GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 4'üncü Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:35
Tarih:09.12.2016

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığımız bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Dünyanın dört bir köşesinde cefakâr bir şekilde çalışan Dışişleri mensuplarımıza da ülkemiz adına teşekkür ediyoruz.

Dışişleri bütçemizin görüşülmesi münasebetiyle dış konular üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum.

Bir kere, her şeyden önce bazı kavramlar artık kullanılmıyor; "stratejik derinlik" herkesin bildiği gibi stratejik körlüğe dönüştü; "komşularla sıfır sorun" herkesle sorun hâline dönüştü; "çok boyutlu dış politika" ise hiçbir boyutu olmayan dış politikaya dönüştü. Dolayısıyla bu kavramlar çöpe atıldı. Yeni şeylerden konuşmak lazım ama onlar da henüz yerinde değil.

Bir zamanlar çok kullanılıyordu, vicdani ve insani dış politika. Suriye'deki savaş bu politikaların ne kadar vicdansız ve insafsız olduğunu da ortaya koydu.

"Avrupa Birliği medeniyet projemizdir.", "Avrupa Birliği stratejik ortağımızdır."; daha sonra "AB de kim oluyor." "Müzakereleri durdurmak için gerekirse referanduma gideriz." noktasına gelindi. "Bizi esasen ŞİÖ rahatlatır." şeklindeki ifadelerle yeni bir açılıma doğru gidiyoruz.

"Kardeşim Esad" sonra "katil Esed" belki daha sonra tekrar "dostum Esad"a dönüşebilir çünkü gelişmeler hızlı gidiyor. Biliyorsunuz, bizim dış politikamızda gerçekten en önemli konuların başında Avrupa Birliğiyle ilişkiler geliyor. Öncelikle Avrupa Birliğiyle ilişkileri başlatabilmek için çok yoğun çaba sarf edildi. 2005 yılında Müzakere Çerçeve Belgesi imzalandığında o dönemde "Müzakerelerin ucu açık olacak." deniyordu. Yani bu on yıl da sürebilir, on beş yılda sürebilir, yirmi yıl da sürebilir deniyordu. Müzakere Çerçeve Belgesi'nde ikinci bir kritik konu vardı, o da "Sonuç daha önceden belli olamaz." deniyordu. Yani siz bütün müzakereleri yapsanız bile sonucu kestiremezsiniz, üye olmayabilirsiniz demekti. Esasen bu Müzakere Çerçeve Belgesi o zaman iyi bir belge değildi, eleştirdik çünkü müzakere eden diğer ülkelere baktığımız zaman gerçekten zorlukları olan bir belgeydi. Türkiye'yi üye yapmak için değil, âdeta Türkiye'nin üyeliğini zorlaştırmak için sanki tasarlanmıştı ama o zaman Ankara'nın göbeğinde, gündüz, hava fişeklerle bu kutlandı. Sanki büyük bir başarıymış gibi takdim edildi.

Biz, bundan yirmi yıl önce, Orta Asya'daki kardeş cumhuriyetlerin Avrupa Atlantik kurumlarına entegre olabilmeleri için çalışıyorduk. Şimdi, onlara gidiyoruz ve "Bizi, siz ŞİÖ'ya üye yapın." diye uğraşıyoruz. Ayrıca, Şanghay İşbirliği Örgütü konusunda da büyük bir kafa karışıklığı var. Bu örgütün ne olduğunu tam bilmiyorlar. Bu örgüt, vaktinde Çin'in Uygur Türklerini baskı altına alabilmek için, Rusya'nın ise o zaman aktif olan Çeçen diasporasını baskı altına alabilmek için -tırnak içinde- terörizme bölgeyi kapama girişimiydi ve sonra buna kılıflar uyduruldu. Biz şimdi o örgüte üye olmaya çalışıyoruz. Örgütün içerisinde hiçbir tane demokratik ülke yok. Avrupa Birliğine, Brüksel'e küsüyoruz, Şanghay'a demir atmaya çalışıyoruz.

