| Konu: | 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 2'nci Tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 07.12.2016 |
CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli kâtip üyeler, değerli milletvekili arkadaşlarım ve yazman arkadaşlar; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bilindiği gibi, pazartesi gününden bu yana bir hak üzerine konuşuyoruz. O hak hangi hak? Bütçe hakkı. Bütçe hakkı, bildiğiniz gibi, monarşiye karşı Parlamentonun ve halkın egemenliğini sağlamak, halkın vergilerinin doğru bir biçimde, vergilerinden elde edilen gelirin doğru bir biçimde ve yine halka dönük olarak kullanılmasının yolunu açmak üzere sağlanmış olan bir hak. Hak üzerine konuşuyoruz kısaca. Ancak, üç gündür ben, bütçe üzerine yapılan konuşmaların, Komisyonda daha çok teknik ve parasal konuşmalar biçiminde kaldığını, buradaysa haklar temeli üzerinden geliştirildiğini gözlüyorum. Ben de öyle bir çizgi izlemeye çalışacağım konuşmamda.
Bildiğiniz gibi, ulusal insan hakları kurumları yani şu anda üzerinde konuşmakta olduğum Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, 20'nci yüzyılın ikinci yarısında, hakların korunması konusunda devletlere düşen sorumluluğun anımsatılması, bu sorumluluğun yasal ve kurumsal bir korumaya alınması amacıyla gündeme gelmiş olan bir kurum. Biz, buna ne yazık ki ancak 2013 yılında sahip olabildik. Bu yıl, hep birlikte, 2015 ve 2016 yıllarında da İnsan Hakları Kurumunun yetersizliği konusundaki hem kendi gözlemlerimiz hem de uluslararası sistemden gelen eleştirilere bağlı olarak bu kurumun yeniden oluşması konusunda yasal çalışmalar yürüttük.
Bu yasal çalışmalarda temel ne olmalıydı, hangi noktadan hareket etmeliydik? Bildiğiniz gibi, kurum Paris Prensiplerini temel alan bir kurum. Biz, buna da paralel bir çalışma yapmışız bir önceki yasal düzenlemede, şöyle koymuşuz, demişiz ki: "Herkesin onurunun ve haklarının korunduğuna güven duyduğu bir Türkiye yaratacağız." "Herkesin onurunun ve haklarının korunduğuna güven duyduğu bir Türkiye." Bunu yaratabilmek için bu kurum nasıl bir çalışma yapacak? İhlal iddialarını inceleyecek, soruşturacak, sonuçlarını izleyecek, düzenli olarak ilgili yerlere haberler verecek, önleyici ve koruyucu görevler yapacak, ziyaretler yapacak, genel ve özel raporlar hazırlayacak, kurumsal eğitim faaliyetlerinde bulunacak, sivil toplumla birlikte ortak bir çalışma yürütecek. Bunu yapabilmek için bağımsız olması şart çünkü insan hakkı ihlallerinin devlet kaynaklı ihlaller olduğu bilinciyle ortaya çıkmış olan bir kurumsal yapı. Kimden bağımsız olacak? Hükûmetten bağımsız olacak. Aynı zamanda, bunları yaparken bir teminat, bağımsızlık teminatı için nasıl davranacak? Çoğulcu olarak davranacak. Çoğulculuğu nerede sağlayacak? Yönetimde sağlayacak. Bir önceki yasanın hazırlanması sırasında da hepiniz anımsayabilirsiniz, çoğulculuğun insan hakları alanında çalışan STK'ların, demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla sağlanabileceği savunulmuştu ve o zaman, sadece YÖK ve barodan temsilci katılabilmişti. Bunun dışındakiler Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından önerilebiliyordu, 11 kişinin katılımı vardı. Bununla da yetinirken eleştirilere de rağmen, çoğulcu olmadığı yolundaki eleştirilere rağmen, yeni düzenlemede tamamen bu seçim görevini Hükûmete, Bakanlar Kuruluna teslim etmiş bulunuyoruz. Bu durum nedir? Bu durum, hani, "Kadı ola davacı ve muhzır dahi şahit,/Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?" olgusunun tam olarak karşımıza çıkmasından başka bir şey değildir.
