| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 23.11.2016 |
MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öyle anlaşılıyor ki Hükûmet, olağanüstü hâli çok sevdi, bu düzenden vazgeçmeye niyetli görünmüyor, iktidarın keyfîliğinin tadını aldı ve bunu devam ettirmek istiyor.
Olağanüstü hâlin en yıkıcı yansımalarının yaşandığı yerlerin başında cezaevleri geliyor. Artık, cezaevlerinden söz etmek bile doğru değil. Cezaevleri âdeta bir toplama kampına dönüştürüldü. Aslında, ilan edilen hâl "olağanüstü hâl" olarak adlandırılsa bile, bunun gerçek karşılığı istisna hâlidir. İstisna hâli ile olağanüstü hâl eş anlamda kullanılsa bile, tarihsel dönemler açısından aralarında fark var, çok kısa belirteyim: İstisna hâlinin temel özelliği, geçici ve denetlenebilir olması değil, sürekli ve sistematik olmasıdır. Hangi konuda? Hukukun durdurulması konusunda. Yürütmenin veya iktidarın yetkilerini artırmak olağanüstü hâlin bir özelliği olabilir ama istisna hâlinin özelliği, hukuku tamamen devre dışı bırakmaktır. Dolayısıyla, hukukun sıfır derecesi istisna hâlidir, zulmün zirve noktasını oluşturur hukukun sıfır hâli.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Başkan...
BAŞKAN - Sayın Sancar, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, salonda ciddi bir uğultu var, lütfen... Hatip kürsüde, insicamını bozmayalım.
Buyurun Sayın Sancar.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Peki, bu istisna hâlinin teorisini kim kurdu, pratiğini en kapsamlı şekilde hangi dönemde yaşadı insanlık, onu da çok kısa belirteyim: İstisna hâlinin teorisini Nazilerin ideologları kurmuştu. Nazi döneminin başka dönemlerle kıyaslanması konusunda temkinli olmak gerektiğini hep söyleriz, doğrudur. Fakat öyle dönemler var ki, bu yönetimin özelliklerini anmadan, onunla kıyas yapmadan anlaşılır kılmak bazen mümkün olmayabiliyor. Hukuku tamamen bir kenara almak, hukuku durdurmak Nazi yönetiminin en öncelikli hedefiydi. İktidarını kurmak için buna ihtiyaç duyuyordu. Hukuku durdurmanın bir amacı vardı, yeni bir hukuk kurmak iddiasındaydılar. Dolayısıyla yeni bir düzen kurarken ayaklarına bağ olacak herhangi bir kural, herhangi bir denetim istemiyorlardı. Ee, bunda başarılı oldular. Toplama kampları kurdular, her türlü işkenceyi, her türlü eziyeti bir yönetim pratiği hâline getirdiler.
Sayın Başkan, kimse sizi dinlemiyor galiba! Beni de dinlemiyorlar da... Bir daha uyarsanız.
BAŞKAN - Sizi dinlesinler de önemli değil beni dinlememeleri. Sakal bıraktık belki dinlerler diye ama...
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Yani grubun önünde...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, sessizlik diyorum.
MİTHAT SANCAR (Devamla) - Ardından soykırım geldi, savaş geldi çünkü içeride bu kadar keyfî bir yönetimi kuran, tadını alan bir yönetim, bir iktidar, gözünü daha geniş alanlara diker; neredeyse, bir diyalektik kanun gibidir ve Nazi yönetimi içeride hukuksuzlukla bu kadar cinayetler, insanlık suçları işledikten sonra dışarıda da insanlığa tarihin en ağır savaşını yaşattı.
Bir süredir kanun hükmünde kararnamelerle yönetiyor Hükûmet ülkeyi ve bu kanun hükmünde kararnamelerde bırakın hukukun evrensel ilkelerinin küçük ölçütlerini, ufak ölçütlerini vicdanın ve insafın bile ölçütü yok. Mesela, dün çıkarılan kanun hükmünde kararnameyle işine son verilenlerden birini hatırlatayım size, Uğur Kaymaz'ın annesi. Uğur Kaymaz'ı hatırlamayan var mıdır aranızda bilmiyorum, çok iyi bilmeniz gerekiyor, aranızda bazıları kitabını da yazmıştı bir milletvekiliniz; kendisinden de bir ses duymadık. Makbule Kaymaz, 13 kurşunla Kızıltepe'de katledilen çocuğun annesidir. Belediyede çalışıyordu, oğlunun katilleri -aynı zamanda kocası da öldürülmüştü yani Uğur'un babası- cezalandırılmazken kendisi bugün olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle işinden çıkarıldı. Mesela, 2000 yılında sözüm ona "Hayata dönüş" adı verilen operasyonda kolunu kaybeden Veli Saçılık -sosyolog- Aile ve Sosyal Güvenlik mi ne işte o Bakanlığın adı, orada çalışırken dün işine son verildi.
