GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:33
Tarih:07.12.2016

HDP GRUBU ADINA BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'deki insan haklarını on dakikada konuşmak elbette ki çok zor olacak ama biz de grubumuz adına bazı değerlendirmelerde bulunacağız.

İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun kuruluşu, bildiğiniz üzere, yoğun tartışmalar içerisinde geçmiştir. Bu kurumun temel kriterlerinin Paris İlkeleri'yle benzeşmesi gerekiyor, hatta ona uyumlu olması gerekiyor. Ancak, bugün Türkiye'ye baktığımız zaman Paris İlkeleri'nin asla yanından bile geçmediğimizi görebilmekteyiz değerli arkadaşlar. Tarafsızlığından üyelerinin seçimlerine kadar pek çok kriter daha önce hataları eksik olan İnsan Hakları Kurumunu aratacak niteliğe getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun kuruluş metninin bu kadar kötü olmasının yanında bir başka hayal kırıklığı yaratan durum da kuruluş sürecinde sivil toplum kuruluşlarının uyarılarının göz ardı edilmesidir. Bu kurumun kuruluş aşamasında başta İnsan Hakları Ortak Platformu üyesi olan kuruluşlar olmak üzere, yıllardır sivil alanda insan hakları mücadelesi veren birçok kurumun görüşü görmezden gelinmiştir. Ancak, kuruluşta bu görmezden gelinme hâli, kanun hükmündeki kararnamede gözden kaçmamış ve ilk kararnamede İHOP üyesi, İnsan Hakları Araştırma Derneği ve birçok insan hakları alanında çalışma yapan dernekler kapatılmıştır, kapılarına mühür vurulmuştur. Aylar önce kurulmasına rağmen ve 2 Haziran 2016 tarihinde üyesi olmak için başvurularının son bulmasına rağmen, bugün hâlen kurum çalışır vaziyette değildir. Bu bize, Hükûmetin insan hakları konusunda o kadar tahammülsüz olduğunu göstermektedir ki kendi eliyle kurduğu kuruma bile tahammül gösterememekte, kurum benim aleyhime bir şey söyler mi tedirginliği yaşamaktadır.

Sayın milletvekilleri, bütçede şeffaflık istenilen şekilde olmadığından TİHK'in bütçesiyle ilgili de çok fazla yorum yapamıyoruz ancak birkaç veriyi sizlerle paylaşmak isterim. Türkiye'de 2015 yılında başlayan çatışmalı ortamın ülke tarihinde insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı dönem olduğu aşikârdır. Hükûmetin kendi eliyle kurduğu kurumun, özellikle, çözüm sürecinin askıya alınmasıyla birlikte yaşanan insan hakkı ihlallerine bu kadar duyarsız kalması, bu kadar sorumsuz kalması ne yazık ki bu kurumun da bağımsızlığı ve tarafsızlığı hakkında şüphe uyandırmaktadır. Ağır ihlallerin yaşandığı bu dönemde, kurum bütçesine baktığımızda, toplam genel gelirin 2 milyon 353 bin 952 TL olduğunu görmekteyiz. Ancak bu gelirin ülkedeki hak ihlallerinin giderilmesine dair hangi amaçla kullanıldığını gösteren herhangi bir çalışma, herhangi bir belge ve done ne yazık ki raporda gözükmemektedir çünkü Türkiye'de insan haklarına yönelik herhangi bir çalışma yoktur.

Değerli arkadaşlar, ikinci husus da yine kurumun personel geliridir, buraya da kısaca değinmek istiyorum. Sayıştay raporuna göre, sadece 240 bin personel gideri hedeflenmişken kurum 811 bin 138 TL harcama yapmıştır. Kurumun bu gideri tüm ayrıntılarıyla, kalem kalem kamuoyuyla paylaşması kurumun itibarı açısından önemlidir. AKP Hükûmetleri geldikleri dönemden itibaren hak ihlalleri noktasında Türkiye'nin kuruluşundan sonra geçen doksan senede bile eşi görülmemiş hak ihlalleri örneklerini sergilemiştir. 2015 senesinden bugüne kadar Kürt illerinde, ilçelerinde bu ihlaller tavan yapmıştır. İHD'nin raporuna göre sadece 24 Temmuz 2015'ten bugüne kadar 2 bini aşkın insan hayatını kaybetmiştir. Yakılan yıkılan evler, göç etmek zorunda kalan yurttaşlar bir tarafa, Türkiye'de şu anda haritada bir şehir yoktur.