Nitekim, herhangi bir haksızlık da yapmak istemiyorum, 2015 yılı içinde yapılan çalışmalar... Ki bize bugün bütçede dağıtılan raporun -kaç arkadaşımızın dikkatini çekti bilmiyorum- 2015 yılı raporu olduğunu, 2016 yılına ilişkin bir raporla karşılaşmadığımızı, bu sebeple 2016 yılı çalışmalarına ilişkin söyleyebilecek bir şeyimizin olmadığını görüyoruz. İyi kötü bazı çalışmalar yapmışlar, bazı raporlar hazırlamışlar ancak bu raporların hiçbirinin uygulanıp uygulanmadığı konusunda yani biraz önce okudum size, yasadan okudum üstelik de maddeleri... İzleme nasıl sonuçlanmış? Bir cezaevine gidilmiş, cezaevinde istismar iddiası var, bu iddiaya ilişkin sonuç ne olmuş, istismarcı hakkında bir yakalama olmuş mu, cezalandırma olmuş mu, orada istismardan koruyan bir yapı oluşmuş mu? Ya da kadın cezaevinde birtakım eksiklikler var, bunlar tespit edilmiş, tespit edilmiş, tespit edilmiş, bir kenara konulmuş. Ama, bunların çözümü konusunda... Evet, kadınlarla ilgili tavsiye kararı da verilmiş ancak bu tavsiye kararının sonucunun ne olduğu konusunda herhangi bir önermeyle karşılaşmıyoruz.
Şimdi, size bu çalışmaların durumunu anlatabilmek için, Türkiye'deki insan hakları ihlalleriyle ilgili bizim bu kurumumuzun yaptığı çalışmaları ifade edebilmek için birkaç rakam vereceğim:
Değerli arkadaşlar, en çok ihlalin olduğu iddia edilen yerlerden biri -tutuklu ve hükümlüler tarafından iddialar gündeme gelmiş- cezaevleri; bakıyoruz, 211 başvuru yapılmış ve yüzde 24,5 oranında başvuru görünüyor. Adil yargılanma hakkı; bu konudaki ihlalleri üç gündür birçok arkadaşımız ifade etti -cezaevlerinin durumunu, gözaltı süreçleriyle ilgili sorunları- 77 başvuru var, yüzde 9 oranında başvuru yapılmış. Bugün, işte, en son karşılaştığımız, sözüm ona Millî Eğitimin koruması içinde olan, onun denetimi içinde olan bir yurtta çocuklarımızın yangınıyla içimizin de yandığı sürece ilişkin, çocuk hakkı ihlalleri; 4 başvuru olmuş ve yüzde 5 oranında.
İşkence yasağıyla ilgili 8 başvuru olmuş. Kötü muameleyle ilgili 21 başvuru olmuş. Kadınların uğradığı şiddet hep ailenin korunması diye anılıyor, bu konuda sadece 3 başvuru olmuş.
Şimdi, bu kadar az başvuru, "Başvuru yapılmamış." denilebilir yani böyle hoş görülebilir ama yasa ne diyor? "Siz kendiliğinizden de araştırma yapmak durumundasınız." diyor. Bu araştırma, ne yazık ki herhangi bir biçimde yapılmamış.
Yine, nerelerden yapılmış, illere göre dağılımdan söz edeceğim. Ankara'dan 113 başvuru var. Şurada, 10 arkadaşımızın şu anda cezaevinde bulunduğu, HDP'li arkadaşların daha çok seçilerek geldiği Diyarbakır'dan 8 başvuru var. İstanbul'dan 98, Şırnak'tan 7 başvuru var. İzmir'den 24, Mardin'den 2 başvuru var. Balıkesir'den 22, Hakkâri'den 2 başvuru var. Bütün uluslararası sistemin bizi eleştirdiği, uzun sokağa çıkma yasaklarıyla, yaşama hakkı ihlaliyle, kötü muamele ihlaliyle en çok gündeme gelen güneydoğu illeriyle ilgili bu kuruma hiçbir başvuru yapılmamış, kurum bu konuda herhangi bir araştırma yapma gereği duymamış.
Zamanım çok azaldı, aslında, cümlelerimin daha bir paragrafını ifade edebilmiş durumda değilim çünkü ihlaller dağ gibi. Ancak, dün Sayın Adalet Bakanının bir sözü oldu, Sayın Cumhurbaşkanını kastederek dedi ki: "Dokunan yanar."
Bu mantık, dokunan yanar mantığı ülkeyi yakacak bir mantıktır sevgili arkadaşlar. Eğer temel insan haklarının korunması konusunda, düşünce özgürlüğü konusunda, örgütlenme özgürlüğü konusunda, toplanma özgürlüğü konusunda, basın özgürlüğü konusunda ve hepsinin üzerinde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - ...yaşama hakkımızın korunması konusunda, biz "Cumhurbaşkanına dokunan yanar." dersek Türkiye yanar, sizi buradan uyarıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sarıhan