| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 07.12.2016 |
BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; 2017 yılı bütçesi kapsamında Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı bütçeleri hususunda söz aldım. Konuşmama başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, bugün El Bab'da şehit olan askerimize Rabb'imden rahmet diliyorum ve yaralılara acil şifalar diliyorum.
Değerli Başkanım, aslında sözlerime İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun 2017 bütçesi hakkında konuşarak başlayacaktım. Ancak bu konuşmaya başlamazdan önce hemen hemen muhalefet partilerine mensup bütün milletvekili arkadaşlarımız AK PARTİ'nin ve AK PARTİ hükûmetlerinin insan hakları alanındaki eksikliklerini izah ettiler, anlattılar. Tabii ki içinde haklı eleştirileri vardı, bunlar bizim için değerli ama ben sadece şunu göstermek istiyorum: AK PARTİ, daha kuruluşunda, parti programında insan hakları alanına bu kadar yer vermiştir ve insan hakları alanında yaptıklarını söyleyerek, konu başlıklarını söyleyerek sizleri aydınlatma görevimi yerine getirmek istiyorum.
Söylendi, bir: "Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu bağımsız değildir." Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu bağımsızdır, idari ve mali özerkliğe sahiptir ve bir kamu tüzel kişiliği hüviyetine sahiptir. Görev alanına giren konularda hiçbir organ, makam, merci veya kişi Kuruma emir ve talimat veremez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu, yüce Meclisin bu dönem çıkarttığı yasayla çoğulculuğu esas almıştır. Kurul üyeleri, insan hakları alanında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları, sendikalar, sosyal ve mesleki kuruluşlar, akademisyenler, avukatlar, görsel ve yazılı basın mensupları ve alan uzmanlarının göstereceği adaylar veya üyelik başvurusu yapanlar arasından seçilecektir. Üyelik başvurusuyla ilgili ilan 2 Mayıs 2016 tarihinde Resmî Gazete'de ilan edilmiştir ve İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulunun üyelerinin Bakanlar Kurulunun seçeceği üyelerin 7'si bu adaylar arasından seçilecektir, 1 üye de YÖK'ün bildirdiği 2 aday arasından seçilecektir. Burada sadece Sayın Cumhurbaşkanı 3 üyeyi kendisi belirleyecektir. Kanun, burada birlikte düzenlediğimiz kanun bu imkânı Cumhurbaşkanına veriyor ve Hükûmete de aslında o müracaatçılar arasından seçme görevi veriyor.
İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumumuz bu yapıdayken AK PARTİ'nin insan hakları alanında bu ülkeye kazandırdığı diğer kurumlara da bakmamız gerekir. Geçenlerde yüce Meclisimiz Kamu Başdenetçiliği seçimini yaptı. Bakın, bizim Kamu Başdenetçimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçildi ve bağımsız bir yapıya sahiptir. Fransa'da Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır kamu başdenetçisi ve üyeler de bizzat kamu başdenetçisi tarafından seçilmektedir. İngiltere'de kurul üyelerini ve kurul başkanını devlet bakanı atamaktadır. Hollanda'da Adalet ve Güvenlik Bakanının teklifi ve Kraliyetin onayıyla hayatiyet kazanmaktadır. Tabii, bir düzeltme yapmam gerekir, Fransa'yı ombudsmanlık olarak söyledim ama diğer ülkeler insan hakları kurullarını ihtiva ediyor.
Almanya'da 2 üyesi Federal Meclis tarafından -ki bunların oy hakkı yok- diğer üyeler kurumu finanse eden bakanlıklar, Adalet, Dışişleri, Kalkınma, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanları tarafından seçilmektedir. İsveç'te "Eşitlik Ombudsmanı" başlığı altında toplanmıştır ve hükûmet tarafından atanmaktadır. Üyeleri de ombudsman tarafından atanmaktadır.
Bir defa İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumumuzun, kurulumuz oluştuğunda kurulun ne kadar çoğulcu bir yapıda ve tamamen adaylık usulüyle seçilen bir kurul olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Ayrıca, hükûmetlerimiz tarafından ve Meclisimiz tarafından insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında şu işler hep beraber hayata geçirildi: Bir defa, AK PARTİ yola çıkarken "İşkenceye sıfır tolerans." dedi. İşkenceyle ilgili iddialar bugün de dile getirildi, özellikle cezaevinde işkence ve kötü muamele.
Değerli arkadaşlar, bütçemizin geneli hususunda Hükûmetimiz adına konuşan Adalet Bakanımız açık yüreklilikle ifade etti: "Yer söyleyin, mekân söyleyin, zaman söyleyin ve bunun gereğini yapalım."