Tabii, binlerce, on binlerce insan var bu şekilde sayabileceğimiz. Bunları neden yapıyor bu Hükûmet? Neden yapıyor olabilir? Makbule Kaymaz'dan ne istiyor, Veli Saçılık'tan ne istiyor bu Hükûmet? Hangi darbe tehdidini önlemek için Makbule Kaymaz'dan, çocuğu ve eşi katledilmiş, katilleri de cezalandırılmamış bir anne olarak ne istiyor? Ekmeğini kesmek istiyor.
Bakın arkadaşlar, bunun adı "istisna hâli" dedim ama bizim daha iyi bildiğimiz, tarihten bir isim kullanayım: Bunun adı "Kerbelâ" düzenidir. Suyunu bile kesmeyi, susuz bırakmayı kafasına koyan bir yönetim zihniyetinin adıdır. Yezit zihniyetidir bu. Orada insanlara ceza vermek için susuz bırakan, Kerbelâ güneşi altında, çölün ortasında susuz bırakan zihniyet gibi çalışıyor. Ama Yezit'in karşısında bir yiğit vardı, İmam Hüseyin vardı. Tek başına kaldı, boyun eğmedi, biat etmedi, direndi ve kafası kesildi, kesilmesine rağmen asla boynunu eğmedi, boynu vuruldu, boynunu eğmedi. Yezitlerin en büyük korkusu, İmam Hüseyinlerdir. Bütün zalimlerin en büyük korkusu, karşılarında direnecek birinin bulunmasıdır.
4 Kasımda, direnenlerin sesini kısmak için bir operasyon düzenlendi. Gerçek anlamda bir darbe operasyonuydu bu. Bir partinin eş başkanları, milletvekilleri uyduruk gerekçelerle, izah edilmesi sizin tarafınızdan bile mümkün olmayan sebeplerle gece yarısı gözaltına alındılar, tutuklandılar. Biriniz, Allah için, şu dosyalara bir bakın, o dosyalarda neler olduğunu bir okuyun, ondan sonra elinizi vicdanınıza koyun. Bu, bir darbe yönetimidir, Kerbelâ hukukunu kurmaya yönelik bir darbe yönetimidir.
Ahmet Türk'ten ne istediler? Ahmet Türk'ü gözaltına almanın ne demek olduğunu dün arkadaşlarım anlattılar burada. Demek ki barış isteyenlerin, demokratik siyasette inat ve ısrar edenlerin sesini duymak istemiyor birileri. Ne istiyor? Daha çok savaş, daha çok zulüm ama zulmün bir sonu var. Aylar önce burada hatırlatmıştım. Silahla en çok iş yapan komutanlardan, meşhur komutanlardan biri Bismarck söylemişti; kılıcıyla, süngüsüyle pek çok başarı elde etmişti ama kendisi insanlığı uyarmıştı, "Süngüyle her şey yapabilirsiniz fakat üstüne oturamazsınız." demişti. İsteyen süngünün üstüne oturmayı denesin bakalım.
Ahmet Türk üç gündür gözaltında tutuluyor. Arkadaşlar, isnat edilen suç ne? Savcı bir saat ayırıp ifadesini alamaz mı? Neden beş gün avukat görüş yasağı konuyor? Bizim çalışanlarımız, benim yardımcım dâhil 5 danışmanımız on üç gündür gözaltında. Emniyet sorgusu bitti. İsnat edilen suçlar: "Yok, efendim, şu 'tweet'i attın. Niye attın? Efendim, şurada marş söyledin. Niye söyledin?" Bunlar için on dört gün gözaltı reva mı? Reva diyorsanız size söyleyecek söz yok.
Ben umudumu AK PARTİ Grubundan kesmek istemiyorum. Burada vicdanlı insanların bulunduğuna inanmak istiyorum. Bu inancımı korumak istiyorum. İtiraz edin. Başınıza geldiğinde değil, başkalarının başına geldiğinde zulme ses çıkarın. Bütün Meclisten ricamdır, bütün Meclisten isteğimdi ama biliyorum ki bu Mecliste -parti adı saymayayım- bunlara isyan edenler, sürekli bunlara karşı sesini çıkaranlar var. Asıl sorumluluk, yükümlülük sizlerin oyuyla iktidarını sürdüren ve bu uygulamaları sizlerin oyuyla cesaretlenerek yapan siz iktidar partisi milletvekillerinedir. Bu vicdanlı davranışı göstereceğiniz günün çok fazla uzamamasını diliyorum.
Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)