Değerli arkadaşlar, bu süre zarfında tanık olduğumuz çok fazla olay var elbette ancak değinmeden geçemeyeceğimiz ve bize göre zaten iyi olmayan Türkiye'nin insan hakları karnesine kara bir leke olarak geçen Taybet Ana'nın katledilmesini ve cenazesinin sokak ortasında bırakılmasını bir insanlık ayıbı olarak hatırlatmak isterim.

Türkiye'de yaşanan hak ihlallerinin sürekli ve sistematik olarak artması OHAL ilan edilmesiyle tavan yapmıştır. Öyle ki şu günlerde insan hakkı, barış, özgürlük, çözüm gibi kelimeler dahi suç olarak addedilmeye başlanmıştır. Türkiye'deki OHAL'i Fransa'yla karşılaştırmaya çalışanlara da iki cümle etmek isteriz değerli arkadaşlar. Evet, Türkiye'de sözüm ona OHAL'le kısmi olarak özgürlükler hukuksal açıdan kısıtlandı; güya, düşünce, fikir, din özgürlüğü hâlen mevcut ama şunu belirtmek lazım ve kamuoyunun bilmesi gerekiyor: Cumhurbaşkanının Başkanlık ettiği Bakanlar Kurulu isterse bu özgürlükleri kısıtlayabilecek her türlü kanun hükmünde kararnameyi çıkarabiliyor ve bu kanun hükmünde kararnamelerde Anayasa Mahkemesinin biliyorsunuz ki üzerinde hiçbir şekilde tasarruf hakkı da bulunmuyor ama Fransa'da alınan her karar mutlaka ve mutlaka anayasa mahkemesinin gözetiminden geçebilmekte. Bunun yanı sıra, özellikle idare mahkemelerinin ve yargının şu anda işlevsiz hâle gelmesi de yine OHAL'le birlikte karşımıza çıkan bir durum ama Fransa'da da şu anda bütün alınan kararların idari bir süzgeçten geçirildiğini tekrardan belirtmek lazım.

Türkiye'de OHAL'in getirdiklerini burada anlatmak gerçekten bu beş dakikaya sığmaz arkadaşlar ama şunu söyleyebilirim: Gözaltı süresi otuz güne çıkarıldı, müvekkiller ile avukatlar arasında yapılan görüşmeler kayıt altına alınmaya başlandı, hükümlü ve tutukluların sadece haftada bir yaptıkları telefon konuşması on beş günde bire çıkarıldı. 1.143 özel kurum, kuruluş ve derneğin kapatılması yine bu kararla hayata geçirildi değerli arkadaşlar.

Tabii, bizim bitmek bilmeyen en önemli konularımızdan biri de cezaevleri. Değerli milletvekilleri, vaktimiz sınırlı ancak cezaevleri bizler için çok önemli, hele bu günlerde çok çok daha önemli oldu.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi ve cezaevi alt komisyonu üyesi olarak birçok hak ihlali tarafımıza ulaşıyor ancak şuna eminim ki bu ihlaller sizlere de ulaşıyor. Fakat, Parlamentonun bugüne kadar cezaevlerinde yaşanan ihlallere ilişkin bu kadar sessiz kalmasının başta kabul edilebilir olmadığını söyleyelim. Bunlar, tüm bu ihlaller Türkiye'nin imzalamış olduğu bütün anlaşmalara da açık bir şekilde aykırılık teşkil ediyor. Bunun yanı sıra arkadaşlar, özellikle şunu söyleyelim: Adalet Bakanı çıkıp burada diyor ki "Cezaevlerinde işkence yoktur."