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - Söyledik.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Devamla) - Bakın, Türkiye olağanüstü hâl rejimine rağmen hem Birleşmiş Milletler hem Avrupa Birliği İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komisyonunun denetimine kendisini açmıştır ve hem de 15 Temmuzdan sonra bu heyetler ülkemizi ziyaret etmişler ve bu alanda, bu ziyaretler esnasında da cezaevleri ziyaretlerini gerçekleştirmişlerdir.
Zannediyorum dostlarımızın bekledikleri tablo karşılarına çıkmadı ki bir hususta bir rapor yayımlamadılar. Zannediyorum onlar bir işkence görüntüsü bekliyorlardı, işkenceye uğramış insan görüntüsü bekliyorlardı. AK PARTİ'nin iddialı olduğu en önemli alanlardan biri budur, işkenceye asla tolerans göstermeyiz. Neden? Her varlık değerlidir, insan da varlıkların en değerlisidir. Suçlu olabilir, terörist olabilir, başka şey olabilir ama insan onuru her şeyin üstündedir.
Bu dönemde, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikleriyle askerî yargının alanı daraltılmıştır.
Temel haklara ilişkin uluslararası anlaşmaların iç hukuka üstünlüğünün kabulü 2004 yılında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuyla beraber, Anayasa'mıza girmiştir.
Bilgi edinme hakkı bu dönem hayata geçmiştir.
Toplantı ve gösteri hakkının kullanılması imkânlarının genişletilmesi bu dönem hayata geçmiştir.
Azınlıklara ait cemaat vakıflarının -ki vakıflar alanında da değineceğim bu hususa- mülk edinmelerinin kolaylaştırılması ve özgürlük alanlarının genişletilmesi bu dönemde, AK PARTİ'li dönemde hayata geçmiştir.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı.... İşte, aramızda değerli bir milletvekilimiz var; Sayın Balbay, bu bireysel başvuru hakkının getirdiği imkânla cezaevinden tahliye olmuştur ve diğer arkadaşlarımız.
Yargısal denetim kısıtlamalarının kaldırılması sağlanmıştır.
Kamu denetçiliği -az önce bahsettim- bu dönem hayata geçirilmiştir.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.
Orantısız güç kullanımına ilişkin Ceza Kanunu'muzda düzenleme yapılmış ve cezası artırılmıştır.
Gözaltı koşulları iyileştirilmiştir. Tabii ki 15 Temmuz darbe sürecinden sonra o sebeple gözaltına alınanların gözaltı süreleri uzamıştır ama gözaltı koşullarında negatif bir değişiklik olmamıştır.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi standartlarını karşılamayan cezaevlerimiz kapatılmıştır. Meşhur Diyarbakır Cezaevini düşünün ya da hiçbir insani ihtiyacı karşılayamayacağımız 8-10 kişilik, 15 kişilik ilçe cezaevlerini düşünün; bunların artık hiçbiri yok.
Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla ana dillerinde görüşebilmelerinin önü açılmıştır ki bu, görüştüğümüz tarihte önemli bir reform olarak algılanmıştır.
Vatandaşlarımızın kendi çocuklarına kendi arzu ettikleri isimleri vermelerinin önündeki engeller AK PARTİ hükûmetleri ve Meclis tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kurulmuştur. Önce 2012'de İnsan Hakları Kurumu, 2016'da İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu oluşturulmuştur.
Kişisel Verileri Koruma Kurulu bu dönem ilk defa hayata geçirilmiştir, Meclisimiz tarafından 5 üyesi seçilmiştir.
Yine, Kolluk Gözetim Komisyonu kurulması sağlanmıştır. Kolluğun iş ve işlemlerinin gözetimi ve denetimi, orantısız güç ve hak ihlalleri bakımından gözetim ve denetim altına almasını sağlayacak yasal düzenleme yapılmıştır.
Sendika özgürlüğü genişletilmiştir. Uzun yargılamalardan kaynaklanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki derdest başvuruları çözmek için iç hukukumuzda tazmin komisyonu kurulmuş, İnsan Hakları Tazminat Komisyonu, vatandaşlarımızın mağduriyetlerini daha kısa sürede, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde geçecek süreden çok daha kısa sürede halleder hâle gelmiştir.
İnsan hakları konusundaki sorunları tek tek ele alarak belirli bir takvim içerisinde çözmek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları çerçevesinde İnsan Hakları İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı hazırlanmış ve eylem planı Bakanlar Kurulu kararı sonrası uygulamaya geçirilmiştir.
