| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 07.12.2016 |
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2017 yılı Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, elbette "bütçe" dediğimiz olgu 78 milyon yurttaşımızın emeğiyle ortaya çıkan en önemli ortak paydalarımızdan birisidir. Dolayısıyla, bütçe görüşmeleri bu ortak birikimi nasıl harcayacağımızın bir kararlaştırılması niteliğindedir. Tabii, temsili demokrasinin gereği olarak bu kararlaştırma süreçlerini halkın iradesini temsil eden milletvekilleri olarak bizler yürütüyoruz. Bu bağlamda, halkın iradesini temsil yetkisini en güçlü biçimde kullanabilmek demokratik rejimlerin olmazsa olmazıdır.
Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye Parlamentosunun içerisinde bulunduğu durum ve OHAL uygulamaları değerlendirildiğinde, hukuk devleti ilkesi bakımından, evrensel hukuk normları bakımından ve bir cunta eseri olması vasfıyla sürekli olarak eleştirdiğimiz mevcut Anayasa bakımından kabul edilebilir değildir. Siyasi, ekonomik ve toplumsal faturası son derece kabarık olacak bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu her birimiz çok net olarak görüyor ve yaşıyoruz.
Değerli milletvekilleri, halkın iradesiyle Parlamentoda görev yapan ve Türkiye'nin üçüncü büyük siyasi partisi olma vasfına sahip Halkların Demokratik Partisinin Eş Başkanlarıyla birlikte 10 milletvekili âdeta siyasi rehin pozisyonunda cezaevinde tutulmaktadır ve biz şu anda 78 milyonu ilgilendiren bütçe tasarısını görüşüyoruz. Bu durum görüşmelerin meşruiyetine büyük ve telafisi zor bir gölge düşürmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletvekillerine gerek evrensel ölçekte gerekse ulusal anayasalarda düzenlenen ifade hürriyeti dokunulmazlığını sağlamak demokratik parlamenter rejimlerin önemli bir geleneğidir. Demokrasi mücadelesinin önemli bir kazanımı olan bu prensip, Venedik Komisyonunun 1996 tarihli yasama bağışıklığı rejimi hakkındaki raporunda belirtildiği gibi, parlamentonun bir kurum olarak kolektif biçimde korunmasına hizmet ederken parlamento üyelerine de yürütme, yasama veya parlamento çoğunluğuna karşı bireysel koruma sağlamaktadır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15'inci maddesinde ve Anayasa'mızın da 15'inci maddesinde olağanüstü durumlarda dahi korunması zaruri olan çekirdek haklara yer verilmiştir. Bu haklardan birisi de suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağına ilişkin yani masumiyet karinesidir. Anayasa'nın 83'üncü maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi dâhi üyelik sıfatının sona ermesine bırakılmaktadır. Yine, Anayasa Mahkemesinin Aralık 2013'te verdiği Mehmet Haberal ve diğer milletvekillerine uygulanan kararları ortadadır. Anayasa Mahkemesi bu kararında, milletvekilinin tutuklanmasıyla seçilme hakkının ihlal edildiğini açıkça belirtmiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyinin anayasal konulardaki uzmanlık organı olan Venedik Komisyonu, Türkiye'de milletvekilleri dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin raporunda, Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ifade özgürlüğü ihlali konusunda sicili en kabarık ülkelerden biri olduğunu hatırlatarak; Türkiye'de parlamenterlerin yasama dokunulmazlığı konusunda 2016 Mayıs ayında yapılan Anayasa değişikliğini Avrupa hukuk normlarına aykırı buldu ve geri çekilmesini talep etti.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasını öngören tavsiye karar tasarısını onayladı. Ülke ekonomimizin geldiği durum ortada. Her siyasi hamlenin ekonomik bir karşılığı olduğunu, hep birlikte, en yalın hâliyle hissederek yaşıyoruz. Netice itibarıyla her alanda istikrarsızlığa yol açan bu ceberut uygulamalardan ve özellikle OHAL uygulamasından derhâl vazgeçilmeli ve ülke barışına, güçlü demokrasiye, hukukun üstünlüğüne hizmet edecek çağdaş ve makul düzenlemelerin önü açılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, şimdi, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi bağlamında, azınlık cemaatlerine ait vakıfların karşı karşıya bulunduğu sorunlara değineceğim. Bildiğiniz gibi, azınlık vakıflarına yani Ermeni, Süryani, Keldani, Rum ve Musevi vakıflarına ait taşınmazlara el konulması meselesi uzunca bir süredir Türkiye'nin önünde çözüm bekleyen önemli sorunlardan birisidir. 