Değerli arkadaşlar, işkence nedir? İşkence, sadece kişileri, insanları asit kuyularında öldürmek midir ya da Filistin askısında günlerce tutmak mıdır? İşkenceyi muhtemelen Adalet Bakanlığıyla farklı şekilde ele alıyoruz.

Değerli arkadaşlar, işkence, iki kolu olmayan Ergin Aktaş'ın hâlen cezaevinde hücrede kalmasıdır. İşkence, 15 ameliyat geçirmiş Sibel Çapraz'ın hâlen cezaevinde tutuklu bulunmasıdır. İşkence, 300'ü ağır hasta olmak üzere, şu anda tahliye olmayı bekleyen ağır hasta tutsakların tahliye edilmemesidir. İşkence, Bakanlık tarafından gönderilen genelgeyle birlikte idarenin keyfî ve hukuksuz bir şekilde hükümlü ve tutsaklara yönelik darp, işkence yapması; sağlık haklarından mahrum bırakmasıdır. En önemlisi de şudur, şunu söyleyelim: İşkence hâlen yasama faaliyetleri ve milletvekilliği devam eden bir siyasi liderin ilettiği metnin sansürlenerek ifade özgürlüğünün elinden alınmasıdır değerli arkadaşlar. Bu noktada "Türkiye'de işkence var mıdır, yok mudur?" tartışmaları çok açık şekilde ortaya konmaktadır. Kim nasıl isterse buyurun, gelin, beraber cezaevlerine ziyaret gerçekleştirelim; olanları, yaşananları direkt yerinde tespit edelim değerli arkadaşlar.

Bunun yanı sıra, kanun hükmünde kararnameler birçok özgürlüğü elimizden aldı ama özellikle şuna değinmek istiyorum: En son alınan kararda, 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de insan hakkı olan eğitim hakkına da müdahale edilmiş ve yine cezaevlerinde bulunan, cezaevlerinde terör örgütü üyeliği ya da bu örgütlerin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla suçlanan öğrenciler cezaevinde yapılan sınavlara bile giremeyecek şeklinde karar alındı değerli arkadaşlar.

Söylenecek çok şey var: İnsan haklarını gerçekten on dakikaya sığdırmak çok zor ama bugün konuştuğumuz her şey ne yazık ki havada kalıyor çünkü bu Parlamentonun üyesi 10 milletvekili şu anda tutsak, rehin ve bu sürece gelene kadar ucube bir şekilde çıkarılan dokunulmazlık yasasından tutun, Parlamentonun dokunulmazlıklar kaldırılırken bir bütün, tek vücut olarak bu dokunulmazlıklara "evet" dediğinden tutun, bugün demokratik siyasetinin tüm kanallarının açık bir şekilde kapandığından tutun bugüne kadar. Değerli arkadaşlar, "Minareyi çalan kılıfını hazırlar." diye bir söylem vardır. Siz bunları yaparken çaldığınız minare değil değerli arkadaşlar, çaldığınız halkların birlikte yaşama umududur. Çaldığınız ülkedeki barıştır, kalıcı barışın tesisidir. Çaldığınız özgürlüklerdir. Çaldığınız ifade özgürlükleridir değerli arkadaşlar. Bu noktada ne Hükûmetin ne de buna destek veren muhalefet partilerinin bunlara bir kılıf uydurma, bir çözüm bulma şansı yoktur. Bu anlamda özellikle bir ayıp olarak Türkiye tarihine geçen bu kararın derhâl ve ivedilikle bundan vazgeçilmesini, arkadaşlarımızın -biliyoruz bizleri mutlaka seyrediyorlardır- bu Parlamentoda her milletvekili gibi yasama işlevini, yasama hakkını yerine getirmesi için gereğinin derhâl yapılmasını talep ediyoruz.

Herkese teşekkürler, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.