GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2015 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 1'inci Tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:32
Tarih:06.12.2016

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin birkaç başlığı üzerinde söz almış bulunuyorum, onları sayayım önce, ondan sonra da konuşmama başlayayım.

TBMM Başkanlığı, Sayıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Danıştay Başkanlığı, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği üzerinde grubumuzun değerlendirmelerini sizlerle paylaşacağım.

Yargıdan başlayalım çünkü bu başlıklar altında üç yüksek yargı organının bütçesi de yer alıyor. Ama burada nereden başlayacağımı, doğrusu, kestiremiyorum. Yargıyla ilgili o kadar çok sorun var ki hangisini sıralayalım? Ben bazen bu kürsüden filozoflardan alıntılar yaptım, yazarlardan; bu sefer de âşıklardan alıntı yapmayı tercih edeceğim, belki onlarla derdimizi bir parça daha iyi anlatırız.

Âşık Serdari'nin bir güzel deyişi var, "Nesini söyleyeyim canım efendim?" diye başlıyor, "Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim, arzuhâl eylesem de deftere sığmaz." diye devam ediyor. Şimdi, hakikaten yirmi beş dakikaya da, defterlere de sığmayacak kadar sorun var karşımızda.

Bir defa, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesiyle ilgili konuşurken şu tabloyu bir kez daha ve mümkünse her seferinde sizlere hatırlatmamız gerekiyor. Bu olağan bir durum değil, bunun olağan kabul edilmesini de asla benimsemeyeceğiz, buna izin vermeyeceğiz. Mecliste 10 milletvekili, bir partinin eş genel başkanları -ki bu parti Meclisin 3'üncü büyük grubuna sahip partidir- tutuklanmışlar, şimdi, şu anda hapisteler ve biz sanki hiçbir şey olmamış, her şey normalmiş gibi işimize devam edeceğiz. Yok, bunu yapamayız arkadaşlar. Pek çok gerekçe sayıyor burada iktidar sözcüleri ama ben eminim ki büyük bir kısmı, çok büyük bir kısmı olmasa da en azından kayda değer bir kısmı kendi sözcülerinin sıraladığı gerekçelere inanmıyorlar ya da o gerekçeler onları da tatmin etmiyor.