Ayrıca, çok değerli milletvekilleri, ilgi duyanlar için söylüyorum: Türkiye'de ilk defa, Adalet Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını sistematik bir biçimde yayımlamaya başlamıştır; gerek hukukçular, avukatlar gerek yargı camiası ve gerekse her bir birey bundan yararlansın...
Resmî dil olan Türkçenin yanında vatandaşlarımızın günlük hayatlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilmesinin önü bu dönemde açılmıştır bu yüce Meclisin verdiği bir kararla. İhtiyaç duyulan yerlerde Türkçe bilmeyen vatandaşların kamu hizmetlerinden eksiksiz yararlanmaları konusunda anlayış değişikliğine gidilerek idari birimler tarafından Kürtçe tercüman istihdamı gibi kolaylıklar sağlanmıştır. Çıkardığımızda çok büyük tartışmalara sebep olmuştu. Herkesin kendisini en iyi ifade edebileceği dilde savunma imkânı getirilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, kamuda, okullarda, üniversitelerde başörtüsü serbestîsi fiilen sağlanmıştır; tabii, Meclisimizin tam bir ittifakı içerisinde.
Siyasi partilerimizin seçim çalışmalarında vatandaşlarımızın kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de onlara seslenmeleri mümkün hâle getirilmiştir.
Kullanılması yasak sayılan harflerin kullanımının önündeki yasaklar kaldırılmış, Kürtçe yazışmalarda ve Kürtçe isimlerin kullanımındaki engeller de ortadan kaldırılmıştır.
Yerleşim yerlerine eski adlarının yeniden verilmesinin önü açılmıştır. Bu çerçevede, yerleşim yerlerinin birçoğunda isim değişiklikleri yapılmıştır.
Devlet televizyonu TRT aracılığıyla, TRT Şeş -halk arasındaki tabirle- Kürtçe bir haber sitesi kurulmuştur.
2010 yılında Anayasa'mızın 10'uncu maddesinde yapılan değişiklikle kadına yönelik ve şehit, gazi ailelerine yönelik pozitif ayrımcılığın insan hakkı, eşitliğe aykırı sayılamayacağı Anayasa'mıza dercedilmiştir.
Ve belli bir dönem hepimizin uygulamalarından şikâyet ettiği devlet güvenlik mahkemeleri bu dönem kaldırılmıştır.
Değerli arkadaşlar, elbette, mükemmele ulaştık dememiz mümkün değil ama bunlar, her biri yapıldığı tarihte büyük tartışmalarla yapılabilmiştir ve bunlar şimdi hayata geçirilmiştir ve toplumumuzun geniş kesimleri tarafından kabullenilmiş, uygulamaya konulmuştur. 23'üncü Dönemde Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesi değiştirilirken ne kadar zorlandığımızı, ne büyük tartışmalar olduğunu hatırlıyorum; teklif, imza sahibi bendim onda.
Bütün bunlar sağlanmıştır, Allah'a hamdolsun. Bundan sonra da insan hakları alanında nerede bir aksama, nerede bir eksiklik varsa AK PARTİ'nin görevi, ta kurulurken programına yazdığı işleri gerçekleştirmektir, o, milletimize taahhüdümüzdür ve onları yerine getireceğiz Allah'ın izniyle ve birlikte.
Saygıdeğer Milletvekilimiz Şenal Hanım Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin olağanüstü hâl sebebiyle belli maddelerine derogasyon verdiğimizi ifade etti ve doğru söyledi. Ama şunu ifade edeyim: Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15'inci maddesi gerek bu bahsettiğim Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin OHAL sebebiyle yükümlülüklerimizi azaltmaya izin veren 4'üncü maddesi 3 şeyi yasaklıyor. Bütün diğer hususları belli bir süre askıya alabiliriz ama 3 husus asla askıya alınamayacak husustur:
1) İşkence ve kötü muamele; başka bir şey söylemeye gerek yok zaten.
2) Öldürme.
3) Angarya, kölelik.
Sözleşmenin tamamını askıya alsak bile bu 3 hususta zaten sözleşmenin kendisi bir askıya alınamama hükmü getirmiştir.
Bu sebeple insan hakları konusu, bizim üzerinde durduğumuz, partimizde insan hakları birimi oluşturduğumuz, Meclisimizde komisyonunu kurduğumuz bir alandır ve bu alanda biz çok iddialıyız ama tekrar ediyorum: Her şey mükemmel değil, eksiğimizi gediğimizi tamamlayacağız.