1936 yılından başlayarak süregelen bu sorunlarla ilgili, AKP hükûmetleri döneminde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların da etkisiyle 2003, 2008 ve 2011 yıllarında bazı olumlu düzenlemelere gidilse de mazbutaya alınmış vakıflar ve el konulmuş taşınmazlar meselesine kapsayıcı çözümler üretilememiştir. El konulmuş taşınmazların sayısı o kadar fazladır ki, iade edilen mülklerin sayısı bunların yanında sembolik düzeyde kalmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, azınlık vakıflarının yaşadığı ve acil çözüm üretilmesi gereken bir sorun vakıfların Seçim Yönetmeliği meselesidir. Azınlık vakıflarının yönetim kurullarının seçimini düzenleyen yönetmeliğin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yaklaşık dört yıldır iptal edilmiş olması nedeniyle vakıflar birçok idari sıkıntı yaşamaktadırlar. Anayasal bir hak olan seçme ve seçilme özgürlüğünün engelleniyor olması azınlık cemaatlerinin örgütlenme özgürlüğünü de kısıtlamaktadır. İlgili vakıf temsilcilerinin bu konuda Hükûmet yetkilileriyle onlarca kez görüşmelerine karşın, yine bu kürsüden defalarca bu konuyu dile getirmemize rağmen, ortada henüz bir yönetmelik yok ve bununla ilgili nasıl bir çalışma yürütüldüğüne dair bir bilgi de maalesef mevcut değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir diğer önemli konu, Süryani halkı için çok önemli ve kutsal olan ve seçim bölgem Mardin Midyat'ta bulunan bin altı yüz yirmi yıllık tarihî Mor Gabriel Manastırı Vakfına ait haksız biçimde el konulan toplam 30 parsel araziden şu ana kadar maalesef sadece 12 parsel arazi Vakfa iade edilmiştir. Geriye kalan arazilerin bir an önce Vakfa iadesini buradan bir kez daha talep ediyoruz. Ayrıca, Mardin'in en ihtişamlı yapılarından birisi olan ve hâlen Kültür Bakanlığı İl Müzesi olarak kullanılan Süryani Katoliklere ait Patrikhane binasının da hak sahiplerine iade edilmesini bekliyoruz.
Diğer taraftan, kadastro çalışmaları süreci ve Büyükşehir Yasası'ndan kaynaklı uygulamalarla, Mardin'in çeşitli köylerinde Süryanilere ait kilise, manastır ve bunlara ait gayrimenkuller hazine mülkü olarak tescil edilmiştir. Bu yanlış uygulamanın ortadan kaldırılması ve bu mağduriyetin acilen giderilmesi gerekmektedir.
Son olarak, geçtiğimiz ay, Urfa'da Süryanilere ait geriye kalan tek ibadethane olan Aziz Petrus ve Aziz Pavlus Kilisesi Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı tarafından idari bina olarak kullanılmaya başlanmıştır; bu haksız uygulamanın da bir an önce sona ermesini beklemekteyiz.
Değerli milletvekilleri, bu bağlamda, azınlık vakıflarının sorunlarının çözümüne ilişkin Meclis Başkanlığına sunmuş bulunduğumuz kanun teklifimizde de belirttiğimiz gibi, azınlık vakıf mülkleriyle ilgili olarak yurttaşlarımızın talebi şudur: 1936 Beyannamesi'nde kayıtlı olup olmamasına bakılmaksızın, 1912 tarihinden itibaren azınlık vakıflarının ellerinden hukuksuzca alınmış bulunan taşınmazlar, mazbutaya alınmış vakıflar ve üçüncü şahıslara satılmış taşınmazlar da dâhil olmak üzere, hiçbir şart ileri sürmeden ilgili vakıflara iade edilmelidir.
Diğer önemli konulardan birisi de 1844 yılında açılan ve daha sonra Lozan Anlaşması kapsamında faaliyetlerine devam eden Heybeliada Ruhban Okulu 1971'de kapatıldı. Lozan Anlaşması'na aykırı olan bu uygulamanın derhâl sona erdirilerek Ruhban Okulunun açılmasını hukuk devleti adına bir kez daha talep ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, son olarak, Başbakan Yardımcısı Sayın Numan Kurtulmuş tarafından sarf edilen ve kamuoyunu ve özellikle de gayrimüslim yurttaşlarımızı derinden inciten ve açıkça nefret söylemi niteliği taşıyan ifadelere dair de belirtmeliyim ki Farsça "gabr" olan, "Müslüman olmayan" sözcüğünün zamanla "kâfir"e, oradan da "gâvur"a dönüşen ifade, aslında kendi dini dışında olanla ilgili ön yargıların bir dışa vurumudur. Osmanlı Dönemi'nde bile padişah fermanıyla yasaklanan bir kavramı kullanarak bunun suç olmadığını, "gâvur" sözcüğünün Müslüman olmayanları kastetmediğini söylemek makul bir izah sayılamaz. Özellikle devleti temsil edenlerin bu kelimeyi kullanmasının Müslüman olmayan kimliklerin kendilerini daha da güvencesiz ve dışlanmış hissetmelerine neden olacağı aşikârdır. Yine, 2015 Yükseköğretim Geçiş Sınavı'nda "gâvur" sözcüğünün geçtiği ve nefret söylemi içeren bir soru önergesi vermiş olmamıza karşın, bugüne değin Millî Eğitim Bakanlığınca bize herhangi bir cevap verilmemiştir.
Bir kez daha hatırlatıyoruz: Türkiye çok kimlikli, çok kültürlü bir toplumsal yapıya sahiptir ve bunu, bu toplumsal yapıyı yönetme görevini üstlenenler en fazla göz önünde bulundurmalıdır diyor, bir kez daha hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Dora.