Neden bugün cezaevindeler arkadaşlarımız? Süreci başından hatırlayalım ve TBMM ile yargı başlıklarını birleştirerek anlatmaya çalışalım. Dokunulmazlıkların kaldırılması tartışması ne zaman başladı? 7 Hazirandan sonra başladı. 7 Hazirandan önce bizlerle ilgili dokunulmazlıkların kaldırılması şeklinde bir konu gündeme gelmiyordu çünkü Türkiye'de çok önemli bir sorunu diyalogla çözmek, görüşmelerle, müzakerelerle çözmek gibi bir süreç yaşıyorduk. Türkiye yakın tarihinin en önemli süreciydi o. Bugün suçlandığımız pek çok konu o dönemde devletin çeşitli kademelerinin bizlerle açıkça görüştüğü konulardı, bizlerden yapmamızı talep ettiği konulardı. Örneğin, bugün terör örgütü üyesi olarak suçlanan arkadaşlarımız bizzat Hükûmet ve devlet başkanı ya da Cumhurbaşkanı tarafından sorunların çözümü için her yerle görüşebilecekleri şeklinde ellerinin açık tutulduğu bir süreçti. Bunun için kanun çıkarıldı biliyorsunuz, süreci güvence altına almak için. Ama o zaman da söyledik, "İktidar bu süreci doğru yürütmüyor çünkü sadece kendini güvence altına almaya çalışıyor çünkü sadece kendine avantaj yaratacak şeyler yapmak istiyor." Dolayısıyla, o kanunda ancak devlet görevlileri belli ölçülerde korundu. Bunun dışında o sürecin başarıya ulaşması için, bu ülkeye barışın, demokrasinin gelmesi için canla başla çalışan arkadaşlarımız şimdi o dönemde söyledikleri sözlerden örgüt üyesi ve terörizm propagandası yapmakla suçlanıyorlar. Bu arkadaşlarımızın dokunulmazlığının kaldırılması ne zaman gündeme geldi? 7 Hazirandan sonra dedik. Kim gündeme getirdi? Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan gündeme getirdi. Neden 7 Hazirandan sonra gündeme getirildiği çok açıktır aslında, fazla da üzerinde durmaya gerek yok. Çünkü 7 Haziranda bir planı boşa çıkardı HDP; seçimlere parti olarak girdi ve yüzde 13'ün üstünde oy alarak başkanlık planlarını bozdu hatta on üç yıllık iktidar tarihinde AKP'nin ilk defa tek başına Hükûmet kurma çoğunluğunun kaybolmasını sağladı. Yani AKP 7 Haziranda HDP'nin çalışmaları ve başarısı nedeniyle Hükûmet kurma çoğunluğundan mahrum kaldı. Bu bir öfke ve hınç yarattı arkadaşlar. Açıkçası o günden itibaren biriken öfke adım adım 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarının bile yok sayılmasına yol açtı. Deniyor ki: "Sizler dilekçe verdiniz, 'Dokunulmazlığımız kaldırılsın.' dediniz." Evet, dedik ama Anayasa'daki usullere göre kaldırın dedik. Anayasa'daki usuller bellidir, 83'üncü maddenin ne öngördüğü bellidir, 85'inci maddede neler yazıldığı ortadadır. Dedik ki buyurun, bizim milletvekilliği dokunulmazlığımızı kaldırın ama süreci de işletin, geleceğe doğru kaldırın, biz buna varız, kendimiz hazırız. Onu yapmadınız. İktidar partisi bizim bu önerimizi de geri çevirdi.

Anayasa değişikliği gündeme geleceği sırada Anayasa değişikliği önerisi de sunduk. Çağdaş demokrasilerde geçerli olan normlara uygun bir Anayasa değişikliği yapın dedik ama onu da kabul etmediniz. Bir baskın Anayasa değişikliğiyle geçmişe doğru dokunulmazlıklar kaldırıldı. Şimdi gerekçeyi okuduğumuzda neden bu Anayasa değişikliğinin yapıldığını çok iyi anlayabiliriz. İktidar partisi sözcüleri diyorlar ki: "Efendim, bütün milletvekillerini kapsıyor, bir ayrımcılık yok." Ama gerekçeyi okuyorsunuz, doğrudan doğruya bizim partinin hedef alındığı görülüyor. Kaldı ki uluslararası kuruluşların hepsi de bunları söylediler. Yani burada apaçık bir partiyi hedef alan bir Anayasa değişikliği var.

Evet, böyleydi Bülent Bey, size ayrıca söyleyeceklerim var, biraz sabredin. Evet, bir partiyi hedef aldığı çok belliydi çünkü Cumhurbaşkanının konuşmaları da bunu gösteriyordu. Cumhurbaşkanı meydanlarda bizleri hedef gösteriyordu. Cumhurbaşkanı Parlamentoya talimat veriyordu, Hükûmete talimat veriyordu. "Kaldırın şu dokunulmazlığı, ne yaparsanız yapın ama kaldırın." diyordu. Kaldırdınız ama Anayasa'ya aykırı bir Anayasa değişikliğiyle. O Anayasa değişikliği aynı zamanda Venedik Komisyonu kriterlerine, taraf olduğumuz insan hakları sözleşmelerine, üyesi olduğumuz kurumların standartlarına da aykırıydı. Apaçık görünen bir durum var, hukuki kaygı gözetilmiyor. Yani hukuka uygun davranıyoruz, yok efendim, yargı işliyor... Bütün bunların hepsi boş söz. Pratiğe baktığınızda yargıyı en çok tanımayan, yargıyı devre dışı bırakan iktidar uygulamalarının bu döneme denk geldiğini görürsünüz.