İnsan hakları hususunda son olarak şunu söylemek isterim: Demin başka bağlamda konuşuldu; bu Meclis, bu Parlamento, milletin temsilcileri, millet iradesinin tecelli ettiği yer 15 Temmuzda kendi savaş uçaklarımızla bombalandı. Grup başkan vekillerimiz söylediler -ben o gece İstanbul'daydım, dolayısıyla Ankara'da yoktum, gelemedim- hangi zor şartlarda buraya ulaşmak istediklerine ilişkin haklı ifadelerde bulundular. Boğaz köprümüze tanklar, Genelkurmay Başkanlığımıza toplar girdi. Hepsini yaşadık bunların, hep beraber yaşadık, canlı yayında yaşadık. Bütün siyasetin, siyaset kurumunun, milletimizin ve Cumhurbaşkanımızın kararlılığı, cesareti, Başbakanımızın serinkanlılığı ve dirayetiyle, Allah'a hamdolsun, bunu atlattık.
Ama hak verin ki böyle büyük bir hadiseyi, olağanüstü hâlin bize verdiği hızlı ve etkin mücadele imkânı olmadan telafi edemeyiz. Hep söyledik, olağanüstü hâlde bizim amacımız asla millete olağanüstü hâl ilan etmek değil; olağanüstü hâli biz devlete, devletin kurumlarına yönelik olarak ilan ettik ve devlet demokratik devlet olmaktan asla sapmasın, bütün amacımız bu.
Türkiye'de, seyahat özgürlüğü, ticaret özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğü, siyaset özgürlüğü, aklınıza hangi alanda gelirse gelsin bu özgürlükler, Allah'a hamdolsun, sonuna kadar kullanılmaktadır. Ama uzun tutukluluk... Elbette ki uzun tutukluluk değil, uzun gözaltı süresi olarak düzeltmemiz lazım. Yaklaşık 40 bin tutuklu var. Dört günlük tutuklama süresi içerisinde -hukukçu arkadaşlarımız kahir ekseriyette- bu konunun sağlıklı bir şekilde incelenmesi, soruşturulması, bir iddianameye bağlanması mümkün mü? O sebeple, bir kısım uygulamalar elbette ki olacak. Olağanüstü hâl... Olağanüstü hâl bir olağanüstü durumdan neşet etmiştir ve tabii ki bir kısım olağanüstü tedbirler alınacaktır.
Ben, insan hakları alanında bunları söyledikten sonra bir hususu daha belirtmek isterim: Hep söylendi, Plan Bütçe Komisyonunda da söylendi, İnsan Hakları Kurumumuz neden kendisine verilen bütçeyi harcamadı? Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Kurumumuzun kendisine verilen bütçeyi harcamamasının bir tane sebebi var, kiralık bir binadan bir kamu binasına geçmesi. İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumumuz, henüz kurul oluşmasa da, yine, şikâyetleri almaya devam etmektedir, Başkan Vekilinin görevi, bürokrasinin görevi devam etmektedir ve ilgili Bakan aracılığıyla ilgili kurumlara insan hakları alanındaki ihlaller sorulmakta ve alınan cevaplar ilgililere ulaştırılmaktadır.
Çok değerli milletvekilleri, inşallah, önümüzdeki süreçte İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumumuzun teşkilinden sonra bu kurum ulusal insan hakları kurumu görevini, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizması görevini, ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurumu görevini başarıyla yapmaya devam edecektir. Kurumumuz için 150 kadro ihdas edilmiş, mülga İnsan Hakları Kurumunun kadrosu 2 katına çıkartılmış ve kurumun personel sayısı güçlendirilmiştir. Dolayısıyla, bu hususta asla karamsar bir tablo çizmemize gerek yok. Türkiye, insan hakları alanında on dört yıldan beri büyük gelişmeler sağlamış ve bu gelişmelerine devam edecektir.
Bağlı kuruluşlarımızdan bir diğeri Vakıflar Genel Müdürlüğü. Tabii, Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün işlerini de 4 ana başlıkta toplamamız mümkün; birincisi hayır işleri, sonra hayrat, vakıf eserleri, sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünün uhdesinde bulunan akarlar ve sonra da bütün vakıfların iş ve işlemlerinin denetlenmesi. Geçmişten bugüne kadar uzanan bir hayır yapma davranışının kurumsallaşmış hâlidir vakıf. "İyilik" ve "yardımseverlik" kavramları şahsi bir meziyet olmaktan çıkartılarak kurumsallaşmış bir yapı olarak günümüze kadar taşınmıştır. Yüzlerce yıl önce kurulmuş ve yöneticisi kalmamış vakıflarımız Vakıflar Genel Müdürlüğü kanalıyla faaliyetlerini sürdürmekte, amaçlarını gerçekleştirmektedir. Bugün de nerede bir muhtaç varsa, nerede bir ihtiyaç sahibi varsa vakıflarımız oradadır. Ülkemizde 52 bin mazbut, 265 mülhak, 4.976 yeni ve 167 cemaat vakfı bulunmaktadır. Bu vakıfların iş ve işlemleri, denetimi, ecdat yadigârı vakıfların kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve yaşatılması, vakıfların vakfiyelerindeki amaçlarını gerçekleştirebilmesi için vakıflara ait menkul ve gayrimenkulün en yüksek gelir getirici şekilde değerlendirilmesi özel bütçeli bir kuruluş olan Vakıflar Genel Müdürlüğümüz tarafından başarıyla yerine getirilmektedir.