Bu, bir kere, İsrail'le ilişkiler konusunda da keza öyle. "Ben bu görevde olduğum sürece İsrail için asla iyi bir şey düşünemem.","..." (x) arkasından "Katil İsrail." Sonra ne oldu? Hükûmet bütün bunları, bu sözleri çöpe attı. Neden? Çünkü, getirdiği anlaşmayla İsrail askerlerinin yargısal denetimden muaf tutulmasına ilişkin affı AKP Grubu önünde onaylattı. Dolayısıyla, İsrail'le ilgili bütün söylemler çöpe gitti.

Bakıyorsunuz, kırmızı çizgi edebiyatı vardı bir zamanlar, 2003'te, 2004'te, 2006'da, 2008'de, 2010'da hep kırmızı çizgi, hatta 2015'te bile kırmızı çizgi vardı. "Kerkük bizim kırmızı çizgimizdir." Kerkük nerede? Kim kontrol ediyor? Hiç duyan var mı Kerkük'ün nasıl olduğunu? Hep kırmızı çizgi başka çizgilere dönüştü.

İki: Daha 2014 ve 2015 yılında "Fırat'ın batısına geçilirse bu bizim kırmızı çizgimizdir." dendi. Evet, Menbic gerçeği sizin kırmızı çizginizin üzerine sarı çizgi gölgesini düşürdü. "Afrin'in doğusuna geçilirse kırmızı çizgimizdir." dendi. Ne oldu? Keza, Minak Havaalanı'nı da, sizin kırmızı çizginizi aldı, çöpe attı. Çok büyük laflar konuşuldu ama bunun hiçbirinin gereği yapılmadı.

Şimdi, efendim, şu anda bütün bu hengâmenin içerisinde İsrail'e ve Rusya'ya bir yanaşma ihtiyacı hissediliyor çünkü sıkışıklık var dışarıda. Bu yanaşma ihtiyacı keşke bir rasyonel temelde yürüse belki Türkiye bundan fayda sağlayabilir ama o da yürümüyor. Biz Suriye'de, Rusya hava sahasını kapadı diye bir süre, uzunca bir süre uçak uçuramadık, daha onunla ilgili bir mutabakata varmadan gece saat ikide TürkAkım Projesi'ni getirip buradan geçirttik. Esasen, elimizdeki olabilecek bütün avantajların karşılığını almadan devretmiş olduk.

Şimdi yeni bir oyun kurmaya çalışıyor Türkiye. Daha önce bu kürsüden açıkladık, biz Fırat Kalkanı operasyonunun başarılı olduğunu biliyoruz. Ama, hep söyledik, bu askerî başarı siyasi bir zemine oturtulup Suriye'nin bütünlüğüyle ilgili bir konuda, o çerçevede eğer ele alınamazsa, bu esasen sadece askerî bir başarı olarak kalır, siyasi bir getirisi olmaz dedik.

Bakınız, El Bab konusuna değinmek istiyorum. Daha önce uyardık, El Bab'a çok gittiğiniz zaman hazırlıklı gitmeniz lazımdı. Görüyorsunuz, askerlerimiz şehit oluyor. Neden? Çünkü sizin El Bab'a gönderdiğiniz Özgür Suriye Ordusu, esasen, uzunca bir süre Esad'ı devirmek için kuruldu, kurgulandı ve yaklaştığı zaman da tepki alıyor.

Ayrıca, diğer taraftan, dedik ki başka bir alana geçerseniz orada PYD'yle karşılaşıyorsunuz ve maalesef Amerika'nın korumacılığıyla karşılaşıyorsunuz. Bu konular çok gözetilmedi, esasen, bizim burada yaptığımız uyarılara da çok fazla dikkat edilmediğini görüyoruz.