Hangisini anlatacağımızı gerçekten bilemiyoruz, şu süre içine sıkıştırabildiklerimi sıkıştırayım. Hükûmet sözcüsü ağzından mı kaçırdı, yoksa içindekini diline mi yansıttı bilemiyorum. Sayın Kurtulmuş dedi ki: "Yargı Cumhurbaşkanlığına bağlıdır." Oysa Anayasa ortada. Anayasa apaçık neyi söylüyor? Kuvvetler ayrılığı ilkesinin bu düzenin temeli olduğunu söylüyor ve "Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır." diyor. Yürütme, yargı, yasama birbirinden ayrıdır. Yargı yürütmeye bağlıysa eğer, ortada ne hukuk devleti ne demokrasi kalır. Bunun tam adı diktatörlüktür.

Cumhurbaşkanı devletin birliğini temsil eder ama tarafsız davranmak zorundadır. Tarafsız mı davrandı şimdiye kadar Cumhurbaşkanı? Hayır. Anayasa'yı defalarca ihlal etme anlamına gelen sayısız uygulaması var, sayısız açıklaması var, icraatı var. Bir defa Cumhurbaşkanı seçilmeden önce partisinden istifa etmesi gerekiyordu, etmedi. Aynı zamanda parti genel başkanıyken Cumhurbaşkanlığına aday oldu. 10 Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı seçildi ancak milletvekilliğinden ve AKP Genel Başkanlığından on yedi gün sonra ayrıldı. Bu, çok açık bir Anayasa ihlalidir. Hayır, buna hiç söz söylemiyorsunuz. Anayasa son derece net bir şekilde ihlal edildi. Ayrıca, kendisi parti kongresine, AKP kongresine de Genel Başkan sıfatıyla katıldı. Anayasa ihlali daha açık nasıl olabilir? Peki, burada niye yargı devreye girmiyor? Neden yargısal süreçler bu açık ihlale karşı işletilmiyor? 7 Haziran seçimlerinden önceyi hatırlayın, zaten genel başkan gibi meydanlarda dolaştı, AKP için oy istediğini saklamadı, "Benim gönlümde bir parti var, ben o partiden geliyorum. 400 milletvekili istiyorum." dedi. Elinde Kur'an-ı Kerim'le meydanlarda propaganda yaptı. Anayasa'yı tepeden aşağıya kadar ihlal eden bir yürütme ve onun başı var, sonra da bize "Hukuku ihlal ettiniz efendim, ifadeye gitmediniz de onun için tutuklandınız." diyeceksiniz ve bunu da halka yutturacaksınız. Kusura bakmayın ama önce kendi hukuksuzluklarınızın hesabını verirseniz belki o zaman başkalarına yaptığınız ithamlar ciddiye alınabilir.

Meclisin iradesini defalarca yok saydı. En akılda kalan açıklamalarından birini hatırlatayım. "İç Güvenlik Yasası ya çıkacak ya çıkacak." dedi. Nasıl olabiliyor? Bir Cumhurbaşkanı Meclise nasıl talimat verebiliyor? Bundan başka pek çok şey yaptı. Şimdi de Meclise idam cezasıyla ilgili telkinde bulunuyor.