2003-2016 yılları arasında, AK PARTİ hükûmetleri döneminde, il ve bölge ayrımı yapılmadan yaklaşık 4.750 vakıf eserinin proje ve onarım çalışmaları tamamlanmıştır. Hepimiz Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden geliyoruz, bunları hepimiz biliriz. Erzurum Çifte Minareli Medrese bizim bir kültür varlığımızdır. Tunceli Pertek Sağman Köyü Camisi, Hatay Habib-i Neccar Camisi, İstanbul Eminönü Mısır Çarşısı, şu anda restorasyonu devam eden, üç yüz yetmiş üç yıl sonra ilk kez kapsamlı bir restorasyona alınan İstanbul Yeni Cami... Makedonya Manastır Haydar Kadı Camisi yüz dört yıl sonra tekrar ibadete açılan bir camidir ve yüz dört yıl sonra ilk defa orada ezan sesi tekrar semaya yükselmiştir. Bosna Hersek Gradişka Derviş Hanım Medresesi, Kosova Cakova Hadım Süleyman Ağa Kütüphanesi... Bunların dışında azınlık vakıflarımızın sahip olduğu taşınmazlardan Edirne Büyük Sinagogu Avrupa'nın en büyük sinagogudur. Gaziantep Havrası, Edirnekapı Ayazağa Kilisesi ve Diyarbakır Sur Ermeni Kilisesi, bunların da Vakıflar Genel Müdürlüğümüz tarafından, bir kısmı Edirne'deki sinagog gibi bitirilmiş ve ibadete açılmıştır, bir kısmının da restorasyonu devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, vakıflarımızın ayrıca hayır işleri var. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz her ay 15 kalemden oluşan kuru gıda paketlerini 81 ilde 20.315 ihtiyaç sahibine ulaştırmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, ortaöğrenim ve yükseköğrenim öğrencilerine burslar vermektedir ve Türkiye kamuoyunun çok iyi bilmediği bir husus, yüzde 40'tan fazla engeli olan, hiçbir sosyal güvencesi olmayan ve kendisinin geçimini temin edecek bir mal varlığına sahip olmayan bütün herkesin, kendisi ve yetim çocukları için aylık 584 lira hayır yardımında bulunmaktadır. Bu meselenin, Türkiye kamuoyumuz tarafından yeterince bilinmediğini düşünüyorum.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Kaç kişi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Devamla) - Şu anda ulaştığımız sayı 3.800 civarındadır; o sebeple diyorum çok az diye. Yani, hiçbir sosyal güvencesi olmayacak, yüzde 40'tan fazla engeli olacak, mal varlığı olmayacak.
Çok değerli arkadaşlar, tabii, vakıflarımızın yaptığı, anlatacağımız daha birçok hizmetler var, eserler var. Sadece taşınmaz kültür varlıklarımıza değil diğer kültür varlıklarımıza yönelik de tarihî değeri haiz olan ve bizim kültürümüzü, tarihimizi aydınlatacak hususlarda da birçok kapsamlı çalışmaları var. Bunların arasında, vakıflara ait vakfiye, berat, hüccet, ferman gibi bütün belgelerin vakıf medeniyetimizin arşivini oluşturmasından hareketle, bunların yeni baştan tarandığını, arşivlendiğini ve kullanıcıların hizmetine sunulduğunu ifade etmeliyim. Vakıf Müzesinden, Halı Müzesinden, bütün bunlara... Hakikaten vaktim olağanüstü sınırlı, daha iki kurumumuz var ama şunu ifade etmeden geçemeyeceğim: Vakıflarımız, ecdadımızın şanlı tarihinin emaneti olan bütün bu eserlere sahip çıkmaya bu dönemde devam edecektir yurt içinde ve yurt dışında çünkü Balkan coğrafyasında da önemli vakıf eserlerimiz var.
Çok değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bir kısım projelerini anlatmış olarak AFAD Başkanlığı konusuna geçmek istiyorum. Aslında, AFAD Başkanlığımızı, onu da yine afetlere hazırlık çalışmaları, afet sonrası kurtarma çalışmaları ve 2011 yılından sonra Türkiye'de oluşan mülteciler meselesi olarak özetlememiz mümkün.