Şimdi, şunu belirtmek isterim: Bütün bu hengamenin içerisinde bizim en fazla dikkat etmemiz gereken konu Kıbrıs'tır. Kıbrıs konusu sessiz, sedasız gidiyor; sanki her şey normalmiş, sütlimanmış gibi gidiyor. Ama, size bazı şeyler açıklamak istiyorum: Her şeyden önce, biz 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı dediğimiz zaman bir zaferi kutlamıştık. Şimdi, biz bu zaferin 2016 yılında masada kaybedilmesini istemiyoruz. Bu konuda bazı uyarılarımız olacak, dinlersiniz, dinlemezsiniz. Bir: Biz, kapsamlı çözüme, iki kesimin eşit bir şekilde, siyasi eşitliğe dayanan, iki toplumlu, kapsamlı bir çözüme elbette destek veriyoruz, Türkiye'nin etkin ve fiilî garantisinin yer almasını elbette destekliyoruz, burada hiçbir şüpheniz olmasın ama bakıyoruz, Mont Pelerin'deki en son görüşmelerin sonucunda yapılan açıklamalara bakıyoruz, daha müzakereler bitmeden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarını yüzde 29,2'ye indirmiş oldu. Daha müzakere bitmedi, yarın Rumlar oradan kalktığı zaman akılda kalacak tek şey 29,2 ve hâlâ inmesi için de baskı uygulanıyor. Nereler veriliyor? Bütün ara bölgeyi veriyorlar eğer bu olursa; sonra kapalı Maraş bölgesi gidiyor, Güzelyurt'un yönetimi kalsa bile topraklara, oraya büyük bir Rum nüfusu yerleşiyor ama bir kısmı gidiyor, Lefkoşa arazisinin önemli bir kısmı gidiyor ve Dipkarpaz'a göz koymuş Rumlar. Orayı da gerekirse millî park adı altında -KKTC içerisindeki mutlak egemenliğini alıp- ortak devlete vermek istiyorlar yani KKTC'nin orada mutlak egemen olmasını istemiyorlar. Şimdi, bu da yetmiyor, diyorlar ki: "Bizim nüfusumuz 850 bin, sizin nüfusunuz 220 bin bize verdiğiniz vatandaşlık için." Bu arada, vatandaşlık için niye 220 bin veriyorsunuz, niye 500 bin vermiyorsunuz, niye 500 bin vermiyorsunuz? Bu bir müzakere, 220 bini teslim etmişsiniz, o da memnuniyetle alıp cebine koymuş 220 bini. Ta kırk yılda bizim nüfusumuz 220 bin olmuş. Diyor ki açık açık, bunlarla ilgili bütün müzakerelerde: "Sizin nüfusunuz 220 bin, bizim 800 bin. Kıyı şeridinin siz yüzde 54'ünü kontrol etmek istiyorsunuz. Kıyı şeridini nüfusunuza göre indireceksiniz." Yani bu ne demek? Dipkarpaz bölgesinin bulunduğu stratejik konum düşünüldüğü zaman bizim önemli bir deniz alanımız, kıyı alanımız, Türkiye'yle olan bağlantı önemli ölçüde çökmüş oluyor. Sonra ne oluyor? Bu da yetmiyor "Toprak vermeniz yetmiyor. Ben aynı zamanda güneyden kuzeye 90 bin kadar Kıbrıs Rumu'nu yerleştirmek istiyorum." diyor, 90 bin yani neredeyse yüzde 35-36'sına kadar nüfusu güneyden getirip oraya yerleştiriyor. O da yetmiyor, bir de "Benim mülkler, mallar var." diyor. E, onları ne yapacağız? Onları da toplamışlar, 18 milyar dolar para yapıyor. "Onları da siz ödeyeceksiniz. Gerekirse uluslararası konferans yapacağız, onu da hallederiz bir şekilde." diyor. Peki, İttifak ve Garanti Anlaşması ne oluyor? Açık açık söylüyorlar. Bakınız, burada da bir hinlik var, onu açıklamak istiyorum. İttifak ve Garanti Anlaşması... Biz diyoruz ki: "Şu müzakerelerde, bu kapsamlı müzakerelerde şu Garanti ve İttifak Anlaşması kısmını en sona bırakmayın. Çünkü, siz haritayı öne koyduğunuz zaman harita konusunda bütün kozlarınız ortaya çıkıyor. Daha sonra, Garanti ve İttifak Anlaşması bölümüne gelindiği zaman, masadan kalkıldığı zaman sizin elinizde kalan ve Rum'un elinde kalan o harita olacak. Bunu yapmayın." Ama, maalesef, bakıyoruz, ocak ayında yapılacak görüşmelerde de en son bu konuya değiniliyor, hâlbuki önemli.

Burada da "Vay efendim, Türkiye'nin etkin ve fiilî garantisini nasıl sulandırırız?" noktasına geliyorlar. "Türkiye, bütün adanın etkin ve fiilî garantisi olamaz artık çünkü bakınız, Yunanistan istemiyor." diyorlar. Zaten Yunanistan istemez Türkiye'yi atmak için. "E, bakınız, İngiltere de istemiyor." İngiltere'nin zaten hesabı başka. İngiltere'nin adada hem egemen üsleri var hem ayrıca İngiltere'nin orada neyi var? Garanti Anlaşması'nın bir tarafı. Garanti Anlaşması'ndan vazgeçiyor ama egemen üslerini garanti altına alıyor. Peki, bizim neyimiz var Garanti Anlaşması dışında? Biz bu iki tarafa güvenip de Garanti Anlaşması'nı nasıl müzakere edebiliriz? Bunlara nasıl güvenebiliriz? Bunu nasıl son bölüme bırakabiliriz?

KKTC'deki bazı kesimler "Efendim, biz yıllardır çözüm, çözüm, çözüm, bıktık." diyor. Neredeyse bir kısım, Türkiye'yi de düşman görme noktasına gelmiş. Ben söylüyorum: Görürseniz görün kardeşim. Sizin gül hatırınız için biz hiçbir şeyi teslim etmek zorunda değiliz. Adam gibi bir çözüm olacaksa oradayız. Yoksa, siz bunu beğenmiyorsunuz diye biz burada sessiz mi kalacağız? Bu konuda da Hükûmetin gerçekten dikkatli bir şekilde bu konuyu götürmesi lazım. Bu giden geri gelmiyor. Verdiğinizi alamıyorsunuz. Karşı taraftaki iyi niyetli değil. İyi niyetli olsa bu kadar zamandır çözüm olmadığı zaman... Ya, 259 milyon euroluk mali yardımı KKTC'ye vermemek için kırk dereden su getirdi bunlar. Neresi iyi niyetli bunların? Neyine güveniyorsunuz? Bunları kesinlikle reddetmek lazım, bu aşırı talepleri. Bir de bütün çatışma konularına bakıyoruz, bütün çatışma konularının halli konusunda bakıyorsunuz ya toprak veriyor kurtuluyor, mülkiyete karışmıyor veya nüfus almıyor veya mülkiyet veriyor ama toprak vermiyor veya nüfus alıyor bunların hiçbirini vermiyor. Biz hem toprak veriyoruz hem nüfus alıyoruz hem de mülkiyet konusunda geri adım atıyoruz. Biz gerçekten 1974 yılında yenildik mi, zaferle mi çıktık onu anlamak istiyoruz. Rum konusunda açık açık söylüyorum: Bu konu hassastır, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunu takip edeceğiz. Sakın kimse bizi "Yok çözümü istemiyor, yok bilmem falan." diye sakın takdim etmeye kalkışmasın. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, millî hassasiyeti yüksek bir konudur ve açıkça söylüyorum: Burada başka hesaplar vardır: Avrupa Birliğine girmek istemiyoruz diye tehdit ediyoruz, güzel. Amerika'yı tehdit ediyoruz. Peki, bu çözüm aceleciliği ve bu kadar baskının gerekçesi nedir, nereden çıkıyor bu acelecilik? Niye bu kadar gidiyoruz? Biz bir adım önde olmak zorundaymışız. Niye önde oluyorsunuz? Neyi ispat edeceğiz? İspat etmedik mi Annan Planı'nda? Onlar yüzde 76'yla reddetti, biz yüzde 65'le kabul ettik. Onu görmeyen bunu mu görecek? Neyi ispat edeceğiz? Madem "millî politika" diyoruz, biz artık millîleştik, o zaman hep birlikte millîleşeceğiz. Kimse kimseyi kandırmayacak. KKTC'deki kardeşlerimize de sesleniyoruz: Biz sizin yanınızdayız ama şunu bilin, bazı çevrelerin yok bilmem çözüm istemiyormuş gibi takdim etmesini de biz onu hiçbir zaman kale almayız. Biz devlet yönetiminin nasıl olduğunu onlardan öğrenecek değiliz. Onlar bazen şahsiyetlerini ve millî hassasiyetlerini teslim etmiş kimseler. Biz bunu teslim etmeyiz. Kusura bakmasınlar.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz