen hemen her gün ve her saat bu uygulamaya maruz kalıyorsunuz. HDP milletvekilleri, seçildiği günden bugüne değin, hemen hemen her gün, her sokakta, her mahallede sizin maruz kalmış olduğunuz uygulamalara maruz kalıyorlar.

HDP eş genel başkanları ve 10 milletvekili şu anda cezaevinde Sayın Başkan. Aynı şekilde, grup başkan vekilimizin bir ilçeye girişine izin verilmedi Sayın Başkan. Sizleri, Meclis Başkanını, başta iktidar grubu olmak üzere, Hükûmeti ve bütün parlamenterleri, bu manada, bir kez daha empatiye davet ediyorum Sayın Başkan.

10 Aralık günü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 68'inci yıl dönümüdür. İnsanın sahip olduğu onur ve değerlerin haklara kaynaklık ettiği ve bu hakların evrensel olduğu fikrini temel alan Evrensel Bildirge'nin kabulü hiç şüpheniz olmasın ki insanlık için büyük bir kazanımdır.

10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Evrensel Bildirge'nin başlangıç bölümünde, insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünmez ve devredilemez hakların tanınmasının dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu; eğer hakları korunamıyorsa herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalabileceği uyarısında da aynı zamanda bulunuyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler örgütü de günümüzde başta yaşam hakkı olmak üzere hakların korunmasında, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları, iç savaşları önlemede, sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede varoluş gerekçesini yerine getirmediği için bugün insanlık büyük bir krizle karşı karşıyadır. Sadece Orta Doğu coğrafyasına baktığımızda, sadece ve sadece kendi ülkemizde yaşananlarla yüz yüze geldiğimizde, onlara baktığımızda, özü itibarıyla kimden geldiğine bakılmaksızın tabloyu gördüğümüzde nasıl büyük bir insanlık kriziyle karşı karşıya olduğumuzu görme imkânına sahip olacağız. Özellikle, ülkemizde, Türkiye'de 2015 Temmuzundan bugüne değin savaş politikalarına, çatışma politikalarına yeniden dönülmesiyle birlikte çözüm sürecinin yol açmış olduğu insan hakları açısından göreceli sükûnet yerini bir kez daha, maalesef, kaos ve ağır hak ihlallerine bırakmıştır. İçeride ve dışarıda sürdürülen savaş politikalarının da etkisiyle ülkenin temel sorunları giderek daha da ağırlaşmış, siyasal otoriterleşme tırmanışa geçmiş, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, siyasal gücün tek elde toplandığı fiilî bir otoriter rejimden totaliter rejime kayış gerçekleşmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun hükmünde kararnamelerle işinden atılan, hiçbir yerde çalışma hakkı tanınmayan, sosyal haklarına, mallarına mülklerine el konulan, keyfî gerekçelerle gözaltına alınan, işkence gören, sonu belirsiz sürelerce tutuklu kalan, her türlü hukuki koruma ve savunma haklarından yoksun bırakılan, ne Anayasa yargısından ne idari yargıdan cevap alamayan yüz binlerce medeni ölü yaratmıştır. Vahim olan ise kimin ne zaman ve hangi koşullarda medeni ölü hâline geleceğinin belirsizleşmiş olmasıdır. İnsanların kişi olmaktan, başka bir deyişle, hak taşıyıcısı yurttaş olmaktan çıkarılması anlamına gelen bu kaygı verici durum, büyük insan hakları krizidir; bir boyutuyla da siyasal medeni ölüler yaratarak birer sosyal infaz durumu, birer sosyal infaz realitesinin bir başka açıdan da adıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 10 Aralık İnsan Hakları Günü ve Haftası'nda, dünyada ve bölgemizde, bir nevi demokratik bir devlette, Evrensel Beyanname'yi koruma kollama görevi objektif olarak herkesten önce Hükûmetindir ve Hükûmet içerisinde de icracı pozisyonu itibarıyla İçişleri Bakanlığınındır. Bugün burada, 10 Aralık gününde İçişleri Bakanlığının bütçesini görüşüyor olmamız bir tevafuktur ama aynı zamanda da çok hayırlıdır. Müsaadeniz olursa Sayın Bakan, sizlere çok ciddi eleştirilerimiz olacak ve eleştiri, demokrasinin de olmazsa olmazıdır.

Bir kere, siyasete giren, hükûmetin bir parçası olan, bakanı olan, cumhurbaşkanı olan, başbakanı olan, bir ana muhalefet lideri olan veya milletvekili olan herkes peşinen eleştiriye açık olmakla mükelleftir. Eleştiriyi kaldıramayacak bir kişi varsa, bana göre, her şeyden önce siyasete girmesin, sorumluluk mekanizmaları içerisinde yer almasın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının öncelikle misyonuna bakalım. Girin internet sitesine, İçişleri Bakanlığının web sayfasında vizyonuna ve misyonuna bakın. Temel hak ve hürriyetleri esas alma, İçişleri Bakanlığının misyonlarından bir tanesidir. Mahalli idarelerin hizmet standardını yükseltme İçişleri Bakanlığının bir diğer vizyonudur. Sivil toplumu destekleme bir diğer misyonudur. İnsan odaklı olmak, işte bütün mesele bu. İnsan odaklı olmak bir diğer misyondur. Peki, Sayın Bakan, yazılı olan bu belgeniz ve sizin vizyonunuz gerçekten bir paralellik arz ediyor mu? Kendi içerisinde bir tezatlık yok mu? Bu misyona uygun mudur sizin "ya herrü ya merrü" demeniz? Ya "herrü ya merrü" bir devlet adamının sözü olabilir mi? Çok açık ve net söylüyorum Sayın Bakan: "Ya herrü ya merrü" siyasetinin bugüne kadar tezahürleri bu ülkede olmuştur. "Ya herrü ya merrü" diyenlerin büyük bir çoğunluğu nihayet itibarıyla tarumar olmuştur ama kendileri tarumar olurken arkada da çok büyük acılar, çok büyük travmalar bırakmışlardır. Şimdi, müsaadeniz olursa bu büyük insanlık krizinden, özü itibarıyla şiddetten, zorbalıktan, hukuksuzluktan, kötülükten çıkışın yollarını bizim aramamız lazım. Öyle bir noktadayız ki şiddet, zorbalık, hukuksuzluk, kötülük yaygınlaşıyor, sıradanlaşıyor ve belki de en kötüsü, kanun hükmünde kararnamelerle, Hükûmet politikalarıyla ve sizin söylemlerinizle kurumsallaşıyor, kurumsallaştırılmak isteniyor.

Bakın, çok açık ve net: Bir devleti meşru kılan onun hukukudur, anayasasıdır, yasalarıdır ve tarafı olmuş olduğu, Sayın Bakan, uluslararası sözleşmelerdir, uluslararası sözleşmeler. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni korumak, kollamak sizin sorumluluğunuzdur. Bu minvalde, bir devlet bir musibetle karşılaştığında elbette ki mücadele edecektir ama bu mücadele hukuk zemininden çıktığında her türlü eleştiriyi hak edecektir. Bakın, hiçbir istisnai durum, ne savaş hâli ne savaş tehdidi, dâhilî siyasi istikrarsızlık veya başka herhangi bir OHAL, işkence uygulaması için gerekçe gösterilemez. Bu, Türkiye'nin tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 2'nci maddesinin 2'nci paragrafının hükmüdür ve bu ülkenin imzası vardır, dolayısıyla sizin imzanız vardır altında.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işkence yasağı bu minvalde mutlak bir yasaktır. Yargısız infaz mutlak bir yasaktır. Bu minvalde kanun hükmünde kararnameler hukuku işkenceye olanak tanıyor, zemin hazırlıyor. Savunma hakkının kısıtlanması işkencenin gizlenmesine zemin hazırlıyor. Bir diğer açıdan, işkenceyi artık, zanlıdan yargıya, zanlıdan delile ulaşmanın bir aracı hâline getiriyor. Bakın, işkence yasağı, Sayın Bakan, sizin için de geçerlidir, benim için de geçerlidir, herkes için geçerlidir. O cunta girişiminde bulunan, kalkışan ve bana göre insanlıktan nasibini almayanlar için de işkence yasağı geçerlidir. Bu, hiçbir insana uygulanamaz.

Son bir yıl içerisinde 1.622 tane işkence yakınması var. Ben çok zamanınızı almadan... Cemal Işık, kendi seçim bölgemde, Şanlıurfa 1 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu. 15 Ağustos 2016'da gözaltına alındı, götürüldüğü Ceylânpınar Terörle Şube Müdürlüğünde sorgu görevlilerince hazırlanan ifadeyi imzalamaması üzerine elektrik verme, ölümle tehdit, copla cinsel saldırı, darbetme ve diğer bütün yasaklanan uygulamaların tümüne maruz kaldı.

Cahit Ok, yine Şanlıurfa 1 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevinde, infaz kurumunda tutuklu bulunuyor. Çırılçıplak soymadan tutun gayriinsani bütün muamelelere kadar yakınmalarda bulunuyor.

Mustafa Süleyman, yine Şanlıurfa 1 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevinde. Ceylânpınar Jandarma Komutanlığında demin ifade etmiş olduğum bütün işkence yöntemlerine maruz kalıyor.

Faruk Bayğut, yine Şanlıurfa'da, Şanlıurfa Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne götürüldü. Burada bulunan 5 veya 6 kişi "Biz polis değiliz, özel görevlendirilmiş ekibiz." diyerek çırılçıplak soyma, hakaret, tazyikli su ve benzeri gayriinsani işkence muamelelerine maruz kaldı.

Yusuf Çetin, Feyzullah Kıpçak ve eğer dilerseniz, eğer isterseniz bu 1.222 kişinin tümünün listesini İnsan Hakları Derneğinin, İnsan Hakları Vakfının ve diğer insan hakları kuruluşlarının verilerinde de görme şansına sahip olursunuz.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; neden bütün bunlar yaşandı, neden bütün bunlar yaşanıyor, esası itibarıyla buraya bakmak lazım. Her şeyden önce bir kez daha ifade etmek gerekir ki bugün bu ülkede bu kaosun, bu tablonun yaşanmasının hukuki, siyasi, ahlaki sorumluluğu herkesten önce Hükûmetindir çünkü Hükûmet objektif olarak bütün bunları önlemekle mükellef olan bir devlet erkidir.

Şimdi, bütün bu yaşadıklarımız neden 2013 ile 2015'in nisan ayları arasında yaşanmadı? Neden bugünkü kaos o dönem yaşanmadı? Çünkü o dönem çatışmasızlık hâli vardı. Çünkü o dönem yetmiş yıllık, seksen yıllık Kürt sorununun çözümünde müzakere yöntemine geçiş vardı. Ben burada açık yüreklilikle ifade ediyorum, Kürt sorununu yaratan, Kürt sorununu bugüne getiren AKP değildir, AKP'den önce de Kürt sorunu vardı. AKP, Sayın Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı, Sayın Öcalan'la birlikte... Bakın, bir tarihî ezber bozuldu. İlk defa, cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt sorununun müzakere yöntemiyle, diyalog yöntemiyle çözümüne dair bir paradigmasal değişim oldu. İşte, o paradigmasal değişim içerisinde doğdu HDP. HDP'nin temel misyonu, temel vizyonu, Orta Doğu'da bugün yaşamış olduğumuz etnik kimlik savaşları, mezhepsel savaşlar, birbirini tanımama, birbirini boğazlamaların aynı zamanda bir panzehri, bir barış projesi olarak ortaya çıktı ve açık söylüyorum, HDP, Kürtlere özgürlük, Alevilere özgürlük, farklılıklara özgürlük, ne kadar çeşitlilik varsa hepsinin bir arada eşitçe yaşamasının paradigması hâline dönüştü. Ama gelin görün ki bu paradigma Türkiye toplumu tarafından büyük bir teveccühle karşılandı. Bu büyük teveccüh öyle büyüdü ki Hükûmetin tek başına hükûmet olma pratiğini ortadan kaldırdı. 7 Haziran seçimlerinde, 8 Haziran sabahı Türkiye yepyeni bir güne, yepyeni bir sürece, yepyeni bir sayfaya açıldı ve esas sorun, 8 Haziran sabahı Türkiye'de açığa çıkan iradenin tanınmamasıdır.

Şimdi, diyorsunuz ki: "HDP şiddetle arasına mesafe koysun." Ben bunu ekranları başındaki -eğer bizi izliyorlarsa- Türk halkına, Türk kardeşlerime ifade etmek istiyorum: HDP'nin bugünkü şiddetin bu raddeye gelmesinde zerreyimiskal kadar bir dahli yoktur. Tam tersine, "400 milletvekili istiyorum. Tek başına iktidar olmak istiyorum." dayatmasının sonucudur bugün yaşamış olduğumuz bütün bu şiddet sarmalı, bütün bu kaos sarmalı.