Değerli milletvekilleri, afetlere hazırlık bakımından Türkiye Afet Müdahale Planı; bu plan hazırlanmış, yönetmeliği hazırlanmış ve Bakanlar Kurulu kararıyla yayımlanmıştır. Bütün Türkiye'de bütün illerin afet müdahale planları hazırdır. Yine hazırlık ve müdahale kapsamında bir kısım projeler, afet yönetim ve karar destek sistemi, afet geçici kent yönetim sistemi, elektronik yardım dağıtım sistemi, mekânsal bilgi sistemi, olay komuta sistemi gibi afet sonrası iyileştirme aşamalarının koordinesini de sağlayacak yazılımlar ve programlar hazırlanmıştır. Kesintisiz ve güvenli haberleşme sistemi, kablolu, GSM ve her türlü haberleşmeyi sağlayacak, ses ve veri haberleşmesini sağlayacak bir altyapı oluşturmaya başladık. Ayrıca, AFAD Veri Merkezi, afet anında kullanılacak Türkiye Afet ve Acil Durumlar Yönetimi Organizasyon Merkezi gibi bu alanda yürüttüğümüz çok önemli çalışmalar var.
Hazırlık ve müdahale bağlamında ayrıca şunu ifade etmem gerekir: Haber kaynağımız olan kurumlardan yani Genelkurmay Başkanlığı ya da ilgili diğer kurumlardan alacağımız ihbarlar neticesinde kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer yani "KBRN" diye kısaltılan tehdit ve tehlikelere karşı da AFAD hazırdır.
Çok değerli milletvekilleri, aslında 2016 yılında Türkiye'de sel baskını, fırtına, yaralı tahliyesi, boğulma, kayıp gibi toplam 978 afet ve acil durum olayı meydana gelmiştir. Bu olaylara 4.314 personelle müdahale edilmiş, 3.832 insanımız bu afetlerden sağ olarak kurtarılmış, maalesef 620 vatandaşımızın da cenazelerine ulaşılarak ailelerine teslim edilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Devamla) - Bir on dakika Sayın Bakanım, alabilir miyim.
BAŞKAN - Tamamlayın isterseniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, bu afet hususunda şunu söyleyip bu konuyu bitireceğim: Haklı eleştiriler dinledik. Türkiye afetlerden sonra arama kurtarma çalışmalarına gidiyor, çok başarılı-az başarılı, bu tartışmaya girmeden, Türkiye'de ilk defa, afet riskini önceleyecek, afetler olmazdan önce tedbirler alınabilecek bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Birkaç aydan beri çalıştığımız çerçevede, Orman ve Su İşleri Bakanlığımız, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüz, MTA, Karayolları gibi paydaş kuruluşlarla afetler olmadan hangi tedbirleri alırız; bu hususta somut neticeyi, sel, taşkın ve heyelan tehlikesine karşı Orman ve Su İşleri Bakanımızla Rize'de yaptığımız bir sempozyumla hayata geçirdik. Bundan sonra AFAD teşkilatımız, ilgili paydaş kuruluşlarla risk oluşturacak yerleri belirleyecek, bu yerlerle ilgili gerek ikaz alarm sistemlerini hayata geçirecek gerekse afet olmazdan önce bu riski oluşturan hususlar ortadan kaldırılabilir hususlarsa bunların tamamını hayata geçirecektir.
Çok değerli milletvekilleri, tabii, AFAD'ın -söyledim- 2011 yılından beri önemli bir yükü de ülkemize sığınan mültecilerle ilgilidir. Çok çeşitli eleştiriler dinledik. Önce şunu ortaya koymamız gerekir: Bu insanları Suriye'den kim gönderdi? Bu insanların tepesine, kendi evlerinde, kendi şehirlerinde, köylerinde o insanların tepesine bombaları kim attı? Ortada bir insanlık dramı vardı, Türkiye bu meseleyi bir insanlık meselesi olarak görmüş ve açık kapı politikası uygulamıştır. Hem de öyle bir açık kapı ki asla kimsenin ırkına, diline, dinine, cinsine bakmadan Arap, Kürt, Türkmen, Ezidi, bunların tamamına kapılarımızı açtık. 2 milyon 753 bin Suriyeli topraklarımızda. Evet, bunun yaklaşık yüzde 10'unu kamplarımızda barındırıyoruz ama dünyada hiç kimse asla şunu söyleyemez: Kamp dışında yaşayan Suriyelilerden şunlar, insanlık onurunu zedeleyici şu muameleye tutuluyor. Hiç sokaklarımızda, köprü altlarında, parklarda yatan Suriyeli görüntüsü hatırlıyor musunuz ya da çöplerden ekmek arayan? Bizim milletimiz ensar bilinciyle bu insanları sahiplenmiştir.