Yargıya defalarca müdahale ettiğini söyledik. "Anayasa Mahkemesinin kararını tanımıyorum, saygı duymuyorum." dedi. MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması üzerine kendisine "Gitmeyeceksin." dedi, yargıya göndermedi. Şimdi, yapılan işlem hukuka aykırı ve haksızsa buna karşı tepki göstermek meşrudur. O zaman MİT Müsteşarına karşı yapılan operasyonun haksız bir işlem olduğunu söyledim, parti sözcülerimiz de söyledi çünkü suçlandığı konu, çözüm sürecinde rol almaktı. Eğer Cumhurbaşkanı böyle bir durumda kendi müsteşarına "Gitme." deme hakkını kendinde buluyorsa, biz, açıkça Anayasa'ya bu kadar aykırı olan, hukukun temel ilkelerine aykırı olan bir düzenlemeye karşı neden tıpış tıpış gitmek zorundaymışız, gitmeyiz tabii; zorla mı götürüyorsunuz, götürürsünüz zorla. Ama, bunu, tutuklama gerekçesi olarak "açıklama" çarpıtmasını kullanmayın lütfen. Tutuklama nedenleri bellidir, ifadeye gitmemek bir tutuklama nedeni değildir; zorla götürülürsünüz, ifadeniz alınır, konuşursunuz, konuşmazsınız. Ayrıca, savcıların zorla götürme gibi bir mecburiyeti de yok, ifadeye gitmeyen şahıs hakkında doğrudan dava açabiliyorlar. Apaçık bir siyasi operasyon var dedim, net bir siyasi operasyon var dedim, bunun da en önemli kanıtı, sanki merkezden koordine edilmiş bir şekilde, bir gecede, aynı saatte, 15 milletvekiline bir operasyon düzenlenmesiydi. Nasıl bir tarafsızlıktır bu, nasıl bir bağımsızlıktır, buyurun, anlatın bakalım yargı kimin emrinde.

Bu fezlekelerin pek çoğunu hazırlayanlar şu anda terör örgütü üyesi olmaktan, o savcılar terör örgütü üyesi olmaktan içerideler. Yargı çökmüş durumda. Yargı çökertildi; kim, hangi işi yapıyor; hangi savcı hangi davaya bakıyor, belli değil ama bize gelince; "Efendim, hukuk işliyor." Yok, arkadaşlar, ortada hukuk falan yok; ortada olan şey, keyfî bir düzendir, siyasi bir operasyondur; net söylüyorum, bir intikam ve sindirme operasyonudur.

7 Hazirandan sonraki hırçınlığın nedeni belli olmuştu, başkanlık sistemi isteniyor ama HDP bunu engelliyor; etkili ve güçlü bir muhalefet yürütüyor, planlarını bozuyor. 1 Kasımda bütün saldırılara rağmen barajın altında bırakamaması AKP'yi ve Cumhurbaşkanını daha da öfkelendirdi. İşte artık, sadece seçimlerle baş edemeyeceğini görünce diğer sindirme yöntemlerine başvurdu. O sindirme yöntemlerini devam ettiriyor ama HDP dimdik ayakta; başkanlarımız bütün kararlılıklarıyla, milletvekillerimiz bütün inançlarıyla hedeflerini ve değerlerini savunmaya devam ediyorlar. Eş genel başkanlarımız tek kişilik hücrelerde tutuluyor. Şimdi, daha önce de söyledik arkadaşlar, bu Anayasa değişikliğini yaptınız; tamam, bütün hukuksuzluğuna rağmen yürürlüğe girdi. Ee, peki neyi kaldırıyor, dokunulmazlığı hangi açıdan kaldırıyor? Geçmişe dönük olarak kaldırıyor, geleceğe dönük olarak kaldırmıyor. Milletvekilidir, hepsi milletvekilidir oradakilerin, hepsinin yasama faaliyetlerine katılma hakları var. Neden tek kişilik hücrelerde tutuyorsunuz, neden bir araya gelmelerine izin vermiyorsunuz? Nedir bu korku arkadaşlar, niye bu kadar çok korkuyorsunuz? Gerçi, ben sizi anlıyorum, korkmakta haklısınız, şimdiye kadar bütün planlarınız, başkanlık yönünde, keyfî yönetim doğrultusunda, antidemokratik uygulamalar doğrultusundaki bütün politikalarınızı en etkili şekilde boşa çıkaran biz olduk dolayısıyla bundan da intikam alma hevesini anlamıyor değiliz ama başarılı olamayacaktır.

Evet, burada konuşmamız gereken başka konular da var, hızla geçmeye çalışacağım.