Bakın, barış tek başına ama tek başına iktidar olma arzusuna kurban edildi ve öyle bir kurban edildi ki bugüne kadar yitirmiş olduğumuz her can bu perspektifin, bu politikanın dayatmasının sonuçlarıdır; objektif olarak, subjektif olarak sonuçlarıdır. Ne yazık ki bu cinayet hâli ve bu cinnet hâli hâlen devam ediyor. Şimdi, ben size sorarım, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve 10 milletvekilinin fikriyatıyla baş edilemediği için bugün onlar cezaevindeler.

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) - Ne alakası var? Hüda Kaya da alındı, çıktı.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - HDP fikriyatıyla baş edilemediği için cezaevindeler. Niye HDP fikriyatıyla baş edilemedi? Çünkü HDP 13,1'lik bir oy oranını elde etti. Ben buradan açık yüreklilikle söylüyorum, HDP'nin 13,1 oy almasının iki temel nedeni vardı: Bunlardan bir tanesi paradigmasıydı, felsefesiydi ama bir diğeri de çatışmasızlık zeminiydi, çatışmasızlık zemini. HDP sıçramasını barışa borçluydu, ölümlerin olmamasına borçluydu. Peki, sorarım size, şu anda ekranı başında bizi izleyen kardeşlerime sorarım; ne oldu da 7 Haziran ile 1 Kasım arasında HDP 3 puan kaybetti? Ne oldu da Hükûmet, Hükûmet partisi 258 milletvekilinden 317 milletvekiline çıktı? Bu beş aylık zaman dilimi içerisinde ne oldu?

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Hendeğe düştüler, hendeğe...

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Olan şuydu: Suruç'ta büyük bir saldırı meydana geldi, 33 insanımız hayatını yitirdi. Hemen akabinde Ceylânpınar'da 2 polis memuru uykuda hunharca katledildi. Hemen akabinde Zergele köyü bombalandı, 10 sivil insan hayatını yitirdi ve bütün bu süreç 10 Ekim Ankara Gar patlamasına kadar devam etti, 102 insan hayatını yitirdi. 400'ü aşkın yerde HDP büroları, ofisleri saldırıya maruz kaldı. Bütün kitle iletişim araçları bize kapılarını kapattı.

Şimdi, hemen şuraya bakalım: Ekim, daha doğrusu haziran ve kasım ayları arasında, dönemin sadece Başbakanı Sayın Davutoğlu üç yüz on saat televizyonda propaganda yapma imkânına sahipken Sayın Kılıçdaroğlu kırk dört saat, Sayın Bahçeli yirmi dokuz saat; Sayın Yüksekdağ ve Sayın Demirtaş, Eş Genel Başkanlarımız sadece ve sadece altı saat kendilerini ifade etme imkânına sahip oldular. Bir nevi şiddet zemini, kan zemini, tabut zemini tek başına iktidar olmanın birer aracı hâline dönüştürüldü ve hiç şüpheniz olmasın ki bu şiddet zemini aynı zamanda bir darbe mekaniğinin de üremesine yol açtı.

Şimdi şu fotoğraflara lütfen iyicene bakalım. Bir kez daha söylüyorum: Devleti devlet yapan meşruiyetidir, meşruiyeti de hukuktan gelir. Siz ne mücadele yürütürseniz yürütün, kiminle mücadele yürütürseniz yürütün Cizre'yi, Nusaybin'i, Şırnak'ı bu hâle getirmeye hakkınız yoktur; bu hukuksuzluktur, bu cinayettir. Bakın, buradaki fotoğraf Cizre'nin, Nusaybin'in, Sur'un ve Şırnak'ın fotoğrafı; yerle bir edilmiş olan şehirler, kentler, aşırı güç kullanımının ifadesi. Bu fotoğraf da sivil, masum insanların katledilmesi. Bu fotoğraf aynı zamanda Halep'te ve Gazze'de de gerçekleşiyor. Siz Halep'i, Gazze'yi eleştirirken, "Bu bir insanlık dramı, insanlık trajedisi." derken Sayın Bakan, aynısını Cizre'de, Sur'da, Nusaybin'de yaparsanız ciddiyetiniz kalmaz, uluslararası arenada saygı kalmaz.