Kamplarımızda yaşayan ve kamp dışında yaşayan mültecilere yönelik olarak 21 milyona yakın poliklinik muayene yapmışız, 900 bin cerrahi müdahale yapmışız, 180 binden fazla Suriyeli çocuk bizim topraklarımızda hayata gözlerini açmış, eğitim çağındaki 900 binden fazla çocuğun 510 binini bu sene eğitim şemsiyesi altına almışız. Bu hususta asıl düşünmesi gerekenler biz değil, kendisini medeni dünyanın temsilcisi sayanlardır.
Yakında haberini gördük; Almanya'da kendi göz zevklerini bozmasın diye, daha varlıklı bir kesimin oturduğu semte yönelik olarak 160 mülteci ile onların arasına yeni bir utanç duvarı inşa edildiği haberini görüyoruz, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde jiletli tel örgüler görüyoruz, bozuk para atılıp şınav çektirilen mülteci kadınları görüyoruz ve dünya bu hususta iki elini başına alıp düşünmelidir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan beri en büyük yerinden edilme yaşanıyor bütün dünyada. 60 milyon insan evinden, yerinden, köyünden uzakta. En büyük mülteci harekâtı, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri, şu son dört beş yılda yaşanıyor.
Ama şunu söylemek isterim; çok slogan sevmemekle beraber özetle şunu söyleyebilirim: Bu insanlar, mülteciler savaştan kaçıyor, ölümden kaçıyor, açlıktan kaçıyor; zengin ülkeler de mültecilerden kaçıyor. Fert başına geliri 45 bin dolar olan İngiltere'de sadece 9 bin mülteci varken dünyanın fert başına geliri en az olan ülkelerden Lübnan'da 1 milyondan fazla mülteci var. Dünyanın en büyük coğrafyasına sahip Yeni Zelanda'da yüzlerle ifade edilen mülteci varken Ürdün'de 600 bin mülteci var ve 300 mülteci almak için referandum yapma ayıbını işlemiştir modern dünya, medeni dünya.
Mülteciler hususunda, biz, asla mültecileri bir pazarlık konusu yapmayız, yapmadık da. 18 Martta Başbakanımız Sayın Davutoğlu tarafından Avrupa Birliğiyle bir mutabakata varıldı biliyorsunuz. İzinsiz Yunan adalarına, Türkiye üzerinden Batı'ya geçen her 1 mülteciye karşı -biz onu Türkiye'ye iade alacaktık- 1 tane yasal mülteciyi gönderecektik. Bu plan işlemektedir hâlen ama bu, 3 aşamalıydı dediğim gibi: Geri kabul anlaşması, vatandaşlarımız için vizesiz seyahat ve Avrupa Birliğiyle müzakerelerin yürütülmesiydi. Bildiğiniz gibi bir fasıl açtılar ama verdikleri söze rağmen, vizesiz Avrupa'yı yani Avrupa'da bizim vatandaşlarımızın serbest dolaşmasının önünü kapattılar.
Bir de tabii ki 3 milyarlık bir mali yardım sözleri vardı. 3 milyarlık mali yardımla ilgili herhangi bir duraklama ve kesinti yoktur. İçimizde bu hususu iyi bilen maliyeci arkadaşlarımız, maliyeci vekillerimiz var, milletvekillerimiz var. Bu 3 milyarlık yardımın hangi sektörlere harcanacağı belirlenmiş vaziyettedir: Eğitim, sağlık belgelerimizin altyapısının güçlendirilmesi ve Göç İdaresi gibi bir kısım idarelerimizin kurumsal yapılarının güçlendirilmesi. Bundan on beş gün önce sorsaydınız "Bu hususta bize henüz önemli bir para gelmedi." derdim ama on beş günden beri 90 milyon avro Millî Eğitim Bakanlığımıza, 120 milyon avro Sağlık Bakanlığımıza, 12 milyon avro Göç İdaremize ve en son Dünya Gıda Programı üzerinden gönderilecek şekilde, Kızılay tarafından kamp dışındaki mültecilerin günlük yaşamlarında harcamak üzere de 262 milyon avro serbest bırakılmıştır. Şu anda diğer projelerin sözleşmeleri, proje tespitleri süreci devam etmektedir ama Avrupa Birliğinin bu hususta çıkardığı en büyük zorluk bu paraların Avrupa Birliğinin kendi sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla harcanmasını istemesidir. Bizim söylemimiz de şudur: "Türkiye bir çadır devleti değil, Türkiye güçlü bir devlettir. Türkiye kendi kurumları olan bir devlettir, Türkiye'nin bu paraları harcamaya gücü de yeter imkânı da yeter. Eğer mevzuatımızda bir kısım değişiklikler istiyorsanız da bunu müzakere etmeye varız."