1 Kasım seçimlerine giderken "Ya tek başına iktidar, ya kaos." dediniz ama gördük ki tek başına iktidar kaos getiriyor. Sürekli olarak bu iktidar hevesi, tek başına yönetim hevesi, hırsı daha derin kaos, daha büyük krizler getiriyor. Asıl yapmanız gereken bu ihtirastan vazgeçmektir. Eğer çoğulcu demokratik bir sisteme dönüş sinyali verirseniz emin olun dolar -yani en azından bunu pek çok kişi söylüyor, ben de inanıyorum- hızla düşer, ekonomik krizin derinleşmesinin önü kesilir. Söyleyeyim, sadece bir hafta demokrasiden, çoğulculuktan, hukuk devletinden konuşalım, o doğrultuda uygulamalar için işaret verilsin ekonomik krizin önü alınır. Bu ekonomik kriz siyasi bir krizdir, sebepleri siyasidir ve diktatörlük heveslerinin yarattığı büyük gerilimin ekonomiye yansımasıdır.

MİT Müsteşarlığının bütçesi de benim konuşacağım konular arasında yer alıyor. "MİT" derken 15 Temmuz darbe girişimini anmadan geçmek olmaz.

Şimdi, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili altı aydır sorduğumuz sorulara cevap verilmiyor. Mesela, bu darbe girişiminin arkasındaki siyasi gücün ne olduğunu soruyoruz cevap yok, kimse cevap vermiyor. Darbe Komisyonuna seçildik. Darbe Komisyonu 4 partinin kabulüyle oluşturuldu fakat Darbe Komisyonu, asıl aktörleri, birinci dereceden sorumluları dinlemeyi kabul etmiyor. Davet etmelerini istiyoruz ısrarla diğer muhalefet partisi milletvekilleriyle birlikte ama çağırmıyorlar. "Neden Genelkurmay Başkanını çağırmıyorsunuz? Neden buraya getirip dinlememize izin vermiyorsunuz?" diyoruz, sudan bahanelerle hiç inandırıcı olmayan açıklamalar yapıyorlar.

Değerli arkadaşlar, eğer AKP darbe karşıtlığında samimiyetini ispatlamak istiyorsa öncelikle bu cemaatin, bu örgütlenmenin kendi içindeki ayaklarını ortaya çıkarsın. On dört yıldır yönetiyorsunuz, on dört yıldır her türlü yardımı yaptığınız örgüt bir yılda dünyanın en tehlikeli terör örgütü hâline geliyor ve bunun üzerinden sayısız insanı mağdur etmekten hiç de çekinmiyorsunuz. Ya, söyleyin arkadaşlar, söyleyin; Adalet Bakanlığına bu kadar hâkimi kim yerleştirdi? O fezlekeler hazırlanırken kim destek verdi? Hangi Hükûmet vardı burada? Bu Kabinenin içinde ve AKP Grubu içinde byLock kullanan var mı? Soruyoruz, diğer partilerde var mı? İsimler çıkıyor basında, okuyoruz ama Hükûmetten açıklama yok. Söyleyin, bizde de varsa çıksın ortaya bilelim. Bunu da istedik Darbe Komisyonunda, dedik ki: Sadece milletvekillerinin listesini isteyelim Başbakanlıktan ya da ilgili birimden. Kim byLock kullanıyordu, kim bu ağın içinde aktif yer almıştı, hangi milletvekili, sadece milletvekili, hangi partiden olursa olsun. Hayır, ona da cevap alamadık, o konuda da bir girişim olmadı.

Sürekli olarak millî iradeden söz ediliyor ama nerede seçim varsa onu kaldırmak için her şey de yapılıyor. Üniversitelerde rektör seçimi zaten yarım yamalak yapılıyordu, zaten dar bir alana sıkışmış bir seçimdi şimdi tamamen kaldırdınız.

Belediye başkanlarını görevden alıyorsunuz, diyorsunuz ki "Efendim terörle ilişkili." Ya, arkadaşlar, şu olağanüstü hâl ilan edilmeden önce bir tane belediyemizle ilgili bir tane müfettiş raporu, bir tane yargı kararı çıkarabildiniz mi, gösterebildiniz mi? Hangi eylemlerinden dolayı teröre destek olmuşlar? Neden yargı kararı aramadan olağanüstü hâl fırsatını kullanarak bu belediyelere kayyum atanıyor sorusu açık. Halkın size vermediğini millî iradeye rağmen gasbetmek, başka bir adı yok. Tek bir yargı kararı istiyoruz, tek bir yolsuzluk iddiası istiyoruz, tek bir hırsızlık belgesi istiyoruz kayyum atanan belediyelere ilişkin. Ama bir büyükşehir belediyesinin başkanının parsel parsel Ankara'yı sattığını ya da peşkeş çektiğini bu partinin Başbakan Yardımcılığını yapmış, Meclis Başkanlığını yapmış üyesi söylüyor fakat yerinde duruyor. Yolsuzluk mübah, siyaset yasak, işte diktatörlüğün özü budur: Yolsuzluk, hırsızlık, karalama, her şey mübah, bunlara denetim yok ama siyaset yaptığınızda hemen terörist yaftası asılacak ve siyasetten dışlanacaksınız. Bunların hiçbirinin bu planların sahiplerini başarıya götürmesi mümkün değil. Şöyle bir yakın geçmişe bakın, Kürt sorununda savaş ve güvenlik politikalarını takip eden bütün partiler çöktü gitti, bütün iktidarlar çöktü. Hangisi şimdi hayırla anılıyor? Anılan yok. Dolayısıyla, arkadaşlar, burada yapmanız gereken bellidir, şu tuttuğunuz yol yol değildir, demokrasiden, müzakereden, çoğulculuktan, hukuk devletinden başka hiçbir yöntem bu ülkeyi esenliğe, bu ülkeyi barışa, bu ülkeyi refaha kavuşturamaz.

Evet, söylenecekler bitmedi. Birkaç şey daha ekleyeyim, ondan sonra da bağlayayım sözlerimi.

Bakın değerli arkadaşlar, bu Hükûmetin bir taktiği var, bir yönetim tekniği var. Bir hata yaptı mı onun üstünü daha büyük bir hatayla örtüyor; bir suç işledi mi onun üstünü örtmek için daha büyük bir suç işliyor; bir kriz çıktı mı o krizi örtmek için daha büyük bir kriz çıkarıyor ve bu krizler birikiyor, sanıyor ki bu yönetim anlayışı, krizleri sürekli hâle getirirsek iktidarımız da sürekli hâle gelir. Fakat bunun asla mümkün olmadığını şu yakın zamanlarda dünyada yaşadığımız bazı örnekler de açıkça gösteriyor. Adaletten başladık, bu noktaya geldik.

Ben yine bir âşığın sözleriyle bağlamak istiyorum, bir değerli halk ozanını anarak bitirmek istiyorum. Rahmetli Âşık İhsani bizim şimdiki tabloyu görse daha beterini söylerdi. Ben ona ilişkin, bugüne uyduğunu düşündüğüm birkaç dizesini aktarayım: "Odun kırıcıydı, adı İlyas'tı" Neyse atlıyorum. "Bana bak arkadaş dedim; dedi ne?/ Dedim sen bir vatandaşsın; dedi he/ Dedim kanunun var; dedi çekil be/ Arkasından baltasını biledi/ Dedim gidiş; dedi onlara göre/ Dedim kötü mü; dedi bin kere/ Dedim hak, adalet; tu dedi yere./"

Şimdi, haksız mı Âşık İhsani Allah için? Ama bunun böyle gitmeyeceğini âşıklardan da, insanlık mücadelesinden de görebilirsiniz. Yol yakınken dönmekte herkes için hayır vardır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)