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) - Orası ile buralar kıyaslanır mı?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Size derler ki: "Önce kendine bak." "Önce kendine bak, ondan sonra beni eleştir." derler. Dolayısıyla, hukuk zemini içerisinde kalınmadı, insan hakları zemini içerisinde kalınmadı, aşırı güç kullanıldı; bizim eleştirimiz buydu. Sizler de tanıksınız, insanlık da tanıktır, Rabb'im de tanıktır. O dönem içerisinde, haziran-kasım dönemi içerisinde, tam 14 yerde HDP mitingler gerçekleştirdi, 14 yerleşim biriminde. Hendeklerin kaldırılması, operasyonların durdurulması; buna Hükûmet izin vermedi. Niye izin vermedi? Çünkü tek başına iktidar olma politikası yetmiyordu, ikinci bir şeye daha ihtiyaç vardı, başkanlık referandumuna kadar cenazelerin gelmesine ihtiyaç vardı, şiddetin gerçekleşmesine ihtiyaç vardı.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Yazık ya! Yazık, yakışıyor mu?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Sayın Bakan, bütün samimiyetimle söylüyorum.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Hiçbir samimiyetin yok senin.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen...

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Gel, eleştir beni, kürsüyü siz de kullanacaksınız.

İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bu eleştiri değil. Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletine hakarettir, eleştiri filan değil.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen...

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Konuşmayı dinleyip sonra cevap verseniz...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Konuşmayı dinleyin bir isterseniz.

BAŞKAN - Müsaade edin, ben yönetiyorum Genel Kurulu.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Arkadaşlarım beni uyarmışlardı "Sayın Bakanın eleştiriye tahammülü yoktur." diye. Doğrusu, bu bir kez daha açığa çıkmış oldu ama ben insicamımı bozmayacağım Sayın Bakan.

ALİ ERCOŞKUN (Bolu) - Eleştiriyle alakası yok bunun.

ÖMER ÜNAL (Konya) - Tamamen iftira.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Şimdi, bir diğer açıdan hadiseye baktığımızda, öyle bir noktada bulunuyoruz ki...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Yahu, bir de PKK'ya bir şey söyle.

BAŞKAN - Sayın Bak...

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Öyle bir noktada bulunuyoruz ki...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Söylesene... Niye bir şey söylemiyorsun?

ALİ ATALAN (Mardin) - Dinlersen anlarsın.

BAŞKAN - Sayın Bak, lütfen...

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - ...bütün bölgeye, bütün coğrafyaya baktığımızda, şu haritaya baktığımızda...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Allah Allah! Bir de PKK'ya bir şey söyle, çukurlara bir şey söyle. Konuşuyorsun ya! "Terörist" de, "uyuşturucu tüccarı" de.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - ...seksen yıl boyunca bölgeye dayatılan sosyoekonomik politikaların haritasını şu anda görüyorsunuz; yoksullaştırma haritası, yoksullaştırma politikası.

Şimdi, şu haritaya baktığınızda Demokratik Bölgeler Partisinin iradesini görüyorsunuz. Diğer bir haritaya baktığınızda ise kayyum iradesini görüyorsunuz, kayyum politikasını görüyorsunuz. Yoksullaştır, bir boyutuyla nana muhtaç et, akabinde de iradesini elinden al. Kayyum bu manada birer darbedir ve kayyum uygulaması, kayyum yasası bu Parlamentodan geçmemiştir, kanun hükmünde kararnameyle getirilmiştir. Burada bütün grupların ittifakları söz konusu oldu, "Kayyum olmamalıdır." dedi bütün gruplar ama buna rağmen kayyum politikası hayat buldu ve yüzde 50'yle, yüzde 60'la, yüzde 70'le seçilen...

ÖMER ÜNAL (Konya) - Teröre destek veren.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - ...belediye başkanları şu anda cezaevinde, milletvekilleri şu anda cezaevinde, legal demokratik siyasetin zemini ortadan kaldırılıyor.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - 18 yaşındaki çocuktan emir alan belediye başkanları.

MURAT BAYBATUR (Manisa) - Belediye başkanlığı yaptığı için cezaevinde değil ki.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ne yaparsanız yapın ama ne yaparsanız yapın...

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Talimat geldi mi dağdan?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - ...şiddetle, baskıyla, zorla, zorbalıkla bir özgürlük talebini ortadan kaldıramazsınız. Bakın, çok açık ve net bir dille ifade ediyorum: Türk halkının Orta Doğu coğrafyasında ve kendi coğrafyasında hakkı neyse, Arap halkının hakkı neyse, Fars halkının hakkı neyse, Kürt halkının da özgürlük hakkı onun anasının ak sütü gibi kendisine helaldir. Bunu ortadan kaldırma çabası, bunu şiddetle bastırma çabası despotizmdir.

Sayın Bakan, bakın, 12 Eylül darbesiyle 8.500 insan, içinde akademisyenin, aydının, yazarın, toplumsal dinamiklerin olduğu insan işinden edildi. Bugün ise 100 bini aştı bu. Bu bir darbedir Sayın Bakan, bu bir darbedir ve 12 Eylül darbesinden daha ağır bir darbedir.

Bir diğer husus, bütün bu darbe, bütün bu kaos mekaniği işletilirken aynı zamanda yalana başvuruluyor, aynı zamanda iftiraya başvuruluyor. Çok açık ve net söylüyorum, Ahmet Türk'ü tutuklamak, aynı zamanda barışı tutuklamaktır; Ahmet Türk'ü tutuklamak, aynı zamanda birlikte yaşam arzusuna darbe vurmaktır. Ahmet Türk'ü tutukladıktan sonra da ona iftira atmak size hiç yakışmamıştır Sayın Bakan, hiç yakışmamıştır.

OSMAN AŞKIN BAK (Rize) - Ya, sana da yaptılar aynısını. Ne konuşuyorsun be?

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Diyorsunuz ya, birisi gelmiş Ahmet Türk'ün odasında sigara yakmış ve "Gel, benim sigaramı yak." demiş. Sayın Bakan, eğer davanıza inanıyorsanız, gerçek sadece gerçek, hakikat sadece hakikat size yeterlidir, böyle bir iftiraya gerek yok. Size bu yalanı söyleten her kimse, bence onun yakasına yapışın ve açıklığa kavuşturun. Kamera mı vardı, Ahmet Türk mü size söyledi ya da sigarasını yaktıran kişi mi size söyledi? Bakın, o kumpaslara ben de maruz kaldım, biliyor musunuz, ben de maruz kaldım o kumpaslara.

BAŞKAN - Sayın Baydemir, lütfen Genel Kurula hitap edin.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - On yıllık Belediye Başkanlığım döneminde bu ve benzeri onlarca kumpasa maruz kaldım ve daha önce de kimi iktidar partisinin hatipleri de bu konudaki iftiraları bu Genel Kurul salonunda da ifade ettiler. Bu, köken itibarıyla nereye dayanıyor, biliyor musunuz bu kumpas? Bu bir cemaat pratiğiydi, öyle bir pratikti. On yıllık zaman dilimi içerisinde, KCK ana davası ve operasyonlarında belediye başkanlarımızın maruz kaldığı bütün o saldırı dönemi içerisinde benzer kumpaslar kuruldu.

Çok açık ve net söylüyorum, bu toplumun bundan hızla ama hızla çıkmaya ihtiyacı vardır. Tehdit diliyle, şantaj diliyle bir gram mesafe kat etme imkânı yoktur. Bugün milletvekillerinin tutuklanması, eş başkanlarımızın tutuklanması, belediye başkanlarımızın tutuklanması, yerlerine kayyum atanması, medyanın susturulması, aydınların susturulması, gazetelerin susturulması, muhalif olan herkesin terörize edilmesi, kriminalize edilmesinin yaratacağı tek bir sonuç vardır; şiddet argümanına sarılanlara meşruiyet hazırlamak, onların propaganda zeminini daha da büyütmek. Bu itibarla da bu gidişat, gidişat değildir; bu yol, yol değildir.

Eğer gerçekten şiddetin durmasını istiyorsanız, gerçekten bu ülkenin bir kez daha ama bir kez daha evlatlarının hayatını yitirmesini istemiyorsanız, nisan ayını beklemeye gerek yok, hemen yarın, hemen yarın birlikte el ele vererek bu şiddet sarmalından bu ülkeyi çıkarabiliriz ve bir kez daha müzakerenin, bir kez daha diyaloğun, bir kez daha istişarenin yoluna geçiş sağlayabiliriz.

Dersim harekâtı döneminin diliyle, Şeyh Sait kıyamı diliyle, Koçgiri isyanının diliyle, 12 Eylül hukukunun diliyle, pratiğiyle bu ülkeye huzuru, barışı, kardeşliği getirmek mümkün değildir. Bu ülkenin insanları hayatını yitirdiğinde, bu ülkenin insanlarının hayatı kıymetsizleştiğinde bu ülkenin mirasının da değeri gidecektir. İnsani, vicdani, ahlaki erozyon olduğunda lira da değer kaybedecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baydemir.

OSMAN BAYDEMİR (Devamla) - Ben bir kez daha bir bütün olarak bu ülkenin akli salim olan bütün insanlarını ve özellikle de siyasi grupları ortak paydalarda buluşmaya, şiddet sarmalından çıkmaya, kaos sarmalından çıkmaya davet ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)