Dolayısıyla, çok değerli milletvekilleri, maalesef o sözü duydum, asla mülteciler bizim için bir pazarlık unsuru değildir. İnsanın pazarlığı olur mu? Bunun 1 milyon 200 bini kadın, söyledim, 900 binden fazlası eğitim çağında çocuk, bunları nasıl pazarlık konusu yapabiliriz? Bu bizi insanlığımızdan utandırır ve bütün mevcudiyetimle temin ederim ki biz DEAŞ'la çatışırken, dünyada da DEAŞ'la en etkin mücadeleyi sürdürürken -Fırat Kalkanı operasyonundan bahsediyorum- asla bize "Kamplarda IŞİD'çiler barındırılıyor, onlara eğitim veriliyor." denmesin. Bu büyük bir iftira olur, büyük bir bühtan olur. DEAŞ'la tek somut mücadeleyi Türkiye Cumhuriyeti göstermektedir.
Fırat Kalkanı operasyonu, yüz günü geçmiştir bildiğiniz gibi. Kurban Bayramı'ndan önce Gaziantep'te canlı bomba yeleği giydirilmiş bir çocuğumuzun patlatılması ve 56 kişinin maalesef ölmesiyle, onun arkasından başladığımız operasyon, Fırat Kalkanı operasyonu Türk Silahlı Kuvvetlerinin desteğiyle Özgür Suriye Ordusu tarafından yürütülmektedir.
Çok değerli milletvekilleri, bizim hiç kimsenin toprağında gözümüz yok. Bizim 786 bin kilometrekare toprağımız bizim için yeter. Biz 786 bin kilometrekare toprağımızda müreffeh yaşamak istiyoruz, demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz, insan hakları ve özgürlüklerinin sonuna kadar kullanıldığı bir ülkede yaşamak istiyoruz ama Fırat Kalkanı'nın asla bir işgal ya da bir ilhak olarak düşünülmeden, Türkiye'ye, Türkiye'mize terörist geçişinin ve terör ihracının merkezi olan Suriye'nin devlet otoritesi kalmamış topraklarından, bunların önlenmesi için yapıldığını kabul etmemiz gerekir.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, her konuşmanız diğer Sayın Başbakan Yardımcımızın konuşmasından süre kısmasına neden oluyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VEYSİ KAYNAK (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Yüz günü geçen operasyonlar neticesinde sevinerek, gururla şunu söyleyebiliriz: Yüz günden beri Suriye üzerinden Türkiye'ye ne bir izinsiz geçiş ne bir terörist geçiş olmamıştır. Fırat Kalkanı operasyonu amacına uygun, çok doğru bir düzlemde yürüyordur.
Tabii, bana bağlı kuruluşlar arasında TİKA da var. TİKA'nın neler yaptığını anlatmak için aslında ben şunları göstermek istiyorum: Bu, TİKA'nın, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansının 2015 yılında dünyada 150 ülkede, çeşitli ülkelerde gerçekleştirdiği projelerin başlıkları. Bu da 2016 yılında gerçekleştirdikleri ve bu da hâlen devam edenler. Şimdi, düşünün, 2015 kesin hesabını ve 2017 bütçesini görüşüyoruz. Ben sadece şunları okumaya kalkışsam zannediyorum kırk dakika değil, belki kırk saat konuşmam gerekirdi. Dolayısıyla, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı ülkemizin yüz akı kuruluşlarından biridir. Bütün dünyada bizim bayrağımızı şerefle dalgalandırmaktadır. Uganda'ya gittiğimizde Sayın Cumhurbaşkanımızla -TİKA'nın kalkınma programı yaptığı bir ülkedir- Uganda'da yerli halkın Türkiye Cumhuriyeti bayrağına olan sevgisini görmenizi isterdim. Nerede bir muhtaç varsa, nerede bir ihtiyaç sahibi varsa, nerede "aman" diyen varsa Türkiye AFAD'ıyla, TİKA'sıyla, Türk Kızılayıyla orada olacaktır, olmaya devam edecektir.
Süremi aştım, saygıdeğer Başbakan Yardımcımızdan af diliyorum ama hakikaten kapsamlı konular. İnşallah, daha başka bir zeminde bunlara da, hem yapılan eleştirilere hem sorulara cevap vermeyi de arzu ediyorum.
Bütün heyetinizi, bütün Meclisimizi saygıyla selